Dee Dee Bridgewater / Plak firmaları Diana Krall efsanesini yaratmak için 15 milyon dolar harcadı

0

Son 30 yılın en önemli caz şarkıcılarından Dee Dee Bridgewater bir yandan geleneğe sahip çıkmaya çalışırken diğer yandan cazı geniş kitlelerle, gençlerle buluşturmak için çabalıyor. Kısa süre önce Kurt Weill müziklerini yorumladığı yeni albümü yayımlanan Bridgewater, plak firması Verve’ün ilgisizliğinden şikayetçi. 2002 Nisanı’nda İstanbul’da vereceği konser öncesinde, Los Angeles’teki evinden aradığımızda istemeden yarasına parmak bastık. Bize var olma savaşını, cazı sulandıran büyük plak firmalarının sarışın ve mavi gözlü afetlere dayalı pazarlama stratejilerini, Bush yönetiminin kovboy politikalarını, FAO’daki iyiniyet elçiliği görevini anlattı.

Kariyerinizin en önemli döneminde Fransa’ya yerleştiniz. Size ürün muamelesi yapılmamasından, sanatınıza saygı duyulmasından hoşlandığınızı söylüyordunuz. Dört yıl  önce tekrar ABD’ye döndünüz. Neden? Ticari zihniyet Fransa’yı da esir mi aldı?
– Fransa’ya 16 yıl önce bir oyunda rol almak üzere gittim. Kızım çok sevdi. O dönemde oyunculuğa daha fazla ilgi duyuyordum, ABD’de yapacak pek fazla bir şey yoktu. Plak firmaları zaten ilgilenmiyordu. 1999’da annem ve üvey babamı daha fazla yalnız bırakmamak için ABD’ye döndüm. 2001 başında babam vefat etti. Fransa’da hala evim var. Arada bir gidiyorum. Geri gelmemin diğer nedenleri arasında Fransa’daki ağır vergileri sayabilirim. Eşimin ve oğlumun ABD’deki yaşamı tanımalarını istiyordum. Ayrıca ABD’ye dönmek beni tekrar görülür kıldı. İyi oldu yani…
Avrupa’da hâlâ sanata ABD’den daha fazla önem verildiği kanısında mısınız, yoksa ticaretin kuralları orada da her yerdeki gibi mi işliyor?
– ABD’de müzik ve eğlence endüstrisi tamamen pazarlama, ticaret üzerine kurulu. Ne yazık ki Fransa da aynı yolu izlemeye başladı. Diğer ülkelerde yaşamadığım için çok iyi bilmiyorum. Ama İngiltere de aynı yolda. Ticaret ön planda, sanat tarihe karışıyor. Plak firmaları yıldız yaratma telaşında. İçi boş balonlar üflüyorlar ortaya. Konser verecek şarkıcı bile kalmıyor ortada neredeyse. Çoğu playback konser veriyor. Gerçekten acı bir durum.

Amerikalıdan çok Avrupalıyım

Fransa’daki 13 yıl yaşam alışkanlıklarınızı değiştirdi mi, sanatınıza yansıdı mı?
– Estetik açıdan olduğu kadar hayata bakışım açısından da kendimi Avrupalı hissettiğimi söyleyebilirim. Aile kavramı yıpransa da Avrupa’da hala önemseniyor. Benim için de aile hayatı, ailem çok önemli. Eskileri seviyorum, tarihi değerleri korumaktan hoşlanıyorum. Sokakta yürümeyi, hayata dokunmayı seviyorum. Amerika’da insanların hayatı otomobiller içinde geçiyor. Yemekten insan ilişkilerine herşeyin hızlandırılması, çabuklaştırılması, kolayca geçiştirilebilir hale getirilmesi beni rahatsız ediyor. ABD’de yaşadığım halde hâlâ Avrupalı estetik anlayışımı, yaşam biçimimi koruduğumu söyleyebilirim. (Gülüyor) Umarım korumaya devam edebilirim…
Ella Fitzgerald, Sarah Vaughan gibi isimler cazda ilk kuşak kadınlardı. Bunun acısını çok çektiler. Siz ikinci kuşaktansınız. Son 30 yılda cazda cinsel ayrımcılık azaldı, kadınların önü açıldı mı? Cazda epeyce iyi solist var; ama kadın caz gitarcısı, saksofoncusu, davulcusu çok nadir çıkıyor.
– Cinsel ayrıncılığın hala geçerli olduğunu düşünüyorum. Cazdaki değişim hip hop ya da rap’teki kadar belirgin değil. Müzikten çok günlük hayatta cinsel ayrımcılık azaldı. Şimdilerde daha çok kadın kendi işini kurabiliyor. Müzik dünyasında benim gibi prodüktör olabilen, kendi albümünü hazırlayabilen kadınların sayısı çok az. Cinsel ayrımcılık hala belirgin. Üretilen kliplere baktığınızda kadınların nasıl cinsel objeye dönüştürüldüğünü görüyorsunuz. Birçok kadın sanatçı bundan kurtulmaya çalışıyor. Bir aralar gerilemişti. Ama şimdi yine taytlar giyinen, göğüslerini sergileyen kadınlar sardı ortalığı. Ne yazık ki kadınlar müziklerini pazarlamak için seksi olmak zorunda bırakılıyor. Bazı kadınların canına tak dediğini, yakında bu duruma isyan edeceğini düşünüyorum.

