Berkant Gençkal / Kabalığı, militarizmi, yarışmayı, seyirciyi ve kendimi protesto ettim

0

“Bu çağda iyi besteci yoktur, iyi kleptoman vardır” diyen sıradışı bir genç besteci Berkant Gençkal. 2002’de Bilkent Konservatuvarı’ndaki diploma ödevi “Bakire Hikayeler”le Nejat Eczacıbaşı Ulusal Beste Yarışması’na girmiş, ikinci olmuştu. 2006’da orkestra eseri “Suit Trakya”yla katıldı, birinci oldu. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Konservatuvarı’nda ders veren, doktora girişimi bürokrasiye takılan Gençkal, hayalleri uğruna mücadeleyi göze alanlardan. Çağdaş müziğin toplumda duyulmasını, yeni seslerin, ifade biçimlerinin peşindeki gençlere fırsat tanınmasını istiyor. Engellendikçe öfkeleniyor. Coşkulu, neşeli, romantik bir orkestra eseri gibi görünen ödüllü eseri de meğer sert bir protestoymuş. Gençkal “Dinleyiciye son 1,5 dakikayı zehir etmek için elimden geleni yaptım” diyor.

Klasik müzik dinleyicisinin yüzde 3’ün altına indiği bir dünyada ve konservatuvar öğrencilerinin bile konsere gitmediği bir ülkede neden hayatınızı besteciliğe adadınız, size güç veren nedir?
– Umut verici gelişmeleri de unutmamak gerekiyor. Ankara’da modern müzik merkezinin açılması, İstanbul’da modern müzik festivalinin düzenlenmesi, İTÜ MİAM gibi bir kurumun varlığını sürdürmesi, özel orkestralar kurulması umut verici. Hiçbir gelişme çalgıcı, müzik ve dinleyicinin buluşmasındaki mutluluğu yok edemez. Hâlâ bu mabette huzur bulan binlerce kişi var. Ayrıca akustik müzikte yapılması gereken çok şey var. Bana güç veren bu. Kamu desteği azaldıkça büyük orkestralar azalıyor, gelecekte destek tamamen kesilebilir. Besteci buna hazır olmalı, küçük gruplar için yazmaya yönelmeli. Örneğin, üç kişilik bir opera yazılabilir. Elektro akustik denemeler yapılmalı. Büyük beklentilerim yok. Piyano için kısa eserler yazsam, sadece çocuklar sınavlarda çalsa bile mutluluğu bana yeter.
Atonal müzikten, minimalizme, elektronik müzikten, kent gürültülerine onlarca farklı akımla biçimlenen son yüzyılın müzik coğrafyasında müziğinizi nasıl konumluyorsunuz?
– Stravinski’nin Bahar Ayini’nde ortaya koyduğu mozaik yapı bana kılavuz oldu. Hollanda’daki hocam Messien’in öğrencisiydi. Onun dizisel teknikle yazma biçiminden etkilendim. Dizisel tekniği estetik açıdan henüz özümseyemedim. Bu alanda çabam sürüyor. Post modernistlerden, Zimmerman’ın melodileri gruplar halinde ele alma biçiminden etkilendim. Geçmişin birikiminden yararlandığı için bu akıma yakınım.
Türkiye’deki klasik müzik geleneğinde kimlere yakın, kimlere uzaksınız?
– Adnan Saygun’un birçok eserini severek, takdir ederek dinliyorum. Ama Türk Beşleri’nin ifade biçimi, teknikleri çok geride kaldı. Bununla birlikte modernistlerin düştüğü yanlışa düşmek, gün geçtikçe dinleyiciden uzaklaşıp içime kapanmak istemiyorum. Dinleyicinin müziğimi anlamasını, paylaşmasını arzu ediyorum. Topluma sesinizi duyurabilmeniz için en azından başlangıçta anlaşılır olmak, yoğun, karmaşık, sanatsal kriterlerin çok yüksek tutulduğu müzik yapmamak lazım. Örneğin şu anda orkestral müzikte Hollywood filmleri tarzı, kahramanlıkları, romantizmi abartan John Williams yaklaşımı çok seviliyor. Bunu reddetmek yerine, aynı dokuyu kullanıp altına yenilikçi fikirler yerleştirmenin yolunu aramalıyız.
Halk müziğiyle gönül bağınız var mı, yoksa eserlerinize silah zoruyla mı giriyor?
– Başlangıçta silah zoruyla girmişti. Konservatuvarda önüme halk ezgileri koyup, bunlar üzerine çalışmam isteniyordu. Oysa Anadolu’da doğmadım, Balkan folkloruyla yetiştim! Dayatmadan bıktığımı, bu yaklaşımdan uzaklaşmam gerektiğini “Suite” adlı orkestral eserimde açıkça ifade ettim. Girişteki Kırıkkale türküsü silah zoruyla esere eklenmişti. Bu eserle 2000’de British Council yarışmasına girip kazandım. Yurtdışındaki eğitime gittiğimde, halk müziğini klişelere girmeden, yaratıcı kullanan bestecileri tanıdım. Tavrımı yeniden gözden geçirdim. Bu olguya karşı koymak yerine, akılcı şekilde kullanmaya karar verdim. Uluslararası Çağdaş Müzik Birliği’nin (ISCM) son buluşmasında Türkiye’yi temsil eden bestem “2 Views Oirent” bu yaklaşımın ürünüdür. Eserlerimde ilk bakışta halk ezgisi olduğu anlaşılamayacak kesitler kullandığımda. İşlerim daha kolaylaştı. Folklorizm, postmodernizmimin mozaiklerinden birine dönüştü.

