Adrian Brendel / Star sistemine, konçerto modasına karşı çıkmak, oda müziğini desteklemek lazım

0

2005’te babası, ünlü piyanist Alfred Brendel’le New York’tan, Tokyo’ya uzanan 65 konserlik dev bir turneye çıkmıştı Adrian Brendel. Beethoven’in tüm çello-piyano eserlerini seslendirdikleri bu turne öylesine ilgi çekti ki CD’ye dönüştü. Ardından Alfred Brendel ‘in “Bu proje ailemizin isteğiydi, yerine getirdim” açıklası müzik çevrelerinde epeyce konuşuldu. 32 yaşındaki çellist, 2008’in ilk günlerinde “Montaj Sanayi” başlıklı iki konser için İstanbul’a geldi. Konserler öncesinde, Avusturya Alpleri’ndeki kayak tatilinde yakaladığımız Brendel’e müzik yaklaşımını ve babasıyla ilişkilerini sorduk.

Kenya’da, Rift Vadisi’nde (Fotoğraf: Irane Zandel)

Müzisyen bir ailede doğmasaydınız da müzikçi olur muydunuz?
-Tabii, olurdum.
Çocukluğunuz nasıl bir kültürel, müzikal çevrede geçti? Aile atmosferi nasıldı, müziğe kendi isteğinizle mi başladınız yoksa zorlandınız mı?
-Babam birçok röportajda, müzikçi bir aileden gelmediğini söylemişti. Çocuklarının da müzikçi olmasını istememişti. Uzun yıllar başarılı bir sanatçı olmasına karşın, müzikçilerin hayatının ne kadar zor olduğunu biliyordu. Bununla birlikte evimiz müzikle doluydu, babam piyano çalışırdı. Beni konserlere götürürdü. Üstümde büyük etkisi oldu. Diğer iki kız kardeşim müziği seçmedi. Bir aileye iki müzikçi yeter, diye düşündüler herhalde. Altıncı yaş günümde bir çello hediye edildi. Annem müzikle ilgilenmemi istiyordu. Babam başlangıçta pek ilgilenmedi. İlk hocam komşumuzdu, o da çello çalmayı oğlunu müzik dersine götürürken öğrenmiş. Fakat sayesinde çok hızlı geliştim. 13 yaşında Jacquilene du Pre’nin hocası William Pleeth’in öğrencisi oldum. Aslında bu yaşta öğrenci kabul etmiyormuş. Daha küçük yaştaki öğrencileri alıyormuş. Dostların yardımıyla beni kabul etti. Hızla gelişen bir çocuğun olunca, sırtını dönemiyorsun…
Evde hangi dil konuşuluyordu?
-Annemle babam Almanca konuşurdu. Ama ben İngiltere’de doğdum, İngiliz olarak büyüdüm. Sonraki yıllarda ailemin köklerini merak ettim. Onların Avusturya Bavyera köklerini keşfettim. Sonraki yıllarda konserler için gittiğimde Viyana’yı inceledim. Zamanla köklerimin ve kimliğimin ne kadar karmaşık olduğunu öğrendim.
Nasıl bir kültürel ortamda büyüdünüz?
-Babamın çok etkisi oldu kültürel gelişimimde. Hayatını kültürle geçirmişti çünkü. Çocukluğumun gerçekten eğlenceli olan yönü, babamla dostça sohbetlerimizdi. Öğretilenlerden bir çoğunun, dogmatik bilgilerin doğru olmadığını anlatırdı. Doğruyu kendimin bulmasını isterdi. Son 15 yıldır, edebiyat, görsel sanatlar konusunda uzun sohbetlerimiz olur. Araya ebeveynler gibi mesafe koymadan, iki dost gibi konuşur. Bununla birlikte ondan bir şeyler öğrenmek için hep kulaklarım açıktır. Örneğin Beethoven sonatlarını birlikte yorumlamamız ilginç bir tecrübeydi. Çünkü iki farklı düzeyde deneyim bir araya geldi. Babam tam 50 yıldır bu eserler üzerine çalışıyordu. Ama çello sonatları üzerine benim çalışmam onunkinden eskiydi. Hiyerarşik ilişki oluşturmadan, diyalektik yaklaşımla eserleri incelemek ve yorumlamak benim için çok zevkli ve öğreticiydi. Bu süreçte öğrenmeye çalıştım. Düşüncelerimi sergilemeye çalışmak yerine…

