Ali Ekber Çiçek / Bölücülük endişesiyle TRT’de deyiş okutmazlardı, çocuktum ilk kez ben okudum

0

Türk Halk Müziği’nde Alevi tavrının unutulmaz ozanı, derlemeci, “Haydar Haydar”ın bestecisi Ali Ekber Çiçek, 2006 ilkbaharında, 71 yaşında ayrılmıştı aramızdan. Sadi Yaver Ataman, Muzaffer Sarısözen gibi çok önemli halk müziği araştırmacılarının tedrisatından geçen Çiçek, TRT’de 35 yıl sansür koşullarında çalışmasına karşın ruhunu korumayı başarmıştı. Yurtdışında fark edilmekten mutlu, Türkiye’de görmezden gelinmekten dolayı üzgündü. 1997’de Aktüel’den Kürşad Oğuz’la yaptığı söyleşide Columbia, Michigan’daki üniversitelerde eserlerinin incelendiğini anlatıyor ve şöyle diyordu: “Bugün ölsem gam yemem. İlelebet yaşayacağım. Türkiye’de kim sazın teline tın diyorsa, orada Ali Ekber Çiçek vardır.”

Ali Ekber Çiçek Alevi bir saz aşığı. Fotoğrafı çekilirken bile gözü fotoğrafçıda değil, sazında. Çünkü muteber olan onun “söylediği.” Küçük yaşta yetim kalmasına rağmen sazının irşadıyla “Kerhaneye, meyhaneye” düşmemiş. Ağır bir sanatçı olmuş, felsefesini aktarmış. Ama nedense Türkiye ona pek itibar etmemiş, kayıtsız kalmış. O da yabancı üniversitelerde, ünlü konser salonlarında duyurmuş müziğini. Son olarak, l Aralık 1996’da dünyanın ikinci prestijli salonu Berlin Filarmoni’nin büyük salonunda Arif Sağ, Musa Eroğlu ve Mahzuni Şerifle çalmış. 1997 Martı’nda Köln’de, Talip Özkan’la bir resital verecek. Ondan önce dertlerini dinleyelim dedik…
Saza nasıl bağlandız?
– Üç yaşımdan beri saz elimde. Biz şerpeyle çalardık. Yani tezenesiz, elle. Dört kardeşin en küçüğü benim: saz bir tane. Yemeğe oturacak veya tarlaya gidecekler de saz bana kalacak. Saz elime geçmiyor. İtiyorlar beni. alıyorlar sazı. Dokuz yaşına girene kadar bağlamayı iyice kavramışım. Dokuzumda İstanbul’a geldim, Unkapanı’nda oturan halamlara. Sadi Yaver Ataman‘ın ve Cağaloğlu’ndaki halkevinde Necati Başaran’ın korolarına katıldım. 12 yaşında Ankara’ya yolum düştü. Beni Ankara Radyosu’na götürdüler. 1954’te Yurttan Sesler Topluluğu’nun şefi Muzaffer Sarısözen dinledi beni. Yurtan Sesler’de Pir Sultan’dan bir deyiş okudum. 30 sanatçı var. Ben ufacık bir çocuğum. Daha sonra peyderpey yetiştim. Sarısözen harçlığımı cebime koydu. Beni konserlere gönderdi, ders verdi.
Hamilik yaptı yani..
– Tabii. Biz hep cemlerde söylediğimiz için türkü bilmiyorduk. Deyiş, semah biliyorduk. Bir de uzun hava söylerdik. Karacaoğlan hafif gelirdi bizim cemlere. Pir Sultan, Kul Himmet, Virani, Kul Hüseyin’den, yılların birikimini kainattan toplamış kişilerden okurduk. 1954’te İstanbul Radyosu’nda okudum. O zamanlar Türkiye’de deyiş okumak yasaktı, sadece cemlerde okunurdu.

