Onno Tunç / Kulüpte gecenin sonunda müşteri kaçırmak için caz standartları çalardık

0

47 yaşında uçak kazasında kaybettiğimiz basçı, popüler şarkıların aranjörü Onno Tunç okuyarak, dinleyerek, deneyerek kendini yetiştiren müzikçilerdendi. 1987’de “Dünden Bugüne Türkiye’de Caz” konusunda görüşleri sorulduğunda kendi müzik serüvenini ve Türk cazı üzerine görüşlerini anlatmıştı.

Sayın Tunç, sizi aranjör ve basçı olarak tanıyoruz. Müzik eğitimi almadığınız halde, bu aşamaya nasıl geldiniz? Ustalarınız ya da etkilendiğiniz müzikçiler oldu mu? Caza nasıl başladınız?
– Beş yaşındayken, koroda yer almıştım. Bunun etkisi büyük oldu sanıyorum, sonraki müzik yaşamımda. Daha sonra gitara başladım. Ailem hep söylendiği gibi pek tasvip etmiyordu müzik çalışmamı. Bas gitara ise sanırım Üstün Poyraz Orkestrası’nda başladım bir rastlantı sonucu. Ve 20-21 yıldır bas çalıyorum. O orkestrada dans müziği yapıyorduk. Caza başlamam ise biraz ilginçtir. Belki biliyorsunuz, o zamanlar kulüplerde gecenin ilerlemiş saatlerinde müşteriyi kaçırmak için standart caz parçaları çalınırdı, işte o parçaları çalarken caza yakınlaştım, beni çeken bir şeylerin olduğunu fark ettim o müzikte. 1967-68 yıllarıydı sanıyorum Emin Fındıkoğlu ABD’den döndükten sonra büyük bir orkestra kurdu. Ben de vardım o orkestrada, 5-6 Amerikalı vardı. Keyifli yıllardı. Kulüpte sabahın dördüne kadar çalıştıktan sonra, Emin’in evine gider sabaha kadar caz dinler, tartışırdık. Sonra Galata Kulesi’nde çalıştık. O sıralar tekniğim hayli gelişmişti artık. Aranjörlüğe de devam ediyordum.

