Mikhail Rudy / Konserlerim ruh çağırma seansına benzer

0

Rahmaninof kayıtları Penguin CD Kılavuzu’nca piyasadaki en iyi yorum seçilen piyanist Mikhail Rudy, tüm sanatların ve müziğin eğlencelik hale gelmesinden şikayetçi. “Rusya’da konsere gitmek, kiliseye gitmek gibi ilahi bir olaydı. Dinleyici müziğin derinliklerindeki anlamı keşfetmeye çalışır. Oysa ABD’ye giderken vizemde eğlendirici yazıyor” diyor. 2003 Şubatı’nda İstanbul’a geleceğini öğrendiğimizde, Paris’teki evinden aradık. Karajan, Chagall ve Rostropoviç’le dostluğunu, ruh çağırma seanslarını, Rahmaninov çalmanın inceliklerini anlattı.

 

Bir röportajda “Sanat hayatla doğrudan bağlantılıdır” diyorsunuz. Hayatının son yıllarında Marc Chagall’le yakın dost olmuştunuz. Sohbetleriniz, renklerin, tonların dünyasıyla tanışmanız müziğe yaklaşımınızı etkiledi mi?
– Tanıştığımızda o 90 yaşında bir yaratıcı deha, ben ise genç piyanisttim. Schopenhauer “Sanatçılığa soyunmadan önce söyleyecek lafın olmalı” demiş. Söyleyecek lafınız varsa üslup sahibi olabiliyorsunuz. Chagall gibi bir dehayla karşılaştığınızda yaptığı işin aslında “cesaret etmek” olduğunu görüyorsunuz. Beni en fazla etkileyen yanı fantezilerini, düşlerini sergileme cesareti olmuştur. Chagall, adını taşıyan müzenin açılışına Oliver Messien’i davet etmişti. Messien “Sizin resminizde müziği ve armoniyi görüyorum” dedi. Chagall ise “Ben de sizin müziğinizde tablolar ve renkler görüyorum” diye cevap verdi. Bu sohbet, tüm sanatların aslında iç içe olduğunu gösteriyor. Çalışırken resimle, edebiyatla bağları araştırırım. Notaların ardındaki psikolojiyi, karakteri ortaya çıkarmaya çaba gösteririm.
Chagall’la nasıl tanıştınız; yorumlarınızda ressamın ilgisini çeken neydi; müzikle ilişkisi konusunda ne gibi gözlemleriniz oldu?
– 1977’de Rostropoviç Nice’e Beethoven’in üçlü konçertosunu yorumlamak için davet etmişti. Isaac Stern’le beraber verdiğimiz konserin sonrasında Chagall’le tanıştık. 90’ıncı yaş günü kutlamalarına ve müzesinin açılışına davet etti. Müzedeki küçük konser salonunda çaldım. Stravinski’nin eserlerini çok severdi. Petruşka’dan yaptığım piyano uyarlamasını çok sevdiğini, müzikteki imgeleri görebildiğini, eserdeki Rus renklerine hayran kaldığını söylemişti.

Besteciler gitti, yorum bitti

Plastik sanatlarla ilginiz, çağdaş sanatçılarla dostluğunuz sürüyor mu? Müziği, plastik sanatlarla buluşturan herhangi bir projede yer aldınız mı?
– Paris’teki komşum heykeltraş. Avlumuz yüzlerce heykelle dolu. Birçok ressam arkadaşım var. Onların yanısıra dost çevremde film yönetmenleri, cazcılar var. Michel Petrucciani çok yakın dostumdu. Bir süredir, sürrealist filmleri, animasyonlarıyla tanınan Çek yönetmen Jan Svankmayer’le Petruşka üzerinde çalışıyoruz. Svankmayer’in görüntülerini, kuklaları ve müziği sahnede buluşturacağız. Dev bir proje olacak, gelecek yıl Londra’daki Barbican Center’da yapacağımız prömiyerden sonra birçok ülkede sahnelenecek.
Yorumda kişiselliğin önemini vurguluyor ve yorumcunun mutlaka esere kişiliğini katmasını savunuyorsunuz. Özgün yoruma giden uzun ince yolda, tutucu eleştirmenler sopalarıyla bekliyor; Chagall’dan aldığınız cesaret yetiyor mu?
– Yorumda tazeliğin peşindeyim. 1850 öncesinde klasik müzik, bestecilerle ve emprovizasyonla iç içeydi. Son 150 yılda sadece yorumcuların elinde. Gittikçe tazeliğini yitiriyor. Yorumcular, haklı olarak, metinden uzaklaşmaya çekiniyor. Çok yüksek düzeyde yorumlar dinliyoruz. Ama gözünüzü kapattığınızda yorumları birbirinden ayırmakta zorlanıyorsunuz. Çünkü kişisellik gittikçe görünmez hale geliyor. Nedeni çok uzun tartışma konusu. Belki dinleyiciler böyle bir arayış içinde değil, belki eleştirmenler izin vermiyor, belki de müzik endüstrisi hiçbir hayat tecrübesi olmayan 12 yaşındaki çocuğu bir günde yıldız yapıyor. Müziği canlandıracak, uyandıracak bir şeylere ihtiyaç var. Evet, yorum bestecinin istediği doğrultuda yapılmalı. Fakat kim biliyor Bach’ın, Beethoven’in yorumda kesin olarak ne istediğini? Kişisel ifadede tek ölçüt, sınır yorumcunun beğenisidir. Yorumunun besteciyi en iyi şekilde ifade ettiğine eminsen halkın beğenisini, eleştirmenlerin tehditlerini umursamaz ve cesaretle yürürsün. Ne yazık ki bizlerin yaratıcılık açısından hareket alanı çok kısıtlı.

