Anne-Sophie Mutter / Son 10 yıldır güzelliğimden çok icralarım konuşulur oldu

1

13 yaşında efsanevi şef Herbert von Karajan tarafından sahneye çıkarılması, kırmızı Porche ve Ferrarilere merakı, kendisinden 34 yaş büyük Andre Previn’le fırtınalı evliliği, toplam satışı milyonları aşan albümleriyle tam bir süperstar Anne-Sophie Mutter. 2008’deki bir röportajda, 46 yaşında sahneyi bırakacağını söyleyip, büyük ilgi çekmişti. Sonra “Kendimi yenileyemediğimi gördüğüm anda bırakacağım” diyerek sözü değiştirdi. Ertesi yıl besteci, orkestra şefi ve eski eşi Previn’in 80’inci yaşını kutlamak üzere çıktığı dört konserlik Avrupa turnesi kapsamında İstanbul’da konser vermişti. Öncesinde, güneşli bir mayıs sabahında, Münih’teki evinin kuş cıvıltılarıyla dolu bahçesinden cep telefonuyla sorularımızı cevaplamıştı.

 

Hobilerinizle başlayalım söyleşimize. Bir zamanlar Porsche, Ferrari gibi sürat otomobillerine ilginiz çok konuşulurdu. Herhalde bu merakınız geçmişte kalmıştır. Çocuklarınız Richard ve Arabella ile paylaştığınız hobileriniz var mı, örneğin birkaç hafta önce dostunuz Penderecki ‘yle bu konuda konuşurken uzun uzun arboretum kurma tutkusundan bahsetmişti…
– Çocuklarına iyi örnek bir anne olmak istiyorum. Yarış ve sürat merakı ergenlik çağındaki çocuklar için pek iyi bir örnek olmayacaktı. Dolayısıyla otomobil tutkusu geride kaldı. Aslında ben de ağaçlara çok meraklıyım. Dört hafta önce Maestro Pendereck i’yle bir konser verdik, bu arada uzun uzun ağaç yetiştirme ve ağaçların güzelliği üzerine konuşmuştuk. Bunun dışında sanatın diğer dalları ve sporla ilgileniyorum. Özellikle açık mekanlarda yapılan sporları tercih ediyorum. Çocuklarım da spor yapmayı seviyor. Oğlum iyi bir tenisçi. Kızımla ortak hobimiz dans.
Gördüğüm kadarıyla dünya basınında sahne kıyafetleriniz icralarınız kadar geniş yer alıyor. Giysileriniz konusunda danışmanlık ya da tasarımcı desteği alıyor musunuz?
– Diplomatik konuşma tavrımı değiştirmeden, bu yorumunuzu düzeltmem gerekiyor. (Gülüyor) Sanırım son 10 yılda icralarım, sahne kıyafetlerimden daha çok konuşulur oldu. Basının yaklaşımı gazetenin niteliğine göre çok farklı olabiliyor. Kültüre önem vermeyen gazetelerde daha çok kıyafetlerim üzerine haberler görebilirsiniz. Kıyafet seçiminde benim için önemli olan rahatlık. Sahnede rahatça hareket edebileceğim, stres yaratmayan kıyafetler seçiyorum. Kemancının özellikle ihtiyacı olan, kollarını özgürce hareket ettirebileceği giysiler. Yastık kullanmadan, enstrümanı doğrudan vücuduna yaslayarak çalan nadir kemancılardan biriyim. Enstrümanımla tensel temas kurmak istiyorum çünkü. İşte bu nedenle de askısız giysileri tercih ediyorum.

