Augustin Dumay / Yorumunuz dinleyiciyle, diğer müzikçilerle konuşmuyorsa ortada müzik yok demektir

0

Fransız kemancı Augustin Dumay üç efsanevi virtüözün, Nathan Milstein, Henryk Szeryng ve Arthur Grumiaux’nun öğrencisi. Konserler, kayıt ve düzenlediği festivalden arta kalan zamanını karşılık beklemeksizin gençlere ayırıyor. 2002’de İstanbul’a, aralarında Hüseyin Sermet’in de yer aldığı dört genç dostuyla geldi. Dumay’ı, İstanbul’a gelmeden, bir konser öncesi Brüksel Hilton Oteli’ndeki odasında yakaladık. Ustalarını, piyanisti Bayan Pires’i, müziğe yaklaşımını sorduk.

 

Son dönemde oda müziğine ağırlık verdiğinizi görüyoruz. Özel bir nedeni var mı?
– Bu izlenimi Deutsche Grammophon’un birbiri ardına yayımladığı CD’lerden edinmiş olmalısınız. Bu arada Mozart’ın tüm konçertoları da yayımlandı. Yakında Brahms, Alban Berg ve Fransız bestecilerinin konçertolarını kaydedeceğim. Aslında her yıl 80 civarında konser veriyorum. Bunlardan maksimum 15’i oda müziği. İkili, üçlü çalışmalardan çok orkestralarla konçerto çalıyorum. Oda müziğini çok severim. Çünkü oda müziği diyalog, sohbet demek. Dostlarla birliktelik demek. Eğer diyalog yoksa, çaldıklarınız birileriyle konuşmuyorsa, ortada müzik yoktur. Mutlaka oda müziği olması gerekmez. Brahms’ın konçertosunda da diyalog vardır.
Oda müziği bir kez daha altın çağını yaşıyor galiba. Bu mucize dinleyicilerin kalite arayışı sayesinde mi gerçekleşti yoksa gelişmeleri sizin gibi festival düzenleyen müzik misyonerlerine mi borçluyuz?
– Bana sorarsanız gelişmelerin başlangıcı 1960’lara uzanıyor. Daniel Barenboim , Jacqueline Du Pre, Itzhak Perlman ve Pinchas Zuckerman’ın kurduğu dörtlü sayesinde oda müziği yeniden gündeme geldi. Uzun yıllar sonra düzenli konserler veren ilk gruptu. Çok iyiydiler, müzik dünyasında önemli bir etkileri oldu. Dinleyiciler de sevindi. 1970’lerden sonra müzik globalleşti. Bir alanda uzmanlaşan müzikçilere rastlanmaz oldu. Artık herkes konçertoyla birlikte oda müziği de çalıyor. Oda müziği çalmayan gence şans tanınmıyor. Tersini düşünmek bile saçma geliyor.
Bununla birlikte şöhretin yolu hâlâ önemli orkestralar eşliğinde çalınan konçertolardan geçiyor…
– Haklısınız. Konser hayatımın başında Herbert Von Karajan’ın daveti üzerine Berlin Filarmoni’yle konser vermesem bugün ulaştığım noktada olamazdım. Sonrasındaki orkestra konserleri de çok önemliydi benim için.

Festival çorba değildir!

