Muvaffak Falay / Ayyıldızlı bebop şövalyesi

0

Cazın efsanevi isimlerinden Dizzy Gillespie, 1956 Mayısı’nda Amerikan caz dergisi Metronom’da yayımlanan röportajda ondan şöyle bahsetmişti: “Türkiye’de müthiş bir trompetçiyle karşılaştım. Miles Davis’le bile boy ölçüşebilir.” Aradan geçen 49 yılda Miles’ın şöhretine ulaşamasa da, Muvaffak “Maffy” Falay’ın gökkuşağı kadar renkli bir hayatı oldu. Dexter Gordon, Stan Getz, Elvin Jones ve daha nice cazcıyla çaldı; Bill Evans, McCoy Tyner, Dizzy Gillespie gibi isimlerle yakın dost oldu; 40 yıldır yaşadığı İsveç’te hep el üstünde tutuldu. Uzun yıllar görmezden gelindiği ülkesinde ise nihayet 2005’te İstanbul Caz Festivali’nce “Yaşam boyu Başarı Ödülü”ne layık görüldü. Bu fırsatı değerlendirip Falay’la yaşam öyküsünü konuştuk.

Amerikan Havayolları’na ait uçak Esenboğa’ya öğle saatlerinde indi. Pistte bir tur atıp, yolcu terminalinin önünde durdu. Kapı açıldı, merdiven yanaştı. Müzikte cazın, cazda bebop akımının tüm dünyayı sardığı günlerdi. Tam olarak söylemek gerekirse 1956 yılının 22 Nisan’ı. Dönemin süperstarları Ortadoğu turnesine çıkmıştı. Dizzy Gillespie ve Quincy Jones merdivenlerde belirdiği anda pistte Tadd Dameron’un “Good Bait”i bomba gibi patladı. Kalabalığın arasında çalan ekibin en önünde trompetçi Muvaffak Falay vardı. Arkasında ise onun sırtına iğnelenmiş notaları okumaya çalışan basçı Süheyl Denizci, davulcu Erol Pekçan, tenor saksofoncu Hayri Matkap, alto saksofoncu Celalettin Bozkurt.
Dizzy diplomat ve gazeteci kalabalığını yarıp Falay’ın önüne geldi. Parça biter bitmez genç trompetçiyi hararetle kucakladı. Adını sordu. Duyunca kafasını salladı, tebessüm etti. “Ben de” dedi. Ardından tekrar adını sordu. Yine “ben de” dedi. Aynı olay üç kez tekrarlandı. Dizzy yanındaki eşinin kulağına birşeyler fısıldadı. Bu kez eşi sordu Muvaffak Falay’a adını. Cevabı duyunca yüzü hafiften dalgalandı. Dizzy’le bakıştı, daha sonra hep birlikte şehre hareket ettiler.
Amerikalı cazcılar Ankara’da üç gün kaldı. Konserlerden sonra Türk müzikçilerle sabahlara kadar jamsession yaptılar. Son gün Dizzy konserleri sırasında, Falay’ı sahneye davet edip bir sigaralık hediye etti. Dinleyicilere dönüp “Müthiş bir trompetçiniz var, kıymetini bilin” dedi. Kulise geçtiklerinde, havaalanında yaşanan tuhaflığı anlattı Muvaffak Falay’a. Hızla söylenen isimden sadece “ma” ve “fa” seslerini yakalamış, argoda “bitirim” anlamına gelen “mother fucker” dediğini sanmıştı. Bu nedenle “ben de” cevabını vermişti!
Dizzy ne bu olayı ne de Falay’ı unuttu. Bir ay sonra Metronom’daki röportajda, Miles Davis’le kıyasladı. Böylece Ankaralı trompetçinin adını Amerika duydu. Sonraki yıllarda ise Avrupa’ya geldiğinde, defalarca birlikte çaldılar. Keşfettiği genç müzikçiyi Amerika’da ağırladı.
Muvaffak Falay ise bu olaydan sonra anne ve ablalarının ona taktığı Mafili lakabından Maffy’yi türetti. Dünyaya açılan ilk Türk cazcı oldu.

Kırbaç zoruyla bandocu

Nüfus cüzdanında 8 Aralık 1930 yazsa da, Muvaffak Falay aynı yılın 29 Ağustosu’nda İzmir’in Karşıyaka’sında dünyaya geldi. 10 yaş büyük, Charlie Parker’la aynı günde doğmanın gururunu yaşadı hayat boyu. Annesi Fikriye Hanım, Üsküp, babası Ahmet Fuat Bey ise Zagrep kökenliydi. Kuşadası Ziraat Müdürü olan babası, alaturka ve alafranga müziği severek dinler, flüt, tulum, cümbüş çalardı. Ablalarından Didar klasik keman, Nihal piyano dersleri almıştı. Mandolinde ağabeyi İhsan’ın üstüne yoktu. Ailece çalınmasa da evde hep müzik vardı. Küçük Muvaffak, Mozart, Bach dinlediği ikindi uykularında sevdi müziği. Üçyaşında tek parmakla piyano çalmayı denedi.
Kuşadası Bandosu kurulurken o 12 yaşındaydı. “Bando nedir ki” dedi, merak etti, kaydını yaptırdı. Şefliğe atanan eli kamçılı Enver Efendi’yle karşılaştığında vazgeçmek için çok geç kalmıştı. Kamçı şakladı, Muvaffak günde 5 saatten, üç ayda su gibi nota okumayı, trompet çalmayı öğrendi. İstanbul Bahriye Bandosu’ndan terhis diğer müzikçilerle üç ay sonra Kuşadası’nın sokaklarına çıktılar. Marşları kasabada yankılandı.
Bu arada ailesi onu İzmir Sanat Mektebi’ne kaydettirmişti. Üçer aydan sırayla marangozluk, demircilik, makine eğitimi alacaktı. Bir ayda sıkıldı. Evden çıkıp, okul yerine sokaklara vuruyordu kendini. Bir gün tramvaya atlayıp fuara gittiler. 45 kişilik İzmir Şehir Bandosu geçti önlerinden. Büyülenmiş gibi topluluğun peşine takılan Muvaffak, İtalyan Pavyonu’na giren müzikçileri takip etti. Hızını alamayıp kapanan pavyon kapısını araladı, başını sahneye uzattı. Bandonun trompetçisi öfkeyle yerinden fırlayıp geldi, tam ensesine bir şamar patlatmak için elini kaldırmışken Muvaffak enstrümanı gösterip konuşmaya başladı: “Elindekine büğülü (flügelhorn) derler, ben bunu çalarım!”
Şaşıran trompetçi, meraklı çocuğu içeri aldı. Bir yandan çarklı (kornet) getirdi. Trompet metodunu önüne açtı, dinlemeye başladı. Bandonun şefi Fuat Türkoğlu da oradaydı. Şevkle çalan çocuğa “oğlum, her gün gel, seni çalıştırayım” dedi. O gün Muvvaffak, uçarak gitti Pasaport’a. Vapura binip annesine müjdeyi verdi. “Mafili, senin yetenekli olduğunu biliyordum” dedi annesi. Üç ay sonra çakı gibi bandocu olmuştu. 13 yaşında, 34 lira maaşla işe başladı. 1946’ya kadar üç yıl çalıştı.
Aile dostu Erdoğan Çaplı’dan aldığı dersin de yardımıyla, ertesi yıl Ankara Devlet Konservatuvarı trompet bölümüne ikinci sınıftan başladı. Caz virüsü 1948’de, okulun ikinci yılı yerleşti yüreğine…