Renk tercihleriniz zaman içinde nasıl değişti?
– Kemana uyan renkleri tercih ediyorum. Tek kriterim bu. Stradivarius’a yakışması…
Fiziksel görünümün sahnedeki başarıda önemli etkisi olduğu söylenir hep…
– (Keserek) Bu görüşe tamamen karşıyım.
Kişisel düşüncem değil bu, kamuoyundaki genel yargılarından söz ediyordum.
– Evet, ben de buna karşı olduğumu söylüyorum zaten. Güzellik denilen kavram izafi. Sanatçı sahnede bir karizma koyar ortaya. Bunun mükemmel bir burun ya da saçla ilgisi yoktur. Sanatçı sahnede öylesine iyi iletişim kurar ki, izleyicinin gözüne güzel görünür. Oysa boyu kısadır ya da şişmandır. Bu nedenle yanıtımda güzellik yerine karizmanın gerekliliğine odaklanmayı tercih ederim. Çünkü sahnedeki kişinin karizmasını kullanarak mümkün olduğunca kısa sürede izleyicinin dikkatini yaptığı işe odaklaması gerekir. Benim durumumda sözkonusu olan müzik… Örneğin İstanbul’daki ilk konserimde Andre Previn’le sahneye çıkacağız ve üç eser seslendireceğiz. İzleyicinin dikkatini öncelikle bu eserlere odaklamak gerekiyor. Giysi, kişilik, güzellik üzerine odaklandığında izleyicinin dikkati, bu müzikteki yaratıcığı engeller. Mesleki amacının önüne geçer. Sanatçının konserdeki amacı dinleyicinin ilgisini, dikkatini çekmek, müzikal güzellikleri paylaşma isteği yaratmaktır.
Aslında sorum yarım kalmıştı. Şunu sormak istiyorum: Fiziksel görünümün sahnedeki başarıda önemli etkisi olduğu söylenir hep. Oysa tam tersi de söz konusu olabilir. Siz güzelliğinizin dezavantajını yaşadınız mı hiç?
– Sanıyorum kişi güzelliğini eksen almazsa bu konuda sorun yaşamaz. Onlarca yıllık sahne tecrübesinden sonra, hakkımda yazılan her şeyi okuma gereği duymuyorum. Buna zaman ayırmak da istemiyorum. Tüm yazılanları ciddiye almak gereksiz. Basında yaratılan imajın toplumun bakışını çok fazla etkilemediği kanısındayım. Sanatçı olarak topluma yansıttığımız imaj kişisel gelişimimiz, olgunlaşmamız. Eğer beni güzel buluyorlarsa, bunu yazıyorlarsa, kadın olarak bunu bir iltifat kabul ederim, şükranla karşılar ve mutlu olurum. Ama bir sanatçı olarak hayatıma,sanatıma, sanatçı olarak kendime bakışıma bir katkısı olmaz.

Hayatı ıskalamadan yaşadım

Yaklaşık 30 yıllık bir mücadeleyi geride bıraktınız. Geri dönüp baktığınızda, özel hayatınızda ıskaladığınız, yapamadığınız için pişmanlık duyduğunuz bir şey var mı?
– Neredeyse, hâlâ tüm istediklerimi, geçmişte kaçırdıklarımı yapabileceğim bir yaştayım. (Gülüyor) En azından umutluyum. Eğlenceli bir çocukluk geçirdim. Arzu ettiklerimi yapabildim. Müzik yaptım, konserler verdim, dünyayı gezip harika kişilerle tanıştım, hayır konserleri verdim, dünyanın yaylı çalgılar kullanan tüm müzikçilerine yönelik bir vakıf, farklı ülkelerde yaşlılar ve özürlülüler evleri kurdum. Sanırım ıskaladığım önemli bir şey yok hayatta. Çocuk sahibi olmak önemliydi. Çünkü çocuk ebeveyne çocukluğunu tekrar yaşama, büyük mutluluk yaşama fırsatı sunar.
Web sayfanızdaki Marcel Proust anketinde, bir erkekte aradığınız en önemli özelliğin sezgi olduğunu belirtmişsiniz. Hayatınız boyunca Karajan, Previn, Bernstein gibi çok güçlü erkek karakterleriyle karşılaştınız. Bu tecrübenin ışığında, 18 yaşına basan kızınız Arabella’ya erkeklerle ilgili bir öğüt vermeniz gerekse, ne derdiniz?
– Prensip olarak çocuklarımla ilgili konularda kamuoyuna açıklama yapmıyorum.

Gün geçtikçe birlikte yaşaması daha kolay bir insana dönüşüyorum

Yarış merakınızdan, çalışma alışkanlıklarınıza, sabırsızlığınızdan, müzikteki tempo yaklaşımınıza kadar sürat hayatınızın vazgeçilmez unsurlarından biri. Hayatınızın beşinci büyük dönemecine yaklaşırken, biraz yavaşlayıp hayatı daha derinlemesine yaşamayı düşünüyor musunuz?
– Hayatın her alanında direksiyondaki gibi hızlı olmak zorunda değilim. Üstelik çocuklarıma kötü örnek olmak istemediğimi daha önce belirtmiştim. Buna karşın yaşamı hızlandırmamın nedeni, hayatı sevmem. Bu ayrıntılara önem vermediğim anlamına gelmez. Her günü dolu dolu yaşıyorum. Doğamın bir gün yavaşlamak isteyeceğini hiç sanmıyorum. Tutkulu ve biraz sabırsız bir kişiliğim var. Buna karşın çevremdekilere ve kendime karşı 20’li yaşlarımdaki kadar aşırı sabırsız değilim. Gün geçtikçe birlikte yaşaması daha kolay bir insana dönüşüyorum. (Kahkahalar) Yani çevremdekilere karşı çok daha sabırlıyım artık.
İşin içinde tutku olduğu sürece yaptığınız hataları önemsemediğinizi söylüyorsunuz. Bu prensibi ne zaman, hangi vesileyle edindiniz, hayatınızı, sanatınızı nasıl etkiledi?
– Bir yorumcu, yani besteci değil, bestelenmiş bir eseri icra eden kişi işin başında şunu öğrenmeli: Her konser sanatçının oluşum sürecinin bir aşamasıdır, bir gecede tüm sanatsal hedeflerine ulaşamamak hayatta yaşanabilecek en büyük başarısızlık değildir. Tekrar tekrar denemek için ilham kaynağıdır. Kimi zaman fazlasıyla anaç davranıp çocuklarımın üstüne aşırı düştüğümü fark ettiğimde, sert şekilde eleştirdiğimde, sevgim ve tutkum nedeniyle yanlış kararlar verdiğimde kendimi kolayca bağışlayabiliyorum. Çünkü iyi niyetle yapılmış hatalar bunlar. Hepimiz insanız. Yaşadıkça olgunlaşıyoruz…

