Kathryn Woodard / Müziğinin ideolojik kullanımı Adnan Saygun’un dehasını gölgelemez

0

Teksaslı piyanist Woodard, 1997’de New York Times’ta Stephen Kinzer’ın makalesini okudu. “Klasik Müzik Apolitik midir? Türkiye’de değil” başlıklı yazı, müziğin devlet tarafından ideolojik kullanımını eleştirel bakışla anlatıyordu. Genç piyanist Adnan Saygun’u merak etti, müzikolojiye yöneldi. Türkçe öğrendi, Türkiye’ye geldi. Ve Saygun müziği üzerine eleştirel bakışla bir doktora tezi yazdı. 10 Mayıs 2007’de, Bursa’da düzenlenen Adnan Saygun Sempozyumu için Teksas’tan geldi, Yunus Emre Oratoryosu’nun uluslararası siyasette araç olarak kullanıldığını savunan bir bildiri sundu. “Müzik bir yana, tasavvufun bu amaçla kullanılması, özüne de aykırı” dedi. Sempozyum sonunda Saygun eserlerinden oluşan bir de resital verdi. Sempozyum dinleyicilerini en çok şaşırtan ise böylesine eleştirel yaklaştığı halde, Woodard’ın Saygun müziğine tutkuyla bağlı olmasıydı. Üstelik Yo-Yo Ma’nın repertuvarına sokarak tüm dünyaya yayılmasına katkıda bulunmuştu.
Kinzer’ın yazısında sizi harekete geçiren neydi?
– Saygun’un bestelerinde geleneksel müzik dahil farklı ögelerden alıntı yapılması, ortaya çıkan eserin devlet tarafından politik amaçla kullanılması. Yazıyı okuduğum günlerde doktora konusu arıyordum. Hemen kataloglarda Saygun’un eserlerini aradım. Hakkında bilgi edindim. Eserlerinin notasını temin ettim. İlginçtir, 1989’da Almanya’da öğrenciyken arkeolojik bir turla Türkiye’ye gelmiş, iki hafta kalmıştım. Ne Saygun’un adını ne de piyano için yazdığı eserleri duymuştum. Fakat İstanbul’dan başlayıp Boğazköy, Kapadokya, Efes, Bergama’yı içeren bu tur sırasında Türkiye’yi ve kültürünü çok sevmiştim. Hatta birçok Türk Sanat Müziği kaseti almıştım. Saygun müziğinden haberdar olunca, bu konuyu derinlemesine incelemeye karar verdim. Anadolu kültürünü tanımama da fırsat olacaktı bu çalışma. Cincinnati’de Türkçe dersleri almaya başladım. Bu arada Bilkent Üniversitesi’ndeki Saygun Araştırmaları Merkezi’nden haberdar oldum. 1998’de üç aylığına Türkiye’ye geldim. İstanbul’da Saygun’un öğrencileriyle görüştüm. Müzikolog Feza Tansuğ çok yardımcı oldu. Bilkent’teki belgeleri inceledim. Muammer Sun’la görüştüm. Birçok akademisyen, öğrenci yardımcı oldu. Geri döndüm “Türkiye’de Ulusal Müzik Yaratmak: Saygun’un Piyano Eserleri” başlıklı tezimle 1999’da doktoramı tamamladım.
Bu çalışma kişisel gelişim, kültürel zenginleşmenin ötesinde size yarar sağladı mı?
– Doktoradan sonra New York’a gittim. Türk bestecilerin eserlerinden oluşan bir resital verdim. Saygun, Sun’un bestelerini çaldım. Bir yıl sonra New York Times’te Yo-Yo Ma’nın İpekyolu projesiyle ilgili bir haber okudum. Proje yöneticisi Theodore Levin’di. Asya müziği uzmanı olan Levin’in eserlerinden çalışmalarım sırasında yararlanmıştım. Özellikle “Tanrının Yüzbinlerce Sersemi: Orta Asya’da Müzikal Yolculuk” başlıklı kitabı beni çok etkilemişti. 1970’lerde Saygun’la tanıştığını, görüştüğünü biliyordum. Bir mesaj gönderdim, Saygun’un müziği üzerine çalıştığımı, İpekyolu projesinde görev almak istediğimi yazdım. Beklediğim gibi, hemen cevapladı mesajımı. Projenin Türkiye bölümünün danışmanlığına getirildim. Yo-Yo Ma için beste yapacak genç besteciyi birlikte seçtik. Hasan Uçarsu’ydu seçilen.

