Zeki Müren / Beni musikiye sevk eden senin plaklarındı Müzeyyen Abla

0

Müzeyyen Senar’dan sahne dersleri alan Bursalı genç şarkıcı Zeki Müren, Perihan Altındağ’ın rahatsızlanması sayesinde radyoda ilk konser fırsatını yakalamıştı. Ardından ikinci konser gelmişti. Müren’in dikkat çekmesi üzerine, Senar öğrencisine gazinolarda üç konser ayarladı. Bu arada “reklam için” onunla geniş bir röportaj yaptı. 20 yaşındaki Müren “Besteciliği tercih ederim” dese de, hocası onu sahneye çıkarmaya kararlıydı…

 

Her şey aklıma gelirdi de elime kalemi alıp röportaj yapacağım hiç hatırıma gelmezdi. Sevgili dinleyicilerim. Oh, pardon sevgili okuyucularım, beni mazur görün. Yazı yazmak kiiim, ben kim!? Bu cüretimden dolayı beni affedin. Nasıl derler, elinin hamuru ile erkek işine karışma! Ama bu yalnız benim için haa!.. Bizde eli kalem tutan bayanlarımız çok, ancak benim gibi mektup yazmadan yazmaya eline kalemi alacaklarda da iş yok.

Bursa’nın şeftalisi ve güzel seslileri meşhurdur

Tekrar af diliyorum. Eğer bir gramer hatası yaparsam ilk yazım olduğu için elbette mazur görürsünüz. Bir insanın kendisini methetmesi doğru değil amma şunu da söylemeden (yine bir pardon daha), yazmadan geçemeyeceğim. Bursa’nın güzel seslileri pek boldur maşallah… Tıpkı şeftalisi gibi.
Hem Bursa’dan iyi karikatüristler de çıkıyor. Nâdir istidatlardan rahmetli Cemal Nâdir, hâlen de süruri olan Hürriyetçi Sürurî. Velhasıl Bursa’nın her branşta muvaffak temsilcileri vardır.
İstanbul Radyosu’nda verdiği iki konserle bütün radyo dinleyicilerinin merakını ve dikkatini çekmiş olan Bursalı bir genç benim ilk röportajımın mevzunu teşkil ediyor. Zeki Müren’i yakından tanırım. Ne de olsa ikimiz de Bursalıyız. Günlerden cumartesi idi. Zeki Müren, amcası Hayri Terzioğlu ile beraber bizim fakirhaneye teşrif buyurmuşlardı. O gün de Zeki Tükel, (Müren değil Tükel; her ikisinin isimleri ayrıdır. Soyadları da benzer. Hele kendileri birbirlerine yaşça başça pek denktirler. Yalnız aralarında bir gözlük farkı var. Biri gözlüklü, diğeri gözlüksüz) Ha, ne diyordum, Zeki Tükel, o gün bize şöyle bir uğrayıvermişti. Hemen evden matbaaya bir telefon… Yarım saat sonra Radyo Haftası ekibi, başlarında muharrir hanım olduğu halde faaliyete geçti. Sadece Zeki Tükel seyirci kaldı. Müren’le konuşmaya, başlıyorum:
Seni musikiye sevkeden aşk nasıl doğdu?
— Senin plâkların Müzeyyen Abla…
Benim plâklarım mı?
— Evet ,yedi yaşındaydım.
 Allah Allah… Eee sonra. Canım bunda bir yanlışlık olacak?

— Neden?

Şimdi sen kaç yaşındasın?

— Tam 20.
İçimden hesabını yapıyorum. Aman, kimse duymasın: Hemen yirmiden yediyi çıkardım. Geri kaldı 13. Ben ilk plâğımı 15 sene evvel doldurmuştum. O zaman yaşım da 17 idi. Demek ki yanlışlık yoktu. Malûm ya yaş meselesi bazılarımızın belkemiğini teşkil ediyor.
“Yanlışlık yokmuş” diyorum.
Zeki Müren:
— Nasıl yanlışlık olur. Mektep sıralarında iken eve bir an evvel gidip sizin plâklarınızı dinlemek için can atardım.
Zeki Müren’in amcası söze karıştı:
–    Zeki’nin sesi tıpkı sizin sesiniz. Bu kadar benzemek olur!.
Yalan da değil. Zeki Müren’le beraber sesimizi tel plâğa verdik. Benzerliğe ben de şaşıp kalmıştım. Bir erkek sesi ile bir kadın sesi birbirine benzer mi? Oluyor işte… Zeki Müren’in musikî bilgisini de övmeden geçemeyeceğim. Bu yaşta bu kadar musikî bilgisine sahip olmak, bu sahadaki muvaffakiyetine bir delil teşkil edecektir. Zeki Müren, Boğaziçi Lisesi’ni geçen sene bitirmiştir. Bu yıl da üniversiteye devam edecektir.