Ağustostan sonra altı ay konser vermeyeceğim

Konser sayınızı azaltmaya karar verdiğiniz halde neden bir türlü gerçekleştiremiyorsunuz? Müzik piyasası mı sizi zorluyor, vakıf için para kazanmanız mı gerekiyor?
– Evet tüm çabama karşın, yoğun turne trafiği sürüyor. Aslında konser sayısını 10 yıl öncesine göre epeyce azalttım. Bu yıl ağustostan itibaren altı ay kendime izin verdim. 10 yılda bir bunu yapıyorum. Çünkü daha artık daha fazla tatile ihtiyacım var. Çocuklarını babasız yetiştiren bir anne olarak da zamana ihtiyacım var. Ev yaşamını özlüyorum. Evimi toparlamak, temizlemek, sade bir yaşam hoşuma gidiyor. Bununla birlikte çağdaş repertuvarı incelemek, huzur içinde yeni eserler çalışmak istiyorum. Dahası, konser programımı gönlümce düzenleyebildiğim yanılsamasını doyasıya yaşıyorum… Hayatımın tüm ayrıntılarını dengeleme çabasıyla birlikte, dünyanın önde gelen müzik merkezlerine gitmek, belirli aralıklarla dinleyicilerime seslenmek, farklı repertuvarlar sunmak bana çok cazip geliyor. Bu nedenle hayatımı ancak belirli oranda yavaşlatabiliyorum. Buna karşın zorunlu konserlerin sayısı epeyce büyük bir yekun oluşturuyor. Aksi takdirde bir sanatçının aynı anda Amerika’da ve Uzakdoğu’da varlığını sürdürmesi mümkün değil. İstenen de bu zaten…
Sarah Chang dahi çocukluktan olgun virtüözlüğe geçişin sancılı bir süreç olduğunu söylemişti. Bu dönemde sahne korkusu dahil bir çok sorun yaşanabiliyor. Hayatınızın herhangi bir döneminde sahne korkusu yaşadınız mı?
– Hiç sahne korkusu yaşamadım. Çok küçük yaşta sahneye çıkmamın bunda önemli etkisi var sanırım. Altı aylık eğitimden sonra, altı yaşında ilk yarışmamı kazanmış, konsere çıkmıştım. 10 yaşına kadar kısıtlı sayıda da olsa konser verdim. Sahnede çalmak, dinleyiciyle iletişim kurmak bana yabancı bir duygu olmadı hiçbir zaman. Sanki sohbet ediyordum dinleyiciyle. Tabii kendi seçtiğim konular üzerine değil, Mozart’ın, Beethoven’in seçtiği konular üzerine… Dolayısıyla sahne sıradışı bir mekan değil, kendimi rahat hissettiğim doğal bir mekan oldu hep.
Birçok eleştirmen sahnede dinleyiciyle iletişim kurmamanıza dikkat çekiyor. Bu müziğe konsantre olma çabanızdan mı kaynaklanıyor? Eser başladığında salona yönelik algılarınızı kapar mısınız, sizi en çok rahatsız eden, dikkatinizi dağıtan şey nedir?
– Sessizlik dinleyicinin müzikçiye verebileceği en büyük armağan. Bununla birlikte sessizlik müzikçiye salondakilerin tamamen müziğe konsantre olduğunu, büyülendiğini gösterir. Sahneye çıkıp, en iyi yoruma ulaşmaya çalışan sanatçıya çevreden gelen rahatsız edici seslerin, cep telefonu zilinin, ansızın patlayan fotoğraf makinesi flaşının olumlu bir katkıda bulunduğunu söyleyemeyiz. Ama hayat bu. Oluyor bazen… Yılların tecrübesi sanatçıya belirli aşamaya kadar bu seslere tahammül göstermeyi öğretiyor. Birçok sanatçının seslere tepki verip, çalmaya ara verdiğini de görüyoruz. İyi bir müzikçi konserde sahnedeki seslerin yanı sıra salondaki tüm sesleri de algılar.

