Kiri Te Kanawa / Zırhım hep yerinde, hiç indirmiyorum

0

20.yy’ın en önemli lirik sopranolarından biri Kiri Te Kanawa. Prenses Diana ile Prens Charles onun şarkısı eşliğinde evlenmişti. 2000 yılının ilk şafağında tüm insanlık adına şarkı söyleyen de o oldu. Altı ay sonra İstanbul Müzik Festivali’ne geleceği açıklandığında röportaj için Londra’dan aradık. Eşi ve üvey kardeşi tarafından kalbi kırıldığı için asabileşmiş bir yıldız bulduk. Biz ona 56 yaşında genç kız gibi kalmanın, sesini korumanın püf noktalarını sorduk. O ise bizi haşlamayı tercih etti.

Londra’dan yaptığımız telefon röportajında Kiri Te Kanawa’yla büyüleyici milenyum konserini konuşuyoruz. Konser sırasında düşündüklerini, hissettiklerini öğrenmek istiyoruz. Öyle ya, yeryüzünde çok az faniye nasip olan bu fırsatı yakalamak olağan üstü bir şey olsa gerek: Yeni binyılın ilk şafağı. Güneş yeryüzünde ilk kez onun doğduğu kenti aydınlatıyor. Onbinlerce Yeni Zelandalı, Gisborne sahilinde toplanmış. Ünlü soprano ilk ışıklarla birlikte Yeni Zelanda Senfoni Orkestrası eşliğinde söylemeye başlıyor. Carmen’den, Figaro’dan aryalar değil repertuarındakiler. Çocukluğunda annesinden, babasından öğrendiği, ana dilinde söylenen şarkılar. Aşktan, sevinçlerden bahseden Maori ezgileri. 55 ülkede, bir milyar insan BBC’nin canlı yayınınında bu tarihi olayı izliyor…
Bu atmosferde, insanlık adına yeni çağ için ilk şarkıyı söyleyen fani ne hisseder? Soruyoruz Kiri Te Kanawa’ya. Cevabını duyunca merakımız duvara çarpmış uçurtma gibi parça parça oluyor: ”Bütün gece ayaktaydım. Sahneye zamanında çıktım, en iyi şekilde söylemeye çalıştım, zamanında bitirip indim. Sözünü ettiğiniz şeyleri sahnede düşünmem. Müziğe konsantre olmak gerekir. Önemli olan işinizi en iyi şekilde yapmaktır.”

Soğukkanlı profesyonel

Lady Diana ile Prens Charles’ın düğününde söylediği şarkıyı canlı yayından 600 milyon kişinin izlediğini, Auckland’daki açık hava konserinde 140 bin müzikseveri bir araya getirip rekor kırdığını biliyoruz. 29 yıldır dünyanın dört bir yanında konser verdiğini de. Ama yine de böylesine özel bir konserde, bir milyar insanın önüne çıkmadan önce insan endişelenmez, heyecandan tırnaklarını yemez mi? Orkestradaki trampetin bile derisi gerilir heyecandan, değil insanoğlunun… ”Tek endişem, o kadar bekledikten sonra güneşin doğmamasıydı (gülüyor). Elektrik kesilebilir, ses sistemi bozulabilirdi belki. Bunlar alıştığımız terslikler.” Peki bir dilekte bulunmuş mu acaba? ”Yoo” diyor Kanawa sakin bir sesle. ”Kimse ne diledin diye sormadı ki.” Aynı olağan tonda devam ediyor: ”Sorsalardı tüm dünya için daha çok barış isterdim herhalde.” Ya kendisi için? ”Dilekte bulunmadım. Savaşta değilim ki barış isteyeyim. (gülüyor)” İşte burada durmak gerek. Çünkü dört ay önce Classic FM’de yayımlanan röportajda, son birkaç yılda yaşadığı üzücü olaylardan söz edildikten sonra, beni artık kimse kıramaz, anlamında ”Zırhım hep yerinde, hiç indirmiyorum” diyor. Yani, söylediğinin aksine, uzun yıllar üstün yeteneği nedeniyle klasik müzik dünyasında el üstünde tutulan, neşe dolu, hep gülümseyen, ‘onaysız’ biyografisi yayımlanıncaya kadar mutlu bir yaşantısı olduğu düşünülen Kiri Te Kanawa şimdi hayata karşı kılıcını çekmiş durumda. Nitekim röportajın sonlarına doğru, olan oluyor. Günlük hayattaki savaşkan ruh halini sahneye çıktığında nasıl değiştirmeyi başardığını, nasıl eskisi kadar yumuşak söyleyebildiğini orduğumuzda kılıcının rüzgarı telefon hattından İstanbul’a ulaşıyor: ”Provalarda aniden öfkelenip öfkelenmediğimi, konserde çevredeki seslerden rahatsız olup olmadığımı soruyorsunuz. Sanki röportajı yazmış, aradaki boşlukları doldurmak istiyormuşsunuz gibi bir haliniz var. Özel hayatımla sahneye çıkmıyorum. Olmak istediğim insan vardır orada.”