Elimde teybimle dolaşırım

Halk müziğinde kulağınıza çarpan ezgileri mi kullanırsınız? Farklı gelenekleri tanıma, öğrenme, analiz etme gibi sistematik bir çabanız var mı?
– Elimde kayıt cihazıyla dolaşırım. Sınav gözetmeni olarak gönderildiğim Bitlis, Muş, Tatvan, Van’da köyleri dolaştım. Ne yazık ki müzik açısından bu bölgelerin çölleştiğini gördüm. Şimdi bana önerilen Şanlıurfa, Sivas, Tokat yöresine gitmeyi düşünüyorum. Kosova’da askerliğimi yaparken Çingene müzikçileri zevkle dinledim. Müzik bir eğlence işidir. Bu coşkuyu kavramak gerekir. Yüzyılların müzik birikiminden sonra günümüzde iyi besteci kavramı yerini, iyi kleptomana bıraktı. Halk müziği geleneğinden, bestelerimde kullanabileceğim ne alırsam kârdır. (Kahkahalar)
Yani, müzik yaklaşımınız minimalistler gibi melodik kesitleri zekice üst üste yapıştırıp, dev mozaikler elde etme, tekrarlarla zenginleştirme üzerine mi kurulu?
– Evet, gayet iyi anlamışsınız! Ayrıca müzikte romantizm ve melodi çağının geri döndüğünü görmekte yarar var.
Sözünü ettiğiniz çalışmalar, ödül alan besteleriniz çoğunlukla büyük orkestralar için yazılmış. Oda müziği ilgi alanınıza giriyor mu?
– Besteci için orkestranın sunduğu olanaklar heyecan kaynağı, büyüleyici. Ancak devlet desteği azalıyor, orkestralar azalıyor. Artık küçük gruplar için yazmak gerekiyor. Severek oda müziği de besteliyorum. Örneğin şu anda yazdığım piyano konçertosunu küçük bir orkestra için yazıyorum. Solo piyano için besteliyorum. Neredeyse bütün eserlerimin ekseninde piyano var. Artık, diğer enstrümanları eksen alan eserler de yazmak istiyorum.
Çağdaş müzikte sentetik sesler, saf elektronik müzik çok tartışılıyor. Elektronik müziğin devrini tamamladığı düşünülüyor. Kimileri ise geleceğin sesi gözüyle bakıyor. Ya siz?
– Bu, 21.yy’ın vazgeçilmez gerçeği. Ne militan savunucusuyum ne de karşıtı. Dinleyicinin kendini salondan dışarı zor attığı, “pim, pum, pat” modernist elektronik müziğe karşıyım. Stockhausen gibi, 250 yıl sonra anlaşılacak entelektüel düzeyde düşünmemek gerekiyor. Elektronik ve akustik ögelerin iç içe geçtiği, bütünleştiği elektro akustik müzikten yanayım. Emprovizasyonlardan yola çıkıp elektronik eserler de besteledim. Hollanda’daki okulun imkanlarını kullanarak, kendi ürettiğim tonları kullanıp bir eser yazmıştım. Akustik müziğin elektroniğe dönüşme serüvenini anlatmıştım. Uygun koşulları bulduğumda bu alandaki çalışmalarım sürecek.
Müziğinizi besleyen hobileriniz var mı?
– Maket gemi yapıyorum. Müzikle ilgili birçok fikir maket yaparken gelir. Botaniğe meraklıyım. Kitaplığımda bu konuda birçok eser var. Özellikle lalelere düşkünüm. Soğanın filizlenmesini, çiçeğin büyümesini izlemek müthiş heyecan veren, büyüleyici bir süreçtir. Hollanda’ya gittiğimde kendimi kaybetmiştim. Şimdi evimin terasında çiçek yetiştiriyorum. Sera kurup, lale ve sümbül yetiştireceğim. Zaten 50 yaşından sonrasıyla ilgili tek hayalim, Ege’de bir köye yerleşip, çiçek yetiştirmek.