Emprovizasyon konusunda umutsuz bir vakayım

Penderecki ve Mutter

Lutoslawski, Penderecki, Boulez, Previn gibi önde gelen çağdaş bestecilerle karşılaşmasanız, birlikte çalışma fırsatı bulamasanız bugünün virtüöz Mutter’inde neler eksik olurdu?
– Hayatımda ve sanatımda önemli bir eksik olurdu. İcralarımın bu bestecilerin hayal ettiklerine yakın olup olmadığını öğrenemezdim. Çok sayıda çağdaş müzik örneğini, anlatım biçimini öğrenemezdim, müziğe bakış açım genişlemezdi, kompozisyonun yapısal özellikleri, ses renkleri konusunda bilgi edinemezdim, çok sevdiğim bazı dostlarımla tanışma fırsatını yitirmiş olurdum. Dahası benim için yazılan bu eserler bestelenmemiş olsaydı müzik tarihi biraz yoksullaşırdı.
Emprovizasyon ilginizi çekiyor mu? Konçertolara kadans yazmayı, emrovizasyon ağırlıklı resitaller vermeyi, caz gibi emprovizasyona dayalı müzikler icra etmeyi hiç denediniz mi?
– İsviçre’deki konservatuvar eğitimim sırasında kompozisyon dersleri de aldım. Fakat bu konuda hiç yetenekli değilim. (Kahkahalar) Yeteneğimi zorlayıp ortalama bir besteci olmaktansa ısrarcı davranmamayı tercih ettim. Zaten çevrede yeterince kötü besteci var. Bir eksik olsun…
Caz ve diğer müziklere ilginiz…
– Cazı klasik müziğin bir parçası gibi görmemin, çok sevmemin, ilham kaynağı olarak görmemin nedenlerinden biri de anlık yaratı özelliği. Beste o anda yapılıyor. Her cümle yaratıcı bir fikir içeriyor, o anda yaratılıyor. Büyük bir yetenek bunu yapmak. Ne yazık ki son yüzyılda müzik eğitiminin en büyük eksiklerinden biri, öğrencilere emprovizasyon bilgisi verilmemesi. Geçmişin büyük bestecileri aynı zamanda eserlerinin büyük yorumcularıydı. İcrada doğaçlama yapabiliyorlardı. Geçen yüzyılda emprovizasyon konusu müzik eğitiminden siliniverdi. Bunun özlemini çekiyoruz şimdi. Tabii ki ben de emprovizasyon yapmak isterdim. Ama yapamıyorum. Andre Previn birlikte caz emprovizasyonları yapmamız için beni çok teşvik etti. Fakat ben mükemmeliyetçiyim. Eğer bir konuda iyi değilsem denemem. Özellikle de cazcıyla samba çalmayı! (Kahkahalar)
Hayatınızın son 20 yılını Lord Duraven lakaplı Stradivarius kemanla geçirdiniz. Belki de eşinizden bile fazla zaman ayırdınız kemanınıza. Antika kemanların her birinin bir şahsiyeti olduğu, kalbini kazanmadan, pazarlık yapmadan istediğiniz sesi elde edemeyeceğiniz söylenir. Sanıyorum 1988’te Carnegie Hall da verdiğiniz ilk konser aynı zamanda Lord Dunraven’le de ilk konserinizdi. O tarihten bu yana dostluğunuz nasıl gelişti. Birlikte kazandığınız en büyük zaferi ve en büyük yenilgiyi hatırlıyor musunuz?
– Doğrusu ilk konserimizi ben hatırlayamadım. Siz nereden biliyorsunuz, şaşırdım doğrusu.
New York Times’ta 1980’lerde yayımlanan bir yazıda bu bilgi yer alıyor…
– Çok şaşırdım… Bu ayrıntıyı da yazmışlar öyle mi… Evet 1988 olmalı. 15 Ağustos’ta diğer kemanımla son kaydımı yaptım. Bundan sonra Lord Dunraven’la çalmaya başladım. O tarihten bu yana verdiğim çoğu konserde kemanım beni olumlu açıdan şaşırtmıştır. Kuşkusuz canla başla iyi çalmaya çalıştığım halde, sevmediği iklim koşulları nedeniyle kemanımın yeterli tepkiyi vermediği akşamlar da oldu. Hava çok nemliyse, sıcaksa… Güzelim sesini, iletişime açıklığını koruması bana yirmi yıldır müşhiş ilham veriyor.
Bir sonraki soruya geçmeden, Lord Dunraven’la yaşadığınız, unutamadığınız zafer ve hezimet anlarına da değinelim isterseniz…
– Son 32 yılda yüzlerce konser verdim, bunların önemli bölümü Lord Dunraven’leydi. Kemanım çoğunlukla mükemmeldir. Nemli ortamlarda da enstrümanım yerine, yeterince çaba göstermediğim için kendimi suçlarım. Açıkçası en iyi ve en kötü konserler için yer ve zaman belirtemeyeceğim, çok özür dilerim. Çünkü hatırlamıyorum. Ayrıca Lord’un kalbini de kırmak istemiyorum. (Gülüyor)