Babam yanımda değilse, hakkında konuşmam

Müzikte babanız Alfred Brendel’le ortak tercihleriniz neler, birbirinize aykırı düştüğünüz, uzlaşamadığınız konular var mı?
-Küçük yaşlardan beri sohbetlerimizde hep Alman şair, filozof Novalis’in (1772-1801) şu ünlü sözünü hatırlatırdı: “Büyük sanat hep kaotik koşullarda ortaya çıkar.” Anlamını kavramam uzun zaman aldı. Oysa eserlere yaklaşım açısından önemli ipuçları içeriyor. Babamı hazırlık sürecinde izlemek büyüleyicidir. Birlikte çalışırken bunu daha açık görme fırsatım oldu: Her esere gereken farklı bir yaklaşımla çalışır. Notayı okur, üzerindeki işaretleri inceler, müziği özümser, sonra ifade biçimi için gereken formu bulur. Buna çok taktir ettiğim, etkileyici mizah gücünü ekler. Ortaya porselen gibi hassas, ince ve aynı zamanda mizah duygusu içeren özel bir yaklaşım çıkar. Mesela Beethoven sonatlarının yorumunda görürsünüz bunu. Bu kadar mükemmel bir müzikçinin oğlu olmak zordur, derler. Ben zorluğunu görmedim, hep büyük zevk aldım oğlu olmaktan. (Gülüyor) Taklit etmeye, yarışmaya kalkmadım. Birlikte çalmadık sadece, evde benden bazı eserleri çalmamı ister, onun için çalarım. Bununla birlikte birbirinden bağımsız iki müzikçiyiz.
Peki, eserlere, bestecilere bakış ya da ilgi alanları, günlük yaşam pratikleri açısından hiç fikir ayrılığı yok mu aranızda?
-Pek fazla fikir ayrılığı yok gibi. (Kahkahalar) Çoğunlukla birbirine yakındır düşüncelerimiz. Zaten olsa bile bu özel bir konu, kamuoyu önünde, onun olmadığı bir ortamda gündeme getirmek istemem. (Gülüyor) Aramızdaki farklılıklar çoğunlukla müzik dışında, günlük hayatla ilgilidir. Babamın müzik ve hayata dair ilgi alanları çok geniştir. Çok meraklıdır. Öğrenmeyi çok sever. Çok farklı müzikleri dinler, çağdaş müzik festivallerine gider, çalmasa bile. Her tür çağdaş sanat etkinliğini izler. Erken dönem müziğini inceler. Ben ise ondan farklı olarak, müzikal etkinliklerle hayatın diğer alanları arasında denge kurmaya çalışıyorum. Futbol oynadım, kayağa çok meraklıyım. Bunlar benim için önemli. İşte, bunlar aramızdaki farklar. Belki de 1920-30 kuşağı müzikçilerden başlıca farkım, sadece konserler için yaşamamam. Popüler müzik festivallerine gidiyorum, tutkuyla Güney ve Batı Afrika müziğini inceliyorum. Son iki yıldır Güney Afrika’ya gidiyorum, şehir şehir geziyorum. Etnik müzikçilerle doğaçlamalar yapıyorum. İşte tüm bunlar bizim farklarımız…

