Yinon Muallem / İyi bir taksim, parçaya ruhsal derinlik kazandırır

0

İsrailli perküsyoncu Yinon Muallem, CD’de dinlediği ut sesinin peşine takılıp 2002’de İstanbul’a geldi. Yurdal Tokçan’dan ders aldı. İstanbul Sazendeleri, Tekfen Filarmoni, Ömer Faruk Tekbilek’le çaldı. Bu arada ilk albümü “Changing Moments”ı kaydetti. Türkiye’de hayata bakışının yeniden biçimlendiğini söyleyen müzikçi, ikinci CD’sinde klezmer coşkusunu Klasik Türk Müziği’yle buluşturdu. Muallem, Almanya’da yayımlanan, Türkiye’de de satışa sunulan “Klezmer for the Sultan”ın, gezgin ruhlu bir müzikçinin sesli güncesi olduğunu söylüyor.

 

 Türkiye’ye yolunuz nasıl düştü?
– 1998’de, 30 yaşındayken İstanbul’a gelmiştim. Türk Müziği örneklerini dinledim, vurmalı çalgılar alıp geri döndüm. Sonra Türk Müziği’ne merak sardım. Bir arkadaşım Emirgan Ensamble’ın CD’sini getirdi. Ut yorumuna hayran kaldım. Evde Arap usulü yapılmış eski bir ut vardı, kendi başıma çalışmaya başladım. Ders aldım. Bu arada dinlediğim CD’deki udi Yurdal Tokçan’ın peşine düştüm. Telefon numarasını bulup aradım. Ders almak istediğimi söyledim. İsrail’den birinin müziğini keşfetmesi, peşine düşmesi onu çok şaşırttı. İstanbul’a gelip üç ay ders aldım. Kanuni Göksel Baktagir’le tanıştık. Tokçan ve Baktagir’le birlikte Telaviv, Hayva, Kudüs’te konser vermek üzere İsrail’e gittik. İsrail’den bir klarnetçi ve basçıyla oluşturduğumuz beşliyle toplam dört konser verdik. İsrail’de kaydına başladığım ilk albümüm “Değişen Anlar”da, Türk müzikçilerle çaldığım parçalar olmasını da istedim. İstanbul’a geldim yeniden. İstanbul Sazendeleri’yle kayıt yaptık. Bu arada, Türkiye’ye yerleşmemi, gruba katılmamı, yurtdışı konserlerde onlarla birlikte yer almamı önerdiler. Ailemi bırakmak, İsrail’den ayrılmak pek kolay değildi. 2002 Ekimi’nde bir aylığına denemek için İstanbul’a geldim, hâlâ buradayım.
Avrupa, Latin Amerika, eski Sovyet cumhuriyetlerinden göç alan İsrail’de çok renkli bir kültür atmosferi olmalı. Nasıl bir kültürel atmosferde büyüdünüz, nelerden etkilendiniz?
– Ailem 1949’da Bağdat’tan Telaviv’e göçmüş. Babam polisti, üniversiteyi bitirdi avukat oldu; sonra hakim oldu. Annem kuafördü. Babam klasik keman çalar, bununla birlikte Arap müziğini çok severdi. Radyodan kayıt yapardı. Evde klasiklerle birlikte Abdülvahap çalınırdı. Çocukluğumda Arap kültürüne hiç ilgi duymadım, oysa şimdi Arapça konuşabilmek için can atıyorum. Rock, caz dinliyordum. 10 yaşında piyano derslerine başladım, üç yıl sürdü. Üniversitede iletişim ve işletme okumakla birlikte bu alanda hiç çalışmadım. Brezilya müziğinden etkilenip, 18 yaşında bongo, konga çalmaya başladım. Özel dersler aldım. Günün birinde ritmin yetmediğini gördüm. Melodinin peşine düştüm. Herhalde babamın genleri harekete geçti, tef ve darbuka çalmaya başladım. Bu arada Arap müziğini inceledim. Babam o günlerde makamlar üzerine bir kitap yazmaya başlamıştı. İlk makam bilgimi ondan aldım. Sonra, konser ve CD’lerle kendimi geliştirdim. Bir ara ufkumu genişletmek amacıyla Amerika’ya gittim, altı ay kadar kaldım. Farklı müziklerle tanıştım.
Üç yıllık Türkiye tecrübesi size ne kazandırdı?
– Müzik bir yana, Türkiye’ye gelmek benim için önemli bir hayat dersi oldu. Kişiliğimi etkiledi, yeni bakış açıları kazandırdı. Farklı kültürlerden iyi müzikçilerle bir araya gelmek her sanatçı için büyük şans, hiçbir şey onun kadar öğretici değil. İsrail’de kalsam bu kadar geliştiremezdim kendimi. İstanbul Sazendeleri’yle çalıştım. Tekfen Filarmoni Orkestrası’nda yer aldım. Ömer Faruk Tekbilek’le bu yaz konserler verdim. Bu arada kendi grubumu kurdum.

