Jose Serebrier / Erzurum’un dinleyicisini sevdim, tekrar konser vermeye gideceğim

0

16 yaşında yazdığı ilk senfonisi Leopold Stokowski yönetimindeki Houston Senfoni Orkestrası’nca seslendirilen, efsanevi şefin beş yıl yardımcılığını yapan Jose Serebrier, şef sehpasında nadiren gördüğümüz komple müzikçilerden. 1970’lerde Adnan Saygun’un daveti üzerine ilk kez Türkiye’ye gelmiş, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nı yönetmişti. O gün bugündür pek çok Türk sanatçıyla konser verdi. İki yıl önce Erzurum’da Bilkent Senfoni Orkestrası’yla piyanist İdil Biret’e eşlik etti. 2011 Şubatı’nda Grieg ve Sibelius’un eserlerinden oluşan bir repertuvarla Bilkent Senfoni Orkestrası’nı yönetmek üzere Ankara’ya geldi. Martta Erzurum’da ikinci konserini vermeye hazırlanan ünlü şefe sorduk: Erzurum’daki konserinizden sonra zulümden yakınan oldu mu?

 

Fotoğraf: Clive Barda

Erzurumluların klasik müziğe yaklaşımı konusunda ilginç bir öykü vardır. Bir konserden sonra “Erzurum, Erzurum olalı böyle zulüm görmedi” dedikleri söylenir. İlk konserden sonra size şikayete gelen oldu?

– Sıradışı yeteneğe sahip çocuklar için açılan bir okulda konser verdik. Harika, sıradışı bir seyirci vardı, umarım izleyici sayısı gelecek yıllarda artar. Bir konserin başarısı, izleyici memnuniyeti icranın düzeyiyle doğrudan bağlantılıdır. Hatta ne çaldığınızdan çok nasıl çaldığınız, nasıl iletişim kurduğunuzla ilişkilidir. Barok ya da klasik repertuvar, Schubert, Haydn, Çaykovski, Stravinski fark etmez. Teknik açıdan hatasız, özenli, izleyiciyle iletişim kuran bir icradan sonra izleyiciler salonu tebessümle, mutlu terk eder. Sıradışı bir tecrübe yaşadığını hisseder. Eğer konserde zulüm gördüklerini söylüyorlarsa, size garanti verebilirim ki icra iyi değildir. Örnek vereyim: Birkaç yıl önce IBM yöneticilerinin Lüksembourg’da yapacağı firma toplantısında, 36 ulustan müzikçilerin yer aldığı orkestrayı yönetmem teklif edildi. Konser programı da hazırlanmıştı: Charles Ives, Carl Ruggles, Edgard Varese gibi, eserlerinde gürültü efektleri kullanan, dinlemesi çok zor, son derece avandgarde bestecilerin eserleri seçilmişti. Açıkçası önce teklifi reddetmeyi düşündüm. Çünkü gayet çılgın bir programdı, bu programı, işadamlarına dinletmek mümkün değildi. İyi ki kabul etmişim, çünkü beklemediğim bir sonuçla karşılaştım. Seslendirdiğimiz eserleri rock müziği gibi algıladılar ve büyük tezahürat yaptılar. Konserden sonra tebrik için gelenler “Klasik müziğin bu kadar eğlenceli olduğunu bilmiyorduk” dedi. Büyük bir ihtimalle hiçbiri konser dinleyicisi değildi ve bu nedenle herhangi bir önyargıları yoktu eserlere karşı. Enerjik, iyi bir icrayla etkilemeyi başardığımız bu gruptan birçok kişinin daha sonra merak edip konserlere gitmeye başladığını sanıyorum.

Peki şehir üzerinizde nasıl bir etki bıraktı, size esin verdi mi?

– Erzurum’u çok sevdim. Kayak yaptım, tertemiz havası olan bir bölgeydi. New York, Londra’dan sonra böyle temiz havada kayak yapmak insanı mutlu ediyor. Ayrıca Bilkent’in, üstün yetenekli öğrenciler için kurduğu okuldan çok etkilendim.

Aşık oldum, rekabet uğruna kemana başladım

Söyleşilerde 9 yaşından sonra yaşadığınız tüm sıradışı olaylar yer alıyor ama öncesi pek bilinmiyor: Anneniz, babanız nerede tanışmış, yolları nasıl Uruguay’a düşmüş, nasıl bir atmosferde büyüdünüz, evde müzikle uğraşan var mıydı, nasıl müziğe başladınız, neden kemanı seçtiniz?