Caz heyecanını yitirdi

Kişisel ifadenin önemine bu kadar inanan bir müzikçiyi dinlerken “acaba smokin boğazını sıkmıyor mu” diye düşünüyor insan. Yorumun uçurumlardan geçen ince patikasında yürümek yerine yaratıcılığınızı özgürce sergilemeyi, beste yapmayı ya da özgür emprovizasyonların dünyası caza iltica etmeyi düşünmüyor musunuz?
– Klasik müzik repertuarı piyanist için engin bir deniz. Brahms, Schubert, Ravel çalmadan yaşamayı düşünmek bile imkansız. 40 yıldır bu eserlerle yaşıyorum. 25 yıldır severek yaptığım, hayatımı kazandığım tek şey konserler. Nasıl bırakabilirim? Her yıl yüzlerce konser veriyorum. Sorun yok. Çok fazla eleştirilseydim, kulvar değiştirmeyi düşünürdüm. Ayrıca, bana sorarsanız, bugün cazda yaratıcılık krizi yaşanıyor. Klasik müzikte cazdan çok daha iyi yorumcular olduğunu söyleyebilirim. (Gülüyor) Monk ya da Coltrane yok artık. Caz çok temiz, mükemmel, çok profesyonel bir müziğe dönüştü. Zamanın ruhuna aykırı bir müzik oldu. Heyecan, macera duygusu ortadan kalktı. Size sözünü ettiğim Petruşka benim açımdan çok yaratıcı bir proje.
Vladimir Aşkenazi gibi şef sehpasına çıkmak ister misiniz?
– İnsanlardan bir şey istemek bana çok zor geliyor. Ruhuma aykırı. (Gülüyor) Şeflik benim için bir rüya. Keşke yapabilsem, piyano için yazılmayan eserleri yönetsem. Wagner’i çok severim. Yakınlarda Wagner uyarlamam yayımlanacak. Bir gün şefliğe başlarsam ilk işim operalarını yönetmek olurdu. Ama şeflik dediğiniz ömür isteyen iş. Bunun yerine çağdaş bestecilerle çalışmalar yapıyorum.