Padişah klezmer dinleyemedi

Yeni albümün kapak notlarında Naftule Brandwein’ın eserini Muammer Ketencoğlu’nun önerisiyle repertuvarınıza aldığınızı yazmışsınız. Yoksa İsrail’den gelip, klezmerle İstanbul’da mı tanıştınız?
– İsrail’de klezmer gruplarıyla çaldım. Ama klezmerci değilim. Klezmerle İstanbul müziğini kesiştirecek bir eser ararken Muammer Ketencoğlu’ndan yardım istemiştim. Brandwein’ın “Fun Tashlik”ı ile karcığar köçekçeyi birlikte seslendirme fikrini o verdi. Makamsal olarak yakın iki eser birbirine çok iyi uydu. Klezmer’i İsrail’de kaydettim, köçekçeyi ise İstanbul’da. Ortaya albüme adını veren “Klezmer for the Sultan” çıktı.
Klezmer, Aşkenazların müziği. Bazı Aşkenazların, Sefarad’lardan yüzlerce yıl sonra, İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’ye sığındıkları düşünülürse herhangi bir Osmanlı sultanının klezmer dinlemiş olması ihtimali çok düşük. Albümünüzün ismi sembolik de olsa, Osmanlı sarayında klezmer çalınıp çalınmadığını araştırdınız mı?
– Doğrusu bunu araştırmak hiç aklıma gelmedi. Sarayda Tamburi İsak gibi Yahudi müzikçilerin görev yaptığını biliyorum, fakat sultana Sefarad müziği ya da klezmer çaldıklarını sanmıyorum. Şimdilerde İstanbul’da klezmeri iyi bilen, çalan müzikseverler var. Birkaç hafta önce Avrupa Yahudileri Dünya Günü kapsamında bir konser verdim. Burada birçok müzikseverle tanıştım. Albümde sultan adına yer vermemin sebebi İstanbul için bir simge olması. Albüm ise benim öyküm, iki kültürel birikimi bir araya getirme çabam.
Repertuvarı hazırlamanız, kayıt süreci ne kadar sürdü; birbirinden uzak iki ülkenin müzikçilerini stüdyoda bir araya getirmekte çok zorlanmadınız mı?
– Beste yapmak üzere oturup, rahatça beste yapan bir müzikçi değilim. Bazen bir besteye başladığımda tamamlanması haftalar sürer, bazen ise çok çabuk biter. Bu albümün ilk kayıtlarını iki yıl önce İsrail’de yapmıştım. Bir kenarda duruyordu. Geçen yıl, arkadaşım neyzen Itamar Shahar, İstanbul’a ziyaretime geldi. Niyazi Sayın’dan ders alıyor, sufi geleneğiyle ilgileniyordu. Sohbetlerimiz sırasında onun için bir parça yazmaya karar verdim. “Heavy Drops”u tamamladıktan sonra kaydettik. Ardından Sumru Ağıryürüyen, Ercüment Behzat Lav’ın bir şiirini getirdi. Çok etkilendim, nihavent makamında bir esere dönüştü. Diğer parçaları daha sonraki dönemde, acele etmeden kaydettik. İki albümün de yapımcısı benim. Arkamda büyük bir plak firması olmadığı için kısıtlı imkanlarla hazırlandılar. İlk CD’yi Türkiye’deki bir firma yayımlamıştı. Beni üzen olaylar oldu, ikinci albümüm bir Alman şirketinden yayımlandı.
Oriente Musik’le nasıl bağlantı kurdunuz?
– Albüm tamamlandıktan sonra yurtdışında etnik müzik alanında çalışan bazı saygın firmalarla bağlantıya geçtim. Kayıt örnekleri gönderdim. Sundukları koşulları inceleyip butik albümler üreten Oriente Musik’le bağlantı kurmaya karar verdim. Albümün tüm dünya dağıtımını Oriente Musik yapacak. Türkiye’de ise Kırmızı Müzik dağıtacak.