Müziği kendi kendime, kitaplardan öğrendim

Evet, bir müzik okulunda okumadım. Kendi kendime çalışarak öğrendim müziği. Avrupa’ya çalışmaya gittiğimde, Berklee Müzik Okulu’nun hazırladığı kitapları okudum, onları çalıştım. Özellikle o sıralarda klasik müzikle ilgilenip partitürleri analiz ettim. Ayrıca bol bol yazdım ve pek çok aranjöre nasip olmayan bir şey bana nasip oldu, bu yazdıklarımı çaldırma imkânı buldum. Bu sayede teori pratik arasındaki ilişkiyi kavradım. Emin Fındıkoğlu’ndan ve Şerif Yüzbaşıoğlu’ndan etkilendim, bana belli yolları gösterebildiler. İnatla çalıştım, yıllarca dinledim, analiz ettim, yazdım, dinledim, çaldım, araştırdım böylece geliş-tirdim kendimi. Özellikle beni yetiştiren bir ustam olmadı. Bu arada mutlaka dinlediğim ustalardan etkilendim. Basçı olarak bunlar arasında Ray Brown, Paul Chambers, Charlie Mingus, Scott La Faro ilk aklıma gelenler. Sonra bir Ron Carter olayı var. Farklı bir anlayış, ton, swingle bizi çok etkiledi o yıllarda (1964-65). Sonra Charles Lloyd başka bir hava getirdi. Bu arada Coltrane’in, Tyner. Garrison ve Jones’dan kurulu topluluğu, Miles ve Coltrane, Paul Motian, Wayne Shorter, Freddie Hubbard ve şu anda aklıma gelmeyen pekçokları. O sırada caz dünyasında büyük bir kaynaşma vardı ve bu coşku etkiliyordu beni. Ama özellikle pentatonik veya ton dışı çalma arayışları ilgimi çekiyordu. Tam o sırada McCoy Tyner’ın “Songs Of The New Wold’ü geçti elime. Bambaşka yerlere gidiyordu müzik, bu plakta.
Bu yeni arayışlardan söz ederken aklıma bir şey geliyor. McCoy Tyner’ın o plağından bu yana geçen yıllarda cazda bambaşka yollar açıldı, müzik birbirinden farklı ve yeni kanallara aktı. Bugün yalnız Amerika’da değil pek çok Avrupa  ülkesinde, Uzakdoğu’da, Afrika’da, Doğu Bloku ülkelerinde, genç bir anlayış bu yeniliklere başkalarını ekliyor. Bu çalışmaları zevkle, coşkuyla izlerken, burada hep yıllar öncesinin Amerikan müziğinin yinelendiğini, genç müzisyenlerin bile bu yolda gittiğini üzülerek görüyoruz. Sizin de artık caz çalmadığınızı, yıllardır pop müziğe yöneldiğinizi biliyoruz Bize biraz da bu gelişmeyi ve pop müzik üstüne görüşlerinizi anlatır mısınız?
– Bakıyorum, yıllardır hep aynı insanlar bir arada. Rekabet yok. Yeni şeyler, farklı şeyler arayan yok. Öğreticiler yok. Düzenin genelinde eğitim sisteminde olsun, örneğin bir Radyo Televizyon Kurumu’nda olsun çarpıklıklar var. Bu gelişmeme yalnızca caz için geçerli değil. Caz için konuşmak gerekirse, yenilerin yetişmesi için en azından bir okul gerekli. Bugün böyle bir okul açılsa, belki 10 yıl sonra birtakım kıvılcımlar ortaya çıkabilir. 78-79 yıllarıydı sanıyorum. Emin Fındıkoğlu ve Şerif Yüzbaşıoğlu’yla Bulgaristan’a gidip, oradaki stüdyolarda bir süre çalışmıştık. Orada o zaman bile bir hafif müzik konservatuvarı vardı ve müthiş ciddiye alınıyordu. Bizde ise pop müzik, cazcılar ve klasikçiler tarafından pop ve caz ise klasikçiler tarafından ciddiye alınmaz. Ben pop müziğin bir aşama olduğu inancındayım, insanların daha basit bir form ve armoniye yakınlık duyduklarına hiç şüphe yok. O akorlar klasik müzikte de var ama çoğunluk o form ve orkestrasyon içinde alamıyorlar o müziği. Klasik müzik dediğimiz zaman da bir ayrım söz konusu tabii. Bugün bir müzisyen bile, Bartok’u kolay kolay sevemiyor, anlayamıyor. Çünkü ona gelmek için bir yerlerden geçmek gerekiyor. Bir tarama gerekli. 1600’lerden Saint Seans’a, Debussy’ye, Ravel’e, sonra Bartok’a, Stravinsky’ye dek…

Bizim cazcılar da klasikçiler kadar tutucu

Bizde klasikçiler pop müziği de, cazı da küçük görürler. Ve yalnız kalmaya mahkûm ederler kendi kendilerini. Oysa bugün dünyada pop müzik senfoni orkestralarına girmiştir çoktan. Dinleyici istiyorsa yakınlaşmak zorundalar. Yoksa bu belli bir azınlığın müziği olarak kalmaya zorunludur. O azınlığın da ne kadarının gerçekten bu müziği sevdiği, anladığı şüphelidir. Duke Ellington’un dediği gibi, “kulağa iyi gelen müzik, doğru, kötü gelen müzik yanlıştır.”
Bizdeki tutuculuk yalnız klasik müzikçilerde değil, cazcılarda da var. Örneğin bir be-bop’a takılıp giderler. Kimi davulu Shelley Mann gibi, kimi Art Blakey gibi çalmak peşindedir. Ama mesele bu değil. Önemli olan kendi sesini bulabilmektir. Kendi söyleyeceğinin ne olduğuna karar vermektir. Bu bir kültür ve kişilik meselesi. Mutlaka önceden yapılmış olanları öğrenmek gerekli ama bununla yetinmek, taklitten öteye götürmez insanı. Zaten öyle olsaydı, bir yerde bütün dünya tıkanıp kalırdı. Ben de yazılı olanı öğrendim ama ona kendi sesimi yerleştirmeyi, kendimi çalmayı, kendimi yazmayı amaç edindim. Uygulamada ne denli başarılı olduğumu ben söyleyemem ama en azından bunun böyle olması gerektiğini söyleyebilirim.
(Küşat Başar / Mart 1987 / Gösteri Dergisi)

Linkler

Biyografisi

Share.

Leave A Reply

18 + 4 =

error: Content is protected !!