Büyük firmalar önemli cazcıları piyasadan siliyor

Güçleri global pazarlama endüstrisine yetebilir mi, ne dersiniz?
– Bilmiyorum. Tüm endüstrinin ruhuna işlemiş bu yaklaşım. Zirvedeki kadınlar benimsediği sürece durum değişmez. Ama tüm dünyanın büyük bir değişimin eşiğinde olduğunu düşünüyorum. Mutsuzluk had safhada; ayrımcılığın ulaştığı düzeyi aklım almıyor mesela. Dünyanın dört bir yanında etnik nedenli savaşlar sürüyor. Terörizmin neden birdenbire böylesine tırmanışa geçtiğini düşünüyorum, anlayamıyorum. Terörizmi çözmek istiyorlarsa birçok sosyal, insani sorunu çözmeleri gerekiyor önce. Açlığı ortadan kaldırmaları gerekiyor. Bunları insani yollardan çözmeden ülkelerin ideolojilerini değiştirmeye çalışmak çok anlamsız. Bush yönetimi bunu yapmaya çalışıyor. Politikalarını tüm ülkelere dayatma çabasındalar. Doğru değil bu. Ortada adalet yok, eşitlik yok. Fakir daha fakirleşiyor. Sayıları artıyor. Yoksulluk olağan yaşam biçimine dönüşüyor. Bu benim için çok korkutucu bir gelişme.
Pentagon sorunu yeni kurulan Stratejik Etkileme Ofisi’yle çözecek, siz merak etmeyin…
– Doğru… Bir de yalan haber üretme merkezi kuruyorlar. Dünyada olup bitenlerle Amerika’daki haber bültenlerinde anlatılanlar arasında ciddi bir fark var. Eşimin Fransa’daki yakınlarıyla konuştuğumda Afganistan savaşı hakkında çok farklı şeyler duyuyorum. Biz burada propaganda dinliyoruz. Kesinlikle herşey saklanıyor, gerçekler manipüle ediliyor.
Biz yine müziğe dönelim. Cazın gündemdeki vokalistlerine, repertuarlarına baktığımızda ciddi bir değişim görüyoruz. Memnun musunuz gidişattan?
– Bence ciddi tehlike şu: Plak firmaları müziği fena halde sulandırıyor. Satmak istedikleri türde bir imge yaratıyorlar cazda: Ella ve Diana Krall. Müziği kontrol etmek istiyorlar. Ruhu, fikirleri olan sanatçılar birer birer büyük şirketlerin listesinden siliniyor. Kenny Barron, Nicholas Payton kalibresindeki sanatçılar bir kalemde harcanıyor. Çalıştığım Verve grubunun başkanı bir açıklama yaptı. Birçok sanatçıyı daha listelerinden çıkaracaklarını, sadece Diana Krall gibi diğer türlere yönelebilen sanatçılara fırsat sağlayacaklarını söyledi. Ama caz dinleyicileri şunu bilmiyor: Biraz yeteneğin yanısıra Diana Krall efsanesi tamamen bir pazarlamanın ürünü. Tam 15 milyon dolar harcadılar bu ismi yaratmak için. Her derginin kapağında fotoğrafının çıkmasını sağladılar. Raflarda onun albümü daha çok görünsün diye, diğer sanatçıların CD’lerinin yeni baskılarını yapmıyorlar. Sivrilsin diye rekabet koşullarını ortadan kaldırıp, birçok sanatçının önünü kesiyorlar. Benim gibi mesela… Verve’le yaptığım anlaşmanın son plağı yayımlandı. Bu koşullar altında nasıl tüketiciye ulaşacak bilmiyorum. İstenen ilgiyi çekmezse benim de Verve’ün listesinde kalıp kalamayacağım meçhul…

