Necdet Remzi Atak / Leipzig Gewandhaus’a giriş sınavımı Bruno Walter yapmıştı

0

Kemancı Necdet Remzi Atak, eğitim için gittiği Almanya’da öğrenciliği döneminde dikkat çekmeyi başarmış, 1920’de Leipzig kentinde resitaller vermiş, hatta ünlü Leipzig Gewandhaus Orkestrası’na kabul edilmişti. Türkiye’ye dönüşünde gelecek için gerçek hizmetin öğrenci yetiştirmek olduğunu belirterek eğitimciliğe yöneldi. Ankara Devlet Konservatuvarı’nda ders verdi. 1972’de 61 yaşında hayata veda etti. Atak, 1945’te İzmir gazetesine hayatını anlatmıştı.

 

5 Şubat 1911’de Edirne’de doğdum. Babam o zamanlar erkânı harp yüzbaşıydı. Daha sonra Balkan Savaşı’nda ünlenecek Şükrü Paşa’nın kurmay grubundaydı.

Balkan Savaşı’nın patlaması üzerine, annem ve 1,5 yaş büyük kardeşim Ferhunde’yle Edirne’den ayrıldık. Subay ailelerine tahsis edilen en son trenle güçlükle kapağı İstanbul’a attık. Korunaklı bölgede kalan babam uzun ve çok şerefli bir savunmadan sonra Edirne Kalesi’nde kumandanıyla esir düştü.

Net hatırladığım anılar Bandırma’da başlıyor. Birinci Dünya Savaşı başlamış ve Çanakkale destanı yazılmıştı. 5. Ordu Harekât Şubesi Müdürlüğü’nü genç bir kurmay binbaşı olarak yapan babamla birlikte karargâhının bulunduğu Bandırma’da yaşıyorduk.

Kardeşimi kıskandım, kemana başladım

Müziğe başlamanın ilk sebebi, kardeşim Ferhunde’yi kıskanmam. Çok uyanık ve açık fikirli olan babam, karargâhta hizmet eden Anesti isminde bir Yunanı hoca olarak tutmuş ve Ferhunde’yi piyanoya başlat­mıştı. Ben de “İlle isterim, keman da keman!” diye kızılca kıyameti kopar­maya başlamıştım. Anesti’ye izin verildi. O da, İstanbul’a giderek yarım boy kemanla döndü ve beraber derse başladık. Konser demeye dilim var­mıyor. Halk önündeki ilk konserim Bandırma’daydı. İki kardeşin de çok çabuk ilerlediğini gören Anesti Efendi subay ailelerinin orduevindeki toplantısında konser düzenlemeyi kararlaştırdı. Biz de, piyanoda Ferhunde ve yer cücesi gibi ayaklar altında ben, birkaç Polka ile işe giriştik.

Ancak, biz başladıktan birkaç saniye sonra, keman sesinin nereden geldiğini bir türlü kestiremeyen dinleyicinin heyecanını sakinleştirmek amacıyla hocam beni çalar vaziyette kaptığı gibi piyanonun en üstüne kondurdu. Biz de ilk polka konserimizi buradan verdik…

Karl Berger bizim eve taşındı

Mütarekenin acı senelerinde İstanbul’dayız… Büyük kemancı Ottokar Sevcik’in en gözde talebesi Macar kemancısı Karl Berger’in savaşın Avrupa’da ve özellikle vatanında doğurduğu acılardan, insanların küçüklüğünden kaçıp İstanbul’a geldiğini, Kalamış’ta bir dostumuza sığındığını işitiyoruz.

Karl Berger

Sanat hayatımın en büyük dönüm noktası Berger’le karşılaşmamdır. Hiç unutmam, kendisine Handel’den bir “Largo” çalmıştım. Birkaç mezürden sonra, birdenbire ayağa fırlayıp oda oda dolaşmaya başlamıştı. Çalışımda, o zamana kadar hiç kimsenin bilmediği, duy­madığı, tahmin etmediği bir şeyler sezdiği ve büyük bir heyecan duyduğu açıktı.

Eseri tamamladıktan sonra beni dışarı çıkardılar. Berger babamı bir tarafa çekti, Fransızca, Almanca hattâ yardımcılar vasıtasıyla, Macarca ve Türkçe uzun konuşmalar, tartışmalar oldu. Aile toplantıları düzenlendi. Ve sonuçta okuldan alındım, sadece keman çalışmaya başladım. Az sonra Berger bizim eve taşındı. Hayatımın her alanında uğraşmaya koyuldu. Beni yoğura yoğura bu hale getirdi.  Bu adamın sanat hayatımda çok büyük önemi olduğunu söylemiştim. Ona neyimi borçlu olduğumu soracak olursanız, cevap vermekte güçlük çekmeyeceğim. Bu sualin cevabı tek kelime: Her şeyimi!

İlk konserime sultanın davetiyle işgal ordusu komutanı geldi

Berger’le derse başladıktan dokuz ay sonra konser verecek hale gelmiştim.

