Anıl Eraslan / Sürpriz içermeyen melodik müzik beni huzursuz eder

0

Anıl Eraslan, caz ve özgür doğaçlamayla Strasbourg Konservatuvarı’nda çello öğrenimi gördüğü yıllarda tanıştı. Fotoğraf merakıyla doğaçlama tutkusunu birleştirdi, ilk solo albümü Absorb’u kaydetti. Maceraperest müzikseverlere hitap eden CD’de çello ve sesiyle emprovizasyonlar yapıyor, kayıtları ileri-geri, üst üste yapıştırıp şaşırtıcı tablolar yaratıyor. Eraslan “Sürpriz içermeyen, hayatın kaosunu yansıtmayan melodik müzik bende huzursuzluk yaratır” diyor.

 

 O fotoğraflar çekildiğinde henüz doğmamıştı Anıl Eraslan. Japon sanatçı Hiroshi Sugimoto’nun “Sinema” serisini, sergilendikten, yayımlandıktan tam 30 yıl sonra gördü…
Strasbourg Konservatuvarı’nda öğrenciydi. Derste ansızın özgür doğaçlama ve cazla tanışmanın şokunu yaşıyordu. Boşluğa düşmüş gibiydi. “Neden müzik yapıyorum, klasik müzikte özgürlüğümü nasıl kullanabilirim” soruları dönüyordu zihninde. Özgür doğaçlamayı, diğer tutkusu fotoğrafçılıkla birleştirip yeni ifade biçimleri geliştirmenin yollarını arıyordu.
Cevabı Sugimoto’nun fotoğraflarında buldu. Yepyeni bir pencere açıldı hayatına.
Peki, ne vardı o fotoğraflarda?
Sugimoto, 1978’de, sinemada gösterilen filmi tek kare fotoğrafa sığdırmak gibi çılgın bir düşüncenin peşine düşmüştü. Amerika’nın önde gelen sinema salonlarını dolaşmış, seyirciler arasına karışıp gösterim sırasında objektifini film boyunca açık kalacak şekilde ayarladıktan sonra siyah-beyaz fotoğraflar çekmişti.
“İki saatte perdeden yüzlerce görüntü akmış. Sonuçta boş salon ve çok parlak bir ekran görüyoruz. Yaşanmışlıkla boşluğun aynı karede buluşmasıyla ortaya çıkan paradoks beni çarpmıştı” diyor Anıl Eraslan. “Aynı yüzeye zaman içindeki farklı görüntülerin kaydedilmesi, bir yandan geçmişin silinmesi, hareket eden cisimlerin kayda geçmemesi tuhaf bir durum. Her şey hareket ederse, 24 saat sonra zeminde hiçbir şey kalmıyor. Renkler, görüntülerin uzun pozlandırılmış fotoğrafta emilmesi gibi, günlük hayatta sesler, doğaçlama müzik de emiliyor, yok oluyor, bir kez daha aynı şekilde tekrarlanamıyor. Bu ilhamla, iğne deliği tekniğiyle çekeceğim fotoğrafları doğaçlama müzikle boyutlandıran bir çalışma yapmak istedim.”