Eserin ismi “Olta Süiti”de
olabilirdi pekala

Nejat Eczacıbaşı Beste Yarışması’na başvurmadan önce geçmişte ödül alan eserleri incelemiş miydiniz?
– CD’lerini dinleyip, eserleri inceledim. Hasan Uçarsu ve Özkan Manav’ın ödül aldığı ilk iki yarışmada başarılı eserler var. Ardından benim 2. ödülü alan eserim dahil, amatörce, hatta kötü yaklaşımlar gördüm. Ulusal beste yarışmasında daha iyi eserlerle karşılaşmayı umuyor insan.
Suit Trakya seslendirilmeyi bekleyen bir eser miydi yoksa bu yarışma için özel olarak mı bestelendi?
– Yarışma için 2,5 ayda bestelendi. En büyük sorunum 15 dakika sınırıydı. En hızlı şekilde en kabul edilebilir eseri nasıl yazacağımı düşündüm. Jüriyi, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nın olanaklarını gözden geçirdim. Tek hücreden yola çıkıp, genişleyen bir eser yazmak çok vakit gerektiriyordu. Küçük kesitleri birleştirme yoluna gittim. Rapsodi kıvamında, bülümlerden oluşan bir eser tasarladım.
Suit Trakya’nın kabalık, acımasızlık gibi temalarla biçimlendiğini söylüyorsunuz, eser hangi düşünsel, ezgisel kaynaklardan besleniyor?
– Kosova ve Priştine’deki BM Barış Gücü’nde, altı aylık askerlik serüvenim benim için bir travmaydı: Etnik gruplar arasındaki çatışmalar, acımasızlık, sabah küfürle uyanıp, akşam küfürle uyunan bir ortamdaki kabalık, ölüm duygusuyla burun buruna gelmek, Kosova’nın güzelim doğasındaki dev toplu mezarlar… İnsanlık nereye gidiyor, diye düşündüm. Savaşmayın sevişin, sloganıyla ortalarda dolaşıyordum. Bu fikrimi yazılı hale getirince ceza almıştım. Eseri yazmaya oturduğumda bunlar geçti aklımdan. Bir de tanıştığım Saraybosnalı kız. Komşu köyde yapılan düğünde dinlediğim müziği hatırladım. Dinleyicinin seveceği tonal bir müzik yazmalıydım. Gümbür gümbür başlayacak ve bitecekti. Araya, Bosnalı kızı betimleyeceğim bir de romantik bölüm eklediğimde dinleyici eseri daha da benimseyecekti.
Eserin adını “Olta Süiti” de koyabilirdiniz herhalde, ava giden usta balıkçı gibi anlatıyorsunuz gelişmeleri… Şaka bir yana, eser bize bir öykü anlatıyor galiba.
– (Kahkahalar) Pekala Olta Süiti ya da başka bir isim olabilirdi… Eser karargaha girdiğim andaki gözlemlerimle başlıyor, ardından köy düğününü duyuyoruz, Saraybosnalı kızın anlatıldığı bölümden sonra müzik finale yaklaşırken yükseliyor ve fa majör akorla yapılan sert bir protestoyla bitiyor.
Kimi, neyi protesto ettiniz?
– Aslında tüm eseri bu 90 saniyelik bölüm için yazdım. 13,5 dakika boyunca abartılmış duygularla örülen müziği zevkle dinleyen dinleyiciye son 1,5 dakikayı alabildiğince zehir etmeyi denedim. Eserin yenilikçi yanı da bu bölümde. Orkestra çalgılarının içinde metal örs, helikopter sesini çağrıştıracak metaller kullandım. Çevremdeki kabalığı, savaş çığlıklarıyla sokaklara dökülenleri, militarizmi, Türkiye’de çağdaş müzik festivalleri düzenlemeyen kurumları, yarışmaları, her şeyi alkışlayan dinleyiciyi ve eserin ilk 13,5 dakikalık bölümü için kendimi protesto ettim. Yuh çektim!
Salonda herhalde çağdaş müziği öğrenmeye, anlamaya çalışan, kulağını eğitme çabasında müzikseverler, gerçek entelektüeller de vardı. Kimvurduya gittiler. Vicdan azabı çekmediniz mi?
– Küçük bir vicdan azabım bile yok.
Son olarak yakın gelecek için hazırlıklarınızı, planlarınızı konuşalım…
– Krakow Müzik Festivali’ne, Hong Kong’da düzenlenecek ISCM 2007’ye birer eser gönderdim. Piyano konçertomu küçük bir topluluğa uyarlıyorum. Anadolu Üniversitesi’nde kompozisyon bölümü açılması için mücadele ediyorum. Gençleri konser salonlarına çekecek müzik hayal ediyorum. Çağdaş eserleri seslendirecek küçük bir grup kurmak istiyorum. Bu arada toplumda yükselen radikalizme karşı, müzikçilerin de aktif olarak çalışması gerekiyor. Bu konuda üzerime düşeni yerine getirmek istiyorum.