Yargılamıyorum, tespit yapıyorum

Saygun bu çalışma sırasında mı Yo-Yo Ma’nın repertuvarına girdi?
– İpekyolu projesinin repertuvarını belirlemek amacıyla Yo-Yo Ma, Theodore Levin, Carneggie Hall’ın sanat yönetmeni Ara Guzelimian, Sonny’nin temsilcisiyle birkaç toplantı yaptık. Alternatifler konuşuldu. Bu arada Adnan Saygun’un müziğinden de bahsettim. Yo-Yo Ma’nın çok ilgisini çekti anlattıklarım. Ona solo çello eserlerinin notalarını buldum. Bu arada İpekyolu projesi sayesinde ben de çok şey öğrendim. Toplantılar biter bitmez Kırgızistan’a gittim. Çağdaş Amerikan müziği eksenli konserler verdim. Bu arada Kırgız, Özbek bestecilerin piyano çalışmalarını araştırdım. Araştırmalarımın sonucunda, Asya’dan birçok besteci repertuvarıma girdi. Müziklerini dünyaya tanıtmak için çalışıyorum. Saygun, Muammer Sun, Hasan Uçarsu da bu besteciler arasında.
Müziğinde geleneksel ögeleri kullanan, isteyerek ya da istemeyerek müzikleri devletin ideolojik aygıtı içinde yer alan birçok besteci var dünyada. Örneğin, 2006 boyunca 100’üncü doğum yılı nedeniyle tüm dünyada Şostakoviç’in müziği tartışıldı. Prokofiyef, Haçaturyan benzer örnekler. Saygun’un farkı neydi bu bestecilerden?
– Araştırmaya başladığımda, müziğinin bu kadar çok, bu kadar farklı kaynaktan beslendiğini fark etmemiştim. Özelliği ülkesinde bu alanda öncü olması. Sovyet besteciler, Rus bestecilerin devraldıkları müzik geleneğini geliştirdi. Benzeri Doğu Avrupa’da yaşandı. Türk bestecileri ise kendi klasik geleneklerini yaratmak zorundaydı. Tarihin o noktasında tüm etkileşimleri bir araya getirip özel bir bileşim ortaya çıkardılar. Klasik müzik eğitimi almışlardı. 20’nci yüzyıl başlarının popüler müziğinin, geleneksel müziğin, halk müziğinin etkilerini sıradışı bir yöntemle bir araya getirdiler. Kolaj tekniğini geliştirdiler. Anadolu’dan adlı eserinin üç bölümünde Saygun birbirinden çok farklı üç anlatım tarzı kullanmıştır. Batı estetiği, Doğu estediğinde sınırlar kesindir. Saygun’un estetiği ise geleneksel armoni, halk müziği, disonans tekniği, halayları kucaklar, iç içe kullanır. Bu boyutunu doktora çalışmam sırasında yeterince algılayamamıştım. Şimdi kolaj tekniğini inceliyorum. Bu açıdan bakıldığında çağına göre çok ileri bir besteci. Kullandığı tekniği çağdaş besteciler ancak şimdilerde kullanmaya başladı. Şimdilerde repertuarıma aldığım Rwezki, müziğinde blues, boogee woogee, 12 ton müziğini birlikte kullanıyor. Kişisel tarihiyle Amerikan tarihini iç içe geçiriyor. Bu açıdan Saygun, zamanına göre, çok yenilikçi.
Politik öncelikleri, çağrışımları, propaganda aygıtının bir parçası olması nedeniyle epeyce eleştirel yaklaşıyorsunuz Saygun’un müziğine. Siyasi kullanımın müziği zedelediğini savunuyorsunuz. Saygun’un eserlerindeki “zedelenmişlik”mi ilginizi çeken?
– Yargılamıyorum. Böyle olmamalıydı, şöyle olmalıydı demiyorum. Sadece politik bağlamının altını çiziyorum. Bildirimde bahsettiğim 1958’deki Birleşmiş Milletler konserini Türk hükümeti organize etmişti. Ardında politik bir mesaj vardı. Amerikan basınında sadece iki eleştirmene, Saygun ve eser hakkında özel, belli bir bakış açısını yansıtan bilgiler verilmişti. Makalemde şunu vurguladım: Sadece müzik aşkıyla çalışan bestecilerin eserleri, politik güdümlü konserlerle sunulduğunda Batılı dinleyici besteciyi sorgulamaya başlıyor. Müziğin niteliğini görmezden geliyor. Oysa bestecinin neden böyle davranmak zorunda kaldığına, ne yaptığına, hangi müzikal sonuca ulaştığına bakmak lazım. Makalemde bunu inceledim. 1934’te İran Şahı’nın Türkiye ziyareti nedeniyle Özsoy Operası’nın bestelenmesi ve sahnelenmesine dikkat çektim. Ayrıca bu durum Türkiye’ye özgü değil. Beethoven’in 9’uncu senfonisi de dünyada aynı şekilde politik amaçlarla kullanılıyor. Bu konudaki araştırmalar şimdi müzikolojide yeni trend.