Fotoğraf: Clive Barda

– Babam mühendisti, yazarlık hobisiydi. Rusya’dan ailesiyle ABD’nin Philadelphia kentine göç etmiş, çalıştığı firma tarafından bir süreliğine Uruguay’a gönderilmişti. Annem ise Polonyalıydı. Savaştan kaçıyordu. Gemide tanışmışlar, evlenmişler, babam Uruguay’a yerleşmeye karar vermiş. O yıllarda Uruguay, Latin Amerika’nın İsviçre’siydi. Orada doğduğum için çok şanslıyım. Eğitim düzeyi yüksekti. Üniversiteye kadar eğitim zorunlu ve ücretsizdi, diplomasıza iş verilmezdi. Çevremde çok sayıda doktor, avukat, mühendis vardı. Evimizde pikap, plak yoktu. Radyo dinlerdik sadece. Biliyorsunuz Uruguay ilk ve ikinci dünya kupasını kazanmıştı. O yıllarda ülkede futbol en önemli konuydu. Ben de futboldan başka bir şey düşünmezdim. Klasik müziği evde hiç dinlememiştim. Müzikle de ilgili değildim. Kızkardeşim de müziğe meraklı değildi. Yıllar sonra doktor oldu, ABD’de Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün yöneticiliğini yaptı. Dokuz yaşında, müziği keşfetme öyküm komiktir. Daha önce kimseye anlatmamıştım. Fakat birkaç yıl önce Fransız müzik eleştirmeni Michael Faure biyografimi yazarken bu öyküyü yaptığı araştırmada bulmuş. Yazdığı öykü doğru, ifşa edildiği için artık anlatabilirim: İlkokulda bir kıza çılgınca aşık oldum. Kız başka bir çocukla ilgileniyordu. Çocuğun tek yeteneği keman çalmasıydı. Ben de harçlığımla bir keman aldım ve diğer oğlanın hocasını bulup ders almaya başladım. Ailem önce pikap ve pilaklar, ardından piyano aldı. Birkaç yılda Montevideo’nun en geniş plak koleksiyonunu oluşturdum. İki yıl sonra orkestramı yönetmeye başlamıştım…

Hayat öykünüzü okurken Giuseppe Tarnatore’nin ünlü filmi Cinema Paradiso’yu hatırladım. Birbirine eklenen mucizevi öykülerden oluşuyor ve çok etkileyici bir film çıkabilir ortaya. Bugüne kadar herhangi bir teklif aldınız mı?

– O filmi izlemiştim sanıyorum. Güzeldi. Herhalde benim hayatım da renkli bir film olabilirdi ama herhangi bir teklif gelmedi henüz.

Gelecekte opera besteleyebilirim

Yıllardır dünyayı dolaşıyor, konserler veriyorsunuz. Pek çok genç müzikçiyle karşılaşıyorsunuz. Sizin gibi 11 yaşında oda orkestrası kurup, turneye çıkan, besteler yapan gençlere rastlıyor musunuz?

– Tüm dünyada çok sayıda yetenekli gence rastlıyorum. Altı ay önce Kolombiya’daydım, üç orkestrayı yönetiyordum. Bir gençlik orkestrasından bahsettiler, yönetmemi teklif ettiler. Hayatımda hiç bu kadar yetenekli, istekli, kararlı genci bir arada görmemiştim. Harika bir orkestraydı. İskandinavya’da da çok yetenekli öğrenciyle karşılaşıyorum. Konserlerde yedi, sekiz yaşında çocuklar bile albümlerimi getirip imza istiyor. Ne yazık ki sadece ABD’de klasikle ilgili gençlerin sayısı çok az. Konserlerde hep yaşlı dinleyiciler görüyorum, aileler çocuklarını getirmiyor. Benim durumum sıra dışıydı. Küçük yaşta orkestra kurana henüz rastlamadım. Uruguay’da pek çok orkestra kuran dostum Doktor Breau bile diğer orkestraları yönetmesine izin verilmeyince 40 yaşında kendi gençlik orkestrasını kurmuştu. Ben aynı zamanda çok şanslıydım. 11 yaşında Kültür Bakanı ile görüşmek istediğimi söyleyip randevu istediğimde bakan beni kabul etti. “Bu ülkenin çocuk, gençlik orkestralarına ihtiyacı var, ben kurmak istiyorum” dediğimde karşı çıkmadı. “Harika bir fikir, halkısın” deyip bana gerektiğinde derslerde yoklamadan muaf tutulmamı sağlayacak bir belge bile verdi. Bu sayede düşüp kalkarak da olsa orkestra kurmayı öğrendim.