Virüsü klasikçi bulaştırdı

“Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası çellisti arkadaşım Kaya Ertan, bir akşam evine davet etti. Sana caz dinleteceğim, dedi. Biz cazı düğün müziği biliyoruz. Hafif, önemsiz şey yani. Gramofona plağı yerleştirdi. Plak dönmeye başladı. Müziği duyunca donup kaldım. Meğer Charlie Parker ile Dizzy Gillespie çalıyormuş. Kafamı gramofon borusuna yapıştırıp defalarca dinledim.”
Artık rotasını çizmişti, iyi bir caz trompetçisi olacaktı. Yatılı okuyordu. Ne akşam okuldan kaçıp içki alemlerine katıldı ne de hafta sonlarında çapkınlığa çıktı. Yedi yıl trompetle yattı, kalktı. Geceler, gündüzler boyunca üfledi. Eline geçen her eseri çaldı. Trompet notası bitince keman konçertolarını denedi.
Konservatuvarda caz çalarken yakalanmanın cezası okuldan kovulmaktı. Koridora nöbetçi yerleştirip illegal faaliyete devam ettiler. Okuldan kaçıp partilerde cazbantlık yaptılar. Kazandıkları parayla plak aldılar. İki kez hocalarına caz çalarken yakalandı. O kadar yetenekli, istekliydi ki okuldan atmaya kıyamadılar.
Mezuniyeti askerlik görevi izledi. 1956 Eylülü’nde, Dizzy’yle tanıştıktan iki ay sonra Odley Gray’e eşlik etmek üzere Almanya’nın yolunu tuttu. Avrupa’yı bebop, hardbop fırtınası sarmıştı, kulüpler dolup taşıyordu, Amerika’nın birçok ünlü cazcısı Fransa, Almanya, Belçika’nın kulüplerini mekan tutmuştu. Gray’le Avrupa’yı dolaşan Falay, bu arada Oscar Pettiford ve Stan Getz’le tanışıp birlikte çaldı. 1960’da İsveç’e uğradıklarında bir orkestrayla anlaşıp bir yıl Stockholm’de kaldı.

Kopenhag’da Dexter Gordon’la çaldı

Ünü yavaş yavaş Avrupa caz çevrelerinde yayılıyordu. Kurt Edelhagen’in daveti üzerine Köln’e yerleşti. Tenor saksofoncu Derek Humble’la birlikte Alman Radyo Orkestrası’nın iki solistinden biri oldu. Kazancı iyiydi. Paris’e Dizzy Gillespie mi gelmiş doğru Fransa’ya,Brüksel’e Stan Getz mi gelmiş doğru Belçika’ya gidiyordu. Sohbet, eğlence, jamsessionlar…
1963’te tarihi bir olay yaşadı. Tavenier’nin “Round About Midnight” filmiyle ölümsüzleşen, bebop akımının ilk önemli tenor saksofoncusu Dexter Gordon’la iki hafta Kopenhag’da çaldı. Hem de ne kadroyla! Trompette Maffy ve Kenny Dorham, tenorda Dexter Gordon, piyanoda Kenny Drew, basta NHOP, davulda Alex Riel… Rüya gibi yıllar, kurucuları arasında yer aldığı Kenny Clarke-Francy Bolland Big Band ile devam etti. Avrupa’da sürekli turne yapan grup iki kez Amerika’da yılın caz orkestrası seçildi. Orkestranın plak kapaklarında her üye, ülkesini temsil eden bir pulla tanıtılıyordu. Plaklar Türkiye’deki caz meraklıları arasında elden ele geziyordu, Maff’nin fotoğrafını taşıyan pul gurur vesilesi olmuştu.
Falay, 1965’te İsveç’e yerleşti. Kısa bir ilişkiden sonra kız arkadaşı Birgitte’ten 1967’de ilk oğlu Daniel doğdu. Bugün elektrik teknisyeni olan Daniel aynı zamanda gitar çalıyor. Çiftin beraberliği yürümedi, ayrıldılar. Falay, 1973’te tanıştığı, birlikte çalıştığı flütçü ve caz şarkıcısı Kerstin Robertsson’u hayat arkadaşı seçti. 1974’te ikinci oğlu Emil doğdu. Emil ise bilgisayar programcılığını tercih etti.