Richard Strauss’u severim, ama keman
konçertosu en iyi eserlerinden biri değildir

Sanırım çocuklarınıza seçtiğiniz isimler Richard Strauss’a olan saygınızın, sevginizin en belirgin ifadesi. Herhalde bestecinin tek keman konçertosunu da kaydetmek istemişsinizdir. Bugüne kadar kaydetmemenizin nedeni plak firmalarının ilgilenmemesi mi yoksa bestecinin konçertosunda diğer eserlerdeki başarıyı yakalayamaması mı?
– Evet Strauss’u çok severim. Ama oğlumun ve kızımın isimlerini Arabella operasından esinlenerek seçmedim. Çocukluğumda Aslan Yürekli Richard’ı severek okurdum. Eğer bir gün bir oğlum olursa soylu bir erkeğin tüm niteliklerini taşımasını dilerdim. Bu nedenle ismini Richard koydum. Konçertoya gelince. Bu eser bestecinin yazdığı en iyi son eserlerinden biri değil. Bu nedenle kaydetmeyi düşünmedim hiç.
Sınırların ortadan kalktığı, globalleşen bir dünyada, klasik müzikteki ekoller de hızla yok oluyor. Kemanda Rus, Alman ya da Fransız ekollerinin yavaş yavaş ortadan kalkması, birbirine karışması sizin için sevindirici mi yoksa endişe verici bir gelişme mi?
– Bunu olumsuz bir gelişme olarak görmemiz gerekmiyor. Aynı zamanda çok zenginleştirici bir gelişme de olabilir. Eğer bugün ülkeler, ekoller arasında çok daha kolayca bilgi, deneyim alışverişi yapılabiliyorsak bu zenginleştirici deneyimin ışığında sadece çok özgün, kişiselleştirilmiş icraların müziğe bir şey kattığını söyleyebiliriz. Mutter Vakfı’ndaki öğrencilerime de hep şunu söylüyorum: Kişisel yaklaşımını sergileme riskine girecek yorumculara ihtiyacımız var. Çünkü Klasik Batı Müziği repertuvarındaki birçok eser yüzlerce yıldır icra ediliyor. Dinleyicilerin büyük bölümü bu eserleri bilmiyor. (Röportajcının notu: Mutter’in dili sürçtü. Biliyor demek istiyor) Bizler bu eserleri sadece seslendirmekle kalmamalı, yeniden ele almalı, yorumlamalıyız. Bence bu yorumcunun ve yeni yorumun temel varlık nedeni. Doğu’nun dünyaya açılması, örneğin büyük Rus geleneğinin dünyayla bütünleşmesi yaylı çalgılardaki anlatım tekniklerini zenginleştirdi. Bütünsel açıdan bakınca gayet sağlıklı, doğal bir süreç yaşadığımızı söyleyebilirim.
Son 30 yılda dünyanın önde gelen tüm orkestralarıyla konser verdiniz. 1970 ya da 80’lerin orkestralarını özlüyor musunuz?
– Müzik yaşadığımız çağla yakından bağlantılı. Her çağda geçerli, standart bir icra yok. Ya da en azından elimizde bu türden, yani 50, 60 yıl boyunca geçerliliğini korumuş çok az icra var. Çünkü ses açısından beklentilerimiz büyürken kulağımıza yerleşen, alıştığımız seslerden ibaret. 1980’lerde olduğu gibi bugün de büyük orkestralar var. Berlin ve Viyana filarmoni orkestralarının en iyi yıllarındaki tınısı hep kulaklarımda ve hayatım boyunca kulaklarımda kalacak. Böylesine üst düzeyde müzik ustalığına bugünlerde çok çok ender rastlanıyor. Birçok nedeni var. Bunun başlıca nedenlerinden biri Karajan’ın Berlin Filarmoni’yle yaklaşık 35 yıl birlikte çalışması. Orkestrada çok belirgin bir iz bırakmış. Bugün dünyayı dolaşıp konser verirken, böylesine şefin kişisel enstrümanına dönüşmüş orkestrayla karşılaşmıyorum.
Mevcut orkestraların en iyi gruplarını alarak yeryüzünün en müthiş orkestrasını kurmak gibi bir hayaliniz oldu mu hiç? Eğer sihirli değneğiniz olsa, hangi orkestraların gruplarını kullanırdınız bunu için?
– Bu tür hayalleri çok sık kurarım. Fakat orkestra insan vücudu gibidir. Kimi zaman gazetelerde ideal ölçülere göre hazırlanmış illüstrasyonlar görürsünüz. Yeni açıklanan standartlara göre dünyanın en güzel insanını anlatan bu çizimlerde, örneğin dünyanın en seksi kadınını tarif etmek için Angeline Jolie’nin dudakları, Claudia Schiffer’in gözleri, Gina Lolobrigida’nın burnu birleştirilir. Var olan orkestraların farklı gruplarını alıp, yan yana getirmek de bu şekilde çok yapay bir sonuç verir. Bunun için orkestraların farklı bölümlerini alıp yeni bir orkestra oluşturmak hiçbir zaman haddime düşmez. Çünkü yaşayan bir vücut olamaz bu. Şefle bütünleşip, geçmişteki hallerinden daha iyi bir noktaya gelen birçok orkestra var. Bunun sadece orkestranın bir grubunun ya da şefin orkestrayı bölümlendirme, harekete geçirme, peşinden sürükleme yeteneğiyle ilgisi yok. Örneğin geçen yıl Karajan’ın 100’üncü doğum günü nedeniyle Berlin Filarmoni’yle konserler verdik. Orkestrayı Karajan’ın en sevdiği öğrencisi yönetiyordu. Orkestrayı ve bu turneyi hiç unutamayacağım. Sözcüklerle izah edemeyeceğim, çok özel bir duygu yaşadık. Büyük ustanın orkestrada bıraktığı kalıcı izleri, anıları hissettim. Bu durum orkestra üyelerinin birbirini dikkatle dinlemesinden, iletişim içinde olmasından kaynaklanıyordu. Orkestradaki gruplardan ya da bireylerden birinin üstün niteliği değildi sebebi…

