Cüneyt Sermet / Wynton Marsalis de gözümden düştü

0

Cüneyt Sermet, Türkiye’nin en sivri dilli müzik eleştirmeni. Kontrbasçı, eğitimci, radyo programcısı aynı zamanda. Hocasına kızdığı için konservatuvardan ayrılan, oğlu Hüseyin Sermet’i asker disipliniyle eğitip ülkemize parlak bir piyanist kazandıran Cüneyt Sermet, ABD ve Fransa’da bulunduğu yıllarda caza yön veren birçok ünlü isimle yakın arkadaş oldu. 1956’da, ilk kitabını yazdı. 40 yıl sonra, ‘Cazın İçinden’ için yeniden daktilosunun başına oturdu. 1990’da yayımlanan kitabın, 1999’da genişletilerek ikinci baskısı yapıldı. Fırsatı değerlendirip Sermet’i aradık. Bu röportajdan yıllar sonra, 2006 İstanbul Caz Festivali’nde Sermet’e “Yaşamboyu Başarı Ödülü” verildi.

Sağınız öldürüyor, solunuz süründürüyor. Sizin gibi sivri dilli eleştirmenleri müzikçiler pek sevmez. Kifayetsiz muhteris olduklarını, sanatta başarılı olamadıkları için herkesi kıskandıklarını söylerler. Aynı şey sizin de başınıza geldi mi?
– Kitap yayımlandıktan sonra birtakım bilgisiz insanlar ileri geri laflar etti. Hatta, geçmişte bilgisizliği nedeniyle kasap çırağına benzettiğim bir zat, bir gazetede ağız dolusu hakaret etti. Somut hiçbir eleştiri getirmeden, bir tane yanlış göstermeden yazdıklarımın palavra olduğunu iddia etti. Fransa’daydım yayımlandığında. Dönüşümde okudum ve çok öfkelendim. Karşıma çıksaydı döverdim.
Sizi dövmeye kalkan cazcı çıkmadı mı hiç?
– Müzisyenliğim, öğretmenliğim, eleştirmenliğim dönemimde tüm müzikçilerle iyi olmuştur ilişkilerim. Amerika’da çok müzikçiyi haşladım, kimse düşman olmadı. Cananboll Aderley, Max Roach, Tony Scott… Eleştirim yapıcıdır, yıkıcı değil. Birikimlerine katkıda bulunduğum İsmet Sıral, Erol Pekcan, Süheyl Denizci, Selçuk Sun’u da çok sert eleştirmişimdir geçmişte, dostluğumuz zedelenmemiştir.

Müzisyenin kötü yanını görürsem hemen azarlarım

Kitabınızı cazın önemli isimleriyle ilgili kişisel gözlemlerinizle, anekdotlarla süslemişsiniz. Bazılarının son yıllarında nasıl zavallı duruma düştüklerini anlatıyorsunuz. Miles Davis’in otobiyografisiyle paralellik kurup sizi dedikoduculukla suçlayan oldu mu?
– Ben bir müzisyenin kötü yaşadığını görürsem çekinmeden yüzüne karşı azarlarım, yeteneğini harcadığını söylerim. Dedikodu değildir bu.
Kontrbası bırakıp, eğitimciliğe yöneldiğiniz için pişman oldunuz mu?
– Hayır. 1954’te evlendikten sonra sonra kontrbasa elimi sürmedim. Mükemmelliyetçi bir insanım. Çalgıcı olarak istediğimi yapamıyordum, gece hayatını sevmiyordum, iyi piyanist bulamıyordum. Bu işi bıraktım. Ama yetenekli müzikciden bu mükemmelliyeti beklerim…
Kitap, 40 yılda nasıl gelişti; her dinlediğinizi not alıp, metne eklediniz mi?
– O kadar çok ev değiştirdik ki, ilk metni kaybettim. Sadece ilk kitaptaki uzun Louis Armstrong bölümüyle ilgili notlar kalmıştı elimde. Yeni kitapta bunlardan ve 1960’larda TRT’de yaptığım caz programlarının metinlerinden yararlandım. Gerisi, 1987 – 89 arasında, yeniden yazıldı. Yayımcı bulmadan, kendim için yazdım. Ben daktiloyla yazarım ve sonra metnin üstünde oynamam.

