Brad Mehldau / Piyanodaki genç Werther

0

Charlie Haden’ın “Yaratıcılığı en fazla ciddiye alan, müziğe derinlemesine bakabilen tek genç cazcı,” Wayne Shorter’ın ise “Kalkacak ilk uzay gemisinin kaptanı” dediği piyanist Brad Mehldau caz eleştirmenlerine göre 1960’lardan bu yana caz dünyasına giren en yaratıcı piyanist. 1997 sonrasında birbiri ardına yayımlanan beş “The Art of The Trio” albümüyle iddialı bir başlangıç yaptı. Ardından solo albümü “Elegiac Cycle”da Bill Evans’ın “Conversation With Myself”ini çağrıştıran zorlu iç keşif serüvenine tanık olduk. Özel hayatı da Evans’ınki gibi dalgalı olan Mehldau çok nadir röportaj veriyor. Ufuk açan triosuyla 2001 ve 2003’te İstanbul Caz Festivali’ne gelmişti. Eski defterleri karıştırdık, 1999’da Down Beat ve Jazizz dergisinde yayımlanan iki röportaj çıktı, metinleri harmanladık.

 

Brad Mehldau sizi yine dünyaya bilinçle baktığınız günlere döndürmeye kararlı. Radiohead gibi ortanın solunda danseden ve sivri diliyle tanınan rock gruplarının ünlü parçalarını çalmasına karşın onlar gibi kafanıza çakarak bilinçlendirmiyor. Mütevazı bir akustik caz triosunun lideri olarak rocktan çok daha güçlü ögelerle yani, derin, zengin ve düşündürücü bir müzikle iç dünyanızda dalgalar yaratmaya çalışıyor. Bunu piyanodaki ifade gücüyle yapıyor.
“Sizi küçük bir serüvene çıkarmak ve hayatınızı değiştirmek istiyorum” diyor, amacını hiç saklamadan söylerken. “Belki beceririm, belki de beceremem. Görelim bakalım, saf bir müzikle ruhunuzda kıpırtı yaratabiliyor muyum.”
Bunu bal gibi becerir, hatta yapıyor da. Son birkaç yıl içinde yeni caz dinlemeye başlayan binlerce gencin ruhunu dalgalandırmayı becerdi. Ayrıca iyi müziğin farkedilmek için avaz avaz bağırmasının gerekmediğini, sadece sahici ve amacına uygun olmasının gerektiğini gösterdi.
“Dinleyicilerin son yıllarda nelere tepki duyduğunu biliyorum. Plak firmalarının satış bölümlerinin ya da medyadaki pazarlama ağının sanatçılar için yarattıkları cilalı imajlardan midelerinin bulandığını farkediyorum” diyor Mehldau. Çocukluğu Conneticut’da geçen, New York’taki New School For Social Research’de klasik müzik öğrenimi gördüğü sırada caza atlayan 28 (şimdi 30) yaşındaki genç piyanist müzikte “kalıcı” olabilmek için bazı ön koşulları yerine getirmek gerektiğine inanıyor:
“Besteci ya da başkalarının eserlerini seslendiren yorumcu müzikal açıdan ikna edici olmayı başardığında yaptığı iş kalıcılığı garantiler. Aslında sadece caz standartlarını seslendirerek bile yapılacak o kadar çok iş var ki.”
Dört yaşında piyano çalmaya başladı Mehldau. Altı yaşından 14 yaşına kadar ders aldı. Ağır bir klasik müzik eğitiminden geçti. 1988’de New York’a yerleşip Jackie McLean, Jesse Davis, Peter Bernstein, Joshua Redman gibi isimlere eşlik etti. Mehldau’nun solist kariyeri 1995’te yayımlanan “Introducing Brad Mehldau” albümüyle başladı. O günden bu yana genç piyanistin merakla bekleyen dinleyici kitlesi yayımlanan her albümle, her konser turnesiyle katlanarak artıyor. Aynı zamanda her yeni çıkışı, caz dünyasında geniş yankı uyandırıyor. Mehldau’nun, (İlhan Erşahin’le de çalan) basçı Larry Grenadier ve davulcu Jorge Rossy’yle kaydettiği üç “The Art of The Trio” (Trio Sanatı) albümü, bir yandan bir caz üçlüsünün ele aldığı caz standartlarını sınırları zorlayacak kadar genişletip sonra tekrar huzur dolu atmosfere geri döndürme konusundaki maharetini sergilerken diğer yandan üçlünün bu yolda kat ettiği aşamaları ortaya koyuyor. Albümlerdeki Mehldau besteleri ile pop yorumları da aynı araştırma duygusunu taşımakla birlikte klasik romantizmin içe dönük, daha koyu tonlardaki ritmleriyle örülmüş.