Kenny G cazcı, D. Krall şarkıcı oldu

Demek artık sadece seksi şarkıcılardan hoş ve boş şarkılar dinleyeceğiz. Herhalde önlem almışsınızdır bu ihtimale karşı...
– Evet Diana Krall gibi içeriği hafifletilmiş, kolay tüketilebilen şarkıcılar kalacak gündemde. Abey Lincoln gibi müziğinde sosyal, politik göndermeler yapanlar kendi çabalarıyla sesini duyurabilecek. Çok ilginç çalışmalar yapan Cassandra Wilson da aynı şekilde zorlanacak gibi geliyor bana. Bu arada Krall ikinci Grammy’sini aldı, biliyorsunuz. Artık caz müzikçilerini Kenny G, caz şarkıcılarını Diane Krall temsil ediyor…
Bu koşullar altında Kurt Weill’ın müzikleri üzerine deneysel bir çalışma yapmanız gerçek bir risk sayılır, öyle değil mi?
– Amerikan listelerindeki şarkılar değil bunlar. Ticari formüllerle üretilmemişler. Bilmiyorum sonuç ne olacak? Saçlarımın sarı, gözlerimin mavi olmadığını, tayt giyip piyano çalmadığımı düşünürseniz işim zor. Belli üslubu olan bir şarkıcıyım, sadece şarkıcıyım. Cazda uzun yıllar zenci şarkıcılar geleneği sürdürdü. Bunların belli bir üslubu var. Bu üslubu değiştiremeyen büyük plak firmaları istedikleri şekle sokabilecekleri kendi sanatçılarını yarattı.
Hayatta kalmak için birşeyler yapıyor, can simidinizi yanınızda taşıyorsunuzdur herhalde?
– Kendi tanıtım grubumu oluşturdum. Plağın dağıtımını yakından izliyorum. Verve yeterince tanıtım yapmadığı için konserlerimde albümümün satılmasına izin verdi. Bunun için bir ekip oluşturdum. Tüm bunlara karşın sonucu değiştiremezsem kendi plak firmamı kurmayı düşünüyorum. Büyük firmalara karşı alternatif müziği yaşatan birçok bağımsız firma var bugün. Amerika’da gittikçe güçleniyorlar.
Yazık, enerjinizin en azından bir bölümünü bu işe harcamak zorundasınız…
– Büyük firmalara karşı hayatta kalmaya, sesini duyurmaya çalışanların sayısı gittikçe artıyor. Bağımsız firmaların sayısı artıyor. Örneğin Any De Franco gibi bir isim çıkıp, tek başına albümler yapıp Amerika’da çok ünlü olabiliyor. Politik ve sert bir tavrı var. Plaklarını konserlerinde satıyor. İlk fırsatta tanışıp, kendi firmamı kurmak için tavsiye alacağım. Britney Spears gibi “ürün”lerin arasında gerçek müziği bulmak isteyenler için bu çabalar çok önemli.