Klasik müziğin geleceği adına, şu andaki gençlikten umutlu musunuz?

– Ben dört yaşında okula başladım, şimdikiler iki yaşında öğretmenle tanışıyor. TV, internet konserleri çok yakına getiriyor. Bu imkanlar günümüz çocuklarını daha iyi noktalara taşıyacaktır kuşkusuz.

Son yıllarda yolu Türkiye’ye düşen Philip Glass , Krzysztof  Penderecki ,  Sir John Tavener gibi birçok önemli besteci son yıllarda insan sesinin önemini fark ettiklerini, eserlerinde şan alanında yoğunlaştıklarını söylüyorlar. Hayatının son 35 yılını bir sopranoyla paylaşan besteci olarak siz insan sesiyle ne kadar ilgilisiniz?

– Şan tekniklerine ve şancılara aşina olmak besteciler açısından çok önemli. Çünkü şancı şarkı söylerken nefes almak zorunda, yani ara veriyor şarkısına, işte bu aralar, yani sessizlik, müzikte önemli işlev üstleniyor. Ayrıca ifade açısından bize çok şey öğretiyor insan sesi. Benim enstrümanım keman olduğu için, insan sesine yakın bu çalgının da çok yararını gördüm. Evet insan sesi de beni çok etkiledi besteci olarak. Bu nedenle müziğim çok liriktir. Bununla birlikte şan için yazdığım eserlerin sayısı kısıtlı. Gelecekte bu alanda daha çok eser bestelemek istiyorum. Hatta bir opera bile besteleyebilirim.

Kimin büyük besteci olduğuna zaman söyler                       Penderecki karar veremez