Karajan’ın tuhaf hobisi

Arvo Part, Philipp Glass gibi bilinen besteciler mi, yoksa genç bestecileri mi tercih ediyorsunuz?
– Arvo Part’la çalışmak çok isterdim. Piyano için beste yapmamaya kararlı. Giya Kancheli’yle görüştüm. O da piyano için yazmak istemiyor. Pascal Dusapin ve birçok çağdaş besteciyle ortak çalışmalar yapıyoruz.
Söz şeflikten açılmışken size Karajan’la tanışmanızı soracağım. Kariyerinizin en kritik dönemeçlerinde size yardım eden üç şeften biriydi. Orkestra üyelerinin korkulu rüyasına dönüşen bir şefle dostluk kurmak zor olsa gerek.
– İsteklerini gerçekleştirecek kadar esnek bir müzikçiydim herhalde. Bu nedenle beni seçti. Karajan düzeyinde bir müzisyenle birlikte çalışmak, onun isteklerine göre biçimlenmek benim için onurdur. Çaykovski’nin piyano konçertosunu alıştığımdan düşük bir tempoyla yorumluyordu. Onunla çalışırken, yaklaşımının nedenini anlamak ve ders çıkarmak için çaba sarfettim. Önemli olan nedeni keşfetmek çünkü. Sonra ikimiz de ayrı yollara gideceğiz, hayat boyu onun istediği gibi çalmak zorunda değildim. Ben Karajan’ı çok espritüel, müthiş zeki bir usta olarak hatırlıyorum. Yakın çevresine girmeyi başardınız mı, sorun yoktu. Uzun sohbetlerimiz oldu. Hiç unutmuyorum, evinde kötü şeflerin konser videolarından oluşan koleksiyon vardı. Seyrederken fena halde alay ederdi. Bana hangi şefler olduğunu sormayın sakın, bu dedikoduya girer… (Gülüyor)
Tutucu Batılı eleştirmenler Rus ekolüne ihtiyatla yaklaşır. Yorumlarını fazla duygusal bulur. 1970’lerde Avrupa’ya yerleştiğinizde bu ayrımcı yaklaşımın baskısını hissettiniz mi?
– Haksız ve doğru olmayan şablon gibi bir görüş bu. Oistrakh, Mravinski, Richter, Gilels gibi büyük Rus ustalarının yorumlarında engin kültür birikimini, derin ifade gücünü görürsünüz. Felsefesi, yaklaşımı farklı olabilir ama “fazla duygusal” şablonuna uymaz. Bu isimler benim için tanrı gibi. Onların yolundan yürümeyi seçtim. Üslubum nedeniyle Batı’da herhangi bir sorun yaşadığımı söyleyemem. Avantajları bile oldu. Rahmaninof konçertolar yayımlandığında yorumum büyük ilgi gördü, övgü aldı. İngiltere’de büyük bir sessizlikle karşılandı. Bir yıl geçtikten aradan. Tüm Rahmaninof konçertoları paket halinde satışa sunuldu. Penguen CD Kılavuzu bu diziyi plakçı raflarındaki en iyi Rahmaninof yorumu seçti.

ABD vizesinde damga gafı

Avrupalı ve Amerikalı dinleyiciler arasında tepkileri, ilgileri, bilgileri açısından fark var mı; Rus ekolünden gelen bir müzikçi olarak kendinizi nerede daha rahat hissediyorsunuz?
– Amerikalı dinleyiciler, modern müziğe Avrupa’dan daha açık. Kendi bestecileriyle gurur duyuyorlar. Bunun dışında büyük bir fark olduğunu söyleyemem. ABD’nin büyük merkezlerinde çalarken kendimi Avrupa’dakinden daha rahat hissetmiyorum. Cleveland’la Londra’nın dinleyicisi aynı birikime sahip. İletişim farkı ortadan kaldırmış. Rahatsız edici gelişme tüm sanatların ve müziğin eğlencelik hale gelmesi. Doğduğum ülkede konsere gitmek, kiliseye gitmek gibiydi. İlahi bir olaya tanık olma duygusuyla, saygıyla yaklaşırlardı müziğe. Rus dinleyicisi konserde yorumu, müziğin derinlerindeki anlamı keşfetmeye çalışır. Şostakoviç’in 14 ve 15’inci senfonilerinin prömiyerlerinde bulunmuştum. O atmosferi hiç unutamıyorum. Chagall, Moskova’ya müzedeki imzasız resimlerini imzalamaya gelmişti. Bir ay boyunca eserler sergilendi. Her gün gittik arkadaşlarımla. Yeni bir şeyler keşfetmeye çalıştık. Sanat bu kadar önemliydi. Şimdinin dünyasında sanat bir eğlence aracı gibi görülüyor. ABD’ye giderken aldığım resmi vizede “entertainer” (eğlendirici) yazıyor. Bize şovmen muamelesi yapıyorlar.
Bu yaklaşım sahnede sizi etkiliyor mu?
– Sahnede dünyayla ilişkimi keserim. Bir zamanlar Uzakdoğu felsefesiyle, meditasyonla ilgilenmiştim. Belki bunun etkisiyle trans haline geçerim. Ruh çağırma seansına benzer biraz. Bestecinin ruhu gelip vücuduma girer. Konser bitişi uyanmak gibidir. İzleyiciyle tek ilişkim, onlar ve bestecinin ruhu arasında köprü olmaktır.
Ruh çağırma seansının etkileri hayatınıza yansıyor mu; besteciler rüyalarınıza girer mi mesela?
– Bir kez Janacek rüyama girdi.
Ne dedi; yoksa yorumdan mı şikayetçiydi?
– France Musique için 15 saatlik radyo programı dizisi hazırlamıştım. Doğum yerine gittim, eserlerini inceledim. Janacek’in eserleri üzerine öyle yoğunlaşmıştım ki rüyama girdi. Şikayetçi görünmüyordu… (Gülüyor)