Şimdilik barok çello çalmayı düşünmüyorum

Fotoğraf: Jack Liebeck

Babanız Alfred Brendel, piyanist Alfred Cortot’a tutkuyla bağlı. Sizin aynı kuşaktan tutkuyla bağlı olduğunuz bir çellist var mı?
-Pek utanmadan şunu söyleyebilirim: Babamın sevdiği, keşfedip bana da dinlettiği müzikçileri ben de tutkuyla sevdim. Cortot’un yanı sıra Wilhelm Kempff, Edwin Fischer’den bahsedebilirim. Zamanının en önemli kayıtlarından biri olan Bush Dörtlüsü’nün Beethoven yorumlarını önemserim. 20’nci yüzyılın başındaki birçok önemli yorumcuyu keşfetmemi sağladığı için babama minnettarım. Çünkü bu ustalardan öğrenecek çok şey var. Bugün bu derinlikte yorumu başaran pek yok. Furtwangler’in Beethoven yorumlarından mesela. Cortot çağından en önemli çellist Casals. Gelmiş geçmiş en önemli müzikçilerden biri, kendi sesini geliştirmiş. Örneğin Bach’ın Çello Süitleri’ndeki özgür yorumu, bugünkülerden bile çok farklı. Sanat tarihi için önemli yorumlar herbiri. The Rose ve Cornish Yaylı Çalgılar Dörtlüleri de önemli topluluklar.
İngiliz çellistlerin, Alman, Fransız, Rus ekollerine ihtiyatla yaklaştığı, hatta erken barok yorumlara burun kıvırdığı söylenir. Sizin ekoller arasındaki serüveniniz nasıl gelişti, nasıl bugüne ulaştı? Bazı sanatçılar ekollerin ortadan kalmasından çok şikayetçi. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
-Ekoller sınırlayıcıdır. Eserlerin gerektirdiği şekilde yorumcu farklı stilleri kullanmalı. Mozart’ı Bartok ya da Ravel gibi yorumlayamazsınız, ses dünyaları farklı çünkü. Yorumcu çok boyutlu olmalı. Bununla birlikte birçok yorumcu özel üslubuyla, özgün yaklaşımlarıyla tanınır. Fakat korkarım ki bu özellik müzikten ödün vermek anlamına geliyor. Bunun için bazı sanatçıların örneğin Rus klasiklerini, Fransız klasiklerinden daha iyi yorumladığı söylenir. Çünkü farklı üslupları yorumlayacak kadar esnek değildir yaklaşımları. Bence yorumcu müziğin gerektiği üslubu bulabilecek şekilde, egosundan sıyrılabilmeli. Eserin gerektirdiği üslubu sezebilmeli. Bu yüzden ekollerin yan dalları oluştu, birbirine geçti. Etkileri kayboldu. Günümüz yorumcuları bu açıdan çok geniş perspektife sahip, çünkü ancak böyle hayatta kalabilirler. Sadece Mozart yorumlayarak hayatta kalmak zor artık. Çeşitlilik sergilemek gerekiyor. Tüm bunların sonucu olarak, ekollerin ortadan kalkması beni pek üzmüyor…. (Gülüyor) Benim kişisel serüvenime gelince… Hocam William Pleeth, çoğu öğretmen gibi çello tekniğine odaklanmak, mükemmelliği öğretmek yerine öncelikle müziğin anlamını ve esere yaklaşım tekniklerini öğretti. Tekniğimi, üslubumu yaratmak bana düştü. Pek kolay olmadı doğrusu. Pleeth bununla birlikte çok iyi bir yorumcuydu. Amedeus Dörtlüsü’yle kaydettiği Schubert beşlisi müzik tarihine geçen bir yorumdur. Çok iyi bir oda müziği hocasıydı. Zaten 11-12 yaşında oda müziğine tutkuyla bağlanmıştım, bu sevgim gelişti. Bir yandan da konçerto çalıştım. Pleeth’in hangi ekolden olduğunu söylemek zor. Barok ekolden değildi, modern ekol de denemez… Müziği dinle, sana hangi stille yorumlaman gerektiğini söyler, ekolüydü. Babam gibiydi… Köln’deki hocam ise Rostropoviç ekolündendi. Harika bir hocaydı. Daha çok teknik üzerine yoğunlaştı. Ayrıca müziğe farklı yaklaşım tekniklerini öğretti. Stilden bahsederken somut örnek vermek daha iyi olacak… Örneğin Bach’ın Çello Süitleri’nde geçmişin tüm önemli yorumcularını dinledim. Hepsinden bir şeyler öğrendim. Benim tercihim ise barok ya da erken çağ yorumu değil. Barok stili enstrümanın yorumu kolaylaştırdığı söylenir. Kimileri yeni ekipmanın müziği zedelediğini savunur. Belki gelecekte barok çelloya zaman ayırırım ama şimdi değil. Bach zengin bir lirizme sahip, yorumcuya çok olanak sunuyor, güncel ekipmanlar da yorumcuya istediği yoruma erişebilecek imkanları veriyor.

