Yücel Paşmakçı / Bağlama nezih ortamda çalınır

0

Derlemeci, radyo programcısı, akademisyen, saz sanatçısı ve koro şefi. Hayatını Anadolu ezgilerini günışığına çıkarmaya adayan Yücel Paşmakçı, repertuvar ve üslup bilgisiyle Türk Halk Müziği’nin tartışmasız otoritesi. Arşivlere giren 10 bin Anadolu ezgisini, hem de ikişer kez dinleme şansını elde eden tek fani. En zor uzun havaları bile notaya alabilmesiyle ünlü. Türk Halk Müziği’ndeki engin bilgisine karşın dokuz kuşaktır İstanbullu bir aileden geliyor. Orta okulda müzik notu “sıfır”dı, ama tesadüfler onu saza, türkülere bağladı. 2004’te kazandığı Aydın Doğan Vakfı Ödülü vesilesiyle buluştuk. Bize müziğe bakışını ve hayatını anlattı.

Türk Deniz Kuvvetleri’nde amiral, plastik iş kolunda tanınmış bir sanayici, iktisatçı ya da hukukçu olabilirdi. Düşünmekle kalmadı, hayat denilen uzun yolculukta bu seçeneklere açılan kavşaklara birer birer uğradı. Makas değiştirirken beklenmedik kararlar verdi, farklı rotalar seçti. Bazen zorunluluklar, bazen tesadüflerdi bunun nedeni. “Hiç ummadığım, tasarlamadığım şeyleri yaptım” dediği yolcuğun nihayetinde, ulaştığı istasyon onun için tam bir sürprizdi.
Şeyhülislamlar, askerler, devlet adamları çıkaran, 300 senedir İstanbullu, alaturka musiki meşk eden bir aileden gelip bağlamaya, türkülere merak sardı. Yalıda yaşayan bazı akrabaları Türk Halk Müziği’ne burun kıvırırken o yoluna devam etti. 50 yıl sonra Anadolu’nun ses coğrafyasını yöre sanatçılarından bile iyi bilen, Türk Halk Müziği’nde yeri tartışılmaz bir otoriteye dönüştü.

Şeceresi üniversite tezi

Paşmak, yani türkülerdeki şekliyle başmak, ayakkabı anlamına geliyor. Yücel Paşmakçı’nın 17.yy’da Bursa’da yaşayan büyük dedesi Hüseyin Çelebi ayakkabıcıydı. Mesleği sonraki dokuz kuşağa isim verse de, ailede ondan başka ayakkabıcılık yapan olmadı. Tüm bunları Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü mezunu Şükriye Dikilitaş sayesinde biliyoruz. Eski belgelerde Paşmakçı ismine defalarca rastlayan Dikilitaş, kendisiyle hiçbir kan bağı olmayan bu ailenin geçmişini araştırdı. 1948’de okulu bitirme tezini Paşmakçı Ailesi’nin soy ağacı üzerine yazdı.
Tez, Hüseyin Çelebi’nin 1694’te doğan oğlu Mehmet Efendi’nin okuyup farklı bir meslek edinmek amacıyla İstanbul’a geldiğini belirtiyor. İşte bu soydan Ali Efendi (d.1710), İsmail Efendi (d. 1725) ile başlayıp 300 yıl boyunca tam 9 şeyhülislam çıktı. Kadılar, askerler, bürokratlar yetişti.
19.yy’ın sonuna gelindiğinde ailede soyadını sürdürecek tek oğul kalmıştı: Hüseyin Zeki Bey. Medine Mutasarafı Zeki Bey’in tek oğlu Kemal 1901’de, Medine’de doğdu. Askerliği seçti. Çanakkale’de savaşıp, Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Kalp yetmezliği nedeniyle erken yaşta emekli oldu. İstanbul’a dönüp, Fatih’teki ailesinin yanına yerleşti. Babasının sokakta oynarken görüp beğendiği 16 yaşındaki Fatma Huriye Hanım’la evlendi. Eşi Alemdaroğlu Mustafa Paşa’nın torunlarındandı eşi. Kemal Bey, Dişçi Eczacılık Okulu İdari Müdürlüğü, Ragıppaşa Kitaplığı ve Şemsipaşa Külliyatı Müdürlüğü yaptı.
Çiftin altı çocuğundan ikisi düşük kurbanı olacaktı, ikisini doğumda kaybettiler. Acıbadem, Rasimpaşa Yokuşu’ndaki eve taşındılar. Ev uğurlu geldi. Üst kattaki cumbalı odada 1933’te kızları İnci, 1935’in 24 Ağustosu’nda ise tek oğulları Yücel dünyaya gözlerini açtı.
Fatma Huriye Hanım çocukluğunda piyano çalmış, sonra ut öğrenmişti. Evde de ut çalardı. Eşi ise radyo meraklıydı. Sesini beğenmediği için lambalı radyoların biri gider, biri gelirdi eve. Akşamları canlı yayımlanan fasıllar kaçırılmaz, klasik müzik programları dinlenirdi. Sünnet hediyesi olarak oğullarına ağız armonikası aldılar. Onun aklı ise izcilikteydi. Hayallerini bahriye üniforması süslüyordu. 1946’da, Yeldeğirmeni 6. Ortaokulu’nu bitirdiği yıl bütün bir yaz cebir kitabındaki problemleri baştan sona üç kez çözdü, Deniz Lisesi sınavında 600 aday arasında 18’incilikle kazandı. 118 numarayla kaydı yapıldı. Fakat işler beklediği gibi gitmeyecekti…