Konserde gerçekler ortadadır

Bir konuşmanızda cazın entelektüel müziği olmadığını söylüyorsunuz. Akademizmin cazın ruhunu, coşkusunu, içindeki eğlence unsurunu öldürdüğünü düşünenlerden misiniz?
– Müzikte eğlence unsuru çok önemli. Bugüne kadar başarılı olmamı sahnedeki yaklaşımıma borçluyum. Sahnede öylece durup söylemek yerine tiyatro birikimimi kullanıyorum, konsere farklı bir ruh katıyorum. Bu sayede gençlerle iletişim kurabiliyorum. Eğlence unsuruna dikkat etmediğimiz için iletişimimiz zayıfladı belki. Belki bizler de klip çeksek, MTV’de sabah akşam dönse bu klipler gençlerle çok daha iyi iletişim kurabilirdik. Gençlerin medyasında görünmezseniz onlara ulaşmak çok zor.
Son 10 yılda üç ya da dört konser albümü çıkardınız. Bunlar playback konser veren sarışınlara nazire mi?
– Plak firmaları konser albümünü pek sevmez. Üç albüm için anlaşma imzaladıysanız, konser albümü bunun içine girmez. Genç kuşak müzikçiler de pek sevmez, çünkü zaten playback çalarlar. Ben çok seviyorum. Çünkü konser atmosferi sanatçının düzeyi hakkında dinleyiciye gerçek fikir verir. Stüdyoda keser, biçer, çatlak sese estetik yapar ve durumu toparlarsınız. Mükemmel olur sonuç. Konserde her şey, tüm gerçekleriyle ortadadır.
Büyük orkestra eşliğinde söylemek çok görkemli bir deneyim. Caz üçlüsü, hatta tek enstrüman eşliğinde söylemek ise cazın derinliklerine yapılacak benzersiz yolculuk imkanı sunuyor şarkıcıya. Size hangisi daha yakın?
– İkisinin de çok cazip tarafları var. Fransa’da kurduğum bir orkestram var. ABD’de ise Clayton Hamilton Orkestrası’yla çalışıyorum. Clayton gerçekten iddialı düzenlemeler yazıyor. Senfoni orkestrasıyla çalışmayı da çok seviyorum. Bulutlardan bir yastık üzerinde oturmak gibi. Yaylılar, nefesliler, perküsyonlar… Harika. Son albümümde sekiz kişilik bir grup eşliğinde söyledim. Her parçada farklı enstrüman grupları kullanıp farklı renkler yakalamaya çalıştım. Vokal açısından beni rahatlatan, dikkatimi sesimi daha iyi kullanma üzerine yoğunlaştırmamı sağlayan bir formül bu. Müziğin genel yapısını diğer enstrümanlara bırakıyorum. Ben de sesimi bir enstrüman gibi kullanıyorum. Grup sesimi farklı bir boyutta kullanmamı sağlıyor. Sesi en iyi kullanabildiğiniz formlar ikilililer aslında. Son albümde bir parçayı gitar eşliğinde söyledim. Piyano eşliğinde birçok çalışmam var. En zorlusu bas eşliğinde söylemek. Gerçekten cesaret istiyor, ciddiyet gerektiriyor, müzikal birikim istiyor. Çırılçıplak ortadasın. Saklanacak, kaçacak yer yok. Folkta bu formu görmek mümkün. Ama müziğin diğer dallarında rastlamak zor. Çünkü gerçekten iyi şarkıcı olmak lazım.