Emprovizasyon vect halidir

Albümdeki enstrüman kullanımında akademik denebilecek temiz bir üslup hakim. Örneğin albüme adını veren parçada klarnetçi Eyal Sela ve Serkan Çağrı’nın Türkiye’de çok sevilen goygoycu yaklaşımdan uzak durduğunu görüyoruz. Bu üslup sizin yönlendirmenizle mi oluştu yoksa farklı ülkelerden, aynı yaklaşımı benimseyen müzikçilerin buluşmasıyla mı?
– İçimden geldiği gibi müzik yapmaktan, samimiyeti kaybetmemekten yanayım. Tüccarca çalınca iyi para kazanıldığını görüyorum. Buna karşın ticari endişelere tamamen teslim olmamak için direniyorum. Evet, Türkiye’de yaşıyorum, müziğim bu kültürden etkileniyor. Ama sonuçta kendi müziğimi yapıyorum. Bazen Devlet Klasik Türk Müziği topluluğu üyeleriyle karşılaşıyoruz. Bu konuyu tartışıyoruz. Mesela, Rast Semai’mi duyduklarında “Böyle olmaz, Türk Müziği’nde bu ögeler kullanılmaz” demişlerdi. “Deneyelim, belki bu yeni yaklaşımla da güzel olur, beğenilir” diye cevap verdim. Hep geniş ufka sahip, tek üsluba takılıp kalmamış klarnetçilerle çalışmayı seçtim. Albümdeki yorum da bu yaklaşımın bir parçası.
Albümde emprovizasyona, taksimlere ne kadar yer verdiniz?
– Emprovizasyon müziğin ruhudur. İyi bir taksim parçaya ruhi derinlik kazandırır. Arapçada “tarab” derler bu duruma, vecd hali gibi bir şey. Ümmü Gülsüm konser verdiğinde dinleyiciler vecd haline geçer çığlık atarlar ya, işte emprovizasyon bu duyguyu getirir müziğe. Örneğin “Triangle”da bas ve perküsyonla, Baki Kemancı’nın kemanla yaptığı “Rast Taksim”de, çingene müziğinden esinlenen “Unlimited”de bu atmosferi, coşkuyu fark edeceksiniz.
Albüm repertuvarını konsere taşıyacak mısınız?
– Birkaç hafta önce Avrupa Yahudileri Dünya Günü’nde bir konser verdik. Aralık ayında Kadıköy’deki bir kültür merkezinde, ardından Taksim’deki Fransız Kültür Merkezi ve Levent’deki İş Sanat’ta konser vermeyi planlıyoruz. Tarihler henüz kesinleşmedi. Ayrıca yurdışında konserler vermeyi planlıyoruz.
Son olarak yeni projelerden bahsedelim isterseniz.
– Kasım ayında İstanbul Sazendeleri ve hafız Halil Necipoğlu’yla İsrail’de iki konser vereceğiz. Bunlardan birinde ut, perküsyon ikilisi olarak sahneye çıkacağız. Bu benim için başlıbaşına bir heyecan nedeni. Çünkü sahnede frekansları uyan iki sanatçının buluşması müziği çok farklı yerlere götürebiliyor. Bir süre önce arpçı Şirin Pancaroğlu’yla tanıştım. Belki ikili çalışmalar yapacağız.
(Serhan Yedig / 15 Ekim 2005 / Hürriyet)

(c) Bu metnin tüm yayın hakları saklıdır, kısmen dahi olsa izinsiz alıntı yapılamaz.

Linkler

Yinon Muallem’in Twitter hesabı

Yinon Muallem: Yaratılanı yaradandan ötürü severim, sözünden çok etkilendim (Serhan Yedig / 12 Şubat 2016 / Hürriyet)

Share.

Leave A Reply

one × five =

error: Content is protected !!