Arthur Honegger / Schoenberg yeteneksizliği nedeniyle atonal müziği kullanıyordu

0

20. yüzyılın önde gelen bestecilerinden “Fransız Altılıları” üyesi Arthur Honegger, 1955’te, ölümünden birkaç ay önce yapılan röportajda “Müzik, akıl yoluyla yüreğe, yürek yoluyla akla seslenir” diyor. Atonal ve serial müzik akımlarını sert dille eleştiriyor. İlhan Baran’ın tercümesiyle…

 

Çağdaş müzik, çok çeşitli akımları, teori ve görüşleri içeriyor. Batı’da, toplumla çağdaş sanat arasındaki bağ kopmuş gibi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Ben özgür bir insanım ve sanatımda işime yarayabilecek, ihtiyaç duyduğum her şeye el atabilirim. Hangi anlayışla olursa olsun, bütün teorilerin yıkıcı etkilerine ve budalalıklarına karşı kendimi daima korudum. Sadece ve sadece inanarak, içtenlikle yazılmış eserler yaşar, yarına kalır. Ben buna inanırım.
Sanat hayatımın sonunda geriye şöyle bir bakıyorum, görüyorum ki sadece özgür bir dimağla yapılan şeylerin değeri var. Bir teori ya da belirli bir akıma bağlanmak kendini zincirlemektir.

Schoenberg’in yazdığı sanat değil reçete

Hayır, geleneksel DİL bayatlamadı. Zayıflayan bir şey varsa o daha ziyade DÜŞÜNCE. Geleneksel dilin bayatladığı fikri bilinen kelimelerle söyleyecek bir şeyleri olmayıp hayal güçlerinin kısırlığını örtmek için yeni SÖZCÜK meydana getirmek isteyenlerin başvurdukları bahanedir. Bir KELİME,
kendiliğinden hiçbir şeydir; önemli olan, CÜMLE’nin bütünüdür.
Ne bilinçli ve düşünerek yapılmış yeniliğe ne de geriye dönüşe inanıyorum. İşte bunun için dodekafonizm konusunda tamamen şüpheciyim. Bu çok eski bir hikayedir ki önce doğduğunu, sonra tekrar canlandılmaya çalışıldığı ana kadar uyuduğunu görmüştüm. Estetik açısından bu bir değer taşımaz. Şablon müzikal fikirler, formüller zinciridir sadece. Schoenberg Ekolü, dinleyicisini hiçbir zaman bulamadı, dinleyicisiz de müzik sanatı olmaz. Schoenberg seçkin, fakat yetenekleri yönünden sınırlı bir besteciydi. Tonalite onu boğuyordu; buna karşılık Wagner’in sihirli etkisinden kurtulamıyordu. Bu çemberi kırmak için bir çeşit doktrin olarak atonalizm’i yarattı. Bunu yaparken, arkasındaki köprüleri yıktığını ve konuyu kendini takip edecekler için imkansız bir duruma getirdiğini düşünüyordu. Görünüşte, özgürlüğe kavuşmuş duygusunu uyandırıyordu; fakat aslında kendi kendini hapsetmişti. Schoenberg’in asıl dramı şuydu: O atonalizm’i sanatsal bir ihtiyaçla değil, tonalite korkusunu ya da başka bir deyişle, yeteneksizlik sebebiyle kullanıyordu.
Metodun iğneyle kuyu kazarcasına bir uygulanışı onu seriel sisteme götürdü. Seriler üzerine kurulmuş bu korkunç yapıtlar, çetrefil, sıkıcı ve çocuksu parçacıklar… Bu bir sanat değil. Bu, bir reçete. Tehlike şurada ki, onu uygulamaya herkes kendini yetenekli kabul ediyor. Seriel müzikçiler ortamında pek tanınmış ve bu çetrefil metod içinde kendini kaybetmiş bir genç besteci, bir gün bana dramatik bir şekilde “Oradayım ve orada kalıyorum” demişti. Kendi kendine “Orada kalmasam herkes bana ne der” diye düşünüyormuş gibi geldi bana. Bu genç besteci, mükemmel bir kulağa ve müzik yazısı konusunda çok derin bilgiye sahipti. Buna rağmen, kullandığı üslubu bir türlü dimağında duyamadığını bana itiraf etti. Gülerek, “öyleyse bütün bunlar ne işe yarıyor” dedim. Yüzüme, son derece kederli şekilde baktı. Anlamıştım.
Bu garip alanda, amatör, kendini meslekten gelen ciddi sanatçılardan daha güçlü hissetmekte. Önce kuralları öğrenen amatör, sonra mantıki olarak bunların harfi harfine uygulanmasını beklemekte. Bu konuda size şahit olduğum bir olayı anlatacağım: Balede seriel müzik konseri verilmişti. Salonda konuyu iyice didiklemiş bir dinleyici de vardı. Konserin bitiminden sonra bu dinleyici orkestra yöneticisini buldu ve ona dedi ki: “Bir dalaverecilik olayıyla karşı karşıyayım! Schoenberg’in bu eserine bir bakın: 2’nci sayfanın 4’üncü ölçüsünde serinin sondan başa akışının tam uygulanışı, bir ‘Mİ bemol’ değil, bir ‘FA diyez’i gerektirir! Diğer bir yanlış: 5’inci sayfada bütün bir ölçü, tam yarım ton aşağıya aktarılmış. Ben ki ‘parti’denim, bu eser üzerimde hileli bir bilanço etkisini bırakıyor!” Dinleyici haklıydı. Haksız olan Schoenberg.

