Andreas Scholl / Dinleyicilerimi cambazlık yerine iyi yorumla şaşırtmayı tercih ederim

0

Bir kadın sesi olan alto tonunda söyleyen dünyanın en ünlü kontrtenorlarından biri Andreas Scholl.  Uzun yıllar sadece barok çağ eserleriyle yetinirken 2012’de sürpriz yapıp Schubert, Brahms, Mozart yorumlarından oluşan bir CD yayımladı. Ertesi yıl piyanist eşi Tamar Halperin’le bu eserleri seslendirmek üzere İstanbul’a geldi. Schubert’in “Ölüm ve Gençkız”ını alto ve bariton tonlarında seslendirdi. “Dinleyicinin bunu yorumda derinlik olarak algılamasını arzu ederim” diyordu.

 

Kutlarım, Noel’de dondurucu NY soğuğunda caddede Ave Maria’yı söylemişsiniz. Youtube’deki klibinize bakılırsa bazı New York’lular size eşlik etmiş. Kemancı Joshua Bell sizi çok kıskanacak. Onu metroda kimse tanımamıştı…
– Dünyanın en gürültülü, en hızlı şehirlerinden birinde, hoperlörsüz hiçbir müziğin dikkat çekmesi, duyulması mümkün değil. Kaldırımda müzik yapılacak en kötü şehir. Çok az kişi durdu. Tabii ki hiçbiri beni tanımadı. İşinden çıkıp evine, randevusuna koşturan kişilerden kaldırımdaki müzikçiyi tanımalarını beklemek de haksızlık olurdu doğrusu… Eğer pazar günü Central Park’ta konser verseydik tabii ki çevremizi saracaktı dinleyiciler, daha çok kişi tanıyacaktı.
Peki neden caddeyi seçtiniz?
– Noel süslemelerinin de görüleceği, ışıklı bir nokta arıyorduk. Bu nedenle Columbus Meydanı’nı seçtik.
Sizin fikriniz miydi?
– Son yıllarda pek çok video klip, sahne arkası belgeseli yaptım, hatta Youtube’de bir kanal açtım. Bu fikir de benden çıktı. Eşim Tamar Halperin elektronik piyano çaldı, aynı yerde üç kez eseri söyledim. Kimileri gönüllü eşlik etti, kimileri görüntüye girmek istemedi. Harika bir deneyimdi.

Video röportajlarını
YouTube’de yayımlıyor

Youtube’deki sahne arkası video röportajlarınıza bakılırsa mesleğimiz tehlikede. Çok güzel, aydınlatıcı röportajlar, klipler yapmışsınız. Peki neden buna zaman ayırıyorsunuz?
– 21’inci yüzyılın klasik müzikçileri topluma kendini anlatmak zorunda. “Sahneye çıkarım, işimi yaparım” demek yetmiyor artık. Sanatçı basılı programla yetinip, sahnede konuşmaktan, eser ya da yorumu hakkında bilgi vermekten kaçınırsa dinleyici kolayca ilgisini yitirebilir. Kısa bir konuşmanın ilgiyi ne kadar artırdığını, dinleyiciyi ne kadar mutlu ettiğini konserlerimde görüyorum. Örneğin ben beyzbol izlemeyi çok severim, çoğu kişi sıkılır, çünkü kurallarını, geçmiş öykülerini bilmiyorlar. Klasik müziği crossover projelerle eğlencelik hale getirmek yerine, eseri dinleyiciye açıklayarak popülerlik yakalanabilir. Bugün crossover adı altında operada hiç sahneye çıkmamış kişiler, kendilerini tenor olarak tanıtıp pop şarkıları söylüyor. Sahneden bilgi vermek bundan çok daha dürüst bir yaklaşım.

1980’lere kadar sahnelerde sınırlı sayıda kontrtenor varken 1990’larda neden kontrtenor patlaması yaşandı? Talep mi arttı, eğitim mi gelişti, yoksa genetik bir gelişme mi yaşanıyor?
– Erken çağ müziğinin popülerleşmesi, kontrtenorlara geçmişten daha çok sahne açıyor. Bu gelişme kontrtenor olmak isteyen gençlerin sayısını artırıyor. Bu sayede kaliteli kontrtenor seslerin sayısı artıyor.
Repertuvar da bu hızla artıyor mu, çağdaş bestecilerin ilgisi ne düzeyde?
– Ortaçağ, Rönesans, Barok çağdan kalma, hâlâ kitaplık raflarında duran, keşfedilmemiş o kadar çok eser var ki… Kontrtenorların bir kısmı aynı zamanda müzikolog. Arşiv araştırmasıyla yeni eserler keşfediyorlar. Bir başka önemli gelişme kontrtenor sesin özgürleşmesi. Artık sadece erken çağ repertuvarıyla sınırlı değil kontrtenorlar. Barok polisi yok başımızda. İstediğimizi söyleyebiliyoruz. Ben de Romantik Çağ’ın eserlerini söylüyorum örneğin.
Genç bestecilerden size ithaf edilmiş eserler alıyor musunuz?
– İsrail, ABD, Romanya, İtalya’dan dört besteci benim için eserler besteledi. Bunlardan albüm de hazırladım.

Bir zamanlar evham
hastalığına tutulmuştu

Çocukluk sesinizi korumanız bir tür mucize olsa gerek; bunun için bir tenor ya da baritondan daha fazla bedel ödemeniz gerekti mi?
– Kontrtenor diğerlerine oranla iklim koşullarından daha çok etkilenir. Ses hemen gider. Bas ve bariton bu açıdan daha güçlü. Soğuktan korunmam, sigara içmemem, maç seyrederken çok heyecanlansam da çığlık atmamam gerekiyor. Her şarkıcı, meslek yaşamının bir döneminde sesi için şiddetli endişeler yaşar. Ben de bir zamanlar evham hastalığına yakalanmıştım. Sonra endişenin durumu düzeltmediğini gördüm, vaz geçtim. Uzun konuşmanın sesi olumsuz etkilediği söylenir. Konuşma terapisi aldığım için bu konuda sorun yaşamıyorum: Rezonans, artikülasyon, basınç uygulamadan kaçınmak gibi teknikler kullanıyorum.
Kolaratur sopranoların yaşlanmaya karşı çok hassas olduğu söylenir, sizin sesinizin tizleri bu açıdan çok hassas mı?
– Ses tizleştikçe, akrobatik kullanımda esneklik ve risk artıyor. Bazı kontrtenorlar soprano sesinde söylüyor, ben alto söylüyorum. Bu açıdan şanslıyım. Tiz seslerdeki şarkıcılar tenisçilere benzer. Çok turnuvaya katılıp, kendinizi çok zorlarsanız kısa zamanda yıpranırsınız. Eğer sese dinlenme, kendini toparlama süresi sağlarsanız uzun yıllar kullanabilirsiniz.
Hiç sahne korkusu yaşadınız mı?
– Pek çok şarkıcı bu konuda konuşmaktan hoşlanmaz. Zayıflık olarak görür. Bazen sahneye neşeli çıkarsınız, her şey yolunda gider. Bazen salondaki herkes müzik eleştirmeniymişcesine huzursuz olursunuz. Acaba ne düşünüyorlar, düşüncesinin aklınızdan geçmesi bile yeter. En hoş durum, herkesin sizi dinlemek için geldiğini, mutlu olduklarını hissetmenizdir. Harika konserler çıkar. Heyecan sanatçının sorumluluk anlayışının da bir sonucudur. Eğer hiç heyecanlı değilse, önemsemiyor demektir.  Sanatçı bunu abartıyorsa yanlış meslek seçmiş demektir.
Büyük konser salonlarında resital vermek sizi ürkütür mü? Pek çok tenor büyük salonlarda yuhlanmıştır, bilirsiniz…
– Boyut değil, akustik önemli. Örneğin akustiği iyi bir kilise ne kadar büyük olursa olsun, sesiniz duyulur. Bazen küçük salonlarda tam tersini yaşıyorum. Kuru, tüm sesi yutan bir ortamda sesimin zayıfladığını hissediyorum.

Eşiyle pop yapıyor

Çocuk müzikleri ve pop şarkılarının dışında beste yapıyor musunuz?
– Besteci değilim. Deutsche Grammophon firması için Alman modacı Wolfgang Joop’la bir albüm kaydettik. O Andersen masallarını okudu, ben müzikledim, icra ettim. Barok ve elektronik unsurlar içeren çağdaş müzik örneğiydi. Kızım 6 yaşındayken okuldaki korosu için eserler besteledim. Bunlar eğitim amaçlı çalışmalardı. Yıllar önce Stuttgart Balesi için eserler besteledim. Şimdilerde önceliğim video ve kendi şarkılarım.
İstanbul’da birlikte konser vereceğiniz piyanist Tamar Halperin, yaşamınıza aşk, caz ve Bach’tan başka neler getirdi? Örneğin sayesinde Ortadoğu’ya ilginiz arttı mı?
– Eşim Tamar, çok geniş bilgi birikimine sahip. Müzikolog, Juilliard’da doktora yaptı, Bach uzmanı… Bunların dışında hayatıma getirdiği en önemli unsur sabır. Daha sabırlı, dengeli bir insan oldum. Birlikte çalışırken bana sadece eşlik etmiyor. Eserler üzerine tartışıyoruz, çok iyi bildiği kontrpuan, bestecilik konusunda derin bir bakışa sahip. Benim Bach bilgilerimi zenginleştiriyor. Sadece iyi anlaşan bir çift değiliz. İyi bir müzikal ikiliyiz. Tamar’ın ilgi alanlarından biri de caz. Michael Wollny ile çok güzel caz doğaçlamaları yaptı, bunlar yayımlandı. Gelecekte hep birlikte ortak çalışmalar yapmak istiyoruz. Fakat şu anda, resitallerin yanı sıra pop alanında denemeler yapıyoruz.
Teknik bir soru: Aşk sahnede sesinizi güç ve ton zenginliği açısından etkiliyor mu?
– Şarkıcılığa da aşkla bağlıyım. Bunun yoruma yansıması gerekiyor. Müzikal iletişimin amacı kişiyi daha iyi bir birey olmaya yönlendirmektir. Konsere aydınlanmak, günlük yaşamın sığlığından kurtulmak, farklı bir dünyanın kapılarını aralamak için gideriz. Mistik bir etkinliktir. İletişimi yönlendiren kişi olarak bizim izleyiciye aşkla, şefkatle yaklaşmamız gerekir. İzleyicinin duygusal, ruhi durumuna özen gösterilmelidir. İletişim böyle başlar. Tüm bu sürecin itici gücü aşktır. Müzisyenlik bu nedenle zordur. Her zaman ideal düzeyi yakalayamayabilirsiniz. Sanatçının zihninde, kalbinde başka bir şey olmamalı ki sorunsuz icra üretebilsin, izleyicinin zihni açık olmalı ki iletişim gerçekleşebilsin. Aşk icrayı etkiler. Eşim ve iki arkadaşımla Avustralya’da çıktığım turne buna örnektir. Aşıktım, arkadaşlarımı çok seviyordum, sahneye öyle mutlu çıktım ki sesimin bundan ciddi oranda etkilendiğini hissettim.
Beş yıl öncesine kadar erken çağ müziği repertuvarının dışına çıkmıyordunuz. “Zamanı geldiğinde diğer dönemlere geçeceğim” diyordunuz. Neydi ölçütünüz, zamanın geldiğine nasıl karar verdiniz?

– Barok çağ müziğinden, İngiliz lut eşlikli şarkılardan bıkmadım. Hâlâ zevkle söylüyorum. Yeni ufuklara açılmak güzel. Her müzikçi kendini yenilemeli. Büyük şovlar olması gerekmez. Zaman zaman yeni repertuvar arayışına girişmek, mesela barok eserlerle video sanatını bir araya getirmek gibi yenilikçi, kişiyi tazeleyecek projeler yapmak gerekiyor. İki yılda bir farklı repertuvar arayışına giriyorum. Bu beni yeniliyor. Bir kontrtenor kendi repertuvarını tüm boyutlarıyla yeterince icra ettikten, bu hüznü yaşadıktan sonra farklı arayışlara girebilir. Geçiş anı ise mantıkla açıklanacak bir durum değil, bir tür his.
Kısacası Schubert söylemek için belirli bir olgunluğa erişmek miydi beklediğiniz?
– Hayatım boyunca barok eserler söylemek zorunda olmadığımı 30 yaşında da biliyordum. Kimse Schubert söylememi engelleyemezdi. İçsesim ve müzikal kişiliğim yeterli olgunluğa eriştiğinde barok sonrası eserleri incelemeye başladım. Brahms, Schubert, Mozart, Haydn şarkılarının birer öykü anlattığını keşfettim. Tıpkı barok eserler gibi… Daha sonra ses niteliğimi, müzikal hedeflerimi gözönüne alarak değerlendirme yaptım. Önemli olan bu değerlendirme yeteneğine sahip olmaktı. Örneğin Schubert’e yeni bir yaklaşım getirip getiremeyeceğimi inceledim. Ve sonra karar verdim.

Alto ve bariton söyleyecek

İstanbul resitalinizde tüm eserleri kontrtenor sesiyle mi söyleyeceksiniz?
– Tüm eserleri alto tonunda söyleyeceğim, sadece Schubert’in Ölüm ve Gençkız’ında bariton tonunu da kullanacağım.

Eserdeki iki karakteri iki ayrı sesle mi söyleyeceksiniz? Tekniği nedir bu ikili sesin?
– Bach “insanoğlu ölümle kuşatılmıştır” diyor. Schubert’in eseri bu duyguyu anlatıyor. Gencecik bir kızın ölümle karşılaşmasını görüyoruz. Ölüm ağır adımlarla geliyor, şefkatli bir baba sesiyle kızı ikna etmeye çalışıyor. “Güzel kız elini ver, senin dostunum, zarar vermek için gelmedim. Kollarımda huzurla uyuyacaksın” diyor. Kız ise panik halinde “haydi git, bana dokunma” cevabını veriyor. Bu etkileyici öyküde ölümü alışıldık yüzüyle, acımasız bir varlık olarak sunmak yerine görevini yerine getiren, anlayışlı bir kişilik olarak yansıtmış Schubert. Ben de genç kızı kafa sesiyle, yani alto tonunda paniğini vurgulayarak yorumlayacağım. Ölümü ise diyafram kullanarak bariton tonunda, korkutucu olmayan şekilde seslendireceğim.
Bu teatral yoruma ne gibi tepkiler alıyorsunuz?
– Çok şaşırıyorlar. Hatta bazen şok yaşıyorlar. Bu şokun, teatral ifadenin getirdiği anlam derinliğinden kaynaklanmasını arzu ediyorum. Diyafram ve kafa sesiyle yapılan bir sirk cambazlığı gibi algılanmasını kesinlikle istemiyorum.
Bu sadece tek seferlik bir deneme mi, romantik dönem eserlerini söylemeyi sürdürecek misiniz?
– Barok ve Rönesans eserleri repertuvarımın temelini oluştururken yeni arayışları sürdüreceğim. Bu sezonun konser programları ağırlıklı olarak barok dönemden. Romantik çağ müziği bana çok çekici geliyor. Bu repertuvarla hazırladığım albüm geçen yıl yayımlandı. Ortalama iki yılda bir albüm kaydediyorum. Çünkü albümdeki icranın olgunlaşması zaman alıyor, kalıcılık da bu yolla sağlanıyor. Sonbaharda çağdaş eserlerden oluşan bir CD kaydedeceğim, ilkbaharda yayımlanacak. Sonra barok albüm gelecek. Belki sonra Schubert’in Kış Yolculuğu bir albüme dönüşebilir.
“En büyük hayallerimden biri Arvo Part gibi bestecilerle çalışmak” demiştiniz. Başardınız mı, Part sizin için eser yazdı mı?
– Evet çok sevdiğim bir besteci. Albümde Part’ın da bir bestesi olacak. İki bilinmeyen besteci ve galiba David Lang’ın da bir eserini yorumlayacağım. Henüz repertuvar kesinleşmedi.
Fanatik dinleyicilerinizin “melek sesi”ni sadece barok repertuvarda kullanmanız yolundaki baskısından yakınıyordunuz. Bu baskıdan kurtuldunuz mu, Schubert, Brahms’a geçmenizi nasıl karşıladılar?
– Bu beklentiden rahatsızım. Mesela Schubert seslendirdiğim ilk konserden sonra, kulise barok repertuvarlı konserlerimde çok sık gördüğüm bir dinleyici geldi.  “Güzeldi, ama barok kadar değil” dedi. Buna katlanmak zorundayım. Bununla birlikte yeni albüm yeni dinleyiciler de kazandırdı. Sanatçı bu beklentilerle sınırlanmamalı. Çünkü repertuvarını talep doğrultusunda düzenleyen sanatçı kısa sürede kendi karikatürüne dönüşür.
Eleştirmenleri ciddiye alır mısınız? Eleştiri kalitesi açısından ABD ve Avrupa arasında fark var mı? Mesela İstanbul repertuvarıyla geçen kasımda New York’ta verdiğiniz resitalden sonra New York Times eleştirmeni Zahary Woolfe “İfade yoğunluğu yerine ses kontrolündeki kalitesi, zarif tonuyla dikkat çekiyor” yazmış. Bu moralinizi bozuyor mu?
– Eleştirmen salondaki bin kişiden biri. Sadece onun görüşleri geniş kitlelere yansıyor… Oysa bloglarda, küçük yayınlarda pek çok eleştiri yayımlanıyor. Bunları çok az kişi fark ediyor. Salondaki izleyici “gözyaşlarına boğulmadıysam, sahnedeki sanatçı yeterli ifade gücüne sahip değil” diye düşünebilir… Eleştirmenler şunu bilmeli ki, icra çift yönlü iletişimdir, sanatçı salonun atmosferinden etkilenir. Solist dinleyiciyle diyalog kurmak zorundadır. Sahne ışıkları salonu perdeleyecek kadar şiddetliyse,  izleyicilerin varlığını hissedemiyorsa bunlar olumsuz faktörlere dönüşebilir. Hiçbir sanatçı sahneye “bu akşam ifade gücümü yoğun kullanmayayım” diye çıkmaz! New York’ta bir soprano arkadaşımın resitaline gitmiştim. İzleyiciler konser sonunda dakikalarca ayakta alkışladı. Salondan çıkarken “büyük başarı” diye düşünmüştüm.  Birkaç gün sonra NYT’daki eleştiriyi okudum: “İzleyiciler arasında soğuk bir rüzgar esti…” Dondum kaldım! Geçenlerde TV’de yeni sahnelenmeye başlayan bir operayla ilgili tanıtımı izledim. Prodüksiyon tüm detaylarıyla anlatıldı, solistlerden tek kelimeyle dahi bahsedilmedi. Eleştirmenler repertuvarı, müzik tarihini, icra tekniklerini iyi biliyor. Fakat aralarında ne yazdığının farkında olan çok az. Aynı CD için “çok yüksek sesle, çok güçlü ifadeyle söylenmiş, yeterince zarif değil” ve “Ses yeterince güçlü kullanılmamış” diye eleştiriler almıştım. Eleştirmen daha önce bildiği icralarla karşılaştırıp “tempo çok yavaş” ya da “tempo çok hızlı” diye yazabiliyor.  Oysa “bu sanatçı neden farklı yorumu seçti” diye düşünmeli. İcrayı böyle değerlendirmeli. Laf aramızda, müzik eleştirmeni olmak hiç istemezdim. Çünkü kişisel beğeniler, anlık duygularla ilgili bir durum bu. Üç yıl önce Almanya’da Leonard Cohen konserine gittim, çok mutlu oldum. Birkaç ay sonra Boston’da arkadaşım tekrar Cohen konserine götürdü. Hiç hoşlanmadım. Bu Cohen’in suçu değil. Belki ben çok yorgundum o sırada, zevk alamadım.
Türk müziği ve sanatçılarla bağlantınız var mı, beste ya da web sitenize mesaj geliyor mu?
– Farklı kentlerde konserler verdim fakat Türk müzikçilerden tanıdığım yok. Türk bestecilerden eser, dinleyicilerden mesaj da almadım henüz. Bekliyorum…
(Serhan Yedig / 24 Şubat 2013 /  Hürriyet)

ÇEŞME FESTİVALİ’NDE AMERİKAN
KILIĞINDA YARIŞTIK, ELENDİK
1989’da Çeşme Müzik Festivali’ne genç bir yarışmacı olarak katıldım. Jean Paul Belmando’nun oğlu sunucuydu, Chakan solistler arasındaydı. Şarkı yarışmasına pop ikilisi olarak başvurmuştuk. Menajerimiz “Bir Alman aday var, siz Amerikalı olun daha çok dikkat çekersiniz” dedi. Biz de sahnede Amerikalı tatliti yaptık. İngilizcemiz o kadar kötüydü ki, hemen anlaşıldı. Yarışmadan elendik. Halbuki dinleyicilerden çok alkış almıştık.

EN BÜYÜK HOBİM KAYIT
Dağ koşusu, bisiklet, beyzbolla birlikte en büyük hobim kayıt. 16 yaşında Commodor 64’le, taş çağı teknolojisiyle pop şarkıları kaydediyordum. Bugün evimin bitişiğinde bir stüdyom, pek çok yüksek teknoloji ekipmanım var. Sürekli yeni fikirler arıyorum, klasik eserlere düzenlemeler yapıyorum, farklı miksajlar deniyorum. Bazen ilginç sözler bulduğumda bunlara müzik yazıyorum.

GÜLÜN ADI’NDA ROL ALMIŞTI
Scholl, Almanya’nın Wiesbaden Eyaleti’nde, küçük bağcılık kasabası Kiedrich im Rheingau’da doğdu. Babası kilise çocuk korosu şefi, kardeşleri soprano, bariton, kontraltoydu. 7 yaşında kilise korosunda söylemeye başladı. 13 yaşında Roma’da Papa John Paul’ün de bulunduğu bir ayinde solo söyledi. Gülün Adı filminde rol aldı. Eğitimini Schola Cantorum Basiliensis’te tamamladı. Şimdi aynı okulda yorumculuk dersi veriyor. 1998’de, 18’inci yüzyılın ünlü kastratosu Senesimo için yazılan eserleri yorumladığı albümle dikkati çekti. Altın Diapason, Gramophone, ECHO ödülleri aldı.

Linkler

Biyografisi

Kişisel web sayfası

Dinleyicilerinin kurduğu web sayfası

Share.

Leave A Reply

twenty − 6 =

error: Content is protected !!