Geriye doğaçlama

Beklediği fırsat 5 yıl sonra geldi. Strasbourg’daki bir kültür merkezinin konuk sanatçı programına bu projeyle başvurdu. Berlin’de Çağdaş Sanat Çalışmaları Merkezi’nde (CEAAC) bir stüdyo verildi. Üç ay çalıştı. Sonra Strasbourg’a dönüp, uzun pozlandırılmış 20 fotoğraf çekti, bunlar için doğaçlamalar hazırladı, konser verdi, ardından CD’sini kaydetti. Uzun pozlandırmada seslerin, renklerin, görüntülerin emilip kaybolmasından yola çıkarak projesine “Absorb” adını verdi.
Bir süredir Filozof Jacques Derrida’yı okuyor, doğaçlamanın doğası üzerine enine, boyuna düşünüyordu. Zihnine pek çok soru takılmıştı. Absorb, cevapları araştıracağı bir laboratuvar olabilirdi. Örneğin plastik sanatlarla müzik arasındaki algılanma farkı… Bir tabloya, heykele bakan izleyici bütünü ilk bakışta kavrayıp, sonra bakışını istediği ayrıntıya odaklayabiliyordu. Fakat müziği sonuna kadar dinlemek gerekiyordu bütünü kavramak için.
“Bu dayatmayı kırmak istedim. Albümdeki ‘Günübirlik Hapşuruk’ta aynı anda biri sondan başa, diğeri baştan sona ilerleyen iki doğaçlamayı üst üste kaydedip, zamanı tersyüz etmeyi denedim. Bir başka deney, üst üste kayıtla doğaçlamanın doğaçlamasını yapmaktı.  ‘Tost Modern Aspirin ve Esprinin Ölümü’ üç bağımsız doğaçlamayı birleştirdim. Bir parçada John Cage’in yaklaşımıyla, kontrolü bırakıp, seslerin kendi kendine varolmasıyla çıkan kompozisyonla dinleyiciyi şaşırtmayı denedim.”

Hayat kadar kaotik

Absorb’un iğne deliği görünümlü kapağını açtığınızda, altından Eraslan’ın sahnede solo çello çalarken 45 dakika pozlandırarak çektiği kendi fotoğrafı çıkıyor karşınıza. Kendi deyişiyle “dinleyicisine çelme takmayı”, yani sendeletip estetik kriterlerini gözden geçirmeye teşvik eden albümde 8 doğaçlama yer alıyor. Her biri farklı sürprizler içeriyor. Caz çellistlerinin solo albümlerinde alıştığımız huzur veren, terapik müziğin izi bile yok Absorb’da. Tam tersine huzuru kaçmış, isyankar, muzip bir ruh halini yansıtıyor.
“Hayat gibi müzik de gerçekte kaotiktir. Zorlayıp şekle sokmaya çalışırız. Bu nedenle gittikçe gerçeklikten uzaklaşır” diye açıklıyor durumu Eraslan. “Ben müziğikte hayatın kaotik yapısının yansıtılmasından yanayım. Sürpriz ve kaos içermeyen, melodik müzik bende huzursuzluk yaratır. Çünkü zihnimde aynı anda bir yandan Ligeti’nin yaylı çalgılar dörtlüleri, diğer yandan Tamburi Cemil Bey’in taksimleri, diğer yandan Marc Ribot, John Zorn, Metallica gibi gürültülü müzikler geçer. Ben de bu etkilerden yola çıkıp hayatı tüm boyutlarıyla yansıtan, kaosu, kötülükleri, isyanı, ölümle doğum arasındaki çelişkiyi, ölümsüz var olamayacak umudu, içine girdiğimiz anda yok olan arzuyu içeren, doğası gereği huzur bulamayan bir müzik yapıyorum.”
Evet, tüm bu bilgilerin ışığında, gerçek bir maceraya var mısınız?

(Serhan Yedig / 19 Aralık 2015 / Hürriyet)

Rock ile başladı, klasikle gelişti

Eraslan (34), Burdur doğumlu. Müzik öğretmeni dedesinin hediyesi mini orgla, 8 yaşında müziğe başladı. Rock, heavy metal tutkusuyla gitarı öğrendi. 15 yaşında Ankara’da Güzel Sanatlar Lisesi’nin çello bölümüne kabul edildi. İlk konserini birinci sınıfta Toulouse Konservatuvarı Öğrenci Orkestrası’yla verdi. Mezuniyet sonrası BİLKENT Sahne Sanatları Fakültesi’nde bir yıl çello öğrenimi görüp, Strasbourg Konservatuvarı’na girdi. Yüksek lisansı tamamladıktan sonra konservatuvarın caz ve doğaçlama bölümünde iki yıl ders aldı. 2008’den bu yana Strasbourg’da Hanatsu, Linea orkestrası ve Kemik Trio’yla çağdaş müzik, Balboura, kendi kurduğu dörtlüsü Auditive Connection, kemancı Ruben Tenenbaum’la kurduğu üçlü ve Amerikalı kontrbasçı John Lindberg’le oluşturduğu ikiliyle caz yapıyor. Lindberg’le kaydettiği  “Juggling Kukla” geçen ay Litvanya’da, Sumru Ağıryürüyen’le “Sert Sessizler” albümü 2012’de Türkiye’de yayımlandı. Eraslan, aynı zamanda Fransa’da sergiler açan, ödüller kazanan bir fotoğrafçı.