Konser ve kayıt programınız çok yoğun olmasına karşın Musique sur Ciel Festivali’nin yöneticiliğini üstlendiniz. Hayaliniz neydi, ne kadarını gerçekleştirdiniz?
– Hayallerimin gerçekleşmesi için çok erken. Festivalin yöneticiliğini geçen yıl üstlendim. Avrupa’nın her köşesinde sayısız festival var. Bunlara benzemesini istemiyorum. Bir festivalin kalitesi ve gelişmesi uzmanlaşmaya bağlı. Musique sur Ciel’de ev sahipliğini iyi bir orkestra, Claudio Abbado yönetimindeki Mahler Orkestrası üstlendi. Bu temelin üzerine belli tema doğrultusunda seçilecek eserlerle program oluşturacağız. Çok iyi solistleriniz olsa bile çorba gibi programla hazırlanan festivallerden hayır gelmez. Çok tehlikeli bir konu bu. Ayrıca ruhu olan bir festival konser dizisinden oluşmaz. Genç müzikçilerle usta isimleri buluşturacak etkinlikler, atölye çalışmaları, oda müziği resitalleri düzenlemek gerekiyor. Her yıl genç bir besteciye festival için eser ısmarlamayı düşünüyoruz. Farklı alanlarda mümkün olduğunca derinlemesine program sunan bir festival yaratmak amacındayım. Bu yıl genç şef Daniel Arthin, Yuri Bashmet, Murray Perahia gibi sanatçılar konuğumuz olacak. Konserlerle yetinmeyecekler, iyi bir festival hazırlamak için benimle birlikte çalışacaklar.
Öğretmenleriniz üç efsanevi kemancıydı. Eğer Nathan Milstein, Henryk Szeryng ve Arthur Grumiaux ile karşılaşmasaydınız bugün virtüözitenizde neler eksik olurdu?
– Cevaplaması zor, çok zor bir soru. Yolun başındaki genç müzikçi kılavuz arar. Kişilik sahibi, kuvvetli ifade gücüne sahip, büyük ustalarla tanışması gerekir. Müzikçi hayal gücüne sahip kişi demektir. Dört yaşında enstrümanınıza dokunduğunuzda hayal gücüne sahip olmalısınız. Eğer yoksa, hiçbir usta size kazandıramaz. Büyük ustalarla karşılaştığınızda içinizde taşıdığınız nitelikler ortaya çıkar, kişiliğiniz belirginleşir. Nathan Milstein ve Arthur Grumiaux’la karşılaşmasaydım müzik hayatım çoktan bitmişti, diyemeyeceğim. Doğru olmaz bunu söylemek. Ama, kendimi bulmamda büyük yardımları oldu. Çok zeki sanatçılardı; farklı müzikal fikirlere, kişiliklere saygı duyuyorlardı. Sayelerinde çok daha çabuk kendimi buldum, daha güçlü bir kişilik oluşturdum. Böyle büyük ustalarla buluştuğunuzda size teknik öğretmezler. Grumiaux’la tanıştığımda 16 yaşındaydım. Aynı zamanda iyi bir piyanistti. Birlikte Mozart ve Beethoven’ın tüm sonatlarını çaldık. Kuşkusuz birkaç teknik öğretmiş olmalı. Neydi, diye sorarsanız şu anda hatırlayamıyorum. Müziğe ve hayata yaklaşımından etkilendim. En önemlisi buydu.

Duygu, zekanın hizmetinde olmalı

Grove Ansiklopedisi ilk hocanız Nathan Milstein için “kemancı içgüdüleri tamamen aklının kontrolündeydi” diyor. Aynı yaklaşımı paylaşıyor musunuz?
– Müzik hayal gücü kadar akıl demektir… Sahnede duygu yansıtılır… Üçünden biri eksikse müzikçi olamazsınız. Yorumcunun görevi insanlara öncelikle kendi duygularını vermek değildir. Bestecinin duygularını yansıtmaktır vazifesi. Araya mesafe koymadan, entelektüel denetimi sağlamadan bunu başaramazsınız. Herkesi heyecanlandıran bir müzikçi olmak yeterli değildir.
Hayatınızın beş yılını piyanist Maria Joao Pires ile Beethoven’in 10 sonatını kaydetmeye adadınız. Bu süreç nasıl gelişti?
– Bu eserleri daha önce birçok piyanistle çalmıştım. Pires’le birlikte kayda girmeden mutlaka hazırlık sürecinin yaşanması gerekiyordu. Sonatları birlikte birçok konserde çaldık. Sonra bir yıl ara verdik. Yeniden ele alıp üzerine düşündük. Tekrar çaldık. Eseri sindirmek için zaman lazım. Pires’le her konuda aynı yaklaşıma sahip olduğumuzu söyleyemeyeceğim. Sonatlarda, kemanla piyano arasında doğal bir karşıtlık var. Özellikle dördü, keman – piyano savaşı gibi. Böylesine zorlu eserleri çalmadan iyice sindirmek gerekir. Birçok konser vermek gerekir. Konserler gerçekten iyi olmalıdır. Bizim CD’ler piyasaya çıkalı uzun zaman olmadı. Buna karşın şu anda yeniden kaydetme gereksinimi duyuyorum. Çünkü hafızamda o günden bu güne birçok yeni fikir gelişti.
Gelecek yıl kayda giriyoruz demeyin sakın. Deutsche Grammophon bile çok şaşırır bu işe…
– (Gülüyor) Yeniden kaydedeceğim, bu kesin… Fakat ne zaman bilmiyorum. Öncesinde uzun bir sindirim sürecine ihtiyacım olacak yine… (Kahkahalar)

