Radu Lupu / Yorum ikna edici ve spontan değilse değeri yoktur

0

Davranışlarıyla, yorumlarıyla müzikseverleri hayrete düşüren Glen Gould, Ivo Pogorelich gibi sıradışı bir virtüöz Radu Lupu. Fransız müzik eleştirmeni Michel Schneider’a göre “günümüzün en otistik piyanisti.” Adeta bir koza içinde yaşıyor, gazetecilerden kaçıyor, sahnede piyano taburesi yerine ofis iskemlesine oturup dinleyicisiyle asla temas kurmuyor. Schumann yorumlarıyla 1995’te Edison Ödülü alan Lupu, 2010 Haziranı’nda İstanbul’a geldi ve bestecinin 200’üncü doğum günü nedeniyle piyano konçertosunu seslendirdi.

Glen Gould, konserde ve stüdyoda mırıldanarak, homurdanarak çalar, yaz ve kış paltosunu, eldivenlerini yanından eksik etmezdi. İnsanlarla temas etmekten o kadar rahatsız olurdu ki, sonunda dünyayla iletişimin sadece telefonla yürütmeye karar verdi. Ömrünün son 20 yılında sahneye çıkmadı. Vladimir Horowitz, “itiraf ediyorum, ben çok kötü bir adamım” deyip, eserlerin başını sonunu gönlünce değiştirerek çalar, eleştirmenlerle alay ederdi. Günümüz piyanistlerinden Martha Argerich’in en korkulan özelliği son dakikada konser iptal etmesi. Kontrat iptaline gerekçe olması için elini kesip, hastanelik olacak kadar gözü kara. Ivo Pogorelich, bütünü karartılıp tek noktası aydınlatılmış sahnelerde konser veriyor sadece. Eser arasında alkışa zaman ayırmıyor. 30 dakikalık Rahmaninov 3’üncü Piyano Konçertosu’nu tempoları yavaşlatıp 50 dakikada çalıp müzik eleştirmenlerini ve sabırsız dinleyicileri çıldırtıyor.

Dağdan gelmiş, köprüaltı çocuğu diyorlar

Rumen piyanist Radu Lupu ise Gould gibi dünyaya sırtını dönen müzikçilerden. Dünyayı dolaşıp yılda 80 konser veriyor, ancak dinleyicilerle, gazetecilerle temastan kaçınıyor. Son 30 yılda sadece iki röportajı yayımlandı. Tercihi, hakkında tek satır yazı yazılmaması. Dünya basını bu tavrı nedeniyle “keşiş” lakabını takmış. Tarak değmemiş sakalları, dağınık saçları, sahne kıyafetleri tepki çekiyor. “Dağlı”, “köprüaltı çocuğu” gibi hakarete dönüşen tanımlamalara muhattap oluyor. Örneğin The Independent “Köşe başında dilenen evsizler gibi görünüyor, tek farkı para topladığı kutunun bulunmaması” diye yazmış birkaç yıl önce. İnternette Radu Lupu adını aradığınızda karşınıza plak firmasının açtığı Facebook sayfası çıkıyor. Ancak sadece hayranlarının gönderdiği mesajlardan oluşuyor sayfa, Lupu’nun tek cevabı yok.

Lupu’nun sahnedeki üslubu da dikkat çekici. New York’taki resitalini izleyen bir Türk piyanist gözlemlerini şöyle anlatıyor: “Sahneye çıktığında izleyicilere öyle tuhaf bir yüz ifadesiyle baktı ki, unutamıyorum. Burada ne arıyorsunuz, başka işiniz mi yok, diyordu sanki. Konser sırasında, eserler arasında da başını kaldırıp etrafa bakmadı. Sanki dinleyiciyi yok kabul ediyordu.”

Bunlar Lupu’nun göze hitap eden özellikleri. Yorumculuğuna gelince…

“Herkesin farklı bir öykü anlatma üslubu vardır. İkna edici ve spontane olmalı, aksi halde hiçbir değeri yoktur” diyor Lupu. İdeal piyanist kavramını tanımlarken, virtüöziteye bakışıyla ilgili ayrıntı veriyor: “Gould, Horowitz gibi bana inandırıcı öyküler anlatan; sunum becerisi, teknik, bilgi, kültür, içtenlik, öngörü, karakter ve özgünlük gibi özellikleri bir araya getirebilen piyanistleri seviyorum.”