Vatikan’da neden sufiler yoktu?

Yunus Emre şiirlerinin Saygun örneğindeki kullanımının Bektaşi geleneğiyle de çeliştiğini söylüyorsunuz. Bu sonuca nasıl ulaştınız?
– İslam felsefesi üzerine uzman değilim. Ben bir tartışmayı gündeme getiriyorum. Geleneksel müzikçilerin Saygun müziğindeki makam kullanımıyla ilgili sert eleştirileri olduğunu biliyorum. Bu çatışma ilgimi çekiyor. Örneğin makalemin devamında, 1991’de UNESCO’nun ilan ettiği Yunus Emre Yılı kapsamında Vatikan’da, Türk hükümetince organize edilen konserde neden geleneksel sufi müziği ya da salt Yunus Emre şiirlerini sunmak yerine Saygun’un Yunus Emre oratoryosunun seslendirildiğini sorguluyorum. Neden bu eser tercih edildi? Çünkü Batılı bir orkestra ve formdaki bir müziğin Vatikan’la daha rahat iletişim kuracağı düşünülüyor. Türkiye’yi dünyada kim temsil ediyor, buna kim nasıl karar veriyor, herkes hemfikir mi bu konuda? Bunları araştırıyorum.
Araştırmanız hangi yönde ilerleyecek?
– Saygun’un piyano müziğinde kullandığı geleneksel öğeleri araştıracağım. Makamlarla ne yapmak istediğini, aksak ritm yaklaşımını inceleyeceğim. Bununla birlikte kolaj tekniğini kullanan Asya müziği üzerine çalışmalarım sürecek. Genelde, geleneksel öğeleri kullanan müzikçilerin eserlerinde kişiliklerini nasıl yansıttıklarını, üsluplarını nasıl oluşturduklarını araştıracağım.
Saygun müziği sizce dünyada ne kadar tanınıyor?
– 20 Ocak’ta Yo-Yo Ma’nın Houston Senfoni Orkestrası’yla verdiği konser üzerine Houston Cronicle’da neredeyse yarım sayfa bir yazı yayımlandı. Yazı konser yerine, bis olarak çaldığı Adnan Saygun’u anlatıyordu. Merak ettim. Eleştirmen Charles Ward’ı aradım. Saygun’u nereden bu kadar iyi tanıdığını sordum. Ma, konserde anons etmemiş adını. Orkestranın basın danışmanını arayıp öğrenmiş. Araştırmış bu yazıyı yazmış. Yani Yo-Yo Ma gittiği her yere onun müziğini taşıyor.
(Serhan Yedig / 18 Mart 2007 / Hürriyet)

