Ruşen Güneş / Amerika’ya gitmemi sağlayan William Primrose’du

0

Viyolacı Ruşen Güneş, Ankara Devlet Konservatuvarı’ndan mezun olduktan sonra 10 yıl Londra Filarmoni Orkestrası’nda, 12 yıl da BBC Senfoni Orkestrası’nda görev yaptı. “Askerde iki komutan ağlatmıştım. İlki bölüğüne gelen kişinin çalgıcı olduğumu duyunca üzüntüsünden ağladı, ikincisi ise çaldığım viyolayı dinleyince gözyaşlarını tutamadı” diyor. 2020 Mayısı’nda hayata veda eden Güneş, müzik macerasını 2007 Nisan’ında Birgün Gazetesi’nden Hilal Doğanay’a anlatmıştı.

Çocukluğunuzdan bahseder misiniz? Evinizde ne tür müzikler dinlenirdi?
Annemin sesi çok güzeldi ve klasik müziğe çok meraklıydı. Annemin çocukken tek isteği kon-servatuvara girmekmiş. Bütün kâğıtlarını, evraklarını hazırlayıp okula vermiş fakat sınav günü konservatuvara gittiğinde sınav kâğıtlarını kaybetmişler, sonrasında da bulamamışlar. O da eğer çocuklarım olursa en azından bir tanesini müzisyen yapacağım diyormuş. O zamanlardan hatırladığım kadarıyla, annem bize gelin radyoda Chopin çalıyor, dinleyin, derdi. Programın sonuna kadar beklerdik, Chopin’in mazurkasını dinlediniz derdi annem. Hayret ederdik, nereden biliyorsun dediğimizde de, “tanıyorum bu eseri oğlum” diye yanıtlardı.
Chopin’le başlayan müzik serüveniniz sonrasında nasıl devam etti?
– Aslında büyük bir tesadüfler zinciri oldu; babam askerdeyken Trabzonlu bir arkadaşı vardı ve bu arkadaşının kardeşi Ankara Devlet Konservatuvarı Keman Bölümü’ne girmişti, Ankara’ya geldiklerinde kimseyi tanımıyorlardı. Babamın askerlik arkadaşı babama; “kardeşimin velisi olur musun?” dediğinde babam memnuniyetle bu teklifi kabul etti. Her hafta sonu bize gelir keman çalışırdı. O dönem yine bir tesadüf, annemin bir akrabası olan Bahattin Bey; “Ben de bir mandolin var ve yıllardan beri boşta durur acaba senin çocuklardan biri ilgi duyar mı?” diye sormuş anneme. O da olabilir diyerek almıştı mandolini. Babamın velisi olduğu öğrenci aracılığı ile Hikmet Şimşek’in ailesiyle tanışmışız. O dönem, Hikmet Şimşek benim okuduğum Atatürk İlkokulu’nda mandolin dersi veriyor. E, tabi bizde de mandolin var ve Hikmet Şimşek’ten mandolin dersleri aldım. Sonrasında konservatuvar sınavına girdim fakat beni almadılar. Hayatımın en üzüntülü günüydü. Kendi kendime dedim ki, “bu okula girmek istiyorum ve bir yıl keman çalışırsam tekrar girerim.” Sonra babamın velisi olduğu çocuk bana keman dersleri vermeye başladı ve ertesi yıl konservatuvar sınavını kazandım. Konservatuvarda, Necdet Remzi Atak keman hocamdı, sekiz yıl keman çaldıktan sonra viyolaya geçtim. Bir kuartet kurma durumu vardı ve kemancılar viyola çalmak istemediler ben çalarım dedim. Viyolanın sesi hoşuma gidiyordu. Son bir yıl viyola okudum. Zaten viyola çalanlar kemanla başlayıp sonra viyolaya geçerler.
Konservatuvar bittiğinde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasında çalmaya başlamışken İngiltere’ye gitmeye nasıl karar verdiniz?