İzcinin yolu saza çıktı

“Okulun ilk iki ayı deneme süresiydi. Memnun olmayan vazgeçebiliyor, yerine yedek listeden biri alınıyordu. Babam her hafta Heybeliada’ya, okulun kapısına kadar benimle gelirdi. Yatılı okula alışamadım. Ailemi çok özledim. Fakat babama söylemedim. Mahzun halimi fark etmiş, deneme süresinin son gününde Deniz Lisesi’nden alıp Haydarpaşa Lisesi’ne yazdırdı.”
Aradan yarım asır geçse de babasını anlatırken hala gözleri yaşarıyor Yücel Paşmakçı’nın. Kemal Bey öyle bir baba ki kolay unutulmayacak cinsten. Çocuklarını hep destekleyen, onurlarını kırmayan, oğlunu zararlı dostluklardan koruma adına tüm arkadaşlarını evine davet edip çilingir sofrası kurabilen bir ebeveyn.
Ortaokulda müzikten “sıfır” alan Yücel Paşmakçı, Haydarpaşa Lisesi’ne başladıktan sonra da tüm ilgisini izciliğe yöneltti. Bağlama ve türkülerle tanışmasını da izciliğe borçlu.
“Üçüncü sınıftaydım. Bir gün izci oymağına kaydetmek için okulda arkadaşım Yıldırım Alpago’yu arıyordum. Odalardan birine kapanmış, çalışıyor. Kapıyı açtım, bağlama çalıyordu. İlk kez bilinçli olarak bağlamayı o gün gördüm, dinledim. Daha önce hiç fark etmemiştim. Çok etkilendim. Yatılı okuyordu Yıldırım. Babamla konuşup bizim evde kalmasını sağladım. Yaz tatilinde dayımın bir arkadaşından ödünç alıp saz çalmayı denedim. Uzunçarşı’ya gidip bir Ermeni ustadan 12,5 liraya ilk bağlamamı aldım. Eve dönüp 1951 yazı boyunca gece gündüz çalışmaya başladım. Annem, ekmek paranı mı kazanacaksın bu sazla, neden bu kadar çalışıyorsun, diye sormuştu.”
Tutkusu nedeniyle bir yıl okula gitmedi. Arkadaşıyla çalıştı, yeni türküler öğrendi. Eminönü Halkevi’nde Necati Başara’nın topluluğuna katıldılar. Okulda halk müziği topluluğu, koro kurarlar. Yücel Paşmakçı, 1954’te liseden mezun olup İktisat Fakültesi’ne girdi. “Müzisyen olmayı kesinlikle düşünmüyordum. İstanbul Radyosu saz sanatçısı sınavı açtı. 25 Temmuz’da girdim. Kazanacağımı hiç düşünmemiştim.”
Mesut Cemil, Muzaffer Sarısözen, Cevdet Çağla, Refik Fersan vardır radyo jürisinde. Paşmakçı, Isparta Zeybeği çalar. 250 kişi arasından seçilen dört genç arasına girer. İki yıl boyunca hem okula gider hem de radyoya. Muzaffer Sarısözen’den, Ahmet Yamacı’dan dersler alır. Her ikisi de nazik, babacandır. Sayelerinde türkülerle gönül bağı daha da güçlenir.
1956 yılında arkadaşının ricası üzerine gittiği düğünde, sahneden izleyicilere bakarken hayatının aşkıyla göz göze gelecektir. Fatih’ten Üsküdar’a kadar takip edip adresini saptar genç kızın. İsmi Nuray’dır, akrabalarını bulur. Birkaç hafta sonra Nuray’a hayatının sürprizini yapar. Kuzeninin bağlama öğretmeni olarak kapısını çalar, evlerine gidip gelmeye başlar. Ardından babasını gönderip istetir. 1956’da nikah, ertesi yıl düğün yaparlar. İkisinin arasında Yücel Paşmakçı okula ara verip askere gitmiştir. Hadımköy’deki Ekmekçi Bölüğü’nün teğmeni görev süresince bağlama çalışmalarına devam eder.
1958’de, tezkereyi alıp Hukuk Fakültesi’ne yazılır. Fakat hiç beklemediği anda babası ölür, iki evin geçimi ondan sorulacaktır artık. Radyoyu bırakmaz. Bu arada muhasebecilik yapar, okuldan ayrılıp Eminönü’nde plastik imalathanesi açar, düğme ve ilaç kutuları üretir. Bir yandan da İstanbul Belediye Konservatuvarı Halk Müziği İcra Heyeti’nde çalışmaktadır.

