Buster Williams / Yani siz şimdi bana lakabımın anlamını mı soruyorsunuz?

0

Modern cazın maratoncuları Joe Handerson, Michael Brecker, Herbie Hancock, Wayne Shorter’ın koşu arkadaşı, basçı Ron Carter’ın ruh ikizi “Buster” Williams 2007 Martı’nda, dört konser için Türkiye’ye geldi. İstanbul Jazz Center’da “Something More” adını verdiği dörtlüsüyle çaldı. Türkiye’ye ayak basmadan bir hafta önce, New York’taki evinden aradık. İkindi vakti yataktan kalkar kalmaz “Lakabınız nereden kaynaklanıyor” sorusuyla karşılaşınca asabı epeyce bozuldu. Sonra sakinleşti, dünden bugüne müzik serüvenini anlattı.

Charles Anthony Williams babanızla ortak adınız. Caz dünyasındaki lakabınız “Buster”ı kim, ne zaman, hangi gerekçeyle taktı?
– Bu kadar yıllık müzikçiyim, bunu soran olmamıştı! Şimdi bana Buster’ın anlamını mı soruyorsunuz yani…
Günlük kullanımdaki anlamını biliyorum. Röportajdan önce, lakap olarak kullanımıyla ilgi sözlüğe de baktım. İkinci, üçüncü anlamlarında gürültücü, patırtıcı çocuk gibi sözcükler geçiyor…
(Keserek) Buster’a hiçbir sözlükte rastlayamazsınız. Yoktur. Şu anda bakıyorum sözlüğüme işte… Yok…
Webster’ın 400 bin sözcüklük büyük sözlüğünde bulabilirsiniz. İsterseniz size daha sonra sayfayı fakslarım. Her lakabın ardında ilginç bir öykü vardır. Merak ettiğim şey bu öykü.
– Ailem taktı bu lakabı. Ünlü oyuncu Buster Crack’ten esinlenmişler. Herhangi bir olumsuz çağrışımdan kaynaklanmıyor…
Babanız size bastan önce davul çalmayı da öğretmişti. Profesyonelliğin ilk yıllarında bunun avantajını gördünüz mü?
– Babam basçıydı. Davul ve piyano da çalardı. Gözümde gerçek bir kahramandı. Üç enstrümana da onunla başladım. Piyano ve davul öğrendikten sonra bir gün babam Oscar Pettiford’un plağını çaldı. “Stardust” yorumuna vuruldum. Babamdan bas çalmasını öğretmesini istedim, reddetti. Yeterince ciddi bulmamıştı beni. Annemi araya soktum. Başladın mı, bırakmak yok, dedi. Başladık. Kuşkusuz davul bilgim, bas çalışımı da etkilemiştir. Doğrusu, bu etkileşim üzerine daha önce hiç düşünmemiştim. Fakat her zaman davula yakınlık duydum. Basla davulun etkileşimi çok önemlidir. Gruba davulcu seçerken kesin ölçütlerim vardır.

Sarah Vaughan trompetçiyi nasıl yakaladı

20’li yaşlarınızda Sarah Vaughan ve Betty Carter’a eşlik ettiniz. Yaratıcılığınızı bileyen bir deneyim miydi yoksa, virtüözitenizi bastırmak zorunda kaldığınız bir süreç mi?
– Çok iyi şarkıcılara eşlik etmek büyük şanstı: Dakota Staten, Betty Carter, Sarah Vaughan, Nancy Wilson, Carmen McRae. Melodinin değerini şarkıcılardan öğrendim. Şarkı sözlerini bilmenin, melodi yorumuna nasıl ışık tuttuğunu gördüm. Müzikteki akışkanlığın sırrını Carter’la çalışırken kavradım. Dağcıların kullandığı seyyar ispirto ocağı gibiydi. Soğuğun ortasında açtığında masmavi bir alev yükselir, içini ısıtır ya işte öyle. Vaughan ise müthiş bir kulağa sahipti. Hatasız çalmaya, akorda çok önem verirdi. Bir gün 16 kişilik orkestra eşliğinde caz üçlüsüyle çalıyorduk. Aniden provayı durdurdu, geri dönüp ikinci trompetçiye “41’inci ölçüde yanlış çaldın” dedi. Akord tutturma disiplinini kazandırdı bana. Genel olarak söylemek gerekirse, şarkıcılarla çalışmak duyarlılığımı geliştirdi, biçimlendirdi.
Eleştirmenlerin hep dikkat çektiği şakıyan, su gibi akıp giden sololarınızı bu deneyime borçlu olduğumuz söylenebilir mi?
– Kontrbasın elimde şarkı söylemesinin nedeni bunu öncelikle beynimde duymam. Emprovizasyon, teknik bir yana işin temeli enstrümanında yakalanan tınıdır. Tek nota bile ihmale gelmez, hakkıyla çalınması çok önemlidir. Babam hep teknik bilginin, akord tutturmanın, özgün tonların öneminden bahsederdi. Bunlar benim üslubumun temelleridir.
Söyledikleriniz Charlie Haden’ın “Çaldığın tek nota için bile kurşuna dizilmeyi göze almalısın” sözünü anımsattı. Her şeyin eğlencelik hale geldiği bir dünyada bu eğilime karşı mücadeleyi misyon edinenlerden misiniz?
– Charlie Haden’ın sözünün altına imzamı atarım.
Müziğinizi derinlemesine inceleyen makalede, kontrbasta legato, glisando gibi zorlu teknikleri başarıyla kullandığınız, besteciliğinizin ise Ron Carter’dan daha iyi olduğu belirtiliyor. Yalnız bir dönem Carter’ın alter ego’su gibi çaldığınız vurgulanmış. Kendi sesinizi bulmanız ne kadar sürdü?
– İki kontrbaslı bir caz dörtlüsü kurduğunda birlikte çalma şansım oldu. Geceler boyunca birlikte çaldık, birbirimizden etkilendik. Ne bilinçli olarak onun gibi çalmak için ne de bilinçli olarak onun gibi çalmamak için uğraştım. Ron Carter’la çalmak kendi sesimi, üslubumu bulmama yardım etti. Kendim olma uğraşıma tıpkı albümlerini dinlediğim Ray Brown, Oscar Pettiford gibi, babam gibi ışık tuttu. Kendi yaratıcı duyarlılığını oluşturmak isteyen herkesin öncelikle bir hedefi olmalı: Ruhundaki müziği duyabilmek ve bunu enstrümanında sergileyebilmek. Benim de çabam sadece buydu.