Kimseden bir şey istemedim

Fransa’da yaşayan, Fransız plak firmalarıyla çalışan, popüler olan yorumcuların İngiltere’de adını duyurması çok zor. Bu engeli nasıl aştınız?
– Londra’da bir evim var. Yılın bir bölümü orada geçiyor. Fransız plakçılarına girdiğimde İngiltere’den ilginç bir albüm bulduğumda hiç düşünmeden hemen alırım. Çünkü geri döndüğümde yerinde olmayacağını bilirim. Küçük partiler halinde CD getiriliyor. Bitince yerine yenisinin gelmesi aylar sürüyor. Konsere gelince. Rusya’da yaşayan birçok yetenekli müzikçiyi Batı’da kimse tanımıyor. Ukrayna’da doğdum. Birçok önemli müzikçinin konser için bu kente yolu düşmezdi. Fransa ve İngiltere’de de böyle birçok kent var. Büyük yorumcuları konserde dinleyemiyorlar. Müzikal kariyerimde hiçbir şey planlanmış değildir; kimseden bir şey istemedim. Hepsi rastlantıydı. Mesela turne programında olmadığım halde İstanbul konserine katılmam raslantı oldu. Beni İş Sanat yöneticileri istemiş. Avrupa’daki ilk konserim de Rostropoviç’in davetiyle gerçekleşmişti.
Oda müziği yorumlarınız orkestral çalışmalarınız kadar ilgiyle karşılanıyor. Plak firmaları ve konser organizatörlerinin olmadığı bir dünyada yaşasaydınız ikisinden birini tercih eder miydiniz? Radyo programlarınızda, düzenlediğiniz St Riquier Festivali’nde oda müziğininin ayrıcalığı var mı?
– İkisini de çok seviyorum. Birini diğerine tercih etmezdim. Oda Müziği dinleyicisinin hızla azaldığını, kış aylarında konserlerin seyrekleştiğini görüyorum. Fransa’da yazın birçok oda müziği festivali düzenleniyor. Ben Kuzey Fransa’da küçük bir kenti müzik merkezi haline getirmeye çalıştım. Şatoda düzenlediğimiz konserlere yıl geçtikçe ilgi arttı. Önemli solistler, orkestralar geldi. Oda müziğine özel yer ayırmıyoruz. Radyo programlarımda ise yeterince tanınmayan büyük bestecilerin eserlerini sunuyorum.

St Petersburg Filarmoni benim için riske girdi

St Petersburg Filarmoni ile Sovyetler Birliği’nden ayrılmadan önce konser vermiş miydiniz? Yıllar sonra tekrar bir araya geldiğinizde neler oldu?
– SSCB’de genç sanatçının konser hakkına kavuşması için çok önemli bir uluslararası yarışmayı kazanması gerekiyordu. 1975’te Marquerite Long yarışmasını kazandım. 1977’de St Petersburg’la çalmam planlanmıştı. Bir yıl önce SSCB’den ayrıldım. Yıllar sonra St Petersburg’la buluşmamda epey duygusal anlar yaşandı. Sovyet sanatçıların, SSCB’yi terkedenlerle konser vermesi neredeyse yasaktı. Bu koşullar altında Yuri Temirkanov riske girdi, Londra’da Kraliyet Filarmoni Orkestrası’nı yönetirken beni konsere davet etti. Peresteroyka dönemiydi ve ardından ne geleceği belli değildi. İşler tersine dönseydi, SSCB’ye gittiğinde ipini çekerlerdi. Bunun için ikinci babam gibi severim onu. 1988’de Fransız ve Sovyet televizyonları ortak bir program hazırladı. İki taraftan birer yıldız isim seçildi. Ben ve Temirkanov. Sovyet TV’si beni kabul etmedi. Bunun üzerine Temirkanov çekileceğini açıkladı. Program gerçekleşti, ardından St Petersburg Filarmoni’yle bir konser verdim. Hiç unutmuyorum. Bana korkuyla bakıyorlardı. Avrupa televizyonlarında yayımlandı. Daha sonra St Petersburg Filarmoni ile SSCB tarihinde ilk kez Batılı bir firma için plak kaydı yaptık. 1988’den bu yana her yıl St Petersburg’a gider en az bir konser veririm. Bazen Avrupa’da buluşuruz.
Temirkanov epeyce sert bir şefe benziyor. Okuduğum bir röportajda orkestrayı zapturapt altına almaktan bahsediyordu. Üstelik Kafkas kökenlilerin yıldızı çok az insanla barışır, inatçı insanlardır. Sizin yıldızınız nasıl barıştı; iki güçlü şahsiyet yorum denilen sırat köprüsünden nasıl birlikte geçiyor?
– Temirkanov bir Çerkez prensidir. Asil bir aileden geliyor. Doğduğu kasabaya gittiğinde tüm ahali ziyaretine gelir, çünkü prenslerini ziyaret etmeleri adettir. Aristokrat tavrını, asaletini tüm davranışlarında görürsünüz. Sanata, müziğe aynı duyguyla yaklaşır. Şef sehpasına çıktığında da aristokrat tavrı sezilir. Sanıldığının aksine sessiz bir insandır. Başta sanat olmak üzere birçok konuda düşüncelerimizin birbirine çok yakın olduğunu söyleyebilirim. Bugüne kadar en ufak bir anlaşmazlığımız olmadı.