İlk büyük konserimi işgal altındaki İstanbul’un Galatasaray Lisesi salonunda, 1920 yılında, dokuz yaşında verdim. Geçmişle ilgili olsa da insanın kendi başarılarını kendi ağzıyla övmesi biraz yakı­şıksız oluyor, değil mi?

Siz gazeteci olarak arşivleri taramış olmalısınız. Burada yalnız iki noktayı vurgulamaktan kendimi alamaya­cağım. Bunlardan birincisinin, beni ve sanatımı sevenleri, ikincisi ise bütün vatandaşlarımı ilgilendirecektir.

Bu noktalar şunlardır :

  • Galatasaray’daki ilk konserimde Paganini’nin “Cadı Varyasyonları” ve Viotti’nin 22. Keman Konçertosu’nu seslendirdim.
  • İkinci nokta, birkaç bakımdan enteresan. Bu konserde o zamanki işgal ordularının başkumandanı da hazır bulunmuştu. Benim Türk olamayacağımı iddia etti. Araştırmaları sonucunda Türk olduğum ortaya çıkınca hayal kırıklığı yaşadı.

Bu iki konseri diğerleri takip etti.

Repertuvarım öyle genişti ki

Artık müstakbel mesleğim, hayatımın hedefi belirlenmişti. Hocaların en büyüğünün bilgisinden, babalarının en fedakârının varlığından, kardeşlerin en yükseğinin şefkat ve sanat yardımından faydalanarak en canlı bir sanat faaliyetinin ortasında bulunuyordum.

1920 – 1928 senelerini işte bu ateşli faaliyet içinde geçirdim. Bütün hayatım kemana göre düzenlenmişti. Okul bile. 1924 – 1928 seneleri arasında Bebek’te, Robert Kolej’deki yatılı öğrencilik dönemimde dahi konserlerime ara vermedim. Bilâkis hocalarımın sağladığı ayrıcalık bunu daha da kolaylaştırdı.

1921 – 1928 senelerinde İstanbul’da Union Francaise, Fransız Tiyatrosu’nda, Galatasaray salonlarında, üniversitede, Türk ve ecnebi mekteplerde ve elçiliklerde kardeşimle verdiğimiz yüzlerce konserde çaldığım bazı eserlerin ismini sıralarsam Berger’i neden yegâne hocam olarak gördüğüm kolayca anlaşılır. Evet, ben Avrupa’ya gitmeden evvel kısa pantolonlu bir çocukken, Mozart’ın keman konçertolarını, Beethoven sonatIarını, Paganini, Mendelssohn, Wieniawski ve Vieuxtemps konçertolarını ezberden geniş bir dinleyici topluluğuna dinletmiş olduğuma göre, Avrupa’daki öğretmenlerimin yetişme sürecime katkılarından dolayı önemli gerekçe kalmamış olsa gerektir.

Avrupa’ya gitmeden önce, 1923 – 1924 yıllarında Edremit, Ayvalık ve İzmir’de bir seri konser verdik. 1926’da kardeşim ve babamla Ankara’ya giderek dönemin TBMM Başkanı Kâzım Özalp’in himayesinde büyük bir konser verdiğimizi de belirtmeliyim. Atatürk bu konseri şereflendirmiş ve konserden sonra bizi Çankaya Köşkü’nde kabul etmişti. (*)

Bruno Walter öğrencilerin seviyesinden

etkilendi, konservatuvarı tebrik etti

1928 Eylülü’nün sonunda kardeşim Ferhunde’yle, müzik eğitimimizi tamamlamak amacıyla Leipzig’e gittik. Burada kendi arzumla, büyük Alman sanatçı Hans Bassermann’ın (**) öğrencisi oldum.

Hocamdan çok memnundum. Bana ilk günden itibaren bir arkadaş muamelesi yapmış, sınıf derslerine vekâlet ettirmiş ve Leipzig’deki konse­rimde kıymetli Gagliano kemanını ödünç verecek kadar dostluğunu ileri götürmüştü. Bu arada konservatuar orkestrasına da birinci kemancı olarak girmiş ve Gewandhaus Orkestrası’nda açılacak yedek yerlere adaylığımı koymuştum. Nihayet bütün genç kemancıların sabırsızlıkla beklediği gün gelip çattı. Bir sabah, haberi konservatuarı keman bölümü şefi, sonraki müdürü Walther Davisson’dan aldım. Ertesi salı sabahı (uğur­lu günüm), bizzat Bruno Walther‘in kemancıları imtihan edeceğini, kazanacak üç kemancının yedek kadrosuna alınacağını, orkestra üyeleri hastalandığında yerine konsere çıkacağını söyledi.