Nostaljinin peşinden Porkekiz’e gitti

Fransa’dan ayrılıp Portekiz’e yerleşmenizin sebebi Beethoven’in sonatları mıydı? Portekiz hayatınıza, sanatınıza ne kattı?
– Portekiz’e bu olaydan çok daha önce yerleştim. Bu ülkenin özelliklerinden birini çok seviyorum: Sanki 1950’lerde yaşıyor gibisiniz. Atmosferi eski moda hayatı çağrıştırıyor. Umarım değişmez. Benim için çok önemli çünkü. Nostaljik bir havası var. Portekizliler buna “saudade” diyor… (Sessizlik)
Bu sözcüğü fadolardan hatırlıyorum. Misia’nın yürek burkan şarkılarından birinin adı “Saudades”ti galiba…
– Özel bir tür nostalji…
Söz fadolardan açılmışken, diğer müzik türlerini dinler misiniz?
– Bence müzik dev bir kitaplıktır. Nasıl sadece hayat boyunca felsefe okuyamazsanız, hayat boyunca klasik dinleyemezsiniz. Fransız chanson’larını çok severim. Aznavour’u mesela. Chanson dev bir ansiklopediye benzer. Kısacık zamanda çok derin şeyler anlatır. Tıpkı Anton Webern gibi…
Kitaplara gönderme yaptığınıza göre hobilerinizin başında okumak geliyor. Ya diğerleri?
– Zamanım çok kısıtlı. Hobilerime zaman ayıramıyorum. Bahçeyle uğraşacak, uzun yürüyüşlere çıkacak vakit bulmakta zorlanıyorum. Bazen bahçede oturup keman çalarım. Sahil boyunca yürürüm. Müziksiz ve kitapsız yaşamam mümkün değil. Farklı türlerde okurum. Şiir, felsefe… Thomas Mann’den Flaubert’e, genç kalem Christian Bauben’e kadar çok farklı yazarlar. En son Felsefeci Emil Cioran’ın “De l’inconvenient d’etre ne”unu okudum. Pek iyimser bir kitap değil. Başarıdan bahsediyor: Her türlü dekadansı biliyorum, başarı dahil… (Gülüyor)
Hayat arkadaşınız Maria Joao Pires’in Porkekiz’de yoksul çocuklar için bir müzik okulu kurduğunu okudum. Siz de ders veriyor musunuz bu okulda?
– Tabii. Çok önemli iş yaptığı. Geçen ay oradaydım. Gelecekte de ders vereceğim. Genç kuşağa yardım etmek benim için bir vazife. Gerektiğinde yüksek lisans düzeyinde de ders veriyorum.
Martha Argerich– Mitscha Maisky ikilisi 26’ıncı yıllarını kutluyor. Galiba onlardan sonra en uzun süreli ikili sizinki olacak…
– Kesinlikle… 13 yıl oldu… Ömür boyu sürecek…
Bayan Pires’le repertuarınız hangi yönde gelişecek?
– Beethoven ve Mozart’ın tüm keman piyano sonatlarını kaydedeceğiz. Ardından Jian Wang’la birlikte Beethoven’inkilerle başlayıp diğer piyanolu üçlüleri kaydedeceğiz.