Fotoğraf: Clive Barda

Klasik müzik dinleyicisinin tüm dünyada hızla azalması, geçmişin geleneklerinden uzaklaşmaya bağlanıyor. Örneğin Penderecki, geçmişin Mozart, Beethoven, Brahms gibi bestecilerinin aynı zamanda icracı olduğunu, bunun müziğe enerji ve popülarite kattığını söylüyor. Tüm büyük besteciler mezarda, diyor.  Siz bir besteci ve icracı olarak durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Popüler müziğin ömrü çok kısa, bu nedenle kendini hızlı yeniliyor. Klasik müzikte ise repertuvar sınırlı. Bir eserin kaç icrasını alırsınız evinizde saklamak için? En fazla iki… Eğer format değişirse, yani plak dolaşımdan kalkıpr yerini CD’ye bırakırsa bir kez daha aynı eseri alırsınız. 1980’lerde CD ortaya çıktığında yaşamıştık bu durumu. Herkes diskoteğini yenilemişti. Şimdi plak firmaları Blu Ray teknolojisine umutla bakıyor. Ayrıca istediğiniz pek çok eseri internetten indirebiliyorsunuz. Penderecki’yi takdir ederim, fakat görüşlerine katılmam mümkün değil: Ben de besteciyim ve eserlerimi seslendirmiyorum. O kadar çok çağdaş eser var ki dinleyiciye sunulmayı bekleyen ve çağdaş eserlere konser programlarında o kadar az yer ayrılıyor ki, bu kısıtlı zamanı kendi eserlerimle doldurmaya vicdanım elvermiyor, diğer bestecilerin eserlerini seslendiriyorum. Sadece özel festival ve kayıtlarda kendi eserlerime programlarda yer veriyorum. Ayrıca günümüzde müthiş bir müzik üretimi var. Bestecinin tanınması, büyük besteci kategorisine geçmesi uzun zaman ister. Brahms hayattayken, Boston Globe’un ünlü eleştirmeni “Hiç değilse salonda acil çıkış işaretleri vardı, biraz daha Brahms çalsalardı canımı kurtarabilecektim” diye yazmıştı. 1877’de kurulan, İngiltere’nin en eski müzik dergilerinden Musical Opinion, birkaç ay önce Rus bestecilerinden oluşan yeni albümüm nedeniyle beni kapak yapmıştı. İşte bu sayıda, derginin ilk günlerinde Mahler’in birinci senfonisi hakkında yazılan eleştiri yayımlanmıştı. “Bay Mahler, müthiş gürültücü bir besteci. Hemen senfoni bestelemekten vazgeçsin, orkesra şefliğine dönsün, konser dinleyicilerinin zamanını  harcamasın” yazıyordu. Çaykovski, benim çocukluğumda üçüncü sınıf, abartılı derecede duygusal bir besteci kabul edilirdi. Yakın dostum Pierre Boulez, hâlâ Çaykovski almaz repertuvarına. Derken günün birinde Stravinski çıkıp Çaykovski’nin müziğini övünce durum birden bire değişti. Ressamlar gibi bestecilerin de kıymetinin anlaşılması için ölmüş olmaları gerekiyor. 20’inci yüzyılda bunun aksi birkaç örnek var sadece. Gorecki, 1990’da 3’üncü Senfoni’siyle birden bire ünlü oldu ve plakları yüzbinlerce sattı. Bence bugün klasik müzikteki tek sorun yenilik eksikliği. Ama yapacak yenilik kalmadı. Beethoven, her eserinde çağdaşlarını şaşırtmıştı. “9’uncu Senfoni”sini yazdıktan dokuz yıl sonra Berlioz, “Fantastik Senfoni”yle çok daha büyük bir sürpriz yaptı. Bugün hâlâ eserini dinlerken şaşırıyoruz yaptığı yeniliklere. Penderecki de ilk çalışmalarıyla bizi şaşırtmıştı. Geleneksel anlatımdan uzak, çok etkileyici ses efektleri içeren eserler yazmıştı. Örneğin başyapıtlarından “Hiroşima Kurbanları İçin Ağıt” böyle bir eserdi. 30 yıl önce, Polonya’da babasıyla tanışmıştım. “Çok sıradan bir isim vermişti, bir dostu bu başlığı önerdi” demişti. O yıllarda en çok çalınan eserlerden biri olmuştu. Kimin büyük besteci olduğunu bize tarih söyler, Bay Penderecki söyleyemez. Bach ölümünden sonra neredeyse tamamen unutulmuştu, oğulları bile yeterince kontrpuan içermeyen, eski moda müzik olarak bakıyordu eserlerine. Uzun yıllar sonra Mendelsohnn çıktı, bu eserlerin ne kadar değerli olduğunu söyledi, hayatı boyunca tanıtmak için çalıştı, sonunda Bach tekrar büyük besteci oldu. Bugün son derece canlı bir müzik atmosferi var. Orkestra sayısı eskiye oranla çok fazla, çok yeni eser üretiliyor ve bu eserler yoğun olarak seslendiriliyor. 1957’de ABD’de ikinci senfonim Washington ve Louisiana orkestralarınca toplam yedi kez seslendirilmişti. O yıl, Aaron Copland, Samuel Barber gibi 10 ismin yer aldığı listede eseri en çok seslendirilen çağdaş besteci ilan edildim! İnanmak çok zor. Geçen yıl sadece John Adams’ın eserleri tüm dünyada 350 kez orkestralar tarafından seslendirildi. Bugün sadece İngiltere’de 20 civarında önemli genç besteci var.

Umarım Philipp Glass yaptığı işin farkındadır

Bazı besteciler demiri tersine bükme yöntemini seçiyor. İnsanların bir konuya odaklanma süresinin hızla düştüğü, her şeyin video klip hızına kavuştuğu bir çağda, beş, hatta yedi saatlik eserler yazıyorlar. Sizce bu taktik işe yarar mı?

– (Kahkahalar) Altı saatlik beste yazmadım hiç. İlk senfonim, keman konçertom 18’er dakikaydı. En uzun eserim 28 dakikalık ikinci senfonim. Söylediğiniz gibi kişilerin bir konuya odaklanma süresi hızla azalıyor. Konser süreleri de tüm dünyada kısalıyor. Beethoven’in çağındaki konser programlarına bakarsanız üç senfoni, iki konçerto seslenirildiğini görürsünüz, yani her konser birer günlük festival gibiymiş. Bugün sadece İngiltere’de konser programları 120 dakika. Tüm dünyada 80-90 dakika. Eğer dinleyici için müzik yazıyorsak buna dikkat etmek gerekir. Philip Glass, Sir John Tavener gibi besteciler sadece birer istisna. Umarım yaptıkların işin farkındadırlar.