YO-YO MA’NIN TÜRK MÜZİĞİ DANIŞMANI: Woodard, 1969 Teksas doğumlu. Babası Özgür Avrupa Radyosu’nda teknisyendi. Bu nedenle küçük yaşta birçok ülke gezdi. 10 yaşında piyanoya başladı. İlk öğretmeni Jo Boatright sayesinde, çocukluğunda George Crumb gibi çağdaş bestecilerin müziğiyle tanıştı. Almanya’da Münih Hochscuhe für Musik’te okudu. ABD’ye dönüp Cincinnati Konservatuvarı’nda eğitimini tamamladı. Piyanonun yanı sıra müzikoloji çalışmaya başladı. Diğer kültürlerin müzikal ögelerinden alıntılar yapan bestecileri inceledi. Endonezya’daki yerel müzikten etkilenen Debussy ile başladı. İnceledikçe Avrupalı bestecilerin bu alana ne kadar önem verdiklerini gördü. Adnan Saygun müziği üstüne yazdığı tezle doktorasını tamamladı. New York’ta Hunter College’de dersler verdi. Teksas A&M Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Piyano ve etnik müzikler üzerine ders veriyor. Yo-Yo Ma’nın İpekyolu projesinde, Türkiye’yle ilgili müzik danışmanı olarak görev yaptı. Bursa’daki sempozyumda sunduğu “Music Mediating Politics in Turkey: The Case of Ahmet Adnan Saygun” başlıklı bildiri, Comparative Studies South Asia, Africa and The Middle East dergisinin kasım sayısında yayımlanacak. Yo-Yo Ma, Woodard sayesinde tanıştığı Saygun’un solo çello için Partita’sını şimdi dünyanın dört bir yanına taşıyor. Geçen yıl BM Barış Elçisi seçildiğinde Kofi Annan huzurunda kısa bir konser vermiş, sadece bu eseri Saygun çalmıştı. Aynı eseri yaz turnesi sırasında Japonya’daki konserlerinde bis olarak Partita’yı çaldı.

SAYGUN’UN 100’ÜNCÜ DOĞUM YILI BÖYLE KUTLANIYOR: Tüm arşivini bağışladığı Bilkent Üniversitesi, Devlet Sanatçısı unvanını veren Kültür Bakanlığı, sağlığında Onur Kurulu üyeliğini üstlendiği İstanbul Festivali yetkilileri Adnan Saygun’un 100’ncü doğum yılı kutlamaları nedeniyle ne yapacaklarına karar vermeye çalışırken, Bursa’nın Nilüfer ilçesi belediyesi elini çabuk tuttu. Konserlerle yetinmeyip, geçen hafta iki günlük uluslararası bir sempozyum ve panel dizisi gerçekleştirdi. Feza Tansuğ, Ayhan Sarı, Ersin Antep’in girişimiyle hazırlanan program kapsamında dört ülkeden, Türkiye’nin farklı şehirlerinden akademisyenler, müzikologlar, müzikçiler bir araya gelip derinlemesine Saygun’un Türkiye’deki çoksesli müziğin gelişimindeki rolünü, eserlerini tartıştı. Piyanist Gülsin Onay açılışta, Kathryn Woodard kapanışta Saygun eserlerinden oluşan birer resital verdi. Etkinlikler 7 Nisan’da Saygun’un eğitimciliği ve 26 Mayıs’da fikirlerinin tartışılacağı iki panelle sürecek. Diğer kurumlar da Saygun’un 100’üncü yaşını kutlamak üzere çeşitli etkinlikler hazırlıyor. 13 Nisan’da İstanbul Kültür Üniversitesi, panel ve dinleti düzenleyecek. İzmir Kültür Sanat Vakfı, Mersin Konservatuvarı birer sempozyum düzenlemeyi planlıyor. Yılın ilk yarısında CSO, İzmir ve İstanbul senfoni orkestraları bestecinin geniş kapsamlı eserlerinden “Yunus Emre Oratoryosu”nu, Bilkent Senfoni Orkestrası “Atatürk’e ve Anadoluya Destan”ı seslendirecek. Etkinliklerin Saygun’un doğum günü 7 Eylül’e doğru yoğunlaşması bekleniyor. Gelişmeleri muzikoloji.org web sitesinden takip edebilirsiniz.

Linkler

Woodard’ın kişisel web sayfası

Share.

Leave A Reply

8 + fifteen =

error: Content is protected !!