Jian Wang’la organik üçlü kurdular

2001 Şubatı’nda Strings dergisinde “Wang’ın Sıradışı Yolculuğu” başlıklı uzun bir röportaj yayımlandı. Dergi, bir Fransız menajerin bitmek bilmeyen ısrarı sonucunda Wang’la tanıştığınızı, ilk buluşmada hayran kalıp birlikte çalışmayı teklif ettiğiniz yazıyor. Bu, klasik müziğin en fazla sözü edilen üçlülerinden birinin doğmasını sağlamış. Wang’ın adını, çellosunu daha önce hiç duymamış mıydınız?
– Yazılanlar doğru değil. Tamamiyle hayal ürünü. Menajer filan yok bu öykünün içinde. İlk kez Wang’tan bahseden Lonralı bir keman yapımcısı dostumtu. Ayrıca Yo-Yo Ma’yla karşılaştığımızda onun üzerine konuşmuştuk. Montpellier Festivali yöneticisi dostum bir gün beni Pires’le konsere davet etti. Tecrübeli müzikçilerle gençleri buluşturan yeni bir konser dizisi başlatıyorlarmış. “Aranıza bir genç alırsanız çok sevinirim” dedi. Aklıma Wang geldi. Konserde Pires’le iki sonat yorumladık, sonunda Wang’la birlikte üçlü çaldık. İşte öykü bundan ibaret.
Daha sonra Wang’la diyaloğunuz nasıl gelişti?
– Çok hızlı gelişti. Pires’i ve beni iyi tanıyordu. Genç müzikçinin ustalarla sahneye çıkma fırsatını yakalaması hiç kolay değil. Çaba gösterdi. Daha başlangıçta 2+1 yerine 3 olmayı başardık.
Eğer diğer bilgiler de “Strings’in hayal gücünün ürünü” değilse, Wang yolunuzdan yürüyüp Latin dünyasını keşfetmeye çalışıyor. Sizin gibi Portekiz’e yerleşmiş, kız arkadaşı Porkekizliymiş. Üçlünüz, müzik kadar hayatı kucaklayan organik birliktelik içinde anlaşılan…
– Evet, evet… Bizimle çalıştığı için Portekiz’e geldi. Çok yetenekli, zeki bir hanımla tanıştı; kız arkadaşı şu anda Oxford’ta öğrenci. Wang, İngiltere’de yaşıyor. Amerika ile Portekiz arasında koşuşturuyor. Her hafta mutlaka konuşuyoruz. Pires ve Wang’la kurduğumuz üçlü benim için çok önemli. Hayatımın bir bölümünü hep bu gruba ayıracağım.
Gelecekle ilgili planlarınızdan, hayallerinizden bahseder misiniz biraz?
– Önümüzdeki beş yılda programımda ağırlık orkestra eşliğinde vereceğim konserlerde. Her sezonda ortalama 60 orkestra, 20 civarında oda müziği konseri düşünüyorum. En büyük hayalim yeni eserler çalabilmek. Ünlü Fransız bestecilerden Philip Hersant benim için bir konçerto yazıyor. 2005’te Kurt Mazur yönetimindeki Fransız Ulusal Orkestrası’yla prömiyerini yapacağım.