Radyoda ayda 30 yayına giriyordum

Siz bunu meşrulaştırdınız…
– Tabii. Cemlerde söyleniyor ya, eğer radyoda söylenirse nifak sokulmuş olur, bölücülüktür bu diye, bakıyordu o zamanki beyinler. Muzaffer Sarısözen bir gün deyiş okumak isteyen Hacı Taşan’a okutmamıştı. “Sen bozlak okuyacaksın” demişti. Biz üzülünce durunu açıkladı. “Ali Ekber 12 yaşında, ben 42 yaşındayım. Ben deyiş okursam bakan radyoya telefon eder. Alevi – Sünni ayrımı mı yapıyorsunuz, der. Ben şimdi bakana ne diyeceğim ki? Bu çocuk memleketinden gelmiş köylü, cemlerde yetişmiş, bunu biliyor bunu söylüyor. 12 yaşında. Propaganda filan bilmez.” 1960’ta kadrolu sanatçı olarak girdim radyoya. Ayda 30 yayına giriyordum. 35 yılı doldurup 11 ay önce (Şubat 1996) emekli oldum.
Ya yurtdışı konserleri…
– 1965’ten sonra müziğimi insanların ayaklarına götürmek istedim. Ben Avrupa’ya gittiğim zaman ya büyük salonlarda yahut üniversitelerde konser veririm. Dünya gürültüden bıkmış. Bizim sazımızda her şey var. Son konseri dünyanın ikinci önemli konser salonu Berlin Flarmoni’nin büyük salonunda verdik. İki sene evvel aynı yerde bir konser daha vermiştim. İki bin kişi dışanda kalmıştı. Beş-altı yüz kişilik bir salon ama, orada hep ünlü kişiler konser verir. Çünkü o salona yoldan geçen kişi değil de hep böyle kaliteli kişiler, müzisyenler gelir. 1983’te Columbia Üniversitesi konserde söylediğim deyişlerden bir uzunçalar yaptı. Daha sonra da UNESCO bir uzunçalar yaptı. 1980’de de Almanya eski Başbakan’ı Willy Brandt’ın isteği üzerine orada konser verdim.
Neden diğer aşıklar gibi dolaşmadınız, yerleşik, “modern”aşık oldunuz?
– İdealim hep kültürel yerlerde konser vermekti Büyük rakamlar teklif edildi, yine buradaki aylığa talim ettim. Şöhretli olduğum zamanlar isteseydim arabamın bagajını parayla doldururdum. İçinde büyüdüğüm bu felsefeyi dünyaya yaymaya tercih ettim. Bu da ancak kültürel mekânlarda olur. Bir hanımefendi Amerika’ya gitmiş, hem konsomasyon yapmış hem şarkı okumuş. Bütün gazeteler “Amerika’yı fethetti” diye yazıyor. Ben orada Texas, Michigan, Toronto üniversitelerinde resital veriyorum, çıt yok. UNESCO’nun ve Columbia Üniversitesi’nin yaptığı İngilizce tercümeli uzunçalarlar dünyanın her yerinde satılıyor, Türkiye’de yok. Yunanistan’da bile var. Dokuz ay evvel de Yunanistan’daki Balkan Festivali’ne gittik. Her milletin sanatçısı var. 45 dakika okudum. İbadet gibi dinlediler. Sonra buraya geliyorsun, “Türk uçakları Yunan hava sahasından geçemeyecek” deniyor. Halk harp filan istemiyor, kucak kucağa yaşamak istiyor. Ama siyasetçiler öyle değil. Devlet adamları bizden uzak duruyor. Mesela ben Amerika’ya giderken Namık Kemal Zeybek kültür bakanıydı. Benim görev pasaportumu o ve başbakan imzalamış. Pasaport dairesinde bir başkomiser illa beni çağırıyor.
Neden?
– Hüseyin Kocadağ var ya, kazada ölen. O benim hemşerimdir. Ben ilk bağlama dershanesini 60’larda, Beyoğlu’nda açtım. 1975’e kadar devam etti. 70 talebem vardı. Hüseyin Kocadağ da talebemdi. Saz dersi almaya gelirdi. O zaman Ankara’da birinci şube müdürüydü. Güzel de bağlama çalardı. Onun yanına gittim. Bunu duyunca rengi attı. “O benim hemşerim, olamaz” dedi. Meğer Tunceli’de Ali Ekber isminde birisi bir polis vurmuş. O da pasaportu görünce, tamam yakaladım, demiş. Gitseydim katil ilan edip içeri atacaklardı.