                              * * * MÜLAKATIN TAM METNİ * * *

Anıl Eraslan, Strasbourg Konservatuvarı’nda altı yıl çello çalıştı. Yüksek lisanstan sonra caz ve doğaçlama müzik bölümüne girdi. 2008’den bu yana üç grupla emprovize ağırlıklı çağdaş müzik, dört grupla caz çalıyor. Doğaçlamaya ağırlık veren, komik opera yazmayı planlıyor. Ekimde Litvanya’da Amerikalı kontrbasçı John Lindberg’le ikili, Türkiye’de solo albümü yayımlandı. 34 yaşındaki çellist, AK Müzik’in yayımladığı Absorb’da çektiği iğne deliği fotoğraflarıyla emprovizasyonlarını bir araya getiriyor.

 

Türkiye’de ve Fransa’da 11 yıl klasik eğitim gördükten sonra sizi yol ayrımına getiren, özgür doğaçlama ve çağdaş müziğe yönelmenizi sağlayan neydi?
– Türkiye ve Fransa’da orkestralarda çalmakla birlikte bu işi hiç sevmemiştim. Zaten 15 yaşında çelloya başlayıp, büyük virtüöz olmak pek mümkün değildi. Oda müziği daha çok ilgimi çekiyordu. BİLKENT’te çello öğrenimi görürken, kompozisyon sınıfındaki arkadaşlarım kanalıyla çağdaş müzik dinlemeye başlamıştım. Strasbourg Konservatuvarı’nda çağdaş müziğe ve doğaçlamaya büyük önem veriliyordu. Kaija Saariaho ve Aperghis gibi besteciler bu okulda ders vermişti. Bu konudaki ilgim arttıkça kendimi sorgulamaya başladım. Boşluğa düşmüştüm adeta. “Ben bu müziği neden yapıyorum” sorusunun cevabını bulamıyordum.  Önüme konulan notaları çalmaktan daha fazla fazla bir şeyler yapabileceğimi hissediyordum. Özgür olmak istiyordum. Strasbourg Konservatuvarı’nda dört yıllık ilk bölümü tamamlarken, doğaçlama ve caz bölümünden ek dersler aldım. İki yıllık yüksek lisansa başlayınca, bu dersleri de sürdürdüm. Ardından caz ve doğaçlama bölümüne girdim. Aynı dönemde grup kurmuş, çağdaş müzik ve caz ortamına girmiştim. Yönüm belli olmuştu. Yüksek lisans sonrası üçüncü diplomayı almak pek önemli değildi, sekizinci yılımda “Caz akademik bir mevzu değildir” düşüncesiyle okulu bıraktım.
Okuldan ayrıldığınızda ne gibi hayalleriniz, hedefleriniz vardı?
– 2008 yılıydı. Strasbourg’da Auditive Connection dörtlüsünü kurmuştum. New York cazı ve Avrupa’daki yeni müzik ve özgür doğaçlama bana yakın geliyordu. Türkiye’de Sumru Ağıryürüyen’le Sert Sessizler ikilisini kurmuştuk…

