Keith Jarrett / Yeni bir aşkın ortasındayım

0

Amerikalı piyanist Keith Jarrett 1996’da, Standards Üçlüsü’yle İstanbul Caz Festivali’nde çaldığı günlerde, müzik hayatında kritik bir dönemecin eşiğindeydi. Şöhrete kavuşmasını sağlayan solo konserleri bırakmaya karar vermişti. Gelecek için önemli planları vardı. Fakat İstanbul’dan ayrıldıktan kısa süre sonra kronik yorgunluk ve bağışıklık yetmezliği sendromuna yakalandı. Virütik olduğu düşünülen sendrom nedeniyle elini kıpırdatacak enerjisi kalmadı. Ardından 20 yıllık eşi evi terk edince derin bir şok yaşadı. Bu dönemde geçmişteki kayıtları birbiri ardına yayımlanıyordu, durumu uzun süre fark eden olmadı. 2008’de Londra ve Paris solo konser kayıtları “Vasiyet” başlığıyla yayımlandığında yaşadıkları ortaya çıktı. Üstelik bunları albüm notlarında kendisi yazmıştı. İşte 2012 Temmuzu’nda bir kez daha üçlüsüyle İstanbul’a gelen Jarrett ’ın bir zafer, birer boşanma ve aşk, 15 albüm sığdırdığı son 16 yıllık öyküsü…

1998’in son günlerinde hayatının en zor dönemini yaşıyordu Keith Jarrett . İki yıldır New Jersey yakınlarındaki 18’inci yüzyıldan kalma çiftlik evine kapanmıştı. Kronik yorgunluk ve bağışıklık sistemi yetmezliği sendtromuyla (CFIDS) mücadele ediyordu. Nedeni, tedavisi tam olarak bilinmeyen, solunum yoluyla bulaştığı düşünülen virütik bir enfeksiyondu bu. İlk başka grip sanmıştı. Boğaz ağrısını şiddetli kas ağrıları, ışık, koku ve ses hassasiyeti izledi. Sersemletici uykusuzluk, nihayet depresyonun kapısını araladı.
Parmağını kıpırdatacak enerjisi yoktu.

Albümlerini dinledi, müziğini sorguladı

1979’dan beri hayatını paylaştığı Rose Ann bu süreçte en büyük desteğiydi. Noel yaklaşıyordu ve eşine özel bir hediye vermek istiyordu. Samanlıktan bozma stüdyosunda uzun zamandır kapağını açmadığı piyanosunun başına oturdu, kayıt sistemini çalıştırdı. Sonraki birkaç haftada, kısa zaman dilimleri içinde kayıt yaptı. Eşine noel armağanı olarak vereceği emprovizasyonun yanı sıra iki geleneksel ezgi, sekiz caz standart yorumlamıştı. Bu kayıtlar ertesi yılın sonunda “The Melody at Night With You” adıyla yayımlandı. Kısa bir ithaf notu yazmıştı albüme: “Müziği duyan, bunu bana geri veren Rose Ann’e…” CD, Down Beat Dergisi’nin eleştirmenlerince yılın en iyi iki albümünden biri ilan edildi.
2001’de “En İyi Caz Solosu” kategorisinde Grammy’ye aday gösterildi. Beklenmedik satış rakamlarına ulaştı…
CFIDS ile mücadele ettiği günlerde Jarrett eski albümlerini dinlemiş, müziğini sorgulamıştı. Köklü bir dönüşüme karar vermişti. 1999’da radyocu Doug Watson’la yaptığı, YouTube’de dinleyebileceğiniz söyleşide dramatik bir ifadeyle anlatıyor bu süreci.
“Yıllardır röportajlarda solo konserlerin ne kadar tehlikeli olduğunu anlatıp duruyorum. Tek başına bir uçurumun kenarına tırmanmak gibi bir iş bu. Yarattığı müthiş strese karşı koymak çok zor. Denemenizi hiç tavsiye etmem. Tüm bu gerilimden sonra CFIDS’e yakalanmam hiç şaşırtıcı değildi. Hastalık döneminde umutsuzca eski kayıtlarımı dinledim. Belki de artık hiç piyano çalamayacaktım. Ve benden geriye bunlar kalacaktı. İşte o anda geçmiş kayıtlardan hiç hoşlanmadığımı hissettim. Günün birinde tekrar piyano başına oturursam asla yapmayacaklarımı, değiştireceklerimi belirledim…”
Klasik müzikle uzun flörtten sonra cazın köklerine, bebop yıllarına dönmeye karar vermişti Jarrett . Solo konserlerden mümkün olduğunca uzak duracaktı. Üçlüyle çalışmalarına ağırlık verecekti. Ve Standards Üçlüsü, 1983’ten bu yana müziğindeki en büyük dönüşümü yaşayacaktı…
“Gary ve Jack’le hiç prova yapmazdık. Hastalıktan sonra konserlere başlamadan bir süre prova yaptık. Onlara uzun uzun anlattım düşündüklerimi. Hemen kavradılar. Yeniden konserlere başladık. Standards Üçlüsü yıllar önce doğal bir şekilde bir araya gelmişti. Bir plan ürünü değildi. Biz hiç plan yapmadık. Belki de bu sayede bir aradayız…”