Rahmaninov nasıl yorumlanmalı?

İstanbul’da Rahmaninov’un 3. Piyano Konçertosu’nu çalacaksınız. Yorumunuz üzerine konuşabilir miyiz? Son bölümüne bakarsanız, coşkulu bir eser. Rahmaninov kızının doğduğu günlerde yazmış. 2. Konçerto gibi hayatın kıyısında dolaştığı dönemin ürünü değil. Fakat siz hüzünlü bir eser olarak ele aldığınızı söylüyorsunuz.
– Bunu ikinci bölüm için söylemiştim. Bence çok önemli bir eser. Bazıları Rus kilisesinin ilahilerinden alıntılar yapıldığını söyler. Bu doğru değil. Popüler olmasına karşın epeyce içe dönük, özel duygular barındıran bir eserdir. İkinci bölümde Rahmaninof’un iç dünyasında dolaşırsınız. Söylediklerinde samimidir. Tüm eserlerinde görülen memleket hasreti, nostalji bu konçertoda, sürgünde bestelediği eserlerden bile fazladır… Şiirsel anlatımı çok yenilikçi biçimde kullanmıştır. Ancak konçertonun önemi pek anlaşılamamıştır.
Bir Rahmaninov yorumcusu, bestecinin yıllarca bu konçertoları çalmaktan bıktığını, romantik yönlerinin halkın ilgisini çekmesinden sıkıldığını, sonuçta ölçülü, hatta düz denebilecek kadar sade bir yorum geliştirdiğini ve eserlerini bu yaklaşımla plağa aktardığını anlatmıştı. Siz, bestecinin yorumuna çok yakın olduğunuzu söylüyorsunuz. Romantizmin dozunu nasıl ayarladınız?
– Yorum sanatının kökleri tarihtedir. Rahmaninov’un yorumunu benimsiyorum derken aynen uyguladığımı söylemiyorum. Bana yön gösteriyor, diyorum. Benim tempolarım daha yavaştır, dikkatli dinlediğinizde birçok fark görürsünüz. Bu müzikte vurguyu azaltırsanız eser ifade gücünü kaybeder. Duygusal kapasitesini ortaya çıkarmak için abartırsanız inandırıcılığını yitirir. Sonuçta ifade gücü yine kaybolur. En iyisi oturmuş bir yorum sunmaktır. Rahmaninof’un yorumlarında bıkkınlık değil, eserlerine ölçülü yaklaşım görülür. Şatafat ve coşku ögelerinin yarattığı iç çatışmanın yanısıra eserlerine ölçülü yaklaşımı yorumlarını çok çekici hale getirir. Geç Romantik Dönem’in ürünüdür. Ravel’in Vals’i, Strauss’un Rosenkavaller’i gibi.
Şostakoviç’in 1. Piyano Konçertosu’nu da seslendirmiştiniz. Eserin besteci yorumu EMI’den yayımlandı. Şostakoviç anılarında yorumunda tempoyu çok yüksek bulduğunu, beğenmediğini söylüyor. Oysa gençliğinde Chopin yarışmasında ikincilik kazanan iddialı bir piyanist. Bu açıdan bakıldığında, bestecilerin yorumları kılavuz olabilir mi?
– Londra’da Rostropoviç’le 1. Piyano Konçertosu’nu kaydederken bu konuyu uzun uzun konuştuk. Bestecinin çok yakın arkadaşıydı. Şostokoviç’in çabuk heyecanlanan ve heyecanını kontrol edemeyen bir piyanist olduğunu, bu nedenle yorumlarının ölçüt alınamayacağını söylemişti. Dahası çok seyrek konser verdiği için tutukluğu vardı. Prokofiyev ise çok iyi bir piyanistti. Sürekli konser veriyordu.
(Serhan Yedig / Şubat 2003 / İş Müzik)

Linkler

Biyografisi

Kişisel web sayfası

Share.

Leave A Reply

3 + 16 =

error: Content is protected !!