– 1961’de yılında CSO’ya girdim ve iki yıl çalıştım. Benim bütün sanat hayatım tesadüflerle ilerledi diyebilirim. İngiltere’ye gitmemde öyle oldu. CSO’ da çalarken bir konserin solisti hastalandı. O zamanda, İngiliz şef George Weldon idare ediyor orkestrayı, ne yapacağız solist yok. Bir arkadaşla beraber Mozart’ın keman ve viyola için “Sinfonia Konçertosu”nu çaldık. Şef beni çok beğendi ve İngiltere’ye gitmek ister misin? diye sordu. “İsterim tabi” dedim ve Şef, British Consul bursu ayarladı, ertesi yıl İngiltere’ye gittim ve iki sene kaldım. Londra Kraliyet Kolejinde okudum ve okul bitmesinden bir gün önce dediler ki; “William Primrose okulda öğrencileri dinliyor” dediler. Bende gidip çaldım. “Amerika’ya gelmek ister misin?” dedi. “İsterim ama yarın Türkiye’ye gidiyorum” dedim. “Tamam, yazışırız” dedi ve adreslerimizi aldık. Bir yıl Türkiye’de kaldıktan sonra ertesi yıl Amerika’ya William Primrose’un yanına gittim. Amerika’dan tekrar Türkiye’ye döndüm ve iki yıl CSO’ da grup şefliği ve konserler yaptım sonrasında askere gittim. İngiltere’de bir evlilik yapmıştım Türkiye’ye döndüğümde bu evliliği saymadılar ve biz tekrar evlenmek zorunda kaldık. Sonra askere giderken boşanmamız gerekti ve on beş yıl sonra cidden boşandık ama hep aynı kadınla.
Askerde müzisyenler genellikle ordu evlerinde görevlendirilirler. Siz de, askerliğini enstrümanıyla devam ettirebilenlerden misiniz?
– Belki inandırıcı gelmeyecek ama askere gitmemde enteresan oldu, çünkü o zaman İngiliz bir kadınla evliydim, şimdi nasıl olduğunu bilmiyorum ama o dönemin kurallarına göre, eşiniz yabancı uyruklu ise yedek subay olamıyor-dunuz. Askerliğimi er olarak yapmak istemediğim için eşimle (şakadan diyor ve gülüyor anlattıkça) boşandık. Askerliğimi Kars’ta yaptım ve Askeri Mızıka Okulunda’ askerliğini yapmayan tek müzisyen benmişim. İptidai şartlarda yaşadık, ama çok iyi günlerimiz oldu. Bir komutanımız vardı hiç unutmam, benim çalgıcı olduğumu öğrenince ağlamıştı adam; “bana göndere göndere çalgıcıyı göndermişler” diye. Bir gün odamda viyola çalışıyorum, bir yarbay çıkageldi, “dinleyebilir miyim?” dedi. Çalmaya devam ettim. Baktım ağlıyor. Yani askerliğim süresince iki komutan ağlatmış birisiyim.
Terhis olduğunuzda eşiniz ve müzik çevresi sizi bekliyor muydu?
Ben askerdeyken eşim hamile kalınca İngiltere’ye gidip çocuğu orada doğurmak istedi. Bende eşimin yanına, İngiltere’ye döndüm ve orada kaldık. İngiltere’ye gider gitmez Kraliyet Operası’na girdim ve onsekiz ay orada çalıştım. Londra’ya gittiğim de bir liste yaptım, önceden tanıdığım orkestralarla görüştüm, kimisi kabul etti kimisi yok dedi. Ama genelde ilgi gösterildi. Mesela, London Mozart Players grubunun şefi Harry Blech’e çaldım, hemen BBC’ye telefon açtı ve “burada bir adam var, onu muhakkak dinlemelisiniz,” dedi. Sınavına girip kazandım. Hemen program verdiler, iki tane resital yaptım. Tabi, radyoda olunca duyuluyorsunuz. Sonra, Opera orkestrasından ayrıldım, çünkü sahnenin altında çukurda çalıyorsunuz devamlı, ben ise sahne üzerinde çalmak istiyordum.