Piyanoyla teke tek hesaplaştı

Hiçbir Mehldau albümünde Klasik Batı Müziği etkileri 1999’da yayımlanan Elegiac Cycle’daki kadar belirgin değil. Duyguların zekice sergilendiği bu albümde  piyanist triosuyla olduğundan çok daha özel bir atmosferde, daha içten, yalnızlığı vurgulanmış şekilde ortaya çıkıyor. Evinin salonunda tek başına piyano çalıyormuşçasına samimi, doğal tınlıyor bu CD’de. Buna karşın Mehldau bu güne kadar cesaret edemediği sanatsal ve teknik deneylere girişiyor.
“Şimdi dinlediğimde, benim için yepyeni bir çıkış noktası olduğunu görüyorum” diyor albümden bahsederken. “Önemli bölümü piyanoyla bir hesaplaşma. Piyanonun yansımaları, kendine eşlik etme denemeleri ve tüm piyanoyu kullanma çabası. Uzun zamandır solo piyano çalıyorum. Ama hep evde. Gerçekten kıymetli bir şeyler söylediğime kendimi inandırmam epey zaman aldı. Geleneksel çizgiyi yansıtan ya da benden önce benden çok daha iyi söylenmiş şeylerle bir albüm yapmayı hiç düşünmedim. Çağ açan müthiş bir piyanist filan değilim. Çok özel bir şeyler bulmaya çalıştım. Sanırım uzun zamandır çalıştığım klasik literatürün ve caz emprovizasyonunun karışımından oluşan bir yapı geliştirdim. Bu açıdan bakıldığında klasik etkileri yansıtmayan üçlü çalışmalardan oldukça farklı, yeni bir çıkış noktası oldu.”
Mehldau solo konserler vermeye 1999 Kışı’nda kız arkadaşıyla birlikte kaldığı ve Almanca dersleri aldığı Doğu Berlin’de başladı. “Kız arkadaşımla küçük bir daire ve piyano kiraladık. Elegiac Cycle’ın büyük bölümünü orada yazdım. Bu arada , hafta sonlarında Avrupa’nın çeşitli kentlerine gidip solo konserler veriyordum.”
Caz tarihinde derin iz bırakan piyanist Bill Evans’a benzetilmesinden epeyce rahatsız. “Aslında, sanırım çok fazla Bill Evans dinlemedim. Çünkü onun yaklaşımına tutkuyla bağlanamadım hiç. Bir şeyler vardı hep beni uzaklaştıran. Bir başka rahatsız eden şey fetişistçe yaklaşılması müziğine. Evet, büyük piyanist. Ama insanlar melodiye tutkuyla bağlı, Evans’ın da kullandığı bazı ifade biçimlerini kullananlarla karşılaşınca hemen etiketi yapıştırıveriyor: ‘Aaa Bill Evans!’ Gerçekte harika melodiler içeren o kadar çok eser var ki. Bir de şunu anlayamıyorum, Klasik Batı Müziği üzerinde araştırmalar yapan piyanistlerin neden illa onunla bir bağlantısı olsun ki? Beni klasik müziğe çeken izlenimcilerin eserleri değil, romantizmdi.”
Evans’la aralarında kurulan bir başka paralellik eroin bağımlılığı olabilir. Uzun zaman tedavi gördükten sonra yeniden uyuşturucuya başlayan genç piyanist şimdilerde “temiz” olduğunu söylüyor. Ayrıca eroinin yaratıcılığı artırmadığını, Coltrane, Bird, Jimi Hendrix’in uyuşturucunun olumsuz etkileriyle mücadele ederek yaratıcılıklarını koruduklarını söylüyor: “Uyuşturucu kullanmasalar kim bilir neler yaparlardı? Ben uyuşturucu aldığımda sanki otomatik pilotta çalmaya başlıyorum. Fakat uyuşturucu beni bir üst düzeye taşımıyor. Bıraktıktan altı ay sonra içimdeki enerjiyi nasıl emdiğini gördüm. Eroin gelişmemi engelledi. Şimdi zaman kaybını kapatmak için eşek gibi çalışıyorum.”