Kimseyle yarışmam

Kuşağınızdan bir besteci, müziğin baş döndürücü şekilde yürüyüşü ve daha genç kuşakların buluşları karşısında kendini tedirgin hisseder mi?
– Açıkçası, bana kendimi “geçilmiş” hissedip hissetmediğimi soruyorsunuz! Onurlu bir şekilde tebessüm etmeme müsaade edin… Hemen söyleyeyim ki, bu, kendimi X ya da Y’ye üstün görmemden kaynaklanmıyor. Sadece “kendim” olmak bana yetiyor. Müzik yapıtları, santimetreyle ölçülmez. Örneğin “X, 1 metre 83 santimetre; halbuki Y sadece 1 metre 70 santimetre” diyemezsiniz. Gırtlağıma kadar müzikal esinle dolu olmasam bile, hiç olmazsa davranış ve yapıtlarım inandığım sanat kavramıyla daima uyumlu oldu. Hiçbir zaman bir eserin zamanla yaşlanacağını, popülerliğini kaybetmemesi için çağının ötesine sıçraması, 20-30 yıl sonrasının modasını yaratması gerektiğini düşünmedim. Bu yaklaşım bence vahşi bir budalalık. Bu koşullar içinde SANAT kavramı diye bir şey kalmıyor.
Yani çağdaş arayışlar size pek ümit vermiyor…
– Bunu söyleyemem. Aramakta çok haklılar. Asıl dikkat edilmesi gereken önemli nokta, koca bir eski destanı bir peri masalcığı gibi ele alıp, buna karşılık, en küçük buluşları yeni bir din gibi kabul ettirmeye çalışmamaktır.
Bu arada sırası gelmişken diyebilirim ki, konkret müzikte gelecek görüyorum. Yeni tınılar yaratmak bana çekici geliyor. Şu şartla ki besteciler 40 tane farklı renkli çalgıyı yan yana dizmektense bir gün kendi orkestra paletleri üzerinde 40 bin renk çıkarabilsinler…

Müziğimi doktrinler değil dürtülerim yönlendirir

Toparlayacak olursak, genellikle kabullendiğiniz bir öğreti var mı?
– Kabullendiğim hiçbir doktrin yok! Sadece beni iten iç dürtülerim var.
Prensip olarak ne tonal ne atonal ne de polifonal besteciyim. Duruma ve anlatmak istediğim duygulara uygun olarak, gerektiğinde, tonalite, atonalite ve polinotaliteyi kullanıyorum. Bütün bu müzik yazısı şekillerin birer amaç değil, sadece birer araç olduklarını unutmayalım. Hiçbir sihirli bağ, beni bu araçlardan birine bağlamıyor!
Son olarak, bir şey eklemek gerekiyorsa şunu söyleyeceğim: Müzik, akıl yoluyla yüreğe ve yürek yoluyla akla seslenen bir sanat türüdür.
(Tercüme: İlhan Baran / Haziran 1964 / Opus Dergisi)

Linkler

Biyografisi

Adına açılmış web sayfası

Facebook sayfası

Share.

Leave A Reply

5 + thirteen =

error: Content is protected !!