Belirtilen gün ve saatte Leipzig Konservatuvarı’dan 29 aday Bruno Walther’in karşısındaydık. Brahms‘ın keman konçertosunun birinci bölümünü çaldım. Sınav heyetinin maskeyi andıran yüzlerinden sonuçla ilgili hiçbir şey anlamak mümkün değildi. Nezaketle hepi­mizin elini sıkıp sonucun konservatuvara bildirileceğini söylediler. Ertesi sabah sonuç okulun ilan tahtasına asılmıştı:

“Bruno Walther, konservatuvardan gelen 29 kemancının seviyesinin yüksekliğinden sevinç duymuştur. Leipzig Konservatuvarı’nı tebrik eder. Bundan böyle Gewandhaus’da açılacak yerlerde şu üç kemancı çalacaktır: Andreas Kalp, Necdet Remzi, Kurt Stichler.“

Kurt Stichler şimdi Leipzig Gewandhaus Orkestrası’nın baş kemancısı…

Leipzig’teki ilk sevinçli günüm buydu.

Stradivarius kemanla çalmak müthişti

Almanya’daki hayatımız her bakımdan çok tatlı geçti. Leipzig, Berlin, Lübeck’de birçok konser verdim. Walther Davisson’un yönetiminde Lalo’nun İspanyol Senfonisi’ni çaldım. Kreutzer Sonatı’nı çalarken tel kopması sonucunda başımdan en heyecanlı olay geçti: Konservatuvar salonunda, çok mühim ve kalabalık bir konserde, eserin en canlı yerinde pat diye kemanın teli kopmaz mı?

Teli değiştirmek üzere acele sahneden fırladım, kutuma koştum. Aksi şeytana bakın ki halkalı mi telim yok. Orada nasıl çıldırmadığıma şaşarım… Herkes salonda… Kapılar kilitli… Yardımcı olacak kimse yok… Neredeyse intihar alternatiflerini gözden geçirmeye başlamıştım. İşte tam bu sırada, şimdi şefliği üstlenen, o zamanki keman grubu şefi Davisson, elinde gayet açık sarı renkli bir kemanla içeri girdi. “Çabuk çık, bununla çal” diyerek beni sahneye itti.. Sahnede tekrar görünmemle kopan o alkışı ve üzerimde yaptığı o candan etkiyi size tarif edemem. Yalnız şu kadarını söyleyim ki, ben tekrar çalmaya başladıktan sonra çıkan seslere kendim de hayran oluyor, alışmadığım bir keman üzerinde nasıl başarılı olduğumu zihnimde soruşturuyordum.

Diyebilirim ki, hayatımın en başarılı konseri bu olmuştur. Kon­serden sonra mesele anlaşıldı. Davisson beni tebrik ederken şunları söyledi “Telin kopması isabet oldu… Sana verdiğim keman Dresden’li bir milyonerden kiraladığım hakiki bir Stradivarius…”

Solist sınavında övgü aldım

22 Temmuz 1930’da, Leipzig’de solist imtihanında Handel’in sonatını, Bach’ın Chaconne’unu, Joachim’in Varyasyonlar’ını seslendirdim. Şu değerlendirme yapıldı:

“Necdet Remzi, Bach’ın Chaconne’unu büyük bir üslup yetkinliği ve güvenle çalmış, Joachim’in Varyasyonları’nda ise birinci sınıf tekniğe sahip oldu­ğunu göstermiştir.”

Leipzig’deki diğer konserlerimden de olumlu izlenimlerle ayrıldım.

Konservatuvardaki eğitimimiz bittikten sonra, yedi ay kadar daha Almanya’da kaldık. Ben bu arada Lübeck’e gittim, konser verdim ve nişanlandım. Şubat 1931’de Ferhunde’yle Dresden’de buluşarak ana vatana döndük.

1931 Nisanı’ndan beri devamlı olarak Ankara’da hoca olarak bulunuyor­dum. Bu tarihten itibaren bütün faaliyetim, bütün gayretim, bütün çalışmalarım gözleriniz önünden geçtiğine göre, bu hususta başka bir şey söylemeyeceğim.

Sözlerimi benim için önemli olan birkaç noktayı vurgulayarak bitirmek isterim: Beni yetiştiren kişi dünyanın sayılı kemancılarından Karl Berger’di. Şimdi sessiz sedasız İstanbul’da yaşıyor. Gayem ve idealim ona lâyık bir talebe olarak ülkeme elimden gelen hizmeti yapmak. Görevimden memnunum (***).

(16 Haziran 1946 / İzmir gazetesi / Redaksiyon ve internete aktarım: Serhan Yedig)

(*) 29 Ocak 1926’daki bu konserden sonra Atatürk’ün köşkteki konuklara şunları söylemişti: “Türk’ün sanat meşalesini yakıp medeniyet kavgasını daha bacak kadar çocukken en düşman bir muhit içinde yürütmesini bilen bu çocuklara, lütfen ayağa kalkmasını bilelim efendiler…”

(**) Orijinal metinde bu isim “büyük Alman aktörü Albert Bassermann” olarak geçiyor.

(***) Ahmet Say’ın Müzik ve Müzisyenler Ansiklopedisi’nde aktardığına göre Atak, eğitimciliği seçmesi konusunda şunları söylemişti: “Sahnedeki solist dünün çalışmalarını sergiler. Eğitimci ise gençliğin elinden tutarak yarına yürüyen insandır; yarını düne tercih ederim.”

Share.

Leave A Reply

1 − one =

error: Content is protected !!