AJC Ödülü’nü kazandık

Üç farklı üçlü, bir dörtlü, iki ikiliyle birlikte çalışmalarınızı sürdürüyorsunuz. Bunlardan hangileri caz, hangileri çağdaş müziğe daha yakın?
– Strasbourg’da iki farklı çağdaş müzik topluluğuyla çalışıyorum. Çekirdek kadrosu 6 kişiden oluşan Hanatsu, yeni bestecilere eser siparişi veriyor, bunları seslendiriyor. Daha kapsamlı bir orkestra olan Linea’yla yılda en az bir konser veriyorum. Kemik Trio ile klasik eserler seslendiriyoruz. Solo çello için yazılmış, henüz seslendirilmemiş pek çok eserim var. Cazda ana grubum Auditive Connection. Geçen yıl 60’a yakın festival ve kültür merkezini bir araya getiren Avrupa Caz Ağı’nın (AJC) ödülünü kazandık. Bir yıl boyunca Dublin, Porto, Berlin ve Fransız şehirlerinde 10’a yakın konser verdik. Bestelerim üzerine yapılmış doğaçlamalardan oluşan bir CD kaydettik. Gelecek yıl Almanya’da konserler vereceğiz. 2010’da İstanbul’da düzenlenen ISCMS Festivali’nde tanıştığım kontrbasçı John Lindberg ile iki yıldır Strasbourg’da konserler veriyoruz. Kontrbas-viyolonsel doğaçlama albümümüz kasım ayında Litvanya’da Juggling-Kukla adıyla yayımlandı. Gelecek yıl ABD’de konserler vereceğiz. Gitar, viyolonsel, perküsyon üçlüsü Balboura ile Teke yöresi müziklerini caz yaklaşımıyla yorumluyoruz. Türkiye’de yaşayan, Türk Müziği dersleri alan kemancı Ruben Tenenbaum’la kurduğumuz üçlüyle bestelerimizi doğaçlamayla seslendiriyoruz.
Müzik kadar önemsediğiniz fotoğrafçılık müzik yaklaşımınızı nasıl etkiledi. İkilem yaşadınız mı?
– Strasbourg Konservatuvarı’ndaki ilk yıllarımda kendimi sorgulamaya başladığımda, yaratıcılığımı müzikte yeterince kullanamama endişesine düştüğümde fotoğraf ile müziği birleştirip yeni bir çıkış yolu bulmak istemiştim. Sonraki yıllarda iki uğraş çeşitli vesilelerle birleşti. Absorb albümünün çıkış noktası bu bileşimdi.

Sugimoto’nun fotoğrafları albüme ilham verdi

Hangi düşünceyle yola çıktınız, hayallerinizin ne kadarını gerçekleştirebildiniz?
– Hiroshi Sugimoto’nun çok sevdiğim bir fotoğrafı var. Seyircilerle dolu salonda film boyunca pozlandırmak yoluyla çekmiş. İki saatte perdeden yüzlerce görüntü akmış. Sonuçta boş bir salon ve çok parlak bir ekran görüyoruz. Yaşanmışlıkla boşluğun aynı karede buluşmasıyla ortaya çıkan paradoks beni çok etkilemişti. Bu ilhamla, iğne deliği fotoğrafıyla doğaçlamayı buluşturan bir çalışma yapmak istedim. 2013’te Strasburg’daki bir kültür merkezinin konuk sanatçı programına bu projeyle başvurdum. Berlin’de Çağdaş Sanat Çalışmaları Merkezi’nde (CEAAC) bir stüdyo verildi. Üç ay çalıştım… İğne deliği, ilk fotoğraflarda kullanılan teknik. Niepce duvara delik açıp, sabit zemine ilk görüntüyü kaydetmiş. Pozlama süresini saniseye indiren otomatik perdenin olmaması, saatlerce pozlama imkanı sağlıyor. Aynı yüzeye zaman içindeki farklı görüntülerin kaydedilmesi, bir yandan geçmişin silinmesi, hareket eden cisimlerin kayda geçmemesi tuhaf bir durum. Her şey hareket ederse, 24 saat sonra zeminde hiçbir şey kalmıyor. Renkler, görüntüler emiliyor. Ses, doğaçlama müzik de emiliyor, yok oluyor, aynı şekilde bir kez daha tekrarlanamıyor.  Absorb, yani emilme kavramından yola çıkıp, Berlin’de biri fotoğraflarla birlikte oluşacak akustik çelloyla icra edilecek, diğeri sadece elektronik çello icrasından oluşacak iki albüm tasarlamıştım. Fakat daha sonra projenin sadece akustik çello bölümünü gerçekleştirdim.
Absorb, sahnede icra edildi mi?
– Strasbourg’da 20’ye yakın fotoğraf eşliğinde doğaçlamalardan oluşan bir konser verdim. 2013 baharında kaydettim. Bu doğaçlamalardan ikisini çıkarıp, kalanlarla Absorb’un repertuvarını oluşturdum. Daha sonra sesin kayboluşunu simgeleyen 1 saatlik videoyu ekleyip Fransa’daki Jazzdor Festivali’nde, Almanya’nın farklı kentlerinde seslendirdim.
Fotoğraflarda neler vardı?
– Konserlerimizi 45 dakikaya kadar ulaşan uzun pozlamalarla fotoğrafladım. Çello, kontrbas, saksofon ve dansçının gösterisinden çektiğim fotoğrafta müzisyenler çok flu, dansçı hiç görünmüyor. Bunun dışında uzun pozlanmış, gölgede ışığın yutulmasını yansıtan fotoğraflar çektim. Aslında metinler ve fotoğraflardan bir kitapçık hazırlamak istemiştim, fakat maliyeti yükselteceği için vazgeçtim. CD’nin iğne deliğini andıran ilk kapağının altında, resitalim sırasında sahnede 45 dakika pozlanmış bir fotoğraf yer alıyor.