Yeni bir piyanolu üçlü kurduk

Yo-Yo Ma’yla yaptığımız söyleşide, mükemmeliyetin değil, ifadenin peşindeyim. Çelloda saf sesin değil, nasıl rebab ya da ut gibi tınlar sorusunun peşindeyim demişti. Sizin arayışınız hangi yönde?
-Kesinlikle aynı fikirdeyim. Sanıyorum böyle düşünen sadece birkaç müzikçi var. Birçok eserlerin karakterini diğer enstrümanları hayal ederek bulabilirsiniz. Örneğin, Beethoven’in dördüncü sonatında, sanki üç nefesli vardır. İkisi piyano, biri çelloda. Ardından cantable bölümünde çellonun olabildiğince güzel şekilde şakıması gerekir. Ardından fagot gelir… İşte bu açıdan oda müziği çalmak çok zevklidir. Karşılıklı tartışarak, iletişim kurarak yorumlarsın, keşfedersin. Çok güzel fikirler çıkar ortaya. Kimi zaman bir insan sesi hayal ederek olması gereken form bulunur. Yo-Yo Ma ayrıca mükemmeliyete ulaşma konusunda da haklı, her zaman daha iyisine ulaşmak mümkündür. Sonu yok bu arayışın.
Çalışmalarınızda oda müziği ile orkestra müziğini nasıl dengeliyorsunuz?
-Orkestral müzikte solistin pek fazla özgürlüğü yok. Belli eserlerin seslendirilmesi dayatılıyor. Oysa ben istediğim, benim için önemli olan müziği çalmak istiyorum. Schumann’ın eseri konçertolar arasında favorim. Geçenlerde bu eseri kaydettim. 2008’de yayımlanacak. Dvorak ve Haydn ve Boccerini’nin re majör konçertosu diğer sevdiğim eserler. Bu nedenle oda müziğine yöneliyorum. Öğrencilik yıllarımdan bu yana oda müziği grupları kuruyorum, bu gruplarda çalıyordum. Yaz tatillerinde müzik kamplarına gidip, oda müziği çalıyordum. Bu nedenle çok geniş bir repertuvarım oldu. Bunun yararını 21-22 yaşıma geldiğimde gördüm. İyi bir temel edinmiştim. Bu arada hiç fark etmeden geliştim, ilerledim. Tek sorun, iki alan arasındaki geçişlerde yaşanan problem. Eğer Royal Albert Hall gibi geniş bir salonda konçerto çalıyorsam, en arkadakinin duyması için maksimum güçle çalmam lazım. Üç hafta önce Haydn’ın üçlüsünü çaldıysam, oda müziğinden konçertoya geçiş gerçekten çaba istiyor. (Gülüyor) Uyum için süre bulunamazsa sonuç kritik olabilir. Yeni bir üçlü kurduk. Kemancı Lisa Batiashvili, piyanist Till Fellner’le birlikte bir süredir çalışıyoruz. Resmi kuruluşumuzu mart ayında açıklayıp, turneye çıkacağız. Repertuvarımızda Haydn’ın üçlüleri var. Üç solist gibi çalıyoruz. Bu çalışma beni besliyor.
Babanızla konserlere Mozart’la başlamıştınız, ardından Beethoven geldi. Birlikte ilk yolculuklarınızda neden böylesine zorlu rotalar seçtiniz?
-Birçok çello öğrencisi kolay eserlerle başlar: Çaykovski, Bloch gibi. Gerçek meydan okuma Beethoven, Mozart ve Haydn’dır. Müziğin iç yapısındaki karmaşık yapı, nüanslar, gelişkin bir müzik bilgisi, duyarlılık ister. Bunlara erken başlamakta yarar var. Hani derler ya “çocuklar için çok kolay, yetişkinler için çok zor.” Birçok eser böyledir. 