Önce eşi, sonra kardeşi

20 yüzyılın en önemli lirik sopranolarından biri olarak anılan Kiri Te Kanawa’nın müzik serüvenini görsel olarak ifade edecek tek fotoğraf olabilir: Harley Kuyruklu Yıldızı. Covent Garden Operası’nda sahnelenen Figaro’nun Düğünü operasındaki kontes rolüyle, 1971’de İngiltere’de bir gecede şöhret olan ünlü sopranonun kariyeri zincirleme başarılarla dolu. Amerika’yı da bir gecede fethetti mesela. Metropolitan’da Otello sahnelenirken Desdemona rolündeki sanatçı hastalanınca üç saatlik provayla sahneye çıktı. Ertesi gün herkes ondan söz ediyordu. Tüm dünyada Mozart ve Strauss operalarının aranır ismi oldu. Plakları listelerde pop albümleriyle yarıştı. İngiltere Kraliçesi’nce ‘dame’ onuruna layık bulundu.
Aslında hayata şanssız başlamıştı Kiri Te Kanawa. Daha sonra şans trenini birkaç istasyonda bir yakalayarak yoluna devam etti. Maori yerlisi babası aynı etnik kökenden bir aileye evlatlık vermişti onu. Söylenmemiş Şarkı adlı biyografiye bakılırsa birçok tatsız olay yaşadı bu aileyle. Ama sayelerinde 12 yaşında Auckland’de, on yıl sonra ise dostları Sir Arthur Sullivan sayesinde İngiliz Kraliyet Operası Okulu’nda ders aldı. George Solti, Colin Davis gibi aksi şefler onu çok sevdi, destekledi. Öğrenciliğinde Avustralyalı maden mühendisi Desmond Park’la tanışması da başlangıçta şans treninin işiydi. Mesleğini bırakıp onunla evlenen, organizatörlüğe başlayan Park sayesinde zirveye daha hızlı tırmandı. Mutluluğu sesine, enerjisi müziğe yansıdı. Ama o sahnede en zor sınavları verirken eşi soyunma odasında gazete okuyor, çay içiyordu. Opera, Park’ı hiç ilgilendirmiyordu. Kanawa, otuz yıllık evliliğini 1997’de noktaladı. Evlat edindiği iki oğlunu da yanına aldı. Tam sorunları geride bırakırken hiç görmediği üvey kardeşi çıktı ortaya. Ardından da garip dedikodular. New Truth gazetesi ”Kiri Şimdi Kayıp Kardeşine Sarıldı” başlığını attı. Kiri kardeşiyle tüm ilişkisini kesti. Ardından çelik zırh sardı ruhuna. Kendi deyişiyle kiminle oturup kalktığına çok dikkat eder oldu, insanlara eskisi kadar güvenmemeye başladı. İngiliz müzik eleştirmeni David Thomas’ın yazdığı gibi gazetecileri haşlamayı da huy edindi.

Baharatlı yemeklere dokunmuyor

Şüphesiz tüm röportajımız haşlama havasında geçmedi. Ama yemeklerden de bahsettik. ”Seçimim Japon mutfağı” dedi. Baharatlı yiyeceklere kesinlikle dokunmadığını anlattı. 56 yaşında
genç kız gibi görünmesinin, sesini korumasının sırrını ”sıkı gıda ve sosyal perhiz”le açıkladı. Müziği bıraktığında sadece ‘yaşamak’la meşgul olabileceğini, Yeni Zelanda’nın batı kıyısındaki çiftliğinde her gün balığa çıkmak, bahçeyle uğraşmak istediğini söyledi. Boyunuzdan büyük balık tuttunuz mu, sorusuna gülüp ”en büyüğü bir buçuk kilo” dedi. Ciddi sorularda yine haşlama faslına geçmekten geri kalmadı. Kuracağı vakıfta seslerini duyurmasına yardımcı olacağı genç solistlere, 30 yılın tecrübesiyle ne öğüt vereceğini sorduğumuzda ”Öğrenciler sormalı ki tavsiyede bulanayım” dedi soğuk bir sesle. Ardından ekledi ”Önemli olan insanın kendini işine adaması. Bazılarını seyirciler çok sever popüler olurlar, bazılarını sevmez.” Kate Winsted’in Himalaya’da yürüyüş yaparken yaşlı bir köylüyle karşılaştığını, adamcağınızın ünlü oyuncuya ”You Titanic” dediğini anlatık. Ardından ”Bir zamanlar tüm dergilerde tam sayfa yayımlanan Rolex ilanları yüzünden başınıza epey komik olay gelmiş olmalı, dedik.” Cevap Everest’in zirvesinden geldi:
”Japonya’dan Çin Seddi’ne kadar gittiğim her yerde tanıyan birileri çıkıyor. Ama farklı isimlerle yolculuk ettiğim için emin olamıyorlar.”
Röportaj boyunca müzikten bahsedelim diyen Kanawa’ya İstanbul’daki resitallerin programını, neden bu eserleri seçtiğini sorduğumuzda sadece iki cümle duyabildik: ”Birbirinden tamamıyla farklı iki repertuar olacak. Sevdiğim, söylemekten zevk aldığım klasik eserleri seslendireceğim.”
(Serhan Yedig / 10 Haziran 2000, Hürriyet)

Linkler

Biyografisi

Kişisel web sayfası
Hayranlarının kurduğu Facebook sayfası

Share.

Leave A Reply

seventeen + 5 =

error: Content is protected !!