İlhan Usmanbaş / Konservatuvarlar olmasaydı müzik çok daha ileri adımlar atardı

0

1969’da Cenevre Radyosu’nun açtığı konusuz sahne müziği yarışmasında İlhan Usmanbaş “Bir Bale İçin Müzik”le birinci olmuştu. 21 dakikalık eser Cenevre’de ancak 2 yıl sonra, besteci yönetimindeki Suisse Romande Orkestrası’nca seslendirildi. Usmanbaş bu süreci anlatırken “Benim için tatsız bir anıdır” diyor.

Cenevre’de eserin sahneye konma süreci nasıl gelişti?
— Bunun ancak iki yılda gerçekleşebildiğini söylersem belki inanmayacaksınız, ama doğru… Bugün opera sahnesi öylesine yaklaşılmaz bir kapalı kutu ki, benim ve onların bütün iyi niyetlerimize karşın bir sürü engelleri ve her şeyden önce program engelini, daha sonra orkestra ve şef engelini aşmak gerekiyordu. Bilindiği gibi bu bale müziğim 1969 yılında Cenevre Bale Müziği Yarışmasında ödül almıştı ve 69 Eylülü’nde Cenevre Operası, eseri sahneye koyma umudu ile tebriklerini bana iletiyordu. Bundan sonraki aşamaları tatsız birer anıdır ama okuyucuları belki ilgilendirir diye, kısaca anlatayım:
Önce, balenin çalışabilmesi için eserin tek piyanoya göre yazılmış bir özetlemesini yapmak gerekti. Uzun zaman geçti aradan. Bir sürü mektuplaşmalar oldu ve orkestra için notaların nasıl yazdırılacağı sorunu ortaya çıktı. Sonunda bunu üstlendim. Yazma işi oldukça uzun sürdü. Tek piyano ile bugünkü bir orkestra yapıtı ne yazık ki fazla bilgi vermiyordu. Bir teklif geldi oradan; yapıtı kendiniz yönetir misiniz ve Ankara’da banda alıp göndermeniz mümkün mü, diye. Meslekten orkestra şefi değildim ama stüdyoda banda alma işini belki başarabilirdim. Ankara Radyosu ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası çok anlayış ve kolaylık gösterdi; banda alındı. Hem de iyi bir bant oldu, işin yarısına gelmiştik. Bant gönderildikten sonra “kim koreograf olsun” sorunu çıktı ortaya. Ben, bizden ve dışarıdan tanıdığım birkaç isim verdim. Sonunda Cenevre Operası koreograflarından Jean-Marie Sosso, aslında Monaco’lu bir dansçı, seçildi. Sosso, müziği banttan ve notadan öğrendi. Temsillere birkaç hafta kala dansçılarıyla çalışmaya başladı. Bu arada “orkestra şefi kim olacak” sorunu ortadaydı. Gene bana teklif ettiler; koreografla, sahneyle daha kolay uyuşabileceğimiz düşüncesiyle kabul ettim. Sonra, Cenevre’ye gidiş, prova günleri, saatlerinin tespiti, orkestraya çalıştırma aşamaları geldi… Dahası da var ama sabırlarını taşırmak istemem okuyucularımızın.

CSO üyeleri eserimi tebessümle karşıladı

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nca yapılan kayıtla Cenevre’deki seslendirme arasında bir kıyaslama yapar mısınız?
— Bizim burada, stüdyoda yaptığımız bant fena olmadı gerçekten. Belki stereo kayıt hem müziğin yapısına hem bugünün gereklerine daha uygun olurdu, ama şimdiki halde yok bu olanaklarımız. Bizim provalarda da, ilk çalışmalarda müzik, gülümsemelerle karışık bir tepkiyle karşılandı ama sonradan herkes bandın iyi olması için çok çalıştı. Bu içtenlik bantta da görülüyor ve Cenevre’deki seslendirişlerle buradakinin en önemli ayrılığı da bu. Burada isteyerek çalınıyor, orada görev gereği çalındı. Cenevre’deki gibi yorgun bir orkestraya içtenlik ve ateş aşılamak çok güç. Ünlü Suisse Romande Orkestrası bu. Ama hem konser veriyorlar, hem radyoda, TV’de çalıyorlar, hem operada hem balede çalıyorlar ve neredeyse müzikten bıkıyorlar.
Çağdaş estetik esprisine sahip olmayan bir çalgı topluluğunun çağdaş eser yorumlayabilmesinin şartları var mıdır?
— Bence iki çeşit çalış vardır. Biri serüven duygusunun getirdiği bir ateşle çalış; öbürü bütün ayrıntılara dek bir müziği tanımanın verdiği serinkanlılık ve bilgi ile çalış. Ama her ikisinde de gerçek müzik sevgisi olmalı. Yoksa ya korku ya da bıkkınlık olur. Bir orkestra, önüne gelen yeni bir yapıtın bağlandığı anlayışın yabancısı olmamalı. Her ayrıntıyı bütün üyelere, tek tek anlatmanın olanağı yoktur. Oysa, bütün ayrıntılarına dek doğru çalınırsa, doğru demeyeyim de, bilinerek çalınırsa sonuç diri olur, içten olur, doyurucu olur. Her şeyden önce günümüze dek ortaya atılan bütün görüşlerden müzikçilerin haberli olmaları şart; yeni bir yapıtla karşılaşıldığı vakit bir şey yaratma, bir şey ortaya koyma isteği ile davranmak ikinci şart.
“Bale için Müzik” konusuz. Yani her koreograf eserinizi bir başka biçimde yorumlayabilir mi?
— Evet… Garip bir şey koreograflık. Var olan bir yaratı üzerine siz de bir yaratı yapıyorsunuz ve bu yaratı apayrı bir şey oluyor. Tüm sizin oluyor. Bir şiir üzerine bestecinin şarkı yazması gibi. Aynı şiir üzerine bestelenmiş ayrı ayrı şarkılar düşünelim; her besteci şiirin başka yönlerini, başka görünüşünü ele alacaktır. Sonuçlar başka başkadır. Gene de aralarında çok gizli ortak yönler olması gerektiğine inanıyorum. Balede de dansların bağlandığı estetik ve teknik, gruplamalar, dekor, kostümler, ışık çok değişik görüntülerde olabilir ama aynı müziği yorumlamada gizli bir takım ilişkiler mutlaka bulunacaktır.

