Kayhan Kalhor / Erdal Erzincan’ı, Yo-Yo Ma’ya İpekyolu projesi için önereceğim

0

İranlı müzikçi Kayhan Kalhor, Ortadoğu’nun otantik çalgılarından kemançayı son 10 yılda yeniden dünya müziğinin gündemine soktu. Çalışmaları son dört yılda iki kez Grammy’ye aday gösterildi. Bu arada Yo-Yo Ma’nın İpekyolu projesinde yer aldı, birlikte iki albüm kaydetti. Kalhor , ECM’den yayımlanan son albümü “The Wind”de Erdal Erzincan ve Ulaş Özdemir’in bağlaması eşliğinde emprovizasyonun derin sularına dalıyor. Dört Anadolu, üç İran ezgisi üzerine büyüleyici bir dünya kuruyor. Kalhor – Erzincan ikilisinin Avrupa ve Amerika’daki konserleri kadar, yeni albümleri de dünya basınında övgüyle karşılandı. Kalhor, Erzincan’la çalışmalarını sürdüreceğini, hatta İpekyolu projesi için Yo-Yo Ma’ya tavsiye edeceğini söylüyor.
Uzun yıllar önce Türkiye’ye geldiğinizi ve bir süre kaldığınızı duydum. Ne zaman geldiniz, ne kadar kaldınız?
– İran’da savaş vardı, müzik öğrenimi görmek için Batı’ya gitmek istiyordum. 18 yaşındaydım. 1982’de bir arkadaşımla İstanbul’a geldim. Yaklaşık 6 ay Aksaray’da bir otelde kaldım. Biraz dil öğrendim, yerel müziği inceledim. Sonra İtalya’ya gittim. Yanımda İstanbul’dan aldığım, bağlama ağırlıklı, halk müziği kasetleri vardı. İtalya ve Kanada’daki yıllarda hep yeniden İstanbul’a gelmek istedim, çünkü çok sevmiştim bu şehri. Ama fırsat olmadı.
ABD’de ilk albümünüzü yayımlayan Anadolu müziğiyle çok yakın bağları olan Traditional Crossroads firmasının sahibi Harold Agopyan’dı. Anadolu müziği üzerine ortak bir proje yapmayı düşünmüş müydünüz?

– Evet ilk albümümü Agopyan yayımladı. Bu konuda herhangi bir konuşmamız olmadı.