Zamanı tersyüz etmeyi denedim

Albümde ne gibi teknikler kullandınız? Doğaçlama kaydını iki ayrı teypte aynı anda biri baştan, diğerinde tersten çalıp birleştirmek hangi arayışın sonucu?
– Bir süredir Filozof Jacques Derrida’nın doğaçlama üzerine metinleri, Ornette Coleman’la diyalogları üzerine düşünüyorum. Kimi zaman düşünceler içinde kaybolma fikri çok cazip geliyor. Albüme başlarken zihnimde farklı müzik türlerinden bölük pörçük, kopuk pek çok fikir vardı. Klasik Türk Müziği, caz, melodiler, emprovizasyon fikirleri gibi. Bu kesitlerin doğaçlamayla kendi içinde bütünlük oluşturabileceğini düşündüm.  Müzik ve görsel sanatlardaki algılama süreçleri farklı. Örneğin bir tabloyu incelerken, bütünü görüp daha sonra gözümüzü özgürce resmin farklı bölümlerine kaydırabiliyor, istediğimiz parçasına odaklanabiliyoruz. Oysa müzikte eserin bütününü kavramak için bitmesini beklemek gerekiyor. Bu dayatmayı kırmak istiyordum. “Günübirlik Hapşuruk”ta aynı anda biri sondan başa, diğeri baştan sona ilerleyen iki doğaçlamayı birleştirip, zamanı tersyüz etmeyi denedim. Bir başkasında önceden kaydedilmiş doğaçlama üstüne ikinci doğaçlamayı yaptım. “Tost Modern Aspirin ve Esprinin Ölümü”nde üç farklı zamanda yapılmış doğaçlamaları birleştirdim. Bir parçada John Cage’in yaklaşımıyla, kontrolü bırakıp, seslerin kendi kendine varolmasıyla çıkan kompozisyonla dinleyiciyi şaşırtmayı denedim. Absorb’da solo çello ve kendi sesimi kullandım. Çelloda farklı tonlar elde etmek için çalıştım. Kimi yerde vurmalı çalgı gibi çıkıyor karşımıza. Yazılı müzikle doğaçlama arasında geçişler içeriyor.
Anladığım kadarıyla Absorb’da bir laboratuvar ortamı yaratmışsınız, sorularınıza karşılık verecek deneyler yapmışsınız. Peki sizin için geleceğe ışık tutacak ne gibi sonuçlar elde ettiniz?
– Albüm kendime ayna tutmak, psikanalitik bir deneyimdi. Müzik hiç bitmeyecek bir öykü. Bu deneyim nereye evrilir bilmiyorum. Fotoğraf, müzik ve yazıyı birleştiren daha kapsamlı bir bütüne dönüşeceğini sanıyorum.
Albümdeki sürekli huzursuz ruh halini, müziğin kimi yerde çığlığa dönüşmesini ışık ile karanlık arasındaki kontrastın izdüşümü olarak mı algılamamız gerekir?
– Hayat kaotik. Her an bir sürprizle karşılaşabilirsiniz. Örneğin doğanın uyumundan, huzurundan bahsedilir. Oysa deprem, volkanik patlama, fırtınalar yaşamın akışını ansızın değiştirebiliyor. Müzik de hayat gibi kaotik. Zorlayıp şekle sokmaya çalışıyoruz. Geçmişin büyük bestecileri bunun örneklerini vermiş. Mozart’ın müziği öylesine muazzam ki, hayatın kaotik yapısını aşmayı başarmış. Fakat onun müziğinde bizi etkileyen uyumun, huzurun karşılığını gerçek yaşamda bulmak mümkün değil. Soyut bir resimde tanık olduğumuz kaosu, Mozart’ın müziğinde duyamıyoruz. Günümüz bestecilerinin yazdığı, hayatın gerçek dinamizmini yansıtmayan, melodik şekilde akıp giden, sürpriz içermeyen müzikler bende huzursuzluk yaratıyor. Çünkü zihnimde aynı anda bir yandan Ligeti’nin yaylı çalgılar dörtlüleri, diğer yandan Tamburi Cemil Bey’in taksimleri, diğer yandan Marc Ribot, John Zorn, Metallica gibi gürültülü müzikler geçiyor. Ben de bu etkilerden yola çıkıp hayatı tüm boyutlarıyla yansıtan, kaosu, kötülükleri, isyanı, ölümle doğum arasındaki çelişkiyi, ancak ölümle birlikte var olan umudu, içine girdiğimiz anda yok olan arzuyu içeren, doğası gereği huzur bulamayan bir müzik yapıyorum.