Müziğime konu düşünmem imkansız

Her ne kadar koregraf değilseniz de eserinizi siz sahneye koysaydınız onu nasıl bir yönde geliştirirdiniz; konunun özü ne olabilirdi? Sosso ile bu bakımdan anlaşabildiniz mi?
— Koreograf değilim, evet; müziğimin üzerinde birbirine bağlanan hareketler düşünmeme imkân yok; daha açıkça söyleyeyim, bir konu düşünmeme hiç imkân yok. Ne var ki müziğimin gelişim çizgisini yakından biliyorum, düğüm noktalarını, parçalanmaları, durma noktalarını. Gene de nasıl danslar düşünülür, bilinemez. Çok garip bir şey söyleyeyim: bale için yazılan müzik, hiçbir dans düşünülmese bile başka yapıda bir müzik oluyor. Gerçi koreograflar senfonileri, konçertoları danslıyorlar ama bale için düşünülmüş bir müziğin getirdikleri çok başkadır sanırım. Monaco’lu koregraf Sosso müziğin iç gelişimini çok iyi anlamıştı. Daha fazla çalışma zamanı olsaydı koreografisinde görülen yer yer boşluklar da sanırım kapatılmış olurdu.
Eseriniz İsviçre’de nasıl karşılandı? Besteci, eleştirmen ve halkın karşılayışı kuşkusuz ayrı olmuştur?
— Doğal ki çeşitli karşılayışlar var. Yapıtın bir ödül kazanmış olduğunu gözönüne alırsak oldukça kalabalık bir seçiciler topluluğunun, (ki bunlar arasında besteciler, orkestra şefleri, opera müdürleri, baleciler vardı) bir noktada anlaşmış saymamız gerek. Gerçi böyle herkesin onayladığı bir müzik biraz kuşkuyla karşılanmalı, denecek. Güvendiğim yön, seçiciler kurulunun gerçekten ileri ve titiz kişiler oluşuydu. Koreografın beğenmesi ise en başta geliyordu. Sosso’nun müziği çok sevdiğini ve anladığını söyleyebilirim. Meslekten kişiler hep iyi sözler etti. Dansçıların görüşlerini açıkladıklarını pek hatırlamıyorum. Genellikle dansçıların müzik üzerinde düşünceleri olmuyor galiba. Garip bir durum fakat gerçek: özellikle dans ettikleri müzik üzerinde pek düşünmek istemiyorlar ya da biz müzikçilerin görüş açısından çok ayrı, uzak diyeceğim, görüşleri var, dansçıların. Onlar için müzik adım sayısı oluyor, vücut ve dans hareketi oluyor, sanki bir içgüdü oluyor. Şimdiye dek, koreograflar dışında, müzik üzerinde konuşmak isteyen dansçı pek görmedim. Orkestra müzikçileri için de handiyse öyle. Onlar için de sorun hemen kolaylık-zorluk sorunu oluveriyor, güzellik-çirkinlik değil. Kaldı ki güzel-çirkin yargısı çok kaypak bir yargı. Gazetelerde çıkan yazılara gelince: bale eleştirmenleri de dansçılar gibi; haklılar bunda da. Sahneyi görüyorlar yalnızca. Çıkan eleştiriler arasında doğrudan doğruya müziği ele alan pek olmadı. Üç beş sözcükle sevdiklerinden, sevmediklerinden şu ya da buna benzediğimden, orkestrayı şu ya da bu şekilde yönettiğimden söz açanlar oldu. Doğu müziği ile ilişki kuranlar var, ki belki haklı, kimi “bildik” demiş, kimi “yepyeni” demiş. Ama sanıyorum bütün yargılarda çekindikleri bir yön var: eserin yarışmada kazanmış olması. Bu, onların özgür ve korkusuzca yargılamalarına engel oldu. Halka gelince: Cenevre seyircisi doğal ki görgülü fakat duygularını açığa vurmaktan pek hoşlanmıyor. Normal alkışın dışında ne göklere çıkarıldı ne de yuhalandı.