Eşi terk etti yine dibe vurdu

Standards Üçlüsü, 1999’da sahnelere döndü. Sonraki üç yılda konser kayıtlarından yedi albüm yayımladı. Keith Jarrett ise ısrarlara dayanamayıp 2002’de solo konserlere başladı. “Sıfır malzemeyle piyanoya oturup, sahnede bir ses evreni yaratma çabası” diye nitelendirdiği resitallerde geçmişin birikiminden uzak durdu. Çünkü eski yaklaşımı artık ona mekanik geliyordu. Yepyeni, akışkan bir müziğin peşindeydi. Kayıtları yayımlanan 2006 Carnegie Hall konseri bunun ilk önemli işaretiydi. Ardından gelen 2008 Paris-Londra konserleri ise uçuruma sürüklendiği anda, yaratıcılığının nasıl doruğa ulaştığını gösteriyordu. Mahremiyetine çok özen gösterse de, konser kaydının albüm notlarında başına gelenleri detaylarıyla anlatmıştı.
“2008’de Japonya’daki kayıtlar solo konserlerde o güne kadar ulaştığım en yüksek noktaya vardığımı gösteriyordu. Sonraki konserlerde bundan iyisini çalabileceğimden kuşkuluydum. O günlerde eşim evi terk etti, bir anda boşluğa yuvarlandım ve hayatta kalma mücadelesine giriştim. Çantamı hazırlayıp turneye çıkmak bir kurtuluş yolu gibi göründü. Olimpiyatta yarışmak gibi enerji isteyen resitallere gücümün yetip yetmeyeceğini bilmiyordum. Başaramazsam, bu hezimet kalıcı olacaktı. Öğrencilerime verdiğim öğüt, nihayet benim için de büyük bir gerçekliğe dönüşmüştü: Her konserini hayatının son konseriymiş gibi düşün! Londra’ya vardığımda küçük bir sinir krizi yaşadım. Şehir noel heyecanına bürünmüştü, kendimi çıldırtıcı bir trafikte otomobilin içinde, yanımda karım olmadan, yapayalnız buldum. Pencereden kaldırımdaki mutlu çiftleri seyrediyordum. Kuliste bize yemek hazırlayan zeki, nüktedan aşçı kadınla tanıştım, epeyce sohbet ettik. O kadın da sevgilisini bir süre önce kaybetmişti. Hep karımı düşündüğümü, buna engel olamadığımı söyledim… Ve sonunda sahneye çıktım…”
2000-2011 arasında her yıl Down Beat eleştirmenlerince yılın caz piyanisti seçilen Jarrett, albümün yayımlandığı yıl dergi okurlarının oylarıyla “Adı Tarihe Yazılan Cazcı” ilan edildi…

