Marc Andre Hamelin / Kariyerimi planlamayı hiç beceremedim

0

Kanadalı besteci, piyanist, az tanınan, unutulan beste ve bestecilerin solisti. Marc Andre Hamelin’in son 15 yılda İngiltere’deki Hyperion firmasınca yayımlanan 50 CD’sinden neredeyse tamamı Godowsky, Rzewski, Ornstein, Catoire, Alkan gibi adı az bilinen bestecilerin eserlerinden oluşuyor. 2009 Mayısı’nda resital için İstanbul’a gelmeden önce, Amerika’daki evinden aradık. Vefat eden bir dostundan miras kalan, bir gün önce eline geçen üç kutu notayı dev arşivine eklemekle meşguldu. “Ben sahneye kendimi göstermek, mükemmeliyet sergilemek için çıkmam” diyordu.

 

Hakkınızda okuduklarımdan anladığım kadarıyla, çocukluğunuzda sizi merak böceği sokmuş. Tüm sanat yaşamınızı yönlendiren temel güdü şiddetli bir merak. Araştırıp nadir duyulan, unutulan eserleri bulup yorumluyor, albümler kaydediyorsunuz. Peki, sizce globalleşen ve pazarlama kuralları gereği her alanda standartlaşan bir dünyada merak duygusuna yer var mı, hâlâ yaşıyor mu, klasik dinleyicilerinde bu merakın izini görüyor musunuz?

– CD yayımcılığındaki patlama, bilinmeyen, tanınmayı, icra edilmeyi hak eden eserlerden oluşan geniş bir repertuvarı ortaya çıkardı. Unutulmuş besteler  denizinde en azından birkaç kez seslendirilip, keyfine varılacak pek çok eser var. Tabii aralarından birçoğu farklı nedenlerden dolayı pek değerli değil, modası geçmiş, günümüzde önemini kaybetmiş. Zamanla, yaklaşımlar, beğeniler değişiyor çünkü. Buna rağmen hâlâ keşif çabasını gerektirecek, bu uğraşa değecek pek çok eser var. Benim konser ve kayıt repertuvarım birbirinden farklıdır. Hyperion firması bilinmeyen eserlere ağırlık verdiği için albümlerimde bu repertuvar ön plana çıktı. Fakat resitallerimde geniş bir repertuvar sunuyorum. Aralarında iyi bilinen eserler de yer alıyor. Örneğin İstanbul’daki konserimde en sevdiğim programlardan birini sunacağım. Haydn, Debussy ve Chopin’in eserlerini seslendireceğim. Aralarında bilinmeyen, unutulan eser yok. Artık Hyperion tanınan bir firma. İlişkimiz de farklı düzeyde. 20 yıl önce Chopin’in eserlerini kaydetsem ilgi görmeyebilirdi. Bugün firmanın, benim ismime güvenenler bu albümlere ilgi gösteriyor. Son albümlerimden biri olan Chopin iyi bir satış rakamına ulaştı.

Bir röportajda, dinleyiciye yol göstermek gerekir, sizi rahatlıkla takip etmesini bekleyemezsiniz, diyorsunuz. Çağdaş repertuvarı sunarken yol göstermenin, merak uyandırmanın en etkili yolu, eserden önce sözel bilgi vermek. Siz konuşmadan nasıl başarıyorsunuz bunu?