Babamdan övgü duymadım

Tüm röportajlarda babanızın müşkülpesentliğinden bahsediyorsunuz. Takdirini hiç ifade etti mi?
– Takdire pek fazla zaman ayırdığını söyleyemeyeceğim. Önüme koyduğu hedefi başardığımda hep bir sonrakini gösterirdi. (Gülüyor) Takdir işareti buydu. Bu katı yaklaşım çocukluğumda beni çok zorlamıştı. Sonraki yıllarda ise ne kadar şanslı bir çocuk olduğumu düşünmeden geçirdiğim tek gün olmadı. Müthiş bir öğretmendi. Zamanla, ben ustalaştıkça aramızdaki ilişki dengelendi. İki eşit bireyin ilişkisine dönüştü. İyi arkadaş olduk. Ardından çevreden, benimle gururlandığını duymaya başladım. Sonny Stitt’le çalıştığım dönem, babamın hayatının son beş yılıydı. Keşke daha uzun yaşasa, gelişim sürecimi görebilseydi.
Yenilikçi tavrınız nedeniyle babanızla çatıştınız mı?
– Babam bana iyi kontrbas çalmayı öğretti. Bu kadar. İyi müzikçiler avandgarde müzik, modern caz, geleneksel caz ayrımı yapmaz. Yaratıcı sanatçı için önemli olan geleneği, bugün ve geleceğe etkileri açısından kavramaktır. Babam da yaratıcı bir müzikçiydi, bana da yaratıcılığı öğretti.
1980’lerde Ron Carter’la Londra Senfoni Orkestrası eşliğinde çalmıştınız. Klasikçilerle çalışmak müziğe, enstrümanınıza bakışınızı etkiledi mi?
– Yaşadığımız her an, her tecrübe kişiliğimizi etkiliyor. Ne yapacağını, ne yapmayacağını, neyi daha fazla, neyi daha az yapacağını öğreniyorsun. Londra Senfoni ilk klasik müzik tecrübem değildi. Klasikle iletişimim müziğe ilk adım attığım günlerde başladı. Zaten bir enstrümanı çalmayı iyi öğrenen müzikçi, çalgısını girdiği her ortamda, her farklı atmosferde kullanabilir.