Sokakta emprovizeyi en çok Halepliler sevdi

Absorb, serüvene meraklı, farklılık arayan, önyargısız dinleyiciye hitap ediyor. Siz hangi dinleyici kitlesine seslenmeyi amaçlamıştınız?

– Albümün Türkiye’de, müziği öğrendiğim yerde yayımlanmasını özellikle istedim. Gönül ister ki herkes dinlesin. Özellikle klasik müzik çevresinin, özgür doğaçlamadan yana cazcıların dinlemesini arzu ediyorum. Samsun, Antalya, Mersin konservatuvarlarında doğaçlama bölümleri açıldı, artık bu müziğin dinleyici kitlesi oluşmalı. “Absorb” dinleyiciye çelme takıp, sendeletiyor. Aslında, 1950’lerdeki gibi dinleyiciyi sarsmayı hedeflemiyorum. Sadece kendi sendelememi yansıtıyorum. Doğaçlamaya kimin ne tepki vereceği hiç belli olmuyor. 2010’da yedi kişiyle sokakta doğaçlama müzik ve dans yaptığımız Transit projesini Kapadokya, Antakya’dan sonra Halep’te icra etmiştik. Sokaklarda yürürken peşimize takılan, müzik ve dansa eşlik edenlerden gördük ki, doğaçlamadan en çok Haleplliler zevk alıyor.  Sohbetlerimizde hiç beklemediğimiz, önyargılardan uzak yorumlar yaptılar. Doğaçlamanın elit, entelektüel odaklı bir iş olmadığını, herkesin hayatına girebileceğini gördük. Fransa’daki konservatuvarlarda, İstanbul’daki Genç Klasikçiler, Kapadokya’daki Klasik Keyifler festivallerinde düzenlediğim emprovizasyon atölyelerinde, konserlerde benzer izlenimler edindim.
Albüme ne gibi tepkiler aldınız?
– Yakın çevremden olumlu tepkiler geldi. Sesimi kullanmam sürpriz etkisi yarattı. Gelecek projelerde sesimi daha çok kullanmam yolunda telkinler aldım. Alper Maral’la birlikte dinlediğimizde, deneysel fikirleri orijinal bulduğunu belirtti. Tolga Tüzün ve Şevket Akıncı’dan olumlu tepkiler aldım. Fransa’daki internet caz dergilerinden Citizen Jazz’da kapsamlı bir eleştiri yayımlandı.
Absorb repertuvarıyla Türkiye’de konser, atölye çalışmaları düzenleyecek misiniz?
– Albümün ilk tanıtım konserini kasım ortasında Dortmunt’ta verdim.  12 Aralık’ta Bilgi Üniversitesi’nde Tolga Tüzün’ün dersinde albüm üzerine öğrencilerle konuşacağız, bir atölye çalışması yapacağım.  21 Aralık’ta Yeditepe Üniversitesi’nde Alper Maral’la konser vereceğiz ve atölye çalışması yapılacak.
Yakın gelecekte başka bir albüm kaydı, önemli konser var mı?
– Gelecek yıl öncelikle Absorb’un konserlerine Avrupa’da devam etmeyi planlıyorum. John ile ABD turnesi, Auditive Connection ile Avrupa’da konserler vereceğim. Balboura ile kaydettiğimiz albümün yayımlanması için görüşmeler yapacağım. Yazın Türkiye’de bir turne yapmayı planlıyoruz. Rüyalar üzerine absürt opera bestelemek istiyorum. Her solist gördüğü rüya üzerine doğaçlamalar yapacak. Metin kopuk öykülerden oluşacak. David Lynch filmlerini andıran atmosferde geçecek bu eseri, üç yıl önce Strasbourg’da kurduğumuz Doğaçlamacı Müzisyenler Birliği’yle sahnelemeyi planlıyorum.
Yani, iğne deliğiyle ülkeleri gezeceksiniz. Peki albüm dinleyicisi gibi, konserdekiler de projenin sadece bir kısmına mı tanık oluyor. Fuayede fotoğraflar, sahnede film sergileniyor mu?
– Projenin elektronik bölümü bir süreliğine askıya aldım. Keşke fotoğrafları, filmleri de sergilemek mümkün olsa. Sadece müzik sergileniyor. Dinleyici projenin tümü konusunda bilgi sahibi olmuyor.