20 yıl sonra, şu anda içgüdüsel ve entelektüel açıdan gereken tecrübeyi kazandığımı hissediyorum. Teknik mükemmelliği kazanmayı bekleyip, sonra bu eserlere yönelme düşüncesi pek doğru değil. Çaldıkça, tecrübe kazandıkça, sınırlar kalkıyor, değerlendirmeyi öğreniyorsun. Tercihen öncelikle kapalı kapılar ardında çalmak lazım, etraftakilerin kafasını şişirmemek için! Beethoven’de öğrenecek çok şey var. Müziğin işleyişini, karakterini kavramak için, bu eserlere erken yaşta başlamakta yarar var. Romantik, büyüleyici ezgiler çalmak kolay. Zor olan bunlar. Haydn üçlüsünün çello partisini çalabiliyor musun, bu önemli. Kimi zaman hangi esere göre müzikçileri değerlendirdiğimi sorarlar. Müthiş bir konçertoyu çalması yerine, Schubert beşlisinin ikinci çello bölümünü başarılı çalması önemlidir, derim. Çellonun rolünü kavramak, nüansları kavramak çok zor iş. İyi bir müzikçi olmak gerekir. Bu nedenle de tüm müzikçiler oda müziğiyle uğraşmalı.
Bir röportajda babanız, birlikte Beethoven çalmanızın, kaydetmenizin bir tür aile isteği olduğunu ve bunu yerine getirdiğini söylüyor. Müzikal önemi bir yana, baba oğul ilişkisi açısından önemli bir yeri olmalı bu yorumların. Bu açıdan sizin için ne ifade ediyor?
-Dahi çocuk değildim. Öğrenmek için büyük çaba harcamam gerekti. Geç başladım ve bir noktada başarımı gören babam benimle ilgilenmeye başladı. Yüzmeyi öğrenmek gibiydi. Yavaş yavaş derin sulara açılmayı öğrendim. Ve günün birinde Alfred Brendel’le birlikte Beethoven çalarken buldum kendimi. Her ne kadar babam olsa da karşımdaki Brendel’di. Ve benim için büyük bir sınavdı. Babam çok duygusal bir kişidir. Birlikte çalışırken, müziktir öncelik. Diğer kişisel konular ikincildir. Pek gündeme gelmez. İki yıl boyunca konserler verdik, albümü kaydettik. Bu dönemde birlikte çalışan iki müzikçiydik sadece, en iyi yoruma ulaşmak için çaba gösterdik. Babamın kitabında belirttiği gibi, kayıt dediğimiz şey kutsal bir obje değildir. Bununla birlikte, üç yıl sonra bugün bile CD’yi elime aldığımda “Tanrım, müthiş bir şans benim için, keşke yeniden böyle bir kayıt yapabilsem” diyorum. Aslında çok riskli bir işti benim için. Kötü bir sonuç olabilirdi. Pek tanınmayan bir müzikçiydim. Neyse ki sağ salim atlattım bu tehlikeyi (kahkahalar). Konserlerden ilginç anılar kaldı. Claudio Abbado’nun şefliğinde konserler vermiştik. İyi kötü birçok sürpriz yaşamıştık. Örneğin Los Angeles’te çellom kırıldı, hiç bilmediğim bir çalgıyla sahneye çıktım. Berbat bir tecrübeydi. 65 konserlik turnenin sonuna gelmiştik. İsviçre’de, Lucern’de son konseri veriyorduk. Aynı eserleri defalarca yorumlamış, metamorfoz yaşamıştık adeta. Bir eseri defalarca yorumladığınızda, müzikal düzeyi, sevginizi maksimumda tutmanız gerekir. Bu konserin sonunda ikimiz de hiç beklemediğimiz şekilde, müthiş duygulandık. Harika bir dinleyici vardı. Ve bu bizim son konserimizdi…

Babam şiirlerini okudu, ben çello çaldım

Bu turneyi Türk müzikseverler kaçırdı, dilerim günün birinde babanız İstanbul’da da birlikte Beethoven çalmayı teklif eder.
-Daha önce İstanbul’da üç kez konser verdim. Her konserden sonra kentin ne kadar güzel olduğunu anlatıyorum babama. Ama ne yazık ki bu yılın sonunda sahneye veda edecek. Günün birinde belki dinleyici olarak, gezmek için gelebilir. Ya da şiirlerini okur sahnede. (Gülüyor) Üç hafta sahnede şiirlerini okudu, ben de çello çaldım. Bach ve çağdaş bestecilerin eserlerini… Böyle bir gösteri olabilir.