Haydar Haydar’ı 3 sene gözyaşıyla işledim

İçinde acı da, vatan hasreti de olsa bestelediğiniz türkülerin sözleri yumuşak, hümanist. Ama sazınız biraz haşin, sert. Neden?
– Ben okuduğum zaman, sazımla bütünleşiyorum. Silah çeksinler duymam, duyamam. Bilhassa Haydar Haydar’da. Çünkü onu ben üç sene boyunca gözyaşlarımla, motif motif işledim. Şimdi 38 dakikalık filmini yapacaklar. Amerika’dan bir profesör geldi. Haydar Haydar’ı dinlemiş. Dedi ki “120 parça sazdan bile bu melodi çıkmaz.” “Çalışırsan çıkar” dedim. 16 -17 senedir benim parçalarımı inceliyorlar. Ayıptır söylemesi, üç senedir Columbia, Texas, Michigan üniversitelerinde yedi parçam okutuluyor.
Yani, edebiyat derslerinde felsefesi okutuluyor.
– Evet. Onun için bugün ölsem gam yemem. İlelebet yaşayacağım. Türkiye’de kim sazın teline tın diyorsa orada Ali Ekber Çiçek vardır. Ben onun hocası olmayabilirim. Ama o benden örnek almıştır. Saz ibadet gibi çalınmalı. Radyoda dört saat saz çalıyordum, eve gidiyordum beş saat de evde çalışıyordum. Herkes uyurdu. Bir odam vardı, biraz da demlenirdim. Sazım elimde, tepsi gelirdi konurdu, kimse gelmezdi içeriye.
Kandıracak kimse olmazdı yani..
– Evet. Tek başımayım öyle. Gözyaşlarımla, düşüne düşüne o parçalan yapmışım. Altı ay çalışırdım bir parçaya. Şimdikiler hazıra konuyor. Alıyor benim parçamı çalıyor. Bir tane de sen yap.
Sizin kendi derlediğiniz kaç parça var?
– Şu anda radyo arşivinde 54 tane bandım var. Her bantta dört parça var. Yani 200 küsur. Ama en aşağı 700 tane var.
Peki sizce müziğiniz insanların içinde ne uyandırıyor. Özgürleşme mi, hasret mi?
– Tabii içinde hasret, dert, keder var. Söylediğim her parçada bir öykü mevcut. Bugünkü gençlik diyor ki “Ankara’da havalar yağmurlu, İstanbul’da nasıl?” Eh bunu meteoroloji, radyo, gazete zaten veriyor. Bu da müzik mi yani? Veya “Bir sefer az, iki sefer” diyor. Bunu söyleyen de bir kadın, birader. Yabancılar diyor ki. bu güzelim bağlama varken gençlik nasıl oluyor da bunları dinliyor. Bir de bizim Yurttan Sesler vardır. Şef kollarını sallayarak kendini yer. Sanki 120 kişilik orkestra yönetiyormuş gibi. Hollanda’da üniversite rektörleri gülüyorlar buna.
Siz ne dinliyorsunuz?
– Ümmügülsüm’ün, Abdül-vahap’ın bantları da var bende. Sözlerini hiç anlamam ama müziği beni dinlendiriyor. Yunan müziği dinliyorum, bütün yorgunluğum gidiyor. Her tür müziği dinleyeceğiz. Ama saz, seni sana anlatıyor. Düşün, ben dokuz yaşında İstanbul’a geldim, ne anam var ne babam. Ben dünyanın en kötü adamı olabilirdim. Ama sazım bana mürşidlik yaptı. Beni meyhaneye, kerhaneye, yanlış yola götürmedi. Hep insanlığa götürdü. Yetimim fakat her gittiğim yerde saygı görüyorum. Cemiyetin yüzkarası olabilirdim oysa. Meclis’teki adamlardan biri de mi olamazdım? Onu da teklif ettiler, kabul etmedim. Bizim sazımızın öyküsü bu. Dostluk, insanlık, hoşgörü ve insanı insana tarif etme…
Saza parmakla dokunmaktan kaynaklansa gerek…
– Tabii, parmaktan çıkan ses daha duygulu. Elinizde hissediyorsunuz. Sazımı çok seviyorum çünkü o olmazsa ben olmazdım. Köroğlu demiş ya: Ha sazım kırılmış ha ben ölmüşüm…
(Kürşad Oğuz / Ocak 1997 / Aktüel Dergisi)

Linkler

Biyografisi

Hayranlarının Ali Ekber Çiçek’in anısına açtığı Facebook hesabı

Share.

Leave A Reply

thirteen − ten =

error: Content is protected !!