OKUL MÜDÜRÜNE BLÖF YAPTIMKONTRBAS SINIFINA GİRMEKTEN KURTULDUM
Burdur’da doğdum. Babam şeker fabrikasında, annem köy hizmetlerinde memurdu. Evde radyodan, kasetlerden Türk Sanat Müziği ve Teke yöresinin halk müzikleri dinlenirdi. Annem ve babam halk danslarına meraklıydı. İki kardeşiz. Daha sonra bilgisayar yazılımcısı ve amatör perküsyoncu olacak kardeşim halk müziğini severdi. Ben rock ve metal dinlerdim. Evde çalan müzikle pek ilgilenmezdim. Fakat zihnimde yer etmiş olmalı ki yıllar sonra, Strazburg’daki arkadaşlarımla Teke müziği icra eden Balboura topluluğunu kurdum… Annemin babası Köy Enstitüsü mezunu müzik öğretmeniydi. Bana 8 yaşında mini org hediye etti, kendim öğrendim çalmayı. 12 yaşında gitar dersleri aldım, rock çaldım. Ortaokul yıllarında Burdur’dan bunalmıştım. Ankara’ya gitmek, müzikle uğraşmak istiyordum. TV’de Güzel Sanatlar Liseleri’yle ilgili bir belgesel izledim. Aile dostumuzun kızı konservatuvarda öğrenciydi. Onunla konuştuk. 15 yaşına gelmiştim ve konservatuvar için gecikmiştim. Ailemin desteğiyle Ankara Güzel Sanatlar Lisesi’nin sınavlarına girdim. O ana kadar klasik müzikle tek ilgim Hikmet Şimşek’in TV’de her pazar yayımlanan konser programıydı. Çelloyu bu konserlerde görmüş, sevmiştim. Sınavı kazanıp yatılı öğrenci olarak kabul edilince, çello öğretmeni Şebnem Yıldırım Orhan’la görüştüm, sınıfına girmek istedim. O kabul ettiği halde, okul yönetimi boyumun uzunluğu gerekçesiyle beni kontrbasa yönlendirdi. Hocalar ikna etmek için teker teker gelip kontrbasın orkestralarda iş bulma konusundaki avantajlarını anlatıyordu. Tek kontrbas adayıydım, sınıf açılması için öğrenciye ihtiyaçları vardı. Zorla birkaç hafta kontrbas sınıfına devam ettikten sonra Burdur’da müzik dersi aldığım hocayı aradım. Ne kadar mutsuz olduğumu anlattım. Müdürle konuşmamı, okulu bırakmak istediğimi söylememi önerdi. “Ben gidiyorum” taktiği işe yaradı. Çello sınıfına alındım.
Enstrümanı çok sevdim, çabuk uyum sağladım. Çello öylesine heyecan veren bir maceraya dönüşmüştü ki rock ve heavy metal aşkımı unuttum, klasik müziğe odaklandım. Daha ilk senemde Fransa’nın Toulouse Konservatuvarı’ndan Ankara’ya gelen öğrenci orkestrasıyla konsere çıktım. Çok acemiydik, fakat Şostakoviç çalmaya çalıştık. Müthiş bir olaydı. Fransızlar