Formdan asla vaz geçmiyor

Üçlüsündeki arkadaşlarını ve müzikal sınırları zorladıkları günleri özlemekle birlikte solo konserlerin kendisini önemli noktalara taşıdığını söylüyor Mehldau: “Armonik olarak istediğim her yere gidebileceğimi keşfettim. Evet, üçlüyle çalarken armonik açıdan önemli bir telepati oluşuyor aramızda, özellikle Larry’nin büyük kulakları sayesinde oluyor bu. Fakat solo çalarken ortada senden başka hiçbir gerçeklik yok, istediğin her yere gitmekte serbestsin. Gerçi fırsatı bulup zincirlerinden boşanmış gibi çalma eğilimim yok. Yine de solo olsun, üçlüyle olsun emprovize müzikte beni çeken şey şu: Formu alıyorsun, üstüne müthiş soyutlamalar yapıyorsun ve yine form içinde kalıyorsun. Elimde, üzerinden sıçrayacağım, uzaklara açılacağım ve sürekli olarak göndermeler yapacağım bir formun olması hoşuma gidiyor.”
“Eserdeki tek ritmci, tek kronometre olmak kendimi çok rahat hissetmemi sağladı. Bununla birlikte, solo çalmak sürekli ve ileriye yönelen bir ritm bulma sorumluluğunu da omuzlarına yüklüyor. Ciddi bir ön çalışma gerektiriyor. Sağ elim bir şeyler çalarken sol elimin belli ostinato ritmlerinden arpeggioya kadar armoninin gerektirdiği birçok şeyi yapabilmesini sağlamak için çalışmak lazım.”
Mehldau’nun bu zorlu egzersizlerinin yararları üçlüsüyle yaptığı çalışmalara da yansıyor. Örneğin yıllırdır grubun repertuarında olan John Coltrane’in “Countdown”ını çalarken Mehldau sol elini çok hızlı kullanıyor, klavyenin en ucundaki tuşlarda yeni kazandığı güvenle geziniyor, ellerini çapraz yaparak tuşlarda bir aşağı bir yukarı dolaşabiliyor, geri sarılan filmde kırık bardağın tek parça haline gelmesi gibi birçok farklı temayı ansızın bir araya getirebiliyor. Yumuşak tempolu parçalarda bu illuzyon daha da belirgin. Mehldau iki eliyle melodi katmanları yaratıp, bunları bir sonatın bitişini haber veren kadanza dönüştürüyor. Sağ elden doğan bir nota, sol elden yavaş yavaş kayboluyor.
“Aynı anda birden fazla nota çalmak, fakat bunu caz piyanistleri gibi sol elimi pençeye dönüştürmeden yapmak istiyorum. Sese eşlik ve genel olarak melodi üzerine ciddi egzersizler yapıyorum. Egzersiz derken piyanoda çalışmadan müzik literatürünü okumaya, çeşitli albümleri dinlemeye kadar her tür entelektüel süreçten bahsediyorum. Fakat oturup çalmaya başladığımda yaptığım işin mümkün olduğunca entelektüel süreçten uzak olmasına özen gösteriyorum.”