“Kızak”ta repertuvar çalışması

Tam 10 yılı zorlu mücadeleyle geçecektir. Türkülerden ayrılmaz. Yaz tatillerinde gittiği yerlerde derlemeler yapar. Nida Tüfekçi’nin tanıştırdığı Hisarlı Ahmet’i 1967 yazında Kütahya’da ziyaret eder. “Elif Dedim Be Dedim” gibi bugün herbiri çok bilinen türküleri dinleyip notaya geçirir.
1972’de Nida Tüfekçi “Ben Ankara’ya Müzik Yayınları Müdürlüğü’ne gidiyorum, İstanbul Radyosu’nu sen üstlen” deyince tüm işlerini bırakıp THM ve Oyunları Şubesi Müdürlüğü’ne başlar. Program yapar, koro yönetir, Avrupa Yayın Birliği’nde Türkiye’yi temsil eder. Radyoya yöre ozanları gelmekte, hiç duyulmadık türküler söylenmektedir. Paşmakçı bunları notaya aktarır. Arşiv fişlerinde derleyen bölümüne adı yerine “THM Şubesi” yazar. Sadece sahada derlediği türkülere imza attığı için arşivlerde, derlediği türkülerin sayısı 400’ü aşmaz.
1979’da, Paşmaklı’nın TRT’deki “kızak” günleri gelir. Uzman kadrosuna atanıp, bir kenara bırakıldığı dönemi müthiş bir projeyle değerlendirir: “1920’lerden 1950’lere kadar Anadolu’dan derlenen 10 bin civarında ezgi TRT arşivinde, balmumu silindirler ve taş plaklarda duruyordu. Küçük bölümü banda aktarılmıştı. Ankara Konservatuvarı’yla konuşup onların yardımıyla hepsini banda aktardık. Bir kopyasını onlara verdik. Üç yılda bu ezgileri ikişer kez dinleyip notaya geçebilecekleri saptadım, kartoteks hazırladım. Bazılarını notaya aktardım, diğerlerini TRT’nin uzmanları. Bu sayede repertuardaki türküler 5 bini buldu.”
Aynı dönemde TRT’nin “diskotek tasfiyesi” operasyonuyla hurdaya satılmak üzere ayrılan eski kayıtlar arasında çok önemli eserler bulur, bunları yeni ses sistemlerine aktarır, yeniden arşivler. 1983’te İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’na geçer. 2000 Eylülü’nde emekli olana kadar Temel Bilimler Bölümü THM Ana Sanat Dalı Başkanlığı’nı yürütür. Bu arada dersler verir.