Fotoğraf:Clive Barda

ABD’ye geldiğinizde ünlü besteci Aaron Copland ilk öğretmeniniz olmuştu. Geçmişten bahsederken, Copland’ın adı neredeyse hiç geçmiyor. Kötü anılarınız mı var?

– ABD’ye gitmeme yardım etmişti, ilk hocamdı, benim için çok önemlidir ve ona çok şey borçluyum. Birkaç hafta sonra İngiltere’de onun The Quiet City adlı eserini yöneteceğim. Faure’nin yazdığı biyografimde bir bölüm Copland’a ayrılmıştı. Biyografilerimde yeterince görünmemesinin nedeni, kendimi daha çok bir orkestra şefi olarak konumlamam. 17 yaşında Tanglewood Festivali’ndeki müzik atölyelerinde onunla karşılaşmıştım. Haftada bir saat özel, bir saat grup dersi yapardık. Etkileyici, birinci sınıf bir öğretmendi. Müziğinde olduğu gibi gayet net, açıktı. Çok zeki, bilge bir kişilikti. Müziğim üzerine yorumları, gayet net ve müthişti. Aslında bestecilik öğretilmez. Sadece teknik hataları gösterebilir öğretmen. Ayrıca her büyük besteciden iyi öğretmen olmaz. Copland iki alanda da iyiydi.

200 civarında albümünüzün içinde Rus besteciler ağırlıkta. Bu sizin tercihiniz mi yoksa plak firmalarının isteği mi?

– Bir dönemin eserleri, tek besteci ya da tek ulusun müziği üzerine uzmanlaşmak, hayatım boyunca bu eserleri çalmak istemedim hiçbir zaman. Buna karşın, dünyanın farklı köşelerinde, benimle ilgili farklı izlenimler var. Neden bilmem, Fransızlar beni kendi şefleri gibi görür. Farklı dönemlerden Fransız bestecisi seçmemi ister konser programlarında. Ruslar, beni Rus müziği uzmanı kabul eder. ABD’de çağdaş müzik uzmanı ilan edilmiştim. Çünkü ilk önemli konserimde Charles Ives’ın çalınamayan dördüncü senfonisini seslendirmiştim. Gelecek yıl Carnegie Hall’da, Amerikan Bestecileri Orkestrası’nı yönetmem istendi. Repertuvar yine sadece çağdaş eserlerden oluşuyor. Benim flüt konçertomu da programa almışlar. Albümlerdeki Rus besteci ağırlığı ise plak firmalarının talebi. Sadece İngiltere ve Avustralya’da hakkımda herhangi bir önyargı yok. Her dönemden müziğini icra edebiliyorum.

Nejat Eczacıbaşı’na festivali başlatmasını önermiştim

Türk müzikçilerle ne zaman yolunuz kesişti?

– Eserlerimi yayımlayan Peer Music, aynı zamanda Adnan Saygun’un yayımcısı. Saygun sanırım ismimi yayıncımdan duymuş, beni Ankara’ya davet etmişti, 20’li yaşlardaydım. Çok iyi dost olmuştuk. Onun girişimiyle CSO’yla üç yıl ardı ardına konserler verdim. İdil Biret ve Jean Pierre Rampal ilk solistlerimdi. Hiç unutmuyorum, Rampal, besteci Aram Haçaturyan’dan 20’inci yüzyıl romantik müzik akımına yakın bir flüt konçertosu yazmasını istemiş. Haçaturyan eserlerinin geri dönüştürme konusunda usta bir bestecidir, keman konçertosunu flüte uyarlamıştı. Eserin dünya prömiyerini Ankara’da yaptık. Sonra İstanbul, Brüksel, Liege, Paris, Londra’da seslendirdik. İstanbul’da Nejat Eczacıbaşı’yla yakın dost olmuştum. Londra’ya ziyaretime geldiğinde, müzik için neler yapabileceğini sormuştu. İstanbul’da bir festival başlatmalarını önermiştim. Hatta ilk festivalde eşim Topkapı Sarayı’nda bir konser vermişti, Almanca eserin resitatif bölümünde söylediği tek Türkçe sözcükle dikkat çekmişti. Ben de bir konser vermiştim. Sonraki yıllarda ABD’deki programım çok yoğunlaştı, festivale sadece uzaktan sanatçı önererek destek olmuştum. Ardından bu tecrübenin ışığında ABD’de, Miami Festivali’ni başlattım.

Bu akşamın solisti eşiniz soprano Carole Farley’le ne kadar zamandır birlikte konser veriyorsunuz?