Goethe’nin kahramanı için yazdı

Düşündürücü, zengin bir piyanistlik ciddi oranda zeka gerektiriyor. Mehldau yeteneğini geliştirmek için sahne dışında da ciddi zaman harcıyor. Zihinsel açlığı 30 yaşındaki bu genç piyanisti müziğe bakışını belirleyecek fikirlerle tanıştırmış. Bazen Mehldau’nun edebiyata bakışı doğrudan müziğinin içine uzanıyor. Örneğin 1997’de kaydettiği birinci Art Of The Trio albümünden “Minion’s Song”u ele alalım. 18.yy Alman Edebiyatı’nın büyük ismi Goethe’nin kahramanı üzerine yazılmış bu çalışma: “Bu romanda bir şiir var. Schubert, Schumann ve daha birçok besteci şiirden yola çıkarak liedler bestelemiş. Ben de aynısını yapmaya çalıştım.” Mehldau bununla yetinmeyip CD’nin kapağında Avusturyalı ozan Rilke’nin yazdığı “Orpheus’a Sonatlar”dan üçüncüsüne yervermiş. “Bu şiir müzikal açıdan bana ilham verdi, müzik çalmanın ne demek olduğunu gösterdi. Fikir şu: Müzik bir nevi zamansız, hiç bitmeyen bir şey.”
Western Cannon’ın yazarı, sanat eleştirmeni Harold Bloom’un kitapları Mehldau’nun sanatla ilgili düşüncelerinin doğruluğunu kendisine kanıtlamasında yardımcı oldu. “Yücelik fikrini nasıl anlamamız gerektiği, yüceliğe nasıl yaklaşmamız gerektiği konusunda görüşlerinden çok etkilendim” diyor Mehldau ondan bahsederken. “Onun ele aldığı Shakespeare. Fakat yaklaşımını rahatlıkla Beethoven ya da Coltrane’e de uygulayabilirsiniz. Temel yaklaşım olarak yüceliğin onu çevreleyen kültürden bağımsız olduğunu söylüyor. Son 15 yıldır müzik ve edebiyat eleştirmenliğinde egemen yaklaşım, sanatı onu çevreleyen politik atmosferle birlikte algılama yönünde. Eseri anlamak için esin kaynağını çözmek, onu ayrıştırmak gerektiğine inanılıyor. Shakespeare, Beethoven ya da Coltrane’de sanırım en hoşuma giden seni ayrıştırıyor olmaları. Böyle bir yapıyı çözüp parçalarına ayıramazsın, çünkü halihazırda  seni de içeriyor.”
Mehldau 1997’de New York’tan ayrıldı. Charlie Haden’ın, Quartet West efsanesinin doğduğu Los Angeles’e yerleşti. Şimdilerde hayatından memnun. “Bu çağda yaşadığım için talihin yüzüme güldüğünü, tarihsel açıdan çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Sevdiğim işi yapıyorum, akustik müzik çalıyorum, yaratıcılığımı sergiliyorum ve para kazanıyorum. Tek rahatsız eden şey sanatçılar arasında yaygınlaşan “pazarlanabilir” olmaya çalışma eğilimi. Bana sorarsanız cazın en büyük özelliği her an kendisini yeniden yaratması. Uzun zaman bir yerde tutulabilmesi imkansız.”
“L.A’in sevdiğim özelliği N.Y gibi coğrafi noktalara sahip olmaması. Gece yarısı West Hollywood’da bir kulübe gider ve metal müzikten big band’e kadar herşeyi dinleyebilirsiniz. Sanki hiçbir şey kutsal değil. L.A’de dinlediğim birçok şarkıcı-bestecinin çalışmasını heyecan verici buluyorum. Kulübe, konsere gittiğimde dikkat ettiğim tek şey çalınan müziğin sürpriz ögesi içermesi. Klasik, caz ya da pop kökenli olabir, farketmez; bir müzikçiyi dinlerken en hoşuma giden şey nefesinin kesilmesine neden olan, bundan  sonra ne yapacak, sorusu.”
Heyecan duygusunu korumak için olsa gerek, Mehldau’nun müzik serüverininde de bir sonraki adımı şimdilik tamamen belirsiz. Bildiği tek şey trioyla çalışıp gelişim çizgilerini sürdürmek için çaba harcayacakları. Genç piyanistin yukarı doğru yükselen ivmesi devam edecek ve bu gelişimi sanki hiç çaba harcamadan gerçekleştiriyormuşcasına rahat olacak. “Ben hedef saptama, amaç oluşturma manyağı değilim” diyor Mehldau. “Ruhsal kimliğimdeki gizlerden biri bu galiba. Biraz Doğu felsefesini çağrıştırıyor. Zamanı yaşamakla ilgili. Tuhaf bir zaman diliminde yaşıyoruz. Teknoloji beni çok korkutuyor. Çünkü hızla yayılıyor, çok çabuk değişiyor. Olgular gelişirken algılamalıyım. Teknolojik gelişimlerden herhangi birinini yakalayamıyorum, çünkü çok çabuk değişiyor. Dolayısıyla dinlediğim müzik akustik. Çünkü bu müzikle hiç rotanızı şaşırmazsınız. Tıpkı piyano gibi: İşe yaradığı kanıtlanmış, hala kullanılıyor. Kalıcılığı olan şeyleri seviyorum. Kendinizi rahat hissetmenizi sağlıyorlar.”

(Ed Enright/ Down Beat/ Haziran 1999, Torn Moon/Jazziz/Mart 1999, Derleyen: Serhan Yedig)

Linkler

Kişesel web sayfası

Biyografisi

Twitter hesabı

Share.

Leave A Reply

one × 4 =

error: Content is protected !!