– Kalabalık önünde pek rahat değilim, konuşmakta zorlanıyorum. (Gülüyor) Dinleyicinin güvenini kazanmak için kullanabileceğim tek yöntem piyano başına oturup çalmak. Güven kazanmak zaman istiyor. Yıllar içinde, yavaş yavaş dinleyicinin güvenini kazandığımı görüyorum. Program broşüründeki bilgiler de dinleyiciye yol gösterebilir. En ideali müziğin bu etkiyi yardıma gerek duymadan yaratması. Eğer müzik yeterli değilse, problem olabilir. Resitallerde bilinmeyen eserleri sunuyorsam, müziğin tüm boyutları, ayrıntılarıyla algılanmasını beklemiyorum. Dinleyici resitalden iyi bir izlenimle ayrılıyorsa, günün birinde bu müziği bir kez daha dinleme arzusu hissederse kendimi amacıma ulaşmış kabul ediyorum. Resital programlarımı kaşif ruhlu dinleyiciler kadar sevilen eserleri dinlemek isteyenleri de göz önüne alarak hazırlıyorum.  Bilinmedik eserler sunacaksam (bunların tümü çağdaş müzik değil, önemli bölümü geçmiş çağların unutulan eserleri) programda  mutlaka iyi bilinen eserlere de yer veriyorum. Çünkü tamamen yeni, bilinmeyen eserlerden oluşan bir konser programı tüm dinleyiciler için kafa karıştırıcı olabilir.

Seçimimin hatalı olduğunu düşünmüştüm, doğru yapmışım

Bilinmeyen, duyulmamış eserlere ilgi, merak açısından Amerika, Avrupa ve Asya dinleyicisi arasında belirgin bir fark var mı sizce?

– Kimi zaman Amerika ve Kanada’da, aynı bölgedeki iki komşu şehirde bile farklı dinleyiciyle karşılaşıyorum. Konser programlarına tepkileri farklı oluyor. Aynı konçertoyu çalıyorsunuz, bir şehirde çok coşkuyla alkışlayıp bis istiyorlar. Komşu şehirde bis isteyen çıkmıyor. Bu açıdan ülkelerin, kıtaların karşılaştırmasını yapmak mümkün değil. Konserin ortasında çıkıp giden olmuyor. Evet, bazı ülkelerde nefes almadan dinliyorlar, bazılarında öksürmekten çekinmiyorlar. Ancak bu ilgi düzeyini gösteren bir fark değil. Konserlerimde en olumsuz koşulları bile hep olumluya dönüştürmeye  çalışırım. Repertuvarımı özenle seçiyorum. Merak edip keşfettiğim herhangi bir eser yerine, dikkat çekmesini, gündeme gelip uzun ömürlü olmasını, diğer piyanistler tarafından keşfedilmesini umut ettiğim eserleri seslendiriyorum. Bazen bu çaba bir işe yaramıyor. Bazen sevindirici sonuçlar alıyorum. Örneğin Medtner’in tüm piyano sonatlarını ilk kez kaydetmiştim. Daha sonra birçok genç piyanist bu eserleri repertuvarına aldı, albüm kaydetti. Buna sevindim.

Şan, şöhret için piyanoyu seçmediğinizi bilmekle birlikte, albümlerinizin çoğunlukla bilinmeyen, unutulmuş ya da çağdaş eserlerden oluşmasının meslek çizginiz açısından bugüne kadar ne kazandırıp, neler kaybettirdiğini sormak istiyorum.

– Cevap vermeden önce şunu belirtmek istiyorum: Benim meslek tercihim hiçbir genç piyaniste örnek olamaz. Çünkü, kariyer planlaması açısından hiçbir zaman başarılı olamadım. Sadece getirilen önerileri değerlendirdim. 1991’de Hyperion firması plak teklifiyle kapımı çaldığında, büyük bir firmadan teklif gelene kadar beklemeyi düşünüyordum. Arzu ettiğim gibi, bilinmeyen eserleri yayımlayacakları için sevinçliydim. Bununla birlikte tercihimin doğruluğu konusunda şüphedeydim. Uzun yıllar “yeterince akıllı olsam, büyük bir firmanın teklifini beklerdim” diye düşündüm. Fakat bugün görüyorum ki tercihim doğruymuş. Kazançlı çıkmışım. Büyük firmalar birçok açıdan sallantıda. Eleman çıkarıyorlar, anlaşmalarını askıya alıyorlar, albümleri yayımlamaktan kolayca vazgeçiyorlar. Hyperion başlayan bir projeyi çok nadir iptal eder. 28 yılda dinleyicinin güvenini, saygısını kazandılar. Güçlü bir şekilde ayaktalar. Sarsılacakmış gibi de gözükmüyorlar.