da bu duruma şaşırdı. Özgüven kazanmamız açısından önemli bir deneyimdi bu. Ertesi yıldan itibaren, okulun organizasyonuyla 3 yaz güney Fransa’da orkestra festivaline katıldık. Yurdışında konuk gittiğimiz konservatuvarların hocalarından ders alıyorduk. Ankara Konservatuvarı’ndan gelen hocalar da çalışma arzumuzu artırdı. Birkaç sınıf arkadaşımla birlikte, gece yatakhaneden kaçıp sabaha kadar çello çalıştığımızı hatırlıyorum.
Hafta sonunda arkadaşlarımla çarşı iznine çıktığımızda plakçılara koşardık. Navarra, Fournier’nin tüm kayıtlarını topluyor, heyecanla dinliyordum. Mutlaka CSO’nun konserlerine giderdim.  İlk Fransa yolculuğumda, ülkeye ve diline aşık olmuştum. Fransa’da yaşamaya karar vermiştim. Paris Konservatuvarı’na girmek istiyordum. Üç yıl bu hayalle geçti.
İkinci yılın sonunda, konser vermek üzere Ankara’ya gelen Fransız Radyo Orkestrası’nın çello grubu liderinden öyle etkilendim ki tanışmak istedim. Otelinde randevu verdi. Ona Boccherini’nin konçertosundan bir bölüm çaldım. Kısa zamanda kat ettiğim yoldan etkilendiğini söyledi. “Daha fazla vakit kaybetmeden elinden geleni yap ve Paris’e gel. Seni çalıştırırım. Paris Konservatuvarı’na girmene yardımcı olurum” dedi. Fakat hocalarım ve ailem karşı çıktı, mezuniyeti beklememi söylediler.
Liseden mezun olduktan sonra Fransa ihtimalini artırmak için BİLKENT Sahne Sanatları Fakültesi’nde viyolonsel bölümüne başvurdum. Üniversitenin hazırlık yılında, Strasbourg Konservatuvarı’nda öğrenim gören bir arkadaşımın kanalıyla, konservatuvarı oda müziği öğretmeniyle tanıştım. Onun yönlendirmesiyle sınavlara girdim, okula kabul edildim. Çok mutluydum, çünkü okulun barok çello bölümü bile vardı.
Fransa’da öğrenimim boyunca geçimimi sağlamak için farklı işlerde çalıştım. İlk yılımda Bira Akademisi adlı barda, barmenlik yaptım. Fransızca’yı orada öğrendim. İki yıl sonra müzik okullarında ders vermeye başladım. Fotoğraf ve video hobimdi. Bir ajansta fotoğrafçılık yaptım, düğünlerde video çektim. Zaman zaman korolar, yerel orkestralarda çaldım.

(Serhan Yedig / 9 Ocak 2016 / Müzik Söyleşileri)

 © Bu metnin tüm yayın hakları saklıdır, kısmen dahi olsa izinsiz alıntı yapılamaz.

Linkler

Kişisel web sayfası

Share.

Leave A Reply

1 + 15 =

error: Content is protected !!