Hayatım boyunca hiç yakınmadım

Grubunuzu kurduktan iki yıl sonra, 1993’te Hardford Courant’da yayımlanan röportajda, müzik dünyasındaki basçıların grup liderliğine karşı yaygın önyargılardan yakınıyorsunuz. Aradan geçen 14 yılda durum değişti mi?
– Bugüne kadar hiçbir röportajda yakınmadım. Şunu anlatıyordum…
Aynen şöyle diyorsunuz: “O kadar çok girişimci basçıların grup lideri olmaması gerektiğini düşünüyor ki, şaşarsınız. Ya da dinleyicilerin böyle düşündüğünü sanıyor. Harika bir eşlikçisin bence grup kurmaman gerekirdi, diyorlar. Önyargılılar, şablonlarla düşünüyorlar çünkü…”
– Evet, girişimcilerin önyargılı tavırlarından bahsetmiştim. Bu tavırdaki değişimi soruyorsunuz. Bu konuda grup lideri basçı olarak ne kadar sorumluysam, gazeteciler, yatırımcılar, kulüp sahipleri, konser organizatörleri de sorumlu. Diğerlerinin sorumluluklarını yerine getirmesini ya da önyargının kendiliğinden değişmesini beklemek yerine sorumluluğumu üstlendim ve müziğimle, konumumla mücadele ettim. Dolayısıyla yaklaşım değişti. Çünkü her şey müziğine ilgi yaratmak, dinleyici çekmek, pazar oluşturmakla ilgili. Bunu başardığında girişimcinin endişesi yok oluyor.
Albümler bittikten sonra dinlemeyi sevmediğinizi, birçok CD’nizi yayımlandıktan sonra dinlemediğinizi söylüyorsunuz. Konseri plağa tercih edenlerden misiniz? Geçmiş kayıtların analizini, eleştirisini yapmadığınıza göre, ilerlemek için hangi yolu seçtiniz?
– Bir proje için uzun süre düşünüp, uzun süre çalışıyorum. Kaydediyorum, miksajıyla uğraşıyorum. Ürünün (product) iyi olması için elimden geleni yapıyorum. Bu süreçte birçok şey öğreniyorum. Bitince, beğensem de beğenmesem de, bu noktada takılmak yerine yeni projelere, ürünlere odaklanıyorum. Duke Ellington’a en iyi albümünü sormuşlar: Gelecek albümüm, demiş. Ellinton değilim, sadece gelişim sürecimi anlatıyorum.

Her yeni gün bir mucizedir

Bir mucize olsa, tek konser için geçmişe ışınlanma fırsatı sunulsa, hangi tarihi ve grubu seçerdiniz?
– Fantezileri pek sevmem. Geçmişte birçok mucizevi olay yaşadım. Zaten planla, programla mucize olmaz; anlık bir şeydir, yaşanıp geçtiği için sıradışıdır. Tekrar yaşandığında mucize özelliği kalmaz. Soluk aldığın sürece, her an bir mucizeyle karşılaşma ihtimali var. Sabah gözünü açıp yeni bir güne başlamak, önünde uzun bir gün olduğunu hissetmekten daha mucizevi ne olabilir ki hayatta?
40 yılınız turnelerde geçti, bu bir avantaj mıydı, dezavantaj mı?
– Geçmişle ilgili hiçbir pişmanlığım yok. Hep ileriye bakarım. Yaşadığım her an büyük armağan, bu deneyimlerin toplamı beni yarattı. Daha çok deneyim  Hiçbirini değiştirmek, silmek istemezdim. Ayrıca tek noktada kalmayı düşünemem bile. Geçmişte iki kez İstanbul’a geldim: Joe Handerson, Nancy Wilson’la. Üçüncüsünü dört gözle bekliyorum mesela. Bakalım bu kez Türkiye bana neler sunacak, ben neler sunabileceğim. Turnelerde yerel müzikçilerle tanışma fırsatı olmaz, kulüplere gitmem. Bu kez dört gün İstanbul’dayım, dilerim gençlerle karşılaşırım.
Bugüne kadar çok az cazcı solo kontrbas albümü kaydetmeye cesaret etti. Böyle bir meydan okuma projeniz var mı gelecekte?
– Sizi sıkmadan böyle bir albüm kaydetmenin yolunu bulabilirsem, neden olmasın? Sadece en büyük arzularımdan biri olmadığını söyleyeceğim. Kimseyi sıkmak istemem…
Peki, nedir en büyük arzunuz?
– Nasıl yani?
Müzikteki en büyük arzunuz: Yıldızlardan oluşan bir big band eşliğinde konser vermek, hiç denenmemiş bir enstrüman harmanı denemek, çok farklı bir albüm kaydetmek gibi. 
– Yıldızlar orkestrası eşliğinde konser vermek gibi bir hayalim yok. Bir sonraki albümle ilgili birçok fikir var. Henüz karar vermedim. Yaylı çalgılar beste yapmak istiyorum. İnsan sesiyle çalışmaktan hep hoşlanmışımdır. Bunu deneyebilirim.
İstanbul’a geldiğiniz dörtlüyle ne kadar zamandır çalışıyorsunuz?
– Davulcu Ed Strickland, New Scool’da öğrencimdi. Çok yetenekli. İlk kez turne ekibine alıyorum. Piyanist George Colligan’la 7-8 yıldır birlikteyiz. Vibrafoncu Stephan Harris ise caz dünyasına girdiğinden bu yana benim grubumda.

(Serhan Yedig / Hürriyet / 10 Mayıs 2007)

Linkler

Biyografisi

Facebook hayran sayfası

 

Share.

Leave A Reply

12 − seven =

error: Content is protected !!