Londra Filarmoni’ye nasıl girdiniz?
İngiliz Oda orkestrasına girdim ve dört yıl orada çaldım. Bir takım sorular başladı kafamda. Ne yapıyorum ben burada, derken bir ara viyolayı bile bırakmayı düşündüm ve o ara Türkiye’den bir teklif geldi, Ahmet Adnan Saygun viyola konçertosu yazmıştı, benim çalmamı istiyorlardı. İlgi duyar mısın dediler. O konser dönemi benim hayatımı değiştirdi. Sene 1978, orkestrayı Gürer Aykal idare ediyordu. İlk önce Ankara’da çaldık daha sonra İstanbul’da, sonrasında radyo’da bandını yaptık, Bir arkadaş, Londra Filarmoni Orkestrasında birinci viyolacıya ihtiyaç olduğunu söyledi. Telefon ettim sınava girmem gerektiğini söylediler, sınava girdim ve kazandım. On sene de Londra Filarmoni Orkestrasında çaldım.
BBC Orkestrası’na geçişiniz nasıl oldu?
– On senenin sonunda serbest çalışmaya karar verdim. Bu arada duydum ki, BBC Senfoni Orkestrası birinci viyolacı arıyor. Başkemancısına telefon ettim, “doğru mu” dedim. Evet doğruydu. ” 1989 yılında, BBC Senfoni Orkestrası’na girdim ve on iki yılda orada çalıştım. BBC firması, daima insan haklarının savunucusu gibi gözükür ama kendi üyelerini 60 yaşından sonra istemez. Bunu yaparken de, 58 yaşında mektupla bildirirler.
Akademisyen olarak çalıştınız mı?
– Manchester Kraliyet Koleji’nde bir sene hocalık yaptım. Fakat Londra’ya çok uzaktı gidip gelmek zor oluyordu. Sonra, Trinity Müzik Kolejinde iki yıl hocalık yaptım fakat çok disiplinsiz bir okuldu, gidiyorsunuz öğrenci gelmiyor, öğrenci geliyor çalışmamış. O yüzden oradan ayrıldım. İzmir’de iki üç yıl Master Class derleri verdim, yine İzmir’de viyola yarışması düzenledik. Öğrencilerle bilgilerimi paylaşmak istiyorum ama bürokratik kurallar engelliyor. Mesela, Mesut İktu bana; “Ruşencim yabancı hoca değilsin ve altmış beş yaşımda geçmişsin senin için hiçbir şey yapamam,” dedi. Haklıydı çünkü kitaplarda öyle yazıyor.
Devlet sanatçılığı unvanını nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Devlet sanatçısı olmanın hiçbir özelliği yok, tamamen bir kâğıttan ibaret. Devlet sanatçılığının çok esrarengiz bir adı var. Bana göre saçma sapan bir şey. Hiç bilinmeyen duyulmayan insanlar bu ödülü aldılar. Cumhurbaşkanlığı sekreterliğinden bana bir faks geldi, kokteyl’e davet ediyorlar. İngiltere’de olduğum için zaten gidemedim. Cumhurbaşkanı, gidiyorum diye herkese bir ödül mü vermek istedi anlayamadım, çok düzensiz bir durum oldu.
Siz hem burada hem de yurt dışında orkestralarla çalıştınız ne gibi çalışma farkları var?
– Bizdeki orkestralar genelde devlete bağlı. Yeni özel orkestralar kurulmaya ve güçlenmeye başladı. Haliyle bu da rekabet olması açısından iyi gelişmeler sağladı. Mesela, Amerika’da bir orkestraya girerseniz ilk iki yıl deneme süresidir. Ondan sonra ki on yıl içerisinde kalıp kalmayacağınıza karar veririler. Hemen hemen her büyük orkestrada deneme süresi vardır. Ama İngiltere’de öyle bir şey yok, alırlar seni beğenmezlerse işine son verirler. Bizdeki durum çok daha farklı devletten maaş alıyorsun emeklilik falan derken cazip bir tarafı da oluyor.