Beş konçerto ithaf edildi

Hersant’ın eseri size ithaf edilen kaçıncı konçerto?
– Bir düşüneyim. (Yüksek sesle sayıyor) Bir… iki… üç… Evet… Beşinci konçerto olacak. Luciano Berio oda müziği formunda bir eser yazıyor. Bu eseri de kaydedeceğiz.
Plaklarınızda göremiyoruz ama anlaşılan çağdaş müzikle yakından ilgilisiniz…
– Evet, epeyce ilgiliyim. Fakat çağdaş besteciler kemana pek fazla ilgi duymuyor. Çünkü keman Romantik Çağ’ın sembolü. Yeni besteciler viyola, çello için yazıyor. Umarım bu eğilim değişecek. Yeni beste, besteci arayışım hep devam edecek.
Hüseyin Sermet’ın dışında Türk müzikçilerle yolunuz kesişti mi hiç, Türkiye’ye daha önce gelmiş miydiniz?
– Yaklaşık 12 yıl önce Ankara’da bir konser vermiştim. Üzgünüm, Hüseyin Sermet’ten başka müzikçinizi tanımıyorum. Bu kez geldiğimde tanışmak isterim.

Konser sonrası dinleyiciyle sohbet etmeyi severim

İstanbul’daki resitalde sizinle beraber dinleyeceğimiz müzikçilerle ne kadar zamandır çalışıyorsunuz? Grubun bir araya gelmesini tesadüflere mi borçluyuz?
– Müzikte hiçbir şey rastlantı değildir. İşi rastlantılara bırakmayı sevmem. Musique sur Ciel’e her yıl sayısız genç müzikçi davet ediyoruz. Gençleri bizim gibi (vurgulayarak söylüyor ve gülüyor) yaşlılarla buluşturuyoruz. Birlikte zevk için çalıyoruz, sohbet ediyoruz. Daha sonra bazılarıyla izleyicilerin karşısına çıkıyoruz. Genç müzikçilerle tanışmak çok güzel. Farklı kuşakların biraraya gelmesi onlar kadar bizim için de yararlı. Herkesin birbirinden öğreneceği bir şeyler var. Günümüzün en parlak genç kemancılarından Gerard Causse ile bu sayede tanıştım. Hüseyin Sermet ile uzun yıllar önce birlikte konserler vermiştik. İkisiyle birkez daha birlikte çalacağım için çok sevinçliyim.
Aranızda 16 yaşında gencecik bir akordeoncu var. Sizin keşfiniz mi, nerede, ne zaman rastlamıştınız?
– Repertuarı oluştururken Dvorak’ın “Bagatel”ini seçtik. Çok genç ve sıradışı bir yetenek olan Bjarke Mogensen bu sayede aramıza katıldı. Mogensen’i, Musique sur Ciel’de çalarken dinlemiştim. Bagatel çalıyordu. Çok etkilendim. Şimdi bu eseri çalacağım zaman onu davet ediyorum. Benim için gençlik tek ölçüt değil. Yetenek ve hayal gücü önemli. Bunlara sahipse ve üstelik gençse ek bir mutluluk olabilir. İş Sanat’taki resitalimiz dinleyiciler açısından sıradışı, çok özel bir konser olacak.
Dinleyicilere konserden önce ulaştırmak istediğiniz mesaj var mı?
– Dinleyicileri önceden koşullandırmak, hayal güçlerini yönlendirmek istemem. Fakat konserden sonra dinleyicilerle konuşmayı seviyorum. Kuliste plak, fotoğraf imzalarken kurulan iletişimi pek ciddiye almıyorum doğrusu.Geçenlerde Brüksel’de Beux Art’ta verdiğim konserden sonra, binadaki bir başka salona geçtik. 300 civarında dinleyiciyle bir saat sohbet ettim. Sayısız ilginç soru yönelttiler. Konser yorgunluğunun üzerine çok zor oluyor ama dinleyicilerle gerçek anlamda iletişim kurmanızı sağlıyor. İstanbul’da böyle bir olanak sağlanırsa, soru sormak isteyen olursa severek cevaplarım. Çünkü dinleyiciyle buluşmak bizler için çok yararlı, yapıcı bir ortam sağlıyor, sözel iletişim fırsatı sunuyor.
(Serhan Yedig / İş Müzik / Şubat 2003)