Kralla New York’ta

“İsveç’e yerleşeceğime, Amerika’da kalsaydım, bugün çok farklı bir yerde olabilirdim. Ama pişman değilim. Amerika’da pislik, korku, şiddeti gördüm. Ben Avrupa’da huzurlu yaşamı seçtim, şöhrette, parada gözüm olmadı hiç” diyor Maffy Falay. 1968’de New York Limanı’na ayak bastığında ilk işi Dizzy’yi aramak oldu. James Moddy ile limandan aldılar onu, bir hafta boyunca Harlem’in caz kulüplerini gezdiler. “Dizzy kral gibiydi, yolda yürürken görenler durup selam veriyordu. Birlikte çaldık. Bir trompet almak istiyordum. Bakarız acele etme, dedi. Son gün iki kutuyla geldi. Şunlara bak hangisi hafif, dedi. Seçtiğim kutudan altın kaplamalı, yüksek kalaklı (boru)Dizzy stili trompet çıktı. Öyle duygulandım ki, gözümden yaş geldi. Birbirimize sarıldık.”
Dostlukları uzun yıllar sürdü. Dizzy, onun için defalarca İsveç’e gitti. Stockholm’ün caz hayatı bu sayede biraz daha renklendi. Maffy, şehrin güneyinde, Maria Torjet bölgesindeki Türk restoranı Lila Mariya’nın alt katını mesken tutmuştu. 1960-98 arasında kimler geldi, kimler geçti buradan… Stockholm’e uğrayan, Avrupa’da karşılaştığı Art Blakey, Elvin Jones, Art Taylor, McCoy Tyner gibi müzikçilerle birlikte çaldı, kimileriyle yakın dost oldu. Mesela Tyner’ı, Charlie Parker’la anılarını anlatması karşılığında, Türk Müziği’yle tanıştırdı. Davul eşliğinde söylenen bir Anadolu ağıtına onun sayesinde aşık oldu ünlü piyanist. Bir konserde, sahneye çıkıp piyano başında dakikalarca sessiz oturan Bill Evans’a çığlık çığlığa izleyicilerin arasından ve arkasından “Bill iyi misin” diye seslendiğinde “Merak etme Maffy, iyiyim” cevabını almasına öyle şaşırdı ki, uzun yıllar unutamadı.
Çevresindekileri hayrete düşüren, bitmek, tükenmek bilmeyen bir enerjiye sahipti. İyi müzikçilere rastladığında coşardı. Konserden çıkar, sabaha kadar kulüplerde jamsession yapar, ertesi güne uykusuz devam edebilirdi. İsveçli müzikçilerle kurduğu We 6 ile Avrupa ve İsveç’te turnelere çıktı. Başta Okay Temiz, Elvan Aracı olmak üzere birçok müzikçiyi İsveç’e taşıdı. “Cazın hası” dediği bebop, hardbop, swing çaldı hep. Blues ruhundan uzaklaşmadı. 1971’de Okay Temiz’le kurduğu “Sevda”yla kısa süre etnik cazı denedi. Sonra bir nehir gibi eski yatağına döndü. Avandgarde denemelere ise hep ihtiyatla yaklaştı, çekinmeden eleştirdi: “Armoni bilgileri yeterli olmadığı için kolaya kaçıyorlar, yaptıkları garip müziğe freejazz diyorlar. Bunlar gelip geçici modalar.” Yüzlerce plakta çaldı. Kendi adına, 1984’te We 6, 1993’te Maffy Falay Sextet adlı iki albümü yayımlandı.
Avrupa’da onbinlerin önünde çaldığı günlerde bile, doğduğu topraklarda Maffy’yi tanıyan, kıymetini bilen, onunla gurur duyanların sayısı çok azdı. Yaz tatiline geldiğinde Bodrum’un kulüplerinde çalardı sadece. Türkiye’deki ilk önemli konserini, ülkesinden ayrıldıktan tam 38 yıl sonra verebildi. 1994’te İstanbul 1. Uluslararası Caz Festivali’nde, 5 bin kişiye çaldı. Konser kayıtlarını Golden Horn aynı yıl, ABD’de CD olarak yayımladı.
“Bu yaştan sonra tek isteğim sakin bir yere yerleşip, Türk ezgilerini armonize etmek ve yetenekli genç trompetçileri yetiştirmek” diyen Falay, 76’ıncı yaş gününü kutlamaya hazırlanırken iki haber aldı. Biri iyi, diğeri kötüydü. 33 yıllık hayat arkadaşı Kerstin, kansere yakalanmıştı. Herşeyi bir yana bırakıp onun hayata tutunma mücadelesine destek verdi. Ardından İstanbul’dan iyi haber geldi. 12. İstanbul Caz Festivali’nde “Yaşam Boyu Başarı Ödülü” ona verilecekti…

(Serhan Yedig / 3 Temmuz 2005 / Hürriyet)

Linkler

Albümleri

Share.

Leave A Reply

13 + 8 =

error: Content is protected !!