Bağlama geleneğini küçümsemeyin

Fars müzik geleneğine yakın Klasik Türk Müziği’nden tambur, ney gibi bir çalgıyla ikili çalışma yapmak yerine neden halk müziği geleneğini, bağlamayı tercih ettiniz?
– Çünkü Osmanlı müziği, saray müziği. Üstelik bugün Türkiye’de piyasadaki örneklerinde emprovizasyona pek yer yok. Oysa halk müziğinde var. Dahası Türkiye’de iki müzik türü arasında, bence sınır çizilmemeli, bu tür bir kategorizasyon yapılmamalı. Sadece yaklaşımları, yorumları farklı. Bağlama geleneği de klasik sanat müziği kabul edilmeli. Bu gelenek milyonlarca kişinin yüreğinde, belki bu açıdan toplumda Osmanlı saray müziğinden çok daha etkili. İran’da da saray müziği ve klasik müzik arasında ayrım var. Saray müziği belli bir döneme ait, bu açıdan müzelik. Klasik müzik, halk müziği geleneğine çok yakın.
Türk Halk Müziği geleneğine ilginiz zaman içinde nasıl gelişti, neden Erdal Erzincan ’la çalışmayı tercih ettiniz?
– Tahran doğumluyum ama Kürt kökenliyim. Doğu Anadolu müziği ile İran halk müziği arasında çok köklü bağlar, benzerlikler var. Bununla birlikte İran’da 7 milyon Azeri yaşıyor, bunların 3 milyonu Tahran’da. Azeri kültürünü de özümseyerek, severek büyüdüm. Yani sınırlar hiçbir şey ifade etmiyor. İran ve Türkiye geçmişte tek ülkeydi, birlikte yaşıyorduk, kültürlerimiz iç içeydi. Türkçe’de birçok Farsça, Farsça’da birçok Türkçe sözcük var. İran Kürtlerinde bağlamaya yakın tambur geleneği var, bu enstrüman tıpkı Alevilerde olduğu gibi dini ritüellerde kullanılıyor. Alevilerin bağlamayla ilişkisi, İran sufilerinin tamburla ilişkisinden çok daha eski, köklü. İran’da tambur, Türkiye’de bağlama tasavvufta o kadar içli, estetik, yetkin kullanılmış ki, dini geleneğe çok yakın olmayan kişilerin de sevgisini kazanmış. Günlük hayata girmiş. Mesela Türkiye’de artık bağlama sadece Alevi kültürünün çalgısı değil, tüm topluma mal olmuş, evrenselleşmiş. Çocukluğumda tambur dersleri aldım, geleneği, repertuvarı öğrenmeye çalıştım. O kadar derinden sevdim ki bu geleneği, benzerlerine de ilgi duydum. Bu sayede Alevi ve bağlama geleneğini kendime çok yakın buldum. Türk müzikçilerle ortak çalışma yapmayı düşündüğümü söylediğim Hollandalı bir konser organizatörü arkadaşım Erdal Erzincan’ı tanıyormuş. Bana CD’lerini gönderdi. Virtüözitesinden etkilenmekle birlikte, albümlerdeki genel yaklaşımı pek sevmedim. Piyasa için yapıldıkları belliydi. Türkiye’ye geldim. Erzincan’la tanıştım. Ne yapmak istediğimi anlattım.
Neydi istediğiniz?
– Anadolu ve İran müziğinden eski, köklü ezgiler seçip bunların üstüne özgürce doğaçlama yapmak istiyordum. Erzincan , “ben de hep böyle bir şeyler yapmak istiyordum, ama Türkiye’de kimse ilgilenmez diye cesaret edemiyordum. Umarım birlikte çalışmamız bu alanda yeni bir yol açar” dedi. Harika bir müzikçi olduğunu anladım, bu andan sonra ortak çalışmamız başladı. Bugüne kadarki çalışmalarım arasında bence en özel albüm çıktı ortaya. Dikkatle dinlediğinizde iki ayrı enstrümanı sanki tek kişinin çaldığını hissedeceksiniz. Uzun yıllar aradığım işbirliğiydi bu. Gerçekten çok önemsediğim, değer verdiğim bir çalışma oldu.
İlk karşılaşmanız ne zamandı, albüm süreci nasıl gelişti?
– 2002 sonunda geldim. Bir hafta kaldım. Ulaş Özdemi r’in çok yardımı oldu. Her sabah Ulaş otele geliyordu, uzun uzun konuşuyorduk. Repertuvar seçmeye çalışıyorduk. Yaklaşık 50-60 albüm dinledim. Öğleden sonra Erdal Erzincan otele geliyordu. Doğaçlama üzerine çalışıyorduk. Erdal repertuvara alabileceğimiz çeşitli ezgiler çalıyordu. Erdal ve Ulaş’a düşünmek için zamana ihtiyacım olduğunu söyledim. CD’leri ve notları yanıma alıp, Türkiye’den ayrıldım. Altı ay sonra geri döndüm. 60-70 CD daha aldım. Bir yandan bunları dinlerken, bir yandan da her gün Ulaş ve Erdal’la buluşup olası repertuvar üzerine konuşuyordum. Doğaçlama yapıyorduk. Önceden program yapmadan, birlikte oturup 1,5-2 saati bulan doğaçlamalar yapmaya başladık. Bu arada repertuvarı da seçmiştik. Mesela Allı Turnam’ı çok çok özgür bir yaklaşımla yorumladık. Seçtiğimiz tüm ezgileri emprovizasyonu eksen alarak ele aldık. Hollanda’daki organizatör dostumuz İstanbul ve Ankara’da konserler ayarladı. Müziğimiz konserlerde müthiş bir akışkanlığa kavuştu. Ardından İstanbul’a geldim. Üç gün akşam üst üste kayda girdik. Tıpkı konser gibi üçümüz birden stüdyoya girdik, ara vermeden çaldık. Üç günde üç ayrı kayıt yaptık. İran’a döndüm, miksajını yaptım. Bu arada ECM’in sahibi Manfred Eicher’e İstanbul konserinin kayıtlarını gönderdim. Çok beğendiğini, yayımlayabileceğini söyleyince “Elimde daha da beğeneceğin kayıtlar var, üzerinde biraz çalışmam lazım” dedim. Eicher beni Oslo’ya davet etti, miksajı birlikte yapmayı önerdi. Albümün son halini birlikte verdik. Hemen ardından Hollanda’da bir turneye çıktık. Ekim ayında da ABD’de bir dizi konser verdik.
Albümün konser kaydı gibi hazırlandığını söylediniz, kes-yapıştır yöntemi hiç kullanılmadı mı?
– Günlerce üç kaydı dinledim, karşılaştırdım. Sonunda birini seçtim. Üzerinde çok küçük müdahaleler yapıldı.