Son “del Gesu” ile çalıyor

“Daha önce Stradivarius yapımı kemanla çalıyordum. Fritz Kreisler’in kullandığı son kemandı. Üç yıl önce değiştirdim. Şimdi Guernieri “del Gesu” yapımı son kemanı kullanıyorum. 1744’de, ölmeden hemen önce bitirmiş. Bu enstrümana Londra’daki keman yapımcısı dostum Charles Bier sayesinde kavuştum. Ne aradığımı biliyordu. Eline geçince telefon etti. İki dakika çaldıktan sonra anladım. Elimdeki hayatımın kemanıydı. Stradivarius’u ise genç müzikçi Renaud Capison’a verdim. ”

DUMAY-PİRES
Zıt karakterlerin müthiş uyumu

Augustin Dumay’ın Portekizli piyanist Maria Joao Pires’le kurduğu ikili müzik eleştirmenlerince “klasik müzikte hayalleri süsleyen ikili” şeklinde değerlendiriliyor. Ne zaman yeni bir albüm kaydetseler, resital turnesine çıksalar haklarında Avrupa ve Amerika’nın saygın gazetelerinde övgü dolu yazılar yayımlanıyor. Geçen ekimde Londra’daki, Barbican Center’da Beethoven’in sonatlarını çaldılar. Guardian, Daily Telegraph ve Independent gazetelerinin eleştirmenleri büyülendi. Fakat Independent’ın eleştirmeni bir muziplik yapıp yazısında Pires ile Dumay’nin özel yaşamına uzandı. “Dumay mükemmeliyetçi kemancı, Pires ise ateş parçası. Biraraya geldiklerinde – eğer kavga etmezlerse – bulunması zor bir oda müziği ikilisi” diye başlayan yazıda Michael Church iki sanatçının bir dönem sahne dışında da birlikte olduğunu ima ediyordu. Pires’in ağzından farklılıkları sergiliyordu. Pires vejetaryandı. Dumay et yemeklerine, lüks hayata, gösterişli arabalara düşkündü. Pires lüksten nefret ederdi. Dumay ise analizciydi. Pires çalarken geliştiriyordu eseri; “Bazen bir nota yüzünden kavga eder, bir süre konuşmayız” demişti Church’a. Röportajımızda bunları hatırlattık Dumay’a. “Müthiş yorumların ardında kan ve gözyaşı mı var, orta yolu nasıl buluyorsunuz” diye sorduk. Sessizce dinledi. “Bir saniye izin verir misiniz lütfen, eşim dışarı çıkıyor, yolcu edeyim” dedi. Sonra konuşmaya devam etti:
“Maria Joao’yla ilk kez biraraya geldiğimizde Beethoven’in İlkbahar Sonatı’nı çalmıştık. Beşinci dakikada, hayatımız boyunca birlikte çalacağımızı anladım. Çünkü çok doğal bir uyum yakalamıştık… Sahnede spontan yaklaşımı koruyabiliriyoruz. Bu açıdan birbirimize çok yakınız. Gayet rahat çalışıyoruz, rahat ilerleyebiliyoruz. Birlikte çalışırken iki farklı yaklaşım ortaya çıkıyor. Ben analizlerle, entelektüel perspektifle eserleri ele almaktan yanayım. Önce anlamam gerekiyor. Maria Joao’nun bakışı epeyce farklı. Eseri hemen çalmak istiyor. Üzerine konuşmak istemiyor hiç. (Gülüyor) Ben tipik bir Fransızım. Dekart’ın yolundan yürüyorum. Analiz konuşma gerektirir. İşin başında birbirimizden çok uzak oluruz. Konuşma, tartışma, analiz ve sindirim aşamasını geçtikten sonra sahneye çıktığımızda ya da stüdyoya girdiğimizde birbirimize çok çok yakınlaşırız. Farklı yaklaşım birlikteliğimizin doğallığını, gücünü yıpratmaz. Boyut kazandırır, enerji katar. İyi bir ikili olmamızın nedenini sorarsanız, birbirimizden çok farklı olduğumuz için, derim.”

Linkler

Biyografisi

Kişisel web sayfası

Share.

Leave A Reply

twenty + eighteen =

error: Content is protected !!