Nikolai Demidenko / Konser kaydından yayımlanan albüm şipşak çekilmiş turistik fotoğraf gibidir

0

Dimitri Başkirov’un en parlak öğrencisi, 1978 Çaykovski Yarışması’nın bronz madalyalı piyanisti Nikolai Demidenko 60 yaşında ve olgunluk çağında. 1990’larda İngiltere’de parladı, Rus bestecilerin yorumları kadar Chopin, Bach, Scarlatti albümleriyle de dikkat çekti. 2015 Antalya Piyano Festivali’ne Grieg’in konçertosunu seslendirmek üzere gelecek piyanisti İspanya’dan arayıp ekollerden demircilik merakına farklı konuları konuşmuştuk.

 

Rusya’dan çıkıp İngiltere’de yaşama, konser ve ders verme fırsatını yakalamasaydınız sanatınızda neler eksik kalırdı?
– Sanatımı geliştiren pek çok şeyi İngiltere’deki yaşamıma borçluyum. Kimi zaman Rusya’da konser verdiğimde İngiliz piyanistler gibi çaldığımı söylüyorlar ki bence doğru değil. Ruhum, bedenim aynı, müziğim de. Fakat ilginç deneyimler, farklı olaylara tanık olmak kişiyi ister istemez etkiliyor. Londra’da çok canlı bir konser yaşamına tanıklık ettim. Çevremde çok sayıda iyi piyanist vardı, bazılarından neler yapılmasını, bazılarından nelerin yapılmaması gerektiğini öğrendim. Rusya’da kalsam bu kadar albüm kaydedemezdim.
İngiltere’den ne zaman ayrılmaya karar verdiniz; sizi İspanya’ya ne çekti, Akdeniz kültüründen nasıl etkilendiniz?
– 18 yıl yaşadıktan sonra, 2008’de İspanya’ya yerleştim. Büyük şehir yaşamı beni yormuştu. Küçük, sakin bir köyde yaşamak istiyordum. Detayına girmek istemediğim özel nedenlerden dolayı La Mancha bölgesinde küçük bir köy seçtim, eşimