Giriftzen Asım Bey / Mevlevi şeyhi ayinde “Taksimi Asım’a bırakın” dediğinde 14 yaşındaydım

0

Neye benzemekle birlikte icrası daha zor bir çalgı olan giriftin büyük virtüözüydü Asım Bey. Bestelerini, icralarını sultanlar alkışlamıştı. 1929’da geriye 24 çocuk ve sayısız eser bırakarak ölmeden kısa süre önce hayatını Vatan gazetesine anlatmıştı.

 

Rahmetli Asım Bey’i, meşhur Kast Peşrevi’yle, güzel, sevimli şarkılarıyla hepimiz pek iyi tanırız. Hele Rast Peşrevi, sazla yeni uğraşmaya başlayanların ilk çalma denemelerini başarmaya çalıştıkları saz eserlerimizdendir. Bu yazımızda Asım Bey’i bir bestekâr ve icrakâr olarak tanıtmadan evvel, girift hakkında biraz malûmat vermeyi faydalı buluyoruz.

Girift, neye oranla iptidaidir

Lügat kitapları, girift kelimesinin çeşitli manaları arasında, bu kelimenin musiki ile ilgili tarafını şöyle açıklamıştır: “Saza maliş vermek manasındadır; yani telli sazların telleri üzere parmakları bir gûna hareket ettirmektir ki, sazın nağmeleri dalgalı, cevherli ve ezgili zuhur eder.” Ayrıca halk dilinde, karışık, çapraşık, içinden çıkılması zor şeylere, sıfat olmuştur. Kanaat ve tahminimize göre, bu alete bu ismin verilmiş olmasının sebebi, bu sazın, nefesle çalınan diğer sazlara göre, daha güç, daha çapraşık ve girift olmasından ileri gelmiştir.

Saz olarak girift de, ney gibi içi boş bir kamıştır. Ağza gelen tarafında başparesi vardır. Delikleri neyden bir fazla olup sadece biraz yan taraftadır. Giriftten çıkan sesler 1,5 oktav kadardır; şu halde çalınışındaki ve bilhassa bazı makamların lâyıkiyle icra edilememesindeki güçlük ve elde edilen seslerin azlığı bakımından, neye nazaran daha iptidai ve eksik bir sazdır. Bundan dolayı muhtelif asırlarda yaşamış olan birçok neyzen arasında tek tük giriftzene rastlanır. Meselâ, 3. Selim, 2. Mahmut devirlerinde yaşamış olan Musahip Sait Efendi, neyden başka giriftle de meşgul olduğundan, neyzen ve giriftzen olarak meşhur olmuştu. Sarayda yapılan küme fasıllarına bazen ney, bazen giriftle iştirak edermiş. 1822’de ölen Mehmet Nuri Efendi de bu devrin ricalinden neyzen ve giriftzenlerindendi.

İtfaiyede binbaşı oldum

Giriftin en son üstad ve sanatkârı Asım Bey merhumdur. Asım Bey, 1851’de Tesalya Yenişehiri’nde (Yunanistan) dünyaya gelmiştir. Muhzırbası zadelerden Ali Efendi’nin oğludur. Bundan 19 yıl önce Vakit gazetesi muharirlerinden biri ile yaptığı bir konuşmada Asım Bey, hayatında sanatın başlangıcına dair şu sözleri söylemişti: “14 yaşındaydım. Yenişehir Mevlevihanesi’ne gider, gelir, musiki ve âyini seyredip dinlemekten sevk duyardım. Günün birinde ben de karışıp âyin ve naat okumaya başladım. Aslında, sesimin çok güzel olduğunu söylerlerdi. Orada, mevlevihanede Yusuf Paşa’nın çırağı Hasan Dede’den ney dersi almaya başladım. Nitekim, üçüncü ay şeyh, âyinde ‘Taksimi Asım’a bırakın’ diye emir verdi. Ondan sonra bazen çaldım, bazen okudum.”

Asım Bey, genç bir istidat ve kabiliyet olarak Yenişehir Mevlevihanesi Şeyhi Şair Nazif Efendi’nin teveccühünü kazanmış, ondan mesnevi okumuştur. Ayrıca adını bildirmediği Farisi hocasından da Gülistan okumuş, yani bu suretle, kendi kelimeleriyle söyleyelim, “Birkaç sene tahsili kemalâta hizmet” etmiştir.

Bundan sonra Asım Bey’i İstanbul’da görüyoruz:

“17-18 yaşlarımda İstanbul’a geldim. Aksaray’da ev yerine bir oda tuttum. Koska’da bir tekke vardı; oraya bir gün Neyzen Salim Bey gelmişti, çaldık. Kemali dikkat, zevk ve hazla dinledi. Sonunda, ‘Üsküdar’da, Sultantepe’de bizim ev, teşrif edin, meşkederiz’ dedi. İstanbul’da mâliyeye devama başlamıştım. Bir müddet sonra vilayet muhasebesine tâyin ettiler. Sonra Aydın’a geçtim maliye memurluğu ile… Bir taraftan da giriftimi üflüyordum.”