– Hocam Antal Dorati, 1970’lerin ortasında Kraliyet Filarmoni Orkestrası’yla ABD turnesine çıkmıştı. Carnegie Hall’daki provaya gittiğimde salonda sadece iki izleyici vardı: Ben ve Carole. Tanıştıktan bir hafta sonra konsere davet ettim. Strauss’un dört şarkısını söyledi. Daha sonra iki kez bu eserleri kaydettik. O gün bugündür birçok albüm kaydettik. Fakat Carole opera kariyerini sürdürüyor, Zubin Mehta dahil pek çok şefin favori solistidir, bu nedenle konser programı yoğun. Birlikte pek fazla konser veremiyoruz.

Bu akşam için Grieg ağırlıklı bir program seçmenizin özel nedeni var mı?

– Tematik, bir döneme ya da besteciye odaklanan konser programları izleyicileri mutlu ediyor. Konser vermek için İskandinav ülkelerine çok sık gidiyorum. Zengin bir müzik geleneğine sahip bu ülkeler, önemli besteciler yetiştirmişler. Şimdilerde önemli şefler yetiştiriyorlar. Grieg ve Sibelius’un eserlerine odaklanan İskandinav akşamında, az bilinenlerin yanı sıra sevilen eserleri seslendireceğiz. Grieg’in Peer Gynt Süiti’yle birlikte, şan için eserlerini benim orkestra uyarlamamla yorumlayacağız. Besteci şan için 104 eser yazmış, bunlardan sadece altısını orkestraya uyarlamış. Herhalde geri kalanlarını uyarlayacak zamanı olmamış. Bazılarını incelerken, orkestraya uyarlanmak için feryat ettiklerini hissettim. İki farklı dönemden şarkılarını orkestraya uyarladım. Carole, Londra Filarmoni ve The Philarmonia orkestraları eşliğinde seslendirdi, kaydettik. İsviçreli Dynamic firmasınca yayımlandı. O gün bugündür konserlerde seslendiriyoruz. Sibelius ise 1’inci Senfoni’siyle yer alacak programda. Gelecek ay Erzurum’da ise Latin ağırlıklı bir program seslendireceğiz.

(Serhan Yedig / 19 Şubat 2011 / Hürriyet)

HAYATI FİLM GİBİ

Uruguaylı besteci, orkestra şefi Serebrier’in (72) hayatı şaşırtıcı girişimcilik örnekleri ve mucizevi tesadüflerle örülü. Şef olmaya karar verdiğinde 11 yaşındaydı. İlk orkestrasını, Montevideo Belediye Konservatuvarı’ndaki arkadaşlarıyla kurdu. Sıkı disiplinle yönettiği orkestrada tüm eserleri ezberlemek zorunluydu. Konserde notayla sahneye çıkmak yasaktı. Başkent Montevideo’daki konserleri ilgi çekince turneye çıktılar. Bunun için Kültür Bakanı’ndan randevu almış, onun onayıyla derse girme zorunluluğundan kurtulup orkestraya odaklanmıştı. 1959’da kurduğu Uruguay Gençlik Orkestrası’yla Bach, Mozart gibi bestecilerin yanı sıra kendi eserlerini de seslendiren Serebrier, ardından bir başka gençlik orkestrası oluşturdu: Telemann Oda Orkestrası. 16 yaşında Ulusal Senfoni Orkestrası’nın senfonik eser yarışması açtığını duydu. Orkestrayı yönetme hevesiyle 24 dakikalık bir uvertür yazıp, gönderdi.

Yarışmayı kazandı fakat eserini ünlü şef Eleazar de Carvalho yönetti! Bunu bir başka hayal kırıklığı izledi: Latin Amerika turuna çıkan ünlü müzik eleştirmeni ve besteci Virgil Thomson, Montevideo’ya seminere gelmişti. Serebrier, heyecanla annesini, babasını alıp ABD konsolosluğundaki seminere gitti. Salonda sadece onlar vardı, çeviri yoktu, aile İngilizce bilmiyordu… Durumu fark eden Thomson, konuşmasını kesip salonu terk etti. Oysa Thomson’a eserlerini göstermek istiyordu Serebrier. Mihmandardan yardım istedi, reddedildi. Olaya tanık olan ABD Kültür Müsteşarı, nezaket icabı eserleri aldı, Thomson’a otelde göstereceğini söyledi.