Açılan bir dava nedeniyle çok yüklü miktarda tazminat ödediklerinde, şirketi kurtarmak için çok satacak bir albüm kaydettiniz. Bu, sadece firmayla gönül bağınız nedeniyle yapılmış bir özveri miydi?

– Kimi dinleyiciler, sanatçılar bağışta bulundu, kimileri albüm kaydetti. Ben de Alkan’ın konçertosunu kaydettim. Albüm gayet iyi sattı ve önemli bir desteği oldu firmaya.

Çocukluğumda beni çağdaş müziğe çeken içindeki tuhaflıklardı

Çocukluğunuzda babanız önünüze çağdaş bestecilerin eserlerini koyduğunda, size cazip gelen neydi? Çalınması çok güç eserleri çalıp takdir toplamak istediniz, dinleyicisini şok eden eserler seslendirip dikkat çekmek mi?

– Babamın çok geniş bir nota ve plak arşivi vardı. Piyano çalardı. Evde çağdaş müzik dinleyerek büyüdüm. Çocukluğumda çağdaş repertuvarın birçok eserini biliyordum. Çok meraklı bir kişiliğim olduğu için, keşfe devam ettim. Elime para geçtiğinde plak almaya başladım. Çağdaş plakları alıyordum. Çünkü tuhaf, garip ve çok harika eserlerdi. Boulez, Stockhausen, Cage, Xenakis dinliyordum. Aradan yıllar geçti. Eskilere bakmaya başladım. Daha rahat algılanabilen, ancak kıymetli eserleri araştırmaya yöneldim.

Sizin de koleksiyon merakınız var. Arşivinizde binlerce nota ve plak olduğunu okudum. Babanızdan başka hangi özellikleri miras kaldı size, başka ne tür koleksiyonlar yapıyorsunuz?

– Bilim dersleri aldım üniversitede. Ancak babam gibi eczacılığa, ilaçlara ilgi duymadım. Yabancı dillere, sözcüklere çok meraklıydı. Ben ise çok sayıda  koleksiyon yapıyorum. Örneğin antikacıları gezmeye meraklıyım, küçük objeler topluyorum. Ancak en önemlisi, büyüğü notalar, plaklar. Babamdan geriye kalan en önemli miraslardan biri de mizah duygusu.

Papyon, pipo ya da sıradışı bir obje var mı koleksiyonunu yaptığınız?

– Sıradışı diyebileceğim herhangi bir koleksiyonum yok. (Röportajcının notu: Hamelin ayakkabı koleksiyonu yapıyor. Bu hobisi henüz basına yansımadı. Biz de bu konuda konuşturmayı başaramadık…)

Israrla, mizah duygusunun bir klasikçi için gereksinim olduğunu söylüyorsunuz. Neden bu kadar önemli?

– Klasik müzik ölümcül ciddiyet demek değildir. Her şeye mizahla yaklaşmak mümkün değil, ancak eğer hayatın içinde ya da eserde mizah varsa bunu ortaya çıkarmak gerekir. Haydn mizah yönü en güçlü besteci. Müziğine her fırsatta mizah enjekte etmiş. Eğer yorumcu bunu anlamaz, ortaya çıkarmazsa sonuç gayet sıkıcı olabilir.

Chopin’in müziği önümde yepyeni bir kapı açtı

Besteciliğe ne zaman başladınız? Yorumculuğunuza neler kazandırdı?

– Babamın notalarını, boş nota kağıtlarını gördüğümde ben de beste yapmak istedim. Beş yaşındaydım,  piyano çalmaya yeni başlamıştım. Bu ilk karalamalardan sonra, beste diyebileceğim ilk çalışmayı 18 yaşında yaptım. Bestecilik deneyimi, bir yorumcu için çok önemli. Çünkü bu sayede kendinizi bestecinin yerine koyup eseri derinlemesine analiz edebiliyorsunuz. Yaratıcı beceriyi takdir edip, esere özenle yaklaşıyorsunuz. Bestecilik eylemi başlı başına bir mucize, yorumcu bunu göz ardı etmemeli. Ayrıca yorumculuk tecrübesi, düşünceleri notaya dökerken yorumcunun konumunu, yaşayacağı sorunları da algılama avantajı veriyor.