Çağdaş müziğe ödül verenlere şükran borçluyum

Bugüne kadar solist olarak kazandığınız üç Grammy ödülü de çağdaş müzik icralarınıza verildi. Klasik, romantik çağ repertuvarı icralarınızla Grammy kazanamadınız. Sizce bu Amerikalıların Avrupalılara karşı tutuculuğundan mı kaynaklanıyor?
– Beethoven icralarımla da ödül kazanmıştım.
1999’da kazandığınız bu ödül oda müziği kategorisindeydi ve piyanistiniz Lambert Orkis’le paylaşmıştınız. Ben en iyi solist kategorisini sormuştum…
– Bu tercihin nedenini ödül jürisine sormanız gerekir. Ancak, çağdaş müziğin dikkat çekmesini sağlanlara şükran borçluyum. Çünkü özellikle ekonominin böylesine zorlandığı dönemlerde orkestra gerektiren eserlerin seslendirilmesi çok zorlaşıyor. Pahalı bulunuyor. Çağdaş müziğin ödüllerle dikkat çekmesi bu konuda yardımcı oluyor. Beethoven’in gibi bir bestecinin tanıtıma ihtiyacı yok ama çağdaş eserler bu açıdan çok çaresizce yardım bekliyor.
Hazır söz Beethoven’den açılmışken, “hiç kimse onun kadar çektirmedi kemancılara, oysa Mozart kemancıları sever” diyorsunuz bir röportajda. Beethoven’in sonatlarıyla Grammy almış bir yorumcudan bu değerlendirmeyi duymak benim gibi sıradan bir müziksever için çok şaşırtıcı. Beethoven’in kemancılarla ne problemi var?
– Mozart birden fazla enstrümanı çalabilen, kemanın doğasını iyi bilen bir besteciydi. Buna karşın Beethoven kemanı Mozart kadar iyi tanımıyordu. Ya da, ben besteciyim, ne istersem onu çalmak zorundasınız, diyordu. Bu nedenle kemancıları çok zorlayan bir bestecidir. Günümüzde de çok sayıda besteci enstrümanların doğasını, ses sınırlarını iyi bilmeden eser yazar. (*)
Seslendireceğiniz eserleri nasıl seçiyorsunuz, bu konuda bir danışman grubu oluşturdunuz mu, eserlerine güvenen genç bir besteci size ulaşmak istediğinde 40 ayrı kapıyı çalmadan bağlantı kurabiliyor mu?
– Bana ulaşmak çok kolay. Notaları göndermek yeterli. Her yıl çok sayıda beste gönderiliyor, bunları kendim inceliyorum. Besteci öncelikle yetenekli olmalı, orkestrasyonu bilmeli, enstrümanların ses sınırlarını iyi tanımalı. İnanmayacaksınız belki ama, bestecilerin çok büyük bölümü bu temel bilgilerden yoksun…
Çağdaş eser seçiminde danışmanınız var mı?
– Bazen gönderilen bir eseri kabul etmek, repertuvarıma almak, icra etmek konusunda kararsız kalıyorum. Bu durumda besteci dostlarıma danışıyorum. Ama ilk seçimi de son seçimi de kendim yapıyorum.

Türkiye’den başvuru almadık

Mutter Vakfı devletten ya da AB’den destek alıyor mu, yıllık bütçesi nedir? Seçtiğiniz gençlere kendilerini geliştirmeleri, müzik piyasasında adlarını duyurmaları için ne kadar zaman veriyorsunuz? Gençlere iyi enstrümanlar bulma konusunda nasıl bir yöntem izliyorsunuz?
– Tamamen özel bir vakıf. Hiçbir yerden yardım almıyoruz. Bütçesini açıklamak istemiyorum. Paramız olduğunda gençlere enstrümanı biz alıyoruz. (Gülüyor) Mesela şimdi harika Koreli bir genç için keman arıyoruz. Yaklaşık altı aydır özel olarak bu işle ilgileniyorum. Bu amaçla resital bile verdim. Hatta çağdaş bestecilerden bu genç için eser yazmasını istedik. Destek süresine, gençlerin kişisel ihtiyaçlarına göre biz karar veriyoruz ve bu süre kişiden kişiye değişiyor. Başlangıç ve bitişle de ilgili katı yaş sınırımız yok. İlk burslu öğrencimiz şu anda Berlin Radyo Televizyon Orkestrası’nın birinci kemancısı oldu. Farklı ülkelerdeki orkestralarında da Mutter Vakfı’nca desteklenen birçok genç yer alıyor.
Web sayfanızda yer alan isimler arasında Türk müzikçilere rastlamadım. Türklerden hiç başvuru alıyor musunuz?
– Bugüne kadar hiç Türk müzikçi başvurmadı.
Bugüne kadar bir Türk besteci ya da solistle yolunuz kesişti mi hiç?
– Kesişmiş olabilir, farkında değilim. Çünkü konser verdiğim müzikçilerden pasaport istemem, uluslarını sormam, sohbet sırasında konuşulursa bilebilirim ancak.
20 yıl önce Berlin Filarmoni’yle Mendelssohn’un keman konçertosunu seslendirmiştiniz, bu yorumdaki ağır, ciddi üslup üzerine çok konuşulmuştu. 2009 Şubatı’nda New York Times’ta yayımlanan röportajda, geçmişte Mendelssohn’un müziğine ihtiyatla yaklaştığınızı, yeterince derin bulmadığınızı, samimiyetini sorguladığınızı, ancak yıllar sonra fikrinizin değiştiğini söylüyorsunuz. Ne zaman, hangi olay ya da keşfiniz fikrinizi değiştirdi?
– Anlık bir gelişme, bir anda hafızamda şimşek gibi çakan bir fikir değil bu. Uzun bir sürecin sonucu. Okuduğum biyografilerde hayatı, yetişme koşulları, babasının Felix ve kız kardeşini yetiştirme biçimi, Felix’in düşünceleri üzerine bilgilendikçe, besteci yaklaşımım değişti. Çok sayıda ilgi alanı olması, asilliği, sosyal ilişkilerdeki yaklaşımı beni etkiledi. Keman konçertosu sahnedeki ilk yıllarımdan bu yana repertuvarımdaydı. Hatta fazlasıyla çaldım bu eseri. Oda müziği eserlerini seslendirdim. Sorunuza dönersek, müziğinin görkeminden hiç kuşkum olmamıştı, kişiliğini de sevdim. Hiçbir besteci, ülkesinin dünyadaki kültürel imajını onun kadar değiştiremedi. Değim yerindeyse Mendelssohn’a aşık olduktan sonra (gülüyor) keman konçertosunu yeniden ele almam gerekti. Bu çalışmanın sonuçlarını şef Kurt Mazur’la paylaştım. Onun da çok güzel katkıları oldu. Sonra birlikte bir kez daha kaydettik. Bu yıl yayımlanan albümde, Mendelssohn’un keman konçertosuyla oda müziği arasında müzikal, düşünsel bağlantıları vurguluyoruz. Piyano eşliğindeki eserler tempo açısından çok daha tutkulu bir yorum gerektiriyor.

Derin ve spontan bir yoruma ulaştık

İstanbul’a yeni albümünüzü kaydettiğiniz üçlüyle geliyorsunuz. Oda müziğindeki gruplar küçüldükçe iç iletişimin gücünün arttığı, ortak tarihin icrayı daha fazla etkilediği söylenir. Eski eşiniz Previn ve viyonselci Harell’la oluşturduğunuz üçlünün zaman içindeki gelişimi, doğası, iç iletişimi konusunda neler söyleyebilirsiniz?
– Çok uzun zamandır birlikte icra ediyoruz Mendelssohn’un sol minör üçlüsünü. Şimdi çok güzel bir iç uyumla, derin, spontan bir yoruma ulaştık. İlk icralarımızdan çok daha yakın bir ilişki var aramızda, birbirimizi daha çok dinleyip, takip ediyoruz. Bu eser Mozart ve Previn’in seslendireceğimiz besteleriyle uyum içinde. Previn’in doğumgününü kutlayacağımız bestesi, Mendelssohn’un kişisel öyküsüne de çok paralel özellikler taşıyor. O da eserinin prömiyerini piyanoyla kendisi yapmış. Üçlüyü tanımlamak için Mendelssohn’un çok sevdiğim bir sözünü anımsatmak istiyorum: “Oda müziği derin arkadaşlar arasında bir sohbettir” diyor Mendelssohn. Büyük bir orkestra şefi, besteci, usta bir çellistle birlikte biz de bu üçlüde derin sohbetler ediyoruz.
İki ay önce The Times’ın acımısızlığıyla ünlü müzik eleştirmeni Geoff Brown, bu üçlünün Mendelssohn icrasını değerlendirirken “Mutter müthiş bir teknikle çalıyor, ancak Previn’in yaklaşımı yüzünden ona bağlı ve pek büyük bir yaratıcılık sergileyemiyor” diye yazdı. Bunu yapıcı bir eleştiri olarak değerlendirip, yaklaşımınızı gözden geçirdiniz mi?
– Tek kişinin yorumuyla mı? Tanrıya şükür, ifade özgürlüğü var… Bu çok önemli… Açıkça söylemek gerekirse, yazılanlar hiç umurumda değil. Hiç değil… Bu değerlendirme üzerine hiçbir yorum yapmayacağım… (Gülüyor)
Konserden sonra eleştirileri okumaz mısınız?
– Hayır okumam. Önemini kabul ediyorum eleştirmenlerin. Ancak eleştirileri okumak geçmişte beni engelliyordu… Ne yaptığımı biliyorum. Seçtiğim üslubun gerekçeleri var. Sanatçı ve insan olarak kendimi geliştirmeye çalışıyorum. İşime tutkuyla bağlıyım. Ne herkesin yazdığını okuyacak zamanım var ne de herkesin fikrini merak ediyorum. Eleştiriler yerine bestecilerin biyografilerine zaman ayırmayı tercih ederim. Müzikçi dostlarımın, yargılarına güvendiğim kişilerin, özellikle bestecilerin düşünceleri benim için çok önemli. Günümüzün birçok önemli bestecisi lütfedip benim için eser yazdı, hepsine şükran borçluyum. Bu eserler benim için büyük bir övgüdür. Ve her biri en kıymetli varlıklarım arasında.

(*) Bu cevabın ses kaydı aktarma işlemi sırasında silindi. Mutter’in verdiği uzun ve ayrıntılı cevap, röportajcının hafızasında kaldığı kadarıyla, özetlenerek aktarıldı.

(Serhan Yedig / Hürriyet / 7 Haziran 2009)

Linkler

Mutter Vakfı ve Anne-Sophie Mutter’in kişisel web sayfası

Biyografisi

 

Share.

1 Yorum

  1. Ne güzel bir röportaj. Bundan 10 sene önce (2009’da) yapılmış olmasına rağmen, neredeyse güncelliğini koruyor. Sorular yeterince derin, yaratıcı ve ilginç olmasa da Anne-Sophie Mutter’in harkulade cevapları, onun muhteşem zekasını, Tanrı vergisi yeteneğini, ruhunun olgunluğunu, asil karekterini ve onu tanıdıktan sonra bende bırakmış olduğu tarifsiz hayranlığı olduğu gibi yansıtıyordu… Ne güzel bir insan, ne harika bir anne, ne muhteşem bir sanatçı…

Leave A Reply

17 − 16 =

error: Content is protected !!