ISCAM’DA TÜRKİYE’Yİ TEMSİL ETTİ

Berkant Gençkal, 1977 Bulgaristan Karaağaç doğumlu. Annesi anaokulu öğretmeni, piyano ve akordeon çalıyor. Babası elektronik mühendisi. Amatör olarak klarnet, gitar, bağlama çalıyor. Kız kardeşi de müzikle ilgileniyor. Gençkal, babasının hediye ettiği piyanoyla müziğe başladı. 1989’da ailesiyle Manisa’ya yerleşti. 1990’da İzmir Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Müzik Bölümü’ne girdi. İlk bestelerini bu dönemde yaptı. 1995’te Bilkent Üniversitesi’ne girdi. Teori ve kompozisyon dalından 2001’de mezun oldu. Diploma eseri “Bakire Hikayeler”, 2002 Nejat Eczacıbaşı Beste Yarışması’nda ikinci oldu. Perküsyon, yaylılar ve piyano için “Süit”, 2000’de British Council’in yarışmasında orkestral kompozisyon alanında mansiyon kazandı. Ödül olarak Royal Northern College of Music’te, Amerikalı besteci John Corrigliano’nun atölye çalışmasına katıldı. 2002’de, Eczacıbaşı Bursu’yla Hollanda’da Rotterdam Konservatuvarı’nda kompozisyon dalında yüksek lisans yaptı. 2006 Temmuzu’nda Uluslararası Çağdaş Müzik Birliği’nin (ISCM) festivaline “2 Views Orient” adlı eseriyle kabul edildi. Almanya’ya davet edildi. 2004’ten bu yana Anadolu Üniversitesi Konservatuvarı’nda solvej ve teori dersleri veriyor. Bir yandan da doktora yapmanın yollarını arıyor. Beş orkesral, 15 oda müziği, iki elekronik çalgılar için bestesi var.

DİNLEYİCİLER VE ORKESTRA OY KULLANDI

Yarışmaya bu yıl 21 orkestra yapıtı katıldı. İlhan Usmanbaş, Yalçın Tura, Gürer Aykal, Rengim Gökmen ve Turgay Erdener’den oluşan jüri üç eseri mansiyonla ödüllendirdi: Koray Sazlı’nın “Gitar Konçertosu”, Yiğit Kolak’ın “Savaş Fotoğrafları”, Mehmet Ali Uzunselvi’nin “Arşenin Egemenliği.” Ayrıca üç eseri finalde yarışmaya değer buldu. Bu eserler 13 Aralık akşamı, İzmir Sabancı Kültür Sarayı’nda, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nca seslendirildi. Orkestra üyeleri ve izleyicilerin oyları da dikkate alınarak son değerlendirmeden geçti. Orkestra üyeleri ve jüriden en yüksek oyu olan Berkant Gençkal‘ın “Suit Trakya”sı birinci, dinleyicilerden en yüksek oyu olan Barış Perker “Kırmızı Gölgenin Sesi”ylesi ikinci, Fazlı Orhun Orhon’un “Piyano Konçertosu” üçüncü oldu.
(Serhan Yedig / 7 Ocak 2007 / Hürriyet)

Linkler

Biyografisi

Share.

Leave A Reply

twelve + nine =

error: Content is protected !!