Besteci yorumcu geleneği sizce neden yok oldu, bu eksiklik günümüz müziğini nasıl etkiliyor?

– Benim de çok düşündüğüm, nedenini henüz bulamadığım bir konu bu. Yaklaşık 20 yıldır konservatuvarlarda ders veriyorum. Bu tecrübeye dayanarak, eğitim sistemindeki eksiklik nedeniyle besteci yorumcuların ortadan kalktığını söyleyebilirim. Temel müzik eğitiminde bestecilik teşvik edilmiyor. Geçen yüzyılın başındaki, hatta ilk çeyreğindeki tüm önemli yorumcular aynı zamanda besteleri ya da düzenlemeleriyle de tanınıyordu. Bestecilerin ilham perisi ne yazık ki günümüz yorumcularını terk etti. Geriye çok az besteci yorumcu kaldı.

İlk eşiniz Joody Applebaum sopranoydu ve birlikte konserler veriyordunuz. Hayatınızın yaklaşık 20 yılını bir şancıyla paylaşmak, besteciliğinizi, yorumculuğunuzu nasıl etkiledi?

– Eski eşimden bahsetmek istemiyorum.

Özel hayatınızın ayrıntılarını sormamıştım. Sadece şanla yakın ilişkinizin yorumculuğunuza, besteciliğinize etkisini sormuştum. Enstrümanda yetkinliği tanımlarken, çoğunlukla şarkı söylermişcesine akışkan bir tekniğe ulaşmaktan bahsedilir. Sizin de akışkan, adeta sesleri ördüğünüz tekniğiniz ön plana çıkıyor. Hatta BBC’deki bir programda size “usta örgücü” denmişti. Bu teknikte şan tecrübenizin payı oldu mu?

– Piyanoda insan sesi akışkanlığı elde etmek üzerine araştırmalarım evlenmeden çok önce, 15 – 16 yaşlarındayken başlamıştı. Chopin’in müziğiyle tanışmam bu konuda bir dönüm noktası oldu. Chopin’in eserlerini gerçek boyutlarıyla, bütünsel olarak kavradığımda önümde yeni bir kapı açıldı. Sonrasında ses dünyama ulaşan her öge, bilinçli ya da bilinçsiz beni etkiledi: Enstrümanlardaki ahşap titreşimi, nefesli çalgıların akışkanlığı, hatta aktörlerin sesleri…

Parmakları çok açabilmek yetmez, benden                                         çok açıp daha kötü çalan birçok piyanist var

Ellerinizden bahsederken Time’ın eleştirmeni Geoff Brown “24 parmaklı”, New Yorker’dan Alex Ross “müzik dünyasının yedi mucizesinden biri” diyor. Nedir bu mucize; genetik mi yoksa çalışarak kazandığınız bir özellik mi?

– (Kahkahalar) Kimileri de beynimde farklı bir özellik olduğunu söylüyor. Hemen belirteyim: Sadece 10 parmağım var, beynim normal. Fiziksel açıdan sıra dışı bir özelliğim yok. Belki parmaklarımı birçok piyanistten biraz daha fazla açabiliyorum, ancak elini benden daha fazla açıp daha kötü çalan birçok piyanist var. Özelliğim güçlü bir temele sahip olmam: Çabuk ve rahat öğrenen, mükemmel kulağa (absolut) sahip bir öğrenciydim. Analitik düşünme yeteneğim sayesinde büyük müzikal yapıları kavramakta zorlanmıyorum. Ne kadar şanslı olduğumun farkındayım. Sadece mükemmel bir kulağa sahip olmak bile büyük avantaj.  Bu sayede beste yaparken piyano başına oturmam gerekmiyor. Hatta hiç enstrüman kullanmıyorum. Havaalanında, uçakta, otelde, kafede beste yapabiliyorum. Solo piyano için bestelediğim minör tonundaki 12 süit gelecek yıl Peters tarafından yayımlanacak. Kasımda Hyperion için kaydedeceğim. Sanıyorum CD’si de 2010’un ortasında piyasaya çıkacak.