Sesimi trompete benzetirim

Sesinizi bir enstrüman gibi kullandığınızı söylüyorsunuz. Eğer sesinizi bir enstrümanla özdeşleştirmeniz gerekseydi hangisi olabilirdi bu? Şarkı söylemeseydiniz hangi enstrümanı çalmak isterdiniz?
– Sesimi hep trompete benzettim. Belki…. (sessizlik)
Belki de babanızın trompetçi olmasından. İlk eşiniz de trompetçiydi galiba. Trompet, sizin için bir tür aile sesi sanki.
– Belki… Evet. Doğru, bir tür aile sesi. Caz dünyasındaki kahramanlarım hep trompetçilerdi. Babamın etkisiyle olsa gerek. İlk duyduğum ses olmasının etkisi olabilir. Doğrusu hiç analizini yapmadım bu hissin. Enstrüman çalmam gerekseydi… (sessizlik) Herhalde gitar çalmak isterdim. Bu sayede bas ve piyano bilgim de olurdu.
Bir yandan cazda geleneğe bağlısınız, diğer yandan cazı gençlerle buluşturmak istiyorsunuz. Günümüzün müzik akımlarına yaklaşmadan sesinizi gençlere duyurmanız çok zor. İkilem yaşadığınız söylenebilir mi? Hip hop, asit caz ya da Blue Note’un caz serisinden yayımladığı St Germen’i dinler misiniz?
– Yeni akımları izliyorum. Asit caz dinlemeye başlayan gençler bir süre sonra onların sayesinde gerçek cazı merak ediyor, araştırmaya başlıyor. Büyük kızımın Virgin’den böyle bir albümü yayımlandı. Arkadaşları şimdi bize gelip caz plaklarını dinlemek için ödünç alıyor. St Germen’i biliyorum, fakat albümünü almadım. Bu gruplar yavaş yavaş gerçek enstrümanları gruplarına katmaya başladı. Elektronikte kaybolan insani duyguyu kontrbas ile yerine koymaya çalışıyorlar mesela. Bana sorarsanız, dünya o kadar büyük ki hepimize yer var. Neden farklılıkların tadını çıkarmıyoruz ki? Her şey değişiyor, insanlar ve müzik de. Gençlerle nasıl iletişim kurduğuma gelince. Yöntemim farklı. Sahneye enerji taşımaya çalışıyorum. Teatral ögeleri kullanıyorum. Konserde dinleyicisine göre bir üslup tuttururum. Bazen sert, bazen yumuşak… Kulüpteysem işveli… Belki bu nedenle dinleyicilerim arasında gençler epeyce fazla. Ella albümünden sonra orta ve üzeri yaştakilerin ilgi alanına girdim. Daha önce dinleyicimin üçte ikisi 30 yaşın altındaydı. (Kahkahalar) Bakalım Kurt Weill müziğinden sonra ne olacak? Bu konser turnesinde Avrupa’nın birçok önemli operasında, senfonik konserlerin verildiği salonda sahneye çıkacağım. Weill, Avrupalı bir besteci. Müziği caz, kabare ve klasik arasında dolaşıyor. Sonucu hep birlikte göreceğiz.

FAO’daki görevim sürüyor

FAO’daki iyiniyet elçisi göreviniz sürüyor mu?
– Evet, devam ediyorum. Bu kurum çok yoksul ülkelerdeki yoksul köylülere kendilerine yeterli olmanın yollarını öğretiyor. Tarım tekniklerini öğretmekle kalmıyor, tohum sağlıyor. Senegal’deki çalışmalarını yerinde gördüm. 20 köy gezdim. Vietnam, Bolivya, Uruguay’dan uzmanlar gelmiş, bir yıl bu köylerde yaşayıp bilgi aktarmışlar. Sonuçta köyler kendilerine yeterli hale gelmiş. Köylü kadınlara kooperatif kurmaları için küçük bir bütçe sağlamışlar. Şimdi bu kadınların başardıkları işlere baktığınızda insanın aklı almıyor. Müthiş bir değişim. FAO’nun yaptığı, uçakla yoksul ülkelere gidip kasalarla yiyecek atıp geri dönmekten çok daha iyi bir iş…
Çabalarınızın somut sonucunu görebildiniz mi?
– Sadece iyiniyet elçisiyim. Benim için önemli olan FAO’nun yaptıklarını yerinde görmek ve bunu tanıtmaktı. Son gezide genetik yapısı değiştirilmiş tohumlar kullandıklarını farkettim. Mısır, soya ekiyorlar; dört yıl bu topraklarda başka bir şey yetişmiyor. Buna karşı çıktım. Sanıyorum artık kullanmayacaklar. İşlerim yoğun olduğu için bir süredir ziyaretlere ara vermiştim. Eylül ayında bir grup gazeteciyle Brezilya ormanlarındaki köylere gideceğim. FAO’nun bu köylerdeki çalışmalarını yerinde göreceğim. Dönüşte gözlemlerimi basın toplantısıyla kamuoyuna açıklayacağım.
Türk cazcılarla yolunuz kesişti mi hiç?
– Ne yazık ki, şu ana dek ne tanıştım ne de konser verdim. Atlantic Records ilk önemli çıkışımı yaptığım plak firmasıydı. O kadar yıl çalıştım, Ertegünler’le bir kez bile karşılaşmadım. (Gülüyor) İlk albümlerimi yakınlarda tekrar yayımladılar. Etnik müziğin her türüyle ilgileniyorum. Arşivimde Türkiye’den de CD’ler var. Ama hangisi diye sorarsanız, ismini şu anda hatırlayamayacağım.
(Serhan Yedig / Nisan 2002 / İş Müzik)

Linkler

Facebook hesabı

Wikipedia biyografisi

Share.

Leave A Reply

15 − six =

error: Content is protected !!