Haberi mahallenin bakkalı getirdi

Ertesi sabah, Serebrier Ailesi’nin kapısı çalındı. Gelen mahallenin bakkalıydı. Amerikan Konsolosluğu’ndan arandıklarını söylüyordu. Evlerinde telefon olmadığı için, karşı bakkalın numarasını vermişlerdi konsolosluğa. Thomson, üç eserin notasını ABD’ye götürüp, ünlü besteci Aaron Copland ve şef Leopold Stokowski’ye göstermek için izin istiyordu. Bu sürprizi bir ay sonra burslu Curtis Enstitüsü daveti izledi. Copland’la çalışan, dört yıllık programı yarı sürede tamamlayan Serebrier, Guggenheim Bursu’yle Minneapolis’te Antal Dorati’nin öğrencisi oldu.

Curtis’teki öğrencilik döneminde bir gün yolda telaş içinde koşan bir çellistle çarpışmış, elindeki notalar yere çalışmıştı. Mahcup çellist, saçılan notaların genç müzikçinin ilk senfonisi olduğunu öğrenince “Houston Senfoni’de çalıyorum, Leopold Stokowski geliyor orkestrayı yönetmeye, istersen besteni gösterip fikrini alabilirim” dedi. İki hafta sonra Curtis santralından Stokowski’nin aradığı söylendiğinde Serebrier ciddiye almadı. Çünkü o da arkadaşlarını Bernstein, Dorati adına arayıp şaka yapıyordu. Fakat okul müdüründen talimat alınca Stokowski’yi aradı. Kulaklarına inanamadı: Houston Senfoni, Charles Ives’a eser sipariş vermiş, fakat orkestra son dakikada gelen 4’üncü Senfoni’yi çalmakta zorlanmıştı. Acilen prömiyeri yapılacak esere ihtiyaç vardı. Stokowsi notaların geri kalanını istiyordu!

200 albümü yayımlandı

İlk senfonisi 16 yaşında Stokowski tarafından seslendirilen Serebrier, o gün Time ve Life dergilerine röportaj vermişti. Ertesi hafta tüm ABD’nin onu konuşmasını bekliyordu. Fakat aynı gün Sovyetler, Sputnik uydusunu uzaya fırlatınca hayatının en büyük hayal kırıklığını yaşadı. Birkaç yıl sonra Stokowski genç müzikçiyi yeni kurduğu Amerikan Senfoni Orkestrası’nda yardımcılığına atadı. Başarılı bir konserin yüzde 95’i olarak nitelediği “prova yapma sanatı”nı bu ustadan öğrendi Serebrier. Ardından George Szell’in davetiyle Cleveland Orkestrası’nın konuk bestecisi oldu, ünlü şefle iki yıl birlikte çalıştı.

1960’lardan bu yana dünyayı gezen, İngiltere, Avustralya, Rusya ve ABD’nin önemli orkestralarını yöneten Serebrier’in bugüne kadar Warner, Sony, Naxos gibi firmalardan 200’ü aşkın albümü yayımlandı. Bu albümler 37 kez Grammy’ye aday gösterildi. Barselona Senfoni’yle seslendirdiği bestesi “Carmen Senfonisi” 2004’te yılın en iyi klasik albümü ilan edildi. 2005’te Glazunov’un tüm senfonilerini kaydetmeye başlayan Serebrier, serinin son albümünü önümüzdeki günlerde yayımlayacak. Serebrier’in senfoni, konçerto, oda müziği formunda yayımlanmış 50 eseri bulunuyor.

ÇAĞDAŞ BESTECİLERİN GÖZDESİ
Serebrier’in eşi, Iowa’lı soprano Carol Farley (64), yaşayan bestecilerin eserleri üzerine uzmanlaşan solistlerden. New York Kent Operası, Chicago Lirik Operası, Kanada Operası’nda uzun yıllar klasik opera repertuvarında rol aldıktan sonra Janacek, Schoenberg, Weill, Britten gibi çağdaş bestecilere yöneldi. Bu arada Çaykovski, Grieg, Delius, Milhaud, Prokofiyef, Strauss’un eserlerinden oluşan CD’leri yayımlandı. Farley, Serebrier çiftinin Lara (27) adında bir kızı bulunuyor.

Linkler

Biyografisi

Kişisel web sayfası

Twitter hesabı

 

Share.

Leave A Reply

nine − 9 =

error: Content is protected !!