Fotoğraf: Oivind Arvola

Çağdaş bestecilerle ortak çalışmalar yapıyor musunuz, eser sipariş veriyor musunuz ya da size ithaf edilen eserler var mı?
-Bu alanda uzmanlaşacak kadar büyük bir ilgim yok. Bununla birlikte gelecekte en çok yapmak istediklerimden biri çağdaş eserleri seslendirmek, bestecilerle çalışmak. 17 yaşında çağdaş Macar besteci Gyorgy Kurtag’ın öğrencisi oldum. Sayesinde çağdaş müzik repertuvarına ilgi duymaya başladım. Ligeti’yi ve diğerlerini keşfettim. Bugünlerde klasik repertuvarın seslendirildiği konserlerden çok çağdaş repertuvarın seslendirildiği konserlere gidiyorum. Çünkü zaten klasik repertuvar çalışıyorum. Çağdaşların ne yaptığını çok merak ediyorum. Şu anda önde gelen bestecilerden Harrison Birtwisle benim için bir konçerto yazıyor. Resitallerde, oda müziği konserlerimde mutlaka bir çağdaş eser seslendiriyorum. Dinleyiciye ne kadar çağdaş müzikte geniş bir perspektif olduğunu, hepsinin zor dinlenen eserler olmadığını göstermeye çalışıyorum. Klasik repertuvarla karşılaştırmaları için tadımlık örnekler sunuyorum. Eliot Carter, bir master sınıfında, “Müziğimi Schumann’ın eserleri gibi yorumlayın” demiş. Jestler, lirizm var eserin içinde çünkü. Uzak dünyadan gelen bir ses, matematik formülü gibi yorumlanmamalı çağdaş müzik. Beethoven, Schumann da böyle yorumlanmamalı.
Gelecekte odaklanmak istediğiniz bir dönem ya da besteci var mı?
-Ne yazık ki solistlik özelliği taşıyan çello repertuvarı çok sınırlı. Birçok önemli bestecinin bir ya da iki eseri var. Chopin’in iki, Brahms’in iki, Strauss’un bir sonatı var. Schumann’ın üç eseri var. Sadece Beethoven yedi eser bestelemiş. Bugüne kadar tüm repertuvarı seslendirdim. Dolayısıyla odaklanacak dönem ve eser kalmadı. İyi bir grupla farklı repertuara yönelmek istiyorum. Mesela Haydn’ın üçlülerine. 30 civarında harika Haydn üçlüsünden sadece birkaç biliniyor. Ayrıca Bach’tan Bartok’a oda müziği alanında, piyanolu dörtlü ya da üçlülerle seslendirilecek birçok harika eser var. Tek sorun, en zengin müzikal birikimin olduğu oda müziğinin günümüzde hayatta kalma savaşı vermesi. Star arayışı, konçerto tutkusu hala o kadar güçlü ki. Dinleyiciler bir starı ikinci sınıf konçertoyla dinlemeyi, çok daha derin bir oda müziğinde dinlemeye tercih ediyor. Bu eğilime karşı mücadele etmek gerekir.