Aşk kapıyı çalınca

Keith Jarrett ’ın son büyük çıkışı geçen yıl nisanda Brezilya’da verdiği resitaldi. Bu kez Rio’ya mutlu gitmişti. Sahneye çıkmadan önce telefonla 18 bin kilometre ötedeki dostunu aradı, sohbet etti. Sonra piyanonun başına geçip yaklaşık iki saat çaldı. Sahneden indikten sonra kayıtlarını dinlediğinde büyük bir şaşkınlığa düşecekti. “Bundan sonra, bundan iyisini çalmam mümkün mü” diye düşünüp, hemen telefona sarıldı. Almanya’yı, ECM plak firmasının sahibi Manfred Eicher’i aradı: “Tüm planları bir kenara bırak, önce bu albümü yayımlamalıyız!” Rio ismiyle yayımlanan albüme caz eleştirmenlerinin yorumu ise iddialıydı: “Yeniden doğuş.” Jarrett’ın Jazzwise’dan Stuart Nicholson’a söylediğine bakılırsa, mucizenin nedeni yeni bir aşktı…
“Sahnedeki ruh halimde umut baskındı. Sanıyorum bu en önemli öge… Hayatım bir süre önce çarpıcı şekilde değişti, hiç değilse şimdilik böyle… Dünyanın öteki köşesinden biriyle, yeni bir aşkın ortasındayım… Umut hayatımdaki diğer değişikliklerden çok Japon arkadaşımdan kaynaklanıyor….”
İşte böyle… 16 yıl sonra, 67 yaşında, İstanbulluların karşısına yeni bir aşkın umuduyla çıkacak Keith Jarrett. Yanında 29 yıllık iki yol arkadaşı olacak: 70 yaşındaki davulcu Jack DeJohnette ve 77 yaşındaki basçı Gary Peacock. Yaş ortalamasının yüksekliği sizi yanıltmasın. Üç caz bilgesinin ruhu hâlâ genç. En azından Jarrett’ın üç ay önce Keybord dergisindeki röportajda, kahkahalar eşliğinde söyledikleri bunu gösteriyor…
“Geçenlerde tam sahneye çıkarken Gary, daha önce ondan duymadığım bir şey söyledi: Haydi çocuklar bu akşam seyircileri yıkıp geçelim… Neşeli bir akşamındaydı… Ben de gözlerinin içine bakıp şu cevabı verdim: Ben sadece birkaç güzel nota çalmak istiyorum…”
(Derleyen: Serhan Yedig / 15 Temmuz 2012 / Hürriyet)

DOĞAÇLAMA YAPMAK DOĞURMAK GİBİDİR
Kendimi hiçbir zaman piyanist olarak değerlendirmedim. Daha çok müzisyen olarak değerlendiriyorum. Sanki piyanonun başına oturduğumda o sesleri, müziği, melodiyi duyuyorum. Aniden o güzel melodiler, beklenmedik armonik hareket çıkıveriyor ortaya. Ben hep elimdeki enstrümanların yeteneklerini zorlamayı tercih ettim. Bu işe elimdeki piyanodan istediğim sesi elde edip edemeyeceğimi bilmeden giriştim. (…) Hiç kimse piyano başında benim gibi çılgınca deneylere girişmedi. Yaşadığım yoğun gerilim hareketle, sesimle boşalıyor. Diğer doğaçlamacıların piyano başında nasıl heykel gibi oturduklarını, çıt çıkarmadan çaldıklarını anlamakta zorlanıyorum. Doğaçlama yapmak kusmak, doğurmak gibidir.
Kıvrandırır…

DUYARLILIK STİLDEN ÖNEMLİDİR
Günümüzde cazcılar konuşurken hep stilden, teoriden bahsediyor. Ne yazık ki duyarlılıktan, geçmişle bağdan söz eden yok. Benim kuşağımdan ve ustalarımızdan hiçbiri stilden bahsetmezdi. Eğer dinlemeyi beceremiyorsan duyarlı olamazsın, geçmişle bağ kuramazsın. Dinleyiciler de bugün stile ve gösteriye odaklanmış durumda. İletişim çağında ölçütler değişti. Büyük, çarpıcı, dikkat çekici ürün peşinde herkes. Zekice pazarlama teknikleri duyarlılığın önüne geçiyor.

DİNLEYİCİ FORMDA OLMALI
Kitap okurken kendimi tamamen metne adarım. 400 sayfa okuduktan sonra bile yazarın sesini kavramakta zorlanmışsam, kitabı elimden bırakmam. Sonunda kavramayı başarırım. Eğer bu iradeyi göstermezsem eseri asla anlayamayacağımı bilirim. Günümüz dinleyicisinin bir müziğe ilgisini odaklama süresi çok kısa. Karmaşık şeylerle ilgilenmiyorlar. Sanıyorum müzikseverler formda olmaları gerektiğini unutuyor. Kuşkusuz bu iyi müzik dinleyerek ulaşılacak bir nokta. Yoksa çalınan müziği nasıl algılayacaksın? Ne türde olursa olsun, iyi müziği duyacak, içindeki farklılığı kavrayacak durumda olmalısın… Buna karşın sahnedeki müzikçilerin de çabası yetersiz olabiliyor. Bazen uzun bir soloda sadece tek notayı yeterince şevkle, inançla çaldıklarını görebiliyoruz…