Beste yapıyor musunuz?
– Benim beste çalışmalarım oldu, bir sürü şarkı yazdım. Şiirleri kullanarak mezzosoprano, viyola ve piyano için bazı besteler yaptım. Ama o kadar çalıştım hazırlık falan yaptım fakat sonunda beğenmedim. Bestecilik konusunda çok fazla yeteneğim yok. Ne zaman bir arkadaşım ölse onların ardından bir şeyler yazıyorum. Elimde, böyle ortaya çıkmış yirmi kadar eser var.
Bugüne kadar kaç kayıt yaptınız?
– Mozart’ın senfonik konçertosunu ve yine Mozart Düo’ları Suna Kan la birlikte plak olarak kayıt yaptık. Adnan Saygun’un konçertosunu Gürer Aykal yönetiminde Londra Flarmoni Orkestrası ile birlikte kaydettik. Borusan ile yaptığımız kayıtlar var. İngiliz Oda Orkestrası ile Brandenburg’un altıncı konçertosu, ayrıca benim kendi yaptığım Türk Bestecileri ve viyola diye bir CD çalışmam oldu ve bütün bestecilere de gönderdim.
Vazgeçemediklerinizi sorsam?..
– Acı biber, beyaz peynir, müzik, şiir ve futbol tutkularım. Aynı anda 4 kitap okumayı seviyorum.
Kimleri okursunuz?
– Vedat Türkali’yi severim. İpek Çalışlar’ın yazdığı “Latife Hanım”ı okuyorum. Cotzee çok beğenerek okuduğum bir yazar. Hatta “Ölmeden önce okumanız gereken 1001 kitap” listesine de üç kitabı alınmış.
İçinden müzik geçen ilginç bir anınız var mı?
– Bir konsere dinleyici olarak gitmiştim. Beşli çalıyorlar iki keman viyolonsel iki viyola Viyolacılardan bir tanesinin teli koptu, durdular dışarı çıktı, fakat geri sahneye gelmedi sonra bir diğeri gitti ve arkasından diğeri de gitti en sonunda sahne boş kaldı. 15 dakika sonra sahneye çıktılar. Arada merak edip yanlarına gidip sordum ne oldu, diye. Bu arada hepsi 50 yaşlarında teli takmak için küçük bir delik vardır. Hiç birisi deliği görememiş ve küçük bir çocuk bulup teli taktırmışlar.
Ankara’nın Beypazarı ilçesinden çıkıp sonrasında BBC senfoni orkestrasına kadar uzanan müzik kariyerinizde Beypazarı sizin için ne ifade ediyor?
– Tesadüfen Beypazarı’nda doğmuşum ve oralı olmaktan gurur duyuyorum. Büyükbabamın gösterdiği ilgiyle 3-4 yaşımda okuma yazma öğrendim. Doğduğum ev beni hayata okuldan daha iyi hazırladı. Çocukluğumun en güzel ve gülümseyen yüzü babaannem, bir sabah; “gel deyip” beni ahıra çağırdı. İneklerden biri doğurmak üzereydi. 0 yaşımda hayatın nasıl başladığını gördüm. Bu eğitimi hiç bir yerde alamazsınız. Beypazarı sadece doğum yerim değil hayattaki ilk ve en verimli okulum olur. Çocukluğumda çok şarkı söylerdim, iki tane ineğimiz vardı ve inekleri beklerdik. Ailede enstrüman çalan kimsede yoktu ama Annem hep şarkı söylerdi.
(Hilal Doğanay / Birgün Gazetesi / 9 Nisan 2007)

Linkler

Ruşen Güneş’in biyografisi

Ruşen Güneş: Maestro, ayağınıza bakarak sorunsuz çalıyorum

Share.

Leave A Reply

six + 8 =

error: Content is protected !!