Don Kişot için belki çok erken, belki çok geç

Çello repertuvarının zirvesi olarak Bach’ın süitleri ve Strauss’un Don Kişot’u gösterilir. Bu zirveye tırmanmayı düşünüyor musunuz?
-Bach’ın süitlerini kaydetmek çok isterim. Ama acele etmiyorum. Çünkü daha kattedeceğim epey yol var önümde. Günümüzde genç müzikçiler arasında tehlikeli bir akım var: Erken yaşta mümkün olduğunca çok eser kaydetmek istiyorlar. Bazı eserler için iyi fikir. Bach’ın süitleri için değil. Yıllardır suitleri konserlerde seslendiriyorum, farklı yaklaşımlar deniyorum. 10 yaşından beri bu eserleri çalıyorum. Yine de çok erken. En az 10 yıl daha zaman var. Schumann’ın konçertosu için uygun zaman olduğunu düşündüm ve kaydettim… Bach için erken… Don Kişot’u bugüne kadar hiç yorumlamadım. Hiç çalmadığım ve çalmak istediğim birkaç konçertodan biri. Başyapıt olmasına karşın, başka eserler var bundan önce çalmak istediğim. Dvorak, Ligeti, Lutoslavsi’nin konçertoları gibi… Don Kişot için belki çok erken, belki de çok geç… Kim bilir? (Gülüyor)
Müzik ve sporun dışında ne gibi hobileriniz var, mesela babanız gibi yazıyor musunuz?
-Not defterime sürekli not almakla birlikte, yazmıyorum. Müzik üzerine birkaç makalem yayımlandı. Henüz diğer alanlarda yazacak ilham yok. Ders vermeyi seviyorum. Öğrencilerle iletişim kurmak güzel. Eseri derinlemesine gözden geçirme fırsatı veriyor. Öğrencilerin gözüyle müziğe bakmak farklı bir odaklanma, algılama getiriyor. Şeflik dersleri almaya başladım. Sehpaya çıkmak gibi bir tutkum yok. Müzikte bireyler arasındaki iletişimi derinlemesine öğrenmemi sağlayacağını düşünüyorum. Belki günün birinde başka yararları da olur. (Kahkahalar) Uzun yıllar futbol oynadım. Londra’da bir kulübün kadrosundaydım. Futbol hayatımdan sonra, diğer sporlara yöneldim. Kayak yapmayı, dağcılığı, yüzmeyi seviyorum. Geçmişe uzanan sinema ilgim var. Bunuel, Hitchcock filmlerini severek izliyorum. Farklı kültürler ilgimi çekiyor. Sadece bu tutku nedeniyle 2,5 yıl önce Londra’dan ayrıldım. Berlin’e yerleştim. Caddeye çıktığımda rengarenk bir dünyayla karşılaşıyorum. Çok sayıda sanatçı var, farklı ifade biçimleri bir arada, kültür hayatı çok canlı, insana enerji yüklüyor. Okumayı seviyorum. Philip Roth’u çok severek okuyorum. Yakınlarda Primo Levi’nin Elementler Tablosu’nu okudum ve çok etkilendim.

Çaykovski’yle aram pek iyi değildir

İstanbul’da Boccherini ve Çaykovkski çalacaksınız, repertuvarı hangi yaklaşımla seçtiniz?
-Boccherini çello tekniğini geliştiren önemli öncülerden biri. 15 konçertosu içinde en ünlüsünü çalacağım. Çellonun bağırtılmadığı, çok lirik bir eser. Boccherini’nin bu eserinin orijinalinin dışında bir başka versiyonu bulunuyor. Alman çellist Fredrich Grutzmaher eseri gözden geçirip, çello bölümünü çok daha parlaklaştırmış, diğer eserlerdeki yaklaşımını örnek alarak virtüöziteyi artırmış. Ayrıca daha derin bir hale getirmiş. Ben bu versiyonu seslendireceğim. Çaykovski pek çaldığım bir besteci değil. Büyük besteci, ama diğer çellistlerden dinlemeyi tercih ederim. Cem Mansur’un talebi üzerine çalacağım. Besteci ekonomik sorun yaşadığı dönemde yazmış eseri. Orkestra bulamayacağı için yaylı çalgılar dörtlüsü için yazmış, sonra orkestraya uyarlamış. Keman uyarlamasını da yapmış. Bu da çok etkileyici bir eser.
(Serhan Yedig / 20 Ocak 2008 / Hürriyet) Ana fotoğraf: Emile-Holba

Linkler

Kişisel web sayfası

Share.

Leave A Reply

eleven + five =

error: Content is protected !!