Her gün piyano başına oturup çalışır mısınız?

– Bu konuda gençlere örnek olacak bir rakam vermek istemiyorum. Kimi zaman bir saatte 10 saatlik fayda elde edilebilir. Standart bir çalışma tempom yok. Sadece şunu söyleyebilirim, sahneye çıkmadan önce enstrümanı ve salonu tanımak için kimi zaman üç saati bulan provalar yaparım.

Piyanodan başka enstrüman çalıyor musunuz?

– Korodaydım uzun yıllar. Ortaokulda, konservatuvar eğitimi alırken ikinci enstrüman zorunluluğu getirilmişti. Ben de klarneti seçtim. Sonraki yıllarda ihmal ettim. Hatta şu anda bir klarnetim bile yok.

Bana Mr. Proper ismini takan Fransız eleştirmene sadece gülerim

Bir Fransız eleştirmen size, temizlik ürünü markasından yola çıkarak “Mr. Proper” adını takmış. Glen Gould’un izinden yürümemenizi, kişisel yorum adına eseri esnetmekten kaçınmanızı, notaya bağlı kalmanızı espri konusu yapmış. Sizce yorumcunun rubbato, pedal kullanımı gibi tekniklerde özgürlüğü nerede başlar, nerede biter?

– Herhangi bir sınır koymadım. Amacım dinleyicilerin duygularını harekete geçirmek, insan yaratıcılığı denen mucizeyi paylaşmak; estetik, duygusal açıdan küçük fırtınalar yaratmak. Doğal olarak farklı tepkiler alıyorum. Kimileri çok seviyor, kimileri nefret ediyor. Fransız eleştirmeni (gülüyor) tek başına kamuoyunu temsil edemeyeceğine göre, bu görüşe pek fazla önem veremeyeceğim. Bir konserime olumsuz tepki vermiş, üzgünüm… Kendimi göstermek için çıkmıyorum sahneye. Mükemmeliyet gösterisi de yapmıyorum. Besteci ve eserin ruhuna mümkün olduğunca sadık kalmaya çalışıyorum. Tüm notaları mekanik şekilde takip etmekten bahsetmiyorum. Eserin ruhunu yeniden yaratmaya çalışıyorum sadece.

Türk bestecilerin eserlerini biliyor musunuz, seslendirdiniz mi hiç?

Adnan Saygun’un eserleri uzun yıllar önce Peters tarafından Amerika’da yayımlandı. Bunlardan bazıları arşivimde. Örneğin, Aksak Tartılar Üzerine 12 Prelüd ilk aklıma gelen eser. Şu anda elimde tüm dünyadan çok sayıda eser var. Önümüzdeki dönemde Saygun’un eserlerini de seslendirebilirim.

İstanbul’daki resitalinizde adınızı duyurduğunuz çağdaş bestecilerden hiçbirinin eseri yer almıyor. Haydn, Chopin ve Debussy’nin eserlerini seslendireceksiniz. Bu sizin seçiminiz mi yoksa, organizatörlerin talebi mi?

– İki yıl önce konserlerimde çaldığım bir programdı bu. Konser anlaşması da o günlerde yapılmıştı. Sanıyorum organizatörler, o programa bakarak seçim yaptı. Ben de kabul ettim. Çağdaş repertuardan bir eser için bise kadar beklemeniz gerekecek. Muhtemelen bis olarak çağdaş eserler çalacağım.

(Serhan Yedig / 16 Mayıs 2009 / Hürriyet)

 

Linkler

Biyografisi

Diskografisi

Kişisel web sayfası

Share.

Leave A Reply

nineteen − 16 =

error: Content is protected !!