ÖNCE HAVA TEMİZLİĞİ
Konserlere, özellikle de resitallere, hafızamdaki etkileşimleri silerek başlarım. Bir tür hava temizliğidir bu. Sonrasında saf bir müzik çıkar ortaya. Pek çok kişi bunu anlamıyor. “Mutlaka atonal mi başlamanız, hırçınlık mı sergilemeniz gerekiyor” diye soruyorlar. Bir bakıma evet… Sıçramak için önce kelepçelerden kurtulmak, yerçekiminin müthiş gücüne karşı koymak gerekiyor. Konserin başında bunu başarırsam güvenle yoluma devam ediyorum ya da yere çakılıyorum…

STEINWAY’İN AVRUPALISI
Amerikan yapımı Steinway piyanolar sürprizlerle dolu. İyine rastlarsanız çok iyi, fakat kötüleri gerçekten çok kötü olabilir. Bu istikrarsızlık klavyelerinde bile görülür. Pek mükemmel olmayan böyle bir piyanoya rastladığımda önce klavyeyi keşfetmeye çalışırım. Hangi notalarda olması gerekenden parlak ya da mat olduğunu ezberlerim, konserde buna göre çalarım. Bugüne kadar tüm solo konserlerimi Alman yapımı Steinway’de kaydettim, sadece Rio istisnaydı.

SANKİ SAVAŞ MEYDANI
Benim işim müthiş müzik yapmak değil, bilinçlenmek. Algıladıklarım ve ürettiklerimi doğru kavramak. Ben bir müziğin ortaya çıkmasını sağlıyorum, bu iş yapılmalı, ben de yapıyorum. Eğer bir konserde kötü çalarsam, yıkılıyorum. Sanki kendimi zehirliyorum. Müziğin kurbanı haline dönüşüyorum. Sanki konser turneleri birer kahramanlık girişimi. Bu kadar enerji nereden çıkıyor, bilmiyorum. Sanki savaş meydanındayız, siperlerde savaşılıyor, birileri ölüyor, birileri diğerlerinin hayatını kurtarıyor…

BEŞ YAŞINDA TV’YE ÇIKTI

Keith Jarrett , Pennsylvania’nın Alman göçmenler tarafından kurulan şehirlerinden Allentown’da, İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği gün doğdu. Beş erkek çocuğun en büyüğüydü. Alman-Flaman kökenli babası Daniel emlakçıydı. Hastanede sekreterlik yapan annesi Irma’nın kökeni ise Macar çingenelerine dayanıyordu. Ian Carr’ın “The Man And His Music” adlı Jarrett biyografisinde yazdığına göre, Bayan Irma, Christian Science tarikatı üyesiydi. Onun teşvikiyle eşi de mahalledeki kilisenin başkanlığını üstlenmişti. Keith’in müzik yeteneği 1,5 yaşında ninnileri ezberlediğinde ortaya çıktı. Üç yaşında piyano derslerine başladı, beş yaşında ilk kez TV’ye çıktı. Genç yeteneklerin tanıtıldığı programda piyano çaldı. Sekiz yaşında evlerine alınan kuyruklu piyanoya aşık oldu. Özel derslerle kendini geliştirdi. Restoranlarda akşam piyano çalarak para biriktirdi. Genç müzikçiye caz virüsünü bulaştıran ise piyanist Ahmad Jamal’in “Portfolio” albümüydü. Dinlediği gün caza geçmeye karar verdi. 18 yaşında liseyi bitirip müzik eğitimi için Boston’a, cazcıların Kabe’si Berklee Koleji’ne gitti. Buradaki nikah salonlarında çaldı. Bir yıl sonra okulu bırakıp New York’a taşındı. Art Blakey Jazz Messengers’la başlayan gerçek caz macerasında Charles Lloyd Dörtlüsü’yle şöhret kazandı. 1970’te Miles Davis’in grubuna katıldı. Aynı dönemde Avrupa’da yayımlanan solo albümlerle adını tüm dünyada duyurdu. 1983’ten itibaren klasik müzik albümleri kaydetmeye, ertesi yıl Standards Üçlüsü’yle konserler vermeye başladı. Jarrett’ın bugüne kadar 71 caz, 15 klasik müzik albümü yayımlandı. İki evliliğinden iki oğlu oldu. Noah, caz basçısı ve besteci. Gabriel ise davulcu.

Linkler

Keith Jarrett: Melodi öldü, çünkü günümüz kültürü melodiyi hak etmiyor

Share.

Leave A Reply

5 × three =

error: Content is protected !!