Zamanı durduruyor

Tarif ettiği özellikleri Lupu’nun yorumunda bulmak mümkün. “Konserleri sürprizlerle doludur, albümleri asla sıradanlaşmaz” diyor Le Monde’un müzik eleştirmeni Alain Lompech. Lupu piyanonun başına oturduğunda zamanın akışı yavaşlıyor. Dinleyicisi hayatın günlük telaşından uzaklaşıp farklı bir evrene ayak basıyor. Ele aldığı eseri dinleyicisinin önünde hücrelerine kadar ayrıştırıp, sonra yeniden toparlamayı, müzik tarihinin dev anıtlarını her seferinde farklı bir ışık altında sunmayı seven piyanistlerden. Tutkusu bir ressam gibi ton zenginliği yaratmak, renkleri, gölgeleri kullanarak müziğe boyut kazandırmak. Enstrümanı aslan gibi kükremiyor, küheylan gibi şahlanmıyor. Buna karşın yaşlı bilge sevecenliğiyle öyküler anlatıyor, gökkuşağı makinesi gibi renk saçıyor.

Rus ekolünden gelse de, Lupu’nun ses evreni Alman ve Avusturyalı bestecilerle sınırlı. Beethoven, Haydn, Mozart, Brahms ve özellikle Schubert, Schumann’dan vazgeçmiyor. Konçertoların yorumcuya emprovizasyon imkanı sunan bölümlerinde kendi kadanslarını çalmayı tercih ediyor. Repertuvarını genişletmek yerine, daraltıp mükemmelleştirme çabasında. İki yıl önce La Scala’da opera izlerken tesadüfen yanına düşen Amerikalı gazeteci Andrew Patner, kendisini sadece bir hayranı olarak tanıtıp sormuş: “Maestro, repertuarınızı daraltıp, aynı eserleri defalarca ve her seferinde daha etkileyici çalıyorsunuz. Galiba günün birinde resitalleriniz tek eserden oluşacak…” Lupu’nun cevabı tebessümle birlikte gelmiş: “Nerden bildiniz?”

Lupu bugüne kadar ağırlıklı olarak DECCA’dan yayımlanan 80’i aşkın albümüyle Grammy dahil birçok ödül kazandı. En iyi Schubert, Schumann yorumcusu ilan edildi. Buna karşın hayranı kadar sevmeyeni var. Lupu hakkında konuşmak için aradığımız, isminin yazılmasını istemeyen bir başka piyanistin söyledikleri bu açıdan dikkat çekici.

“Birkaç yıl önce gittiğim şehirde Lupu’nun resitali olduğunu öğrenince heyecan içinde bilet aldım. Schubert yorumunu dinlemeye gittim. Fakat eserin tempolarındaki değişiklik bir yana tüm yaklaşımını öylesine farklı kurgulamıştı ki ne yapmaya çalıştığını kavramakta zorlandım…”

(Serhan Yedig / 5 Haziran 2010 / Hürriyet Gazetesi)

SAHNEDE AŞIK OLDU
1945 Kasımı’nda, Romanya’nın Galati kentinde Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğan Lupu, altı yaşında piyanoya başladı. 12 yaşındaki ilk konserinde kendi bestelerini de seslendirdi. Budapeşte Konservatuvarı’ndan sonra burslu olarak Moskova’daki Çaykovski Konservatuvarı’na kabul edildi. Sviatoslav Richter, Emil Gilels gibi efsanevi isimleri yetiştiren Heinrich Neuhaus’un ve oğlu Stanislav’ın öğrencisi oldu. Artur Schnabel’in en sevdiği öğrencilerinden Maria Curcio’yla çalıştı. Soğuk savaş atmosferinin yaşandığı 1966’da, ABD’nin en önemli piyano yarışmalarından Van Cliburn’u kazanıp bir gecede şöhrete kavuştu. 21 yaşında konserden konsere koşup şöhretini pekiştirmek yerine, teklifleri geri çevirip öğrenimini sürdürdü. 1969’da Leeds ve George Enescu yarışmalarında birincilik aldı. Sonraki yıllarda Schuman yorumlarıyla Edison, Schubert’le Grammy ödülü kazandı. Lupu, İsviçre’nin Lozan kentinde yaşıyor. Özel hayatı konusundaki bilgiler sınırlı: İyi bir briç oyuncusu, zincirleme sigara içen bir tiryaki. Bugüne kadar hiç evlenmemiş. 1990’larda bir konser sırasında gözgöze geldiği Hannover Senfoni Orkestrası çellistine aşık olduğu, bugün Londra’da yaşayan 20 yaşlarındaki oğlunun bu kısa ilişkiden doğduğu söyleniyor.

Linkler

Biyografisi

Facebook sayfası

Share.

Leave A Reply

18 − 12 =

error: Content is protected !!