Makine mühendisliğini müzik için bıraktı

İkinci baskıya 50 sayfa eklemişsiniz, bu arada Wynton Marsalis, Fatih Erkoç gibi övdüğünüz bazı müzikçilerin notunu indirmişsiniz.
– Umutla baktığım bazı gençler birden kendini kaybediyor, yanlış işler yapıyorlar. Marsalis 1990’larda çaptan düştü, garip ve komik cümlelerle caz çalmaya kalkan klasik müzik trompetçisine döndü. Erkoç ise dünya çapında bir tromboncuyken popçu olmaya karar verdi. Şimdi yıldızı parlayan gençler trompetçi Roy Hargrove, Nicholas Payton bence. Tenor saksofoncu Joshua Redman cazın geleceği için bir umut. Piyanist Mulgrew Miller, Richie Beirach da öyle.
Müziğin dışında hobiniz var mı?
– Makine mühendisliği okudum. Otomobillere bayılırım. Deli gibi araba kullanırım. Siyasi tarih meraklısıyım. Oğlumun öğrenimi için Fransa’ya gittiğimizde eşimle dört yıl Sorbone’da tarih okuduk.
Caz üçlüleri, dörtlülerini mi, büyük orkestraları mı tercih ediyorsunuz?
– Büyük orkestra müziğiyle yetiştim. Bu müziğe bayılırım. Şimdiki dinleyiciler bu döneme yetişemediği için cazı küçük grup müziği sanıyor. Büyük orkestra terbiyesi cazcıya dinlemeyi, anlamayı, yeni ufuklar aramayı öğretir. Davul, bas, saksofon üçlüsüyle sahneye çıkmak büyük yaratıcılık ister. Şimdikiler kendini tartmadan sahneye fırlıyor, sonuç pek yakışıklı olmuyor. Zaman bol diye gevezelik yapıyor, kafa ütülüyorlar. Ayrıca küçük grupların müziğinde düzenleme, form anlayışının artık gelişmesi gerekiyor.
Büyütecinize Fatih Erkoç’tan başka ümit vadeden genç Türk cazcı takıldı mı?

– Trompetçi İmer Demirer’i baştan beri çok değenirim. Dünyanın en ünlüleriyle boy ölçüşebilecek harika sololarını duydum. Ne yazık ki tanınmıyor. 1950’lerde Melih Gürel diye bir kornocu vardı. Trombon kolaylığıyla çalardı. Count Bassie’nin orkestrasına istediğini duymuştum. Türkiye’de kaybolup gitti. Arif Mardin de caz için büyük kayıp oldu.
Caz 21.yy’da hayatta kalabilecek mi? Nadir övgülerinize mazhar olan Joshua Redman bu konuda endişeli…
– Gençler arasında çok iyi isimler var. Cazın geleceği konusunda ben de endişeliyim. Çevrede o kadar zavallı müzik var ki, üstelik gençler bunları dinliyor. Umut veren gelişmeler de var. Büyük orkestralara dönüş var. Üniversitelerde orkestralar kuruluyor.

SIFIRCI HOCANIN NOT DEFTERİ

Louis Armstrong : Basit armoni anlayışına sahipti. Zengin emprovizasyon kabiliyeti olmadığı için temadan uzaklaşamazdı. Hemen her figürün sonuna lüzumsuz, muvazenesiz vibrato koyardı. Acemi, kötü aksanlı icraları da vardı.

Miles Davis : Charlie Parker’ın ‘hınk’ deyicisiydi. Dudak yapısının da bozukluğu yüzünden hiçbir zaman teknik açıdan iyi olamadı. Ancak, ne yapmak istediğini bilen nadir cazcılardandı.

John Coltrane: Hiçbir zaman Sonny Rollins’in ritmik kıvraklığına erişemedi. Nota şelaleleriyle dinleyicisinin beynini yıkar, serseme çevirirdi.

Chet Baker : Kadınla erkek arasında dolaşan detone ve hünsa karakterli sesi trompetinden daha patetikti.

Archie Sheep: İkinci albümü ‘vahşetin çağrısı’ gibiydi. 1984 – 85’teki albümlerinde bozuk vapur bacası gibi öttürüyordu çalgısını. Kabiliyetsizliği dolayısıyla çalışı düşük ve buluştan yoksun oldu.

Joe Handerson : Birçok kaynaktan aynı anda esinlenmeye kalkıp sentez yapmayı beceremediği için güdük kaldı. Ayrıca, saksofonun tonu gayet çirkin.

(Serhan Yedig / 16 Ekim 1999 / Hürriyet)

 

Share.

Leave A Reply

three + 17 =

error: Content is protected !!