Asım Bey, askerlik çağına gelince İzmir’de kumandan olan dayısı Miralay İbrahim Bey’in yanında asker olmuş, mülâzimliğe kadar terfi etmiş ve 1876 Muharebesi’ne iştirak etmiştir.

Macar Kontu Ziçni Paşa tarafından ilk itfaiye teşkilâtı yapıldığı zaman Asım Bey de rütbesiyle buraya alınmıştı. “O zaman İstanbul’da ilk itfaiye alayı teşkil edildi. Beni de rütbemle aldılar. Önce ‘tulumbacılık’ diye kabul etmek istemedim. Amirlerim ısrar etti, kabul ettim. Sonra İstanbul’a irfan ve tahsil şevku tarab âlemlerine tekrar kavuştum. Burada uzun müddet itfaiyeye hizmet ettim. En son Üsküdar’da binbaşıydım.”

Sultan Abdülhamit, Fuat Paşa’yı Şam’a
arkadaşı Asım Bey ise Amasya’ya sürdü

Musikide kazandığı başarı ve şöhretten dolayı, zamanın büyükleriyle tanışmış olan Asım Bey, bu arada eski ayan âzasından Fuat Paşa ile münasebet peyda etmiş, fakat paşanın Abdülhamit tarafından sürülmesi üzerine, o da Amasya’ya gönderilmiş ve 25 sene kadar orada kalmıştı. Amasya ve civarında musiki zevk ve hevesinin uyanmasına sebep olan Asım Bey, orada senelerce musiki öğretimi ile meşgul olmuş ve birçok çırak daha yetiştirmiştir.

Asım Bey, ilk zevcesinin ölümü üzerine Amasya’da ikinci bir izdivaç yapmış, her iki zevcesinden 24 çocuğu olmuştu. İşte şimdi bunlardan sekiz tanesi hayattadır. Evlâtlarından, başta rahmetli Musa Süreyya olmak üzere, yedi tanesi musiki ve sahne sanatkârı olarak yetişmiştir.

Giriftzen Asım Bey, yaşlılığına rağmen, kuvvetini, dinçliğini, yatağa düşünceye kadar muhafaza etmiştir. Onun Lâleli yokuşunu sarsan hızlı ve sert adımlarla inişini, apartman merdivenlerini bir solukta çıkışını pek iyi hatırlarım. Kendisini hanemizde ve İstanbul Radyosu’nda dinlemiştik. Nısfiye çalmıştı. Oğlu merhum Musa Süreyya Bey arada sırada üflediği giriftle bizi memnun eder, sevindirirdi. İlk girifti ondan dinlemiştik.

Sultan istedi şipşak beste yaptı

Asım Bey, iki ay süren bir hastalığı müteakip 1928 Şubatı’nın 26’ncı günü aramızdan ebedi olarak ayrılmış, Merkezefendi Mezarlığı’na gömülmüştür.

Asım Bey, zamanının en son, en kudretli giriftzeniydi. Bütün İstanbul onun sazının sesini işitmeye, kendisini dinlemeğe teşneydi. Fuat Paşa’ya gittiği günler ve gecelerde, bütün konak ve civar halkı adeta bayram ederdi. Sazıyla muhitini kendisine bağlamış olan bu değerli sanatkârımız, bestekârlık alanında da saz ve söz musikimize ait bir çok eserler bestelemiştir. Şu:

“Hâbyâh-ı yare girdim arz için ahvalimi

Bir perişan halini gördüm unuttum halimi”

Güfteli şarkı, en yaygın eserlerinden biridir.

Asım Bey’in melodileri, çok zengindir. Çeşitli ritimler içine dökmüş olduğu bu melodilerle vücuda getirmiş olduğu şarkılarında kendine mahsus bir incelik, bir zarafet, bir şuhluk derhal kendini hissettirir. Sonra şarkılarını zorluk çekmeden, çabucak bestelermiş. Bir gün sultanlardan birinin sarayına gitmiş, kafes arkasından kendisini dinleyen sultan “Asım Bey, siz derhal şarkı yapabilir misiniz? Bana şuracıkta bir şarkı yapıversenize” deyince, oracıkta şu güfteyi nazmetmiş ve rast makamında besteleyerek okumağa başlamış:

Ser ta kadem ey penbe ten

Mecburun oldum işte ben

Lûtfeyle gel ey gül beden

Virane gönlüm eyle şen…

(Ruşen Ferid Kam / Şubat 1948 / Radyo Dergisi / Arşiv çalışması, redaksiyon: Serhan Yedig )

Share.

Leave A Reply

six − three =

error: Content is protected !!