Şarkıcı olmayı hiç düşünmüyorum

İdealin nedir?
— Her şeyden evvel tahsilimi bitirmek.
Aferin. Peki ses sanatkârı olmayı tasavvur etmiyor musun?
— Vallahi Müzeyyen Abla, böyle bir şeyi hiç düşünmüyorum.
Ne olmayı düşünüyorsun?
— Hele bir üniversiteye başlayalım.
 Peki, ama meselâ kaptan olmayı istersin filân?
— Sakın ha Müzeyyen Abla, beni deniz tutuyor!.
Bu cümleyi söylemişken Zeki Müren’in çok hassas bir delikanlı olduğunu işaret etmek isterim. Zeki’nin bestekârlığı da dikkate şayandır. Sekiz bestesi vardır.
Güfteler de senin midir?
— Evet.
Eserlerini nasıl besteliyorsun?
Sayın okuyucularım, yazı yazarken Zeki’nin mimiklerini tarif edemiyorum. Bu röportajın ruhudur ama ne yapayım ki muhaverelerde bu kısmı şimdilik beceremiyeceğim. Yazı yazmak, mikrofonda okumağa benzemiyor. İkisinin de ayrı ayrı hususiyetleri ve zorlukları var. Sual sormaya devam ediyorum:
Daima ağırbaşlı mısın?
— Öyle diyorlar. Yaradılışım böyle.
Ne güzel şey!. Aşk hakkında düşüncen nedir?. Evlenmeye niyetin falan var mı?
— Ha, bir bu eksikti Müzeyyen Abla. Tahsilimi hayırlısı ile ikmal edeyim de öyle… Evlenmeyi o zaman düşünürsem daha iyi olur zannederim.
Zeki, benden sana nasihat, sakın evlenme… Bekârlık sultanlıktır. Nasıl derler, yan gel keyfine bak! Sana bir sual daha: Bu Zeki Tükel’in beylik suallerindendir: Mikrofon heyecanını tarif eder misin?
— Müzeyyen Abla, ben İstanbul Radyosu’nda Perihan Altındağ Sözeri’nin anî mazeretinden dolayı veremediği konser günü radyoya çağrıldım. Bir saatlik provadan sonra o gece Perihan Sözeri’nin yerine okudum. İnanır mısınız ki okurken tahmin ettiğim heyecanı hiç ve hiç duymadım. Sanki burada okur gibi, içimden gelen bir arzu ile hiç heyecan duymadan okudum. Yalnız içimde kalbimin etrafında (çok gariptir) bir şeyler uçtuğunu hisseder gibiydim. Tuhaf değil mi?

Mikrofonu mağlup ettim demek ki

Bana göre hiç tuhaf değil. Mikrofona çıkanlar kalbin etrafındaki tatlı ürpertileri hiç unuturlar mı? Bu heyecan her zaman için taptazedir… İşte heyecan odur.
— Yok canım!
Bu heyecan, mikrofonu mağlûp edenlerin duyduğu en güzel mânevi varlıktır!.
— Öyleyse ben mikrofonu yendim demek.
O da söz mü? Ben senin ilk konserini dinlemiştim. Çok güzel ve içli okumuştun. Haydi bize eserlerinden bir kaçını okuyuver.
Zeki Müren:
— Derhal, dedi. Hangi şarkıyı okumamı istiyorsunuz?
Evvelâ kendi eserlerinden birini. Hani Bursa’da okumuştun. “Bu aşkın ıstırabı bilmem ne zaman biter?”
— Peki…
Zeki Müren okumaya başlamıştı.
Başımı cama dayadım. Öylece bu şarkıyı dinledim ve ağladım. Dinledim diyorum. O güzel sesi nasıl tarif edebilirdim ki… Hem acemi kalemimle bu bahiste bir şey yazamazdım ki… Beraberce okurken inanmazsınız Zeki Tükel bile ağlıyordu.

İlk hocalarım Kirkor ve Agopos efendiler

İlk musikî dersini kimden ve nerede almaya başladın?
— 11 yaşında idim. Bursa’da Kirkor ve Agopos efendilerden nota ve usul dersi almaya başladım. Şunu da söylemek isterim ki amcam Hayri Bey’in musikî çalışmalarımda oynadığı rol çok büyüktür. Ben çalışmalarımı amcama borçluyum.
Beste yaparken ne gibi bir yer arıyorsun?
— Bu hususta müşkülpesent değilim. Beste birdenbire geliyor. Onun yeri belli olmaz ki… Sonra öyle bestekârların hayatlarını okudum ve işittim ki, herhangi bir güfteyi bir saatte besteliyor ve bu eser musikî tarihine geçiyor. Beste ilhama bağlıdır. Gelince notaya vurmak ve bu notayı işlemek lâzımdır. İlk bestemi Bursa’da, kaplıcalarda havuz başında yaptım. İlhamın gelişine bağlı…
Okumayı mı yoksa bestekârlığı mı tercih edersin?
— İkisini de…
Birini tercihte mecbur kalsan?
– Bilmem ki, galiba bestekarlığı…
Bu cevaba dikkat ediniz okuyucularım. Bu cevap çok manalıdır. Musikiyi bilerek okumanan ve onu dillendirmenin muvaffakiyeti bestekarlıkta toplanmaktadır.
Yazıma son verirken Zeki Müren’i daima radyoda ve müstakil konserlerde dinleyeceğimizi de söyleyebilirim. Hem yakın bir zamanda evvela Bursa’da, bilahare Beyoğlu’nda bir sinemada. Zeki Müren’le beraber iki konser vermeyi düşünüyoruz. Nasıl olsa bu güzel röportajıma para vermeyecekler (!). Hiç olmazsa reklamdan yana istifademiz olsun! Ne dersiniz, bu cümleler mecmuada çıkacak mı acaba?
Acemi muharrir bu kadar olur! İnşallah ikinci bir röportajımda bambaşka bir üslup kullanacağım!… Sevgili dinleyicilerim ve okuyucularım, bu sefer pardon yok. Röportajımı beğendiniz mi? Samimi tenkitlerinizi bekliyorum.
Canım, muharrir dediğin de böyle olur işte!…
(Müzeyyen Senar / Fotoğraf: Lûtfi Gökmen / 10 Şubat 1951 / Radyo Haftası / Arşiv taraması, redaksiyon: Serhan Yedig )

Share.

Leave A Reply

thirteen − eight =

error: Content is protected !!