Sarhoş eğlendirme oğlum!

Memuriyetten emeklilik Paşmakçı’nın öğretme arzusunu tüketmedi. Solfej ve repertuar derslerini Haliç Üniversitesi Konservatuvarı ve Bursa Büyükşehir Belediyesi Konservatuvarı’nda sürdürüyor. Bursa’da kurduğu koroyla konserler veriyor.Öğrencilerinin dışında Paşmakçı’nın bağlamasını duyanların sayısı pek fazla değil. Çünkü sadece konserlerde ve arkadaşlarının ailece bulunduğu toplantılarda çalıyor. Hayatı boyunca sadece iki kez gazinoda sahneye çıktı, o da paraya çok ihtiyacı olduğu için. Nedeni, babasının vasiyeti: “Sazınla sarhoş eğlendirme oğlum…”

Paşmakçı ve bağlamaları

Bununla birlikte, ramazan hariç, akşamları iki duble “aslan sütü” içmeyi sever. Evine misafirlerin gelmesini, bağlamanın her türüyle birlikte amatörce tambur çalmayı, aile arasındaki sazlı sözlü toplantılar yapılmasını da… Derleme yaparken kurallarını bir yana bırakıp ortama uyar. Bazen bir balıkçı meyhanesinde, bazen bir köy kahvesinde çalar, çevredekileri şevke getirip yöredeki otantik ezgileri toplar. Ünlü türkücülerin ağzından Türkiye’ye marş olan birçok türkü bu çabalar sonucu derlenmiştir. “Bir Fırtına Tuttu Beni” 98 yaşındaki göçmen Fatma Çil’in, “Bir Yiğit Gurbete Gitse” Keskinli bir genci, “Dam Üstüne Çul Serer” Sıvaslı aşığın ses dağarcığından çıkar. “Önemli olan hakiki muhbiri, yani otantik ezgiyi en doğru haliyle söyleyeni bulabilmek. Bazıları kendi yazdığı türküleri otantik diye yutturmaya kalkıyor. Aldatmacayı sözcüklere, yöre ezgilerine bakıp ortaya çıkarıyoruz.”
Paşmakçı’nın halk müziğiyle ilgili iki endişesi var: TRT arşivlerin korunamaması ve kayda geçmeyen ezgilerin hızla kaybolup gitmesi. Kırşehir’de abdal geleneği, Urfa’da sıra geceleri sayesinde ezgilerin genç kuşağa geçtiğini, ancak Anadolu’nun diğer bölgelerinde hızla unutulduğunu söylüyor. Bir de yozlaşmadan şikayetçi. Türküleri çokseslendirme, modernleştirme faaliyetlerinin tümüne karşı. “Evet, ben muhafazakarım” diyor açıkça. “El dokuması halı varken neden makine işi halı almak zorunda kalalım. Bırakın ezgileri, otantik halleriyle kalsın. İstiyorsanız gelenekselden esinlenip kendi bestelerinizi yapın.”
2004’te kazandığı Aydın Doğan Ödülü’nü kişisel başarı olarak değerlendirmiyor. “Ödül sosyal dokuyu ve Türkçeyi günümüze taşıyan halk müziğine, yüzyıllardır ayakta kalan geleneğe, bunu bize ulaştıran ustalarımıza verildi. Onların adına aldım bu ödülü.”
Bir de dileği var: “Konservatuvarların öğrencileri, mezunları bu geleneğe sahip çıksın…”

(Serhan Yedig / 14 Mart 2004 / Hürriyet Gazetesi)

Share.

Leave A Reply

11 − 9 =

error: Content is protected !!