İkinci ABD turnesi 2007’de

Albümün adı The Wind nereden geliyor?
– Rüzgarı ve bulutları düşünmüştüm önce. Bulutların rüzgarla şekil değiştirmesi ilginç bir süreçtir. Birlikte çalmak da boş bir tuvale resim yapmak gibidir. Bir bulut çizebilirsiniz mesela. Tuvaldeki desenin çalıştıkça şekillenmesi gibi, bulutlar da rüzgarla yepyeni şekiller alır. Albüme “The Play of the Clouds and Wind” adını koymak istemiştim. Bir önceki albümümün “The Rain” adını taşımasından dolayı Eicher “The Wind” olmasını talep etti. Pazarlama açısından rüzgar imgesini sevdi ama bulut imgesini sevmedi… (Gülüyor)
Amerika’da Kennedy Center gibi gibi önemli merkezlerde konserler verdiniz. Basında çok olumlu değerlendirmeler yayımlandı. Salonda izleyicilerin tepkisi nasıldı, konser sonrası ne tür konuşmalar geçti dinleyicilerle aranızda?
– Daha önceki çalışmalarımı dinleyen izleyici konsere yaklaşımımı bilerek gelmişti. Çok olumlu tepkiler aldık. Bence çok iyi geçti turne. Basındaki değerlendirmeler de çok iyiydi.
Erdal Erzincan ’la çalışmanız sürecek mi?
– Yeni malzemeler toplayıp bunların üzerinde çalışmayı sürdüreceğiz. Gerçekten özgün çalışma üreteceğimiz noktaya kadar bu çalışma sürecek. Sonra ardından yeni albümler gelebilir.
Diğer Türk müzikçilerle de ortak çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?
– Erdal’la çok iyi bir uyuma ulaştık. Çok duyarlı bir müzikçi. Anadolu müzik birikimini, müzikçilerini farklı yönleriyle temsil eden, çok içten, derin, geniş repertuvar bilgisine sahip, harika bir müzikçi. Aradığım her özelliğe sahip. Eminim birçok usta müzikçi vardır birlikte çalışabileceğim. Ama ben yeni bir başlangıç yerine iki yıllık süreçte tanıdığım, ortak dil geliştirdiğim müzikçiyle çalışmayı, daha derin, anlamlı bir iletişime dönüştürmeyi tercih ederim. Çünkü hayat daldan dala atlamaya zaman tanımayacak kadar kısa. Ayrıca kemançe ve bağlama birbirine çok iyi uyan iki enstrüman. Erdal’la birkaç enstrüman daha katıp bir grup oluşturmayı düşündük, ama karar veremedik. Çünkü her yeni gelen iletişime yeni bir boyut katacak, ancak beraberinde ana fikri ve ikili iletişimi bozma tehlikesini de beraberinde getirecek.
Albümdeki ekiple Türkiye ve dünyada yeni yılda konser vermeyi düşünüyor musunuz?
– Gelecek yıl ABD’de bir turne daha gerçekleştireceğiz. İlkinde gitmediğimiz büyük kentlere uğrayacağız. Yaz aylarında Türkiye ve İran’da konserler vermek istiyoruz. Kesinleşmemekle birlikte Avrupa’da da bir turne daha yapmak istiyoruz.
Yılın kaç ayı ABD’de, kaç ayı İran’da geçiyor?
– Beş yıl önce Amerika’dan ayrılıp, Tahran’a yerleştim. Ama yılın 7-8 ayı turnede, yurtdışında geçiyor.

Yo-Yo Ma çok seçici davranıyor

Yo-Yo Ma ile İpekyolu projesinde birlikte çalışmayı sürdürüyor musunuz?
– Yedi yıldır birlikte konserler veriyor, turnelere çıkıyoruz. Ocak ve mart ayları arasında ABD’de, eylül ayında Avrupa’da bir turne gerçekleştireceğiz. Bu çalışmayı çok seviyorum. Yo-Yo Ma’yla birlikte çalışmak çok zevkli. Bu proje sayesinde farklı toplumların bireyleri, diğer toplumların hayatlarında hiç duymadıkları, duyamayacakları müziklerinden örnekler dinliyor. Günümüz dünyasında farklı kültürlerin birbirini tanıma ve birlikte yaşama alışkanlığını yayma açısından çok olumlu bir çalışma. Mesela ABD ile İran’ın ciddi bir gerilim yaşadığı şu günlerde iki ülkenin müzikçileri bir araya gelebiliyor, müzik yapabiliyor. Dünyaya politikacıların kavgaları ve politikanın ötesinde, hatta onlara rağmen birlikte yaşama, birlikte üretme arzusunun var olduğunu gösteriyor. Politikacılar kavgaya devam etsin, sanatçılar el ele.
Yo-Yo Ma , İpekyolu projesine Türkiye’den de müzikçiler katmayı düşünüyordu. Hatta bir yarışma açtı, eser siparişi verdi, Hasan Uçarsu’nun eserini seslendirdi. Ama gerisi gelmedi. Sizin bulunduğunuz gruba bir Türk müzikçinin katılması söz konusu mu?
– Evet, böyle bir fikir vardı. Gruba birkaç yeni üye kazandırdım. Ney, santur, tablacılar geldi. Bu projeye Erdal Erzincan’ın da katılmasını önereceğim. Tabii öncelikle çello ya da dörtlüyle bağlamanın birlikte çalacağı eserler bulmak lazım önce. Yo-Yo Ma ile konuşacağım, ilgiyle karşılayacağına eminim. Ancak Yo Yo Ma bu projede çok çok seçici davranıyor. Sipariş veriyor, bazılarını beğenmediği için seslendirmiyor. Belki çağdaş bestecilerle görüşmemiz ve bağlamanın da katılabileceği yeni besteler sipariş etmemiz gerekecek.
(Serhan Yedig / Ocak 2007 / Andante)

Linkler

Biyografisi

Facebook sayfası

Plak firması

Share.

Leave A Reply

ten + two =

error: Content is protected !!