Elçilikten gelen olmadı

Cenevre’deki Türk vatandaşlarının ve diplomatik çevrenin bu temsiller dolayısıyla heyecanlı, anlar yaşadıklarını sanıyoruz. Onların tepkilerinden söz eder misiniz?
— Bu dediğiniz belki sanatseverler için böyle. Sanatsever değilseniz, diyelim sporseverseniz, Cenevre’de de olsanız değil yurttaşınızın bir eserinin sahneye konması en büyük sanat olayı bile olsa, insanı ilgisiz bırakabilir. Çağdaş yaşantı insanların görgülerini belki genişletiyor fakat her konuda ilgilerini derinlemesine beslemiyor. Sanatsever değilseniz bir sanat olayı için gecenizi harcamaya değmez olduğunu düşünüyorsunuz. Kaldı ki sanat konularıyla ilgilenmeyen çağdaş insanı daha standart zevkler, diyelim ki, televizyon, sinema, bir şov programı otomobil, hatta alışveriş, daha kolaylıkla oyalamakta. Orda yaşayan birkaç arkadaşımın ve özellikle Ankara’dan Cenevre’ye temsilin ilk gecesinde bulunmak üzere gelmiş bir arkadaşımın dışında temsillerden sonra kimse beni görmeye gelmedi. Diplomatik çevrelerimizin ise buna hiçbir zorunluğu olmadığını söylemek isterim. Bir sanat olayından diplomatik çevreler de kendi alanlarında yararlanabilir, isterse. Ama bu ancak gerçek bir ilgi ve içten gelmeyle olur. Bunu bildiğim için Cenevre’deki Türkiye temsilcilerine ne olayı haber verdim (çünkü kendileri öğrenebilirlerdi, bunu dileselerdi opera programlarına bakmış olsalardı) ne de kimseyi bekledim. Kimse de gelmedi zaten.
Biraz da yeni çalışmalarınızdan ve tasarılarınızdan konuşalım?
— Yeni çalışmalar.. Tasarılar.. Şu sırada bir besteci için pek sorumlu olmayan ama öylesine zevkli bir iş yapıyorum; bir süre önce yazdığım iki yapıtı temize çekiyorum. Biri ses ve piyano için Ece Ayhan’ın “Bakışsız bir kedi kara”sı, öbürü, sesler, konuşmacılar ve çalgılar için Behçet Necatigil’in “Kareler”i. Biliyorsunuz, çağdaş müzikte notalama, nota yazısının yeni yeni anlatım yolları araması ve bulması oldukça önemli bir rol oynuyor bugün. Beş çizgili klasik porte ve üzerine yazılmış sekizlikler, onaltılıklar neredeyse ortadan kalktı. Her partitür yepyeni bir buluş oluyor şimdilerde. Resim yapar gibi çalışmaya başladık. Özellikle benim için ayrı bir zevk böyle bir çalışmayı yapmak. Ama müzikçiler çok korkuyor bu yeni işaretlerden. Daha bir süre de korkacaklar, alışana kadar. Hem bir şey söyleyeyim: çelişki gibi görünecek ama; müzik sanatı müzikçilere, çalgıcı vc şarkıcılara rağmen ilerlemiştir, önceleri hep karşı gelinir, sonraları alışılıp göklere çıkarılır. Bir sürü nedenleri var bunun; ama başlıca nedeni yaratıcı sanatçının topluma göre çok ileri oluşu buna karşılık öğretim kurumlarının çok tutucu oluşları. Hani yeni bir çelişki söylemiş olmak istemem ama konservatuvarlar olmasaydı müzik çok daha ileri atılımlar yapardı, diyeceğim.
Görüyorsunuz, yeni çalışmalar, tasarılar konusu açılınca söz nereye geliyor. Çağdaş sanatçının başlıca sorunu bu; özellikle bizim gibi dünya akımlarının oldukça dışında kalan ülkeler için daha çözümsüz oluyor bu sorunlar. Ama, ileri-geri, her ülkede onlara karşı savaş veriliyor ve sanat alanında ileri adımlar ancak bu sayede atılıyor.
(Cavidan Selek / Nisan 1972 / Ankara Filarmoni Dergisi)

Share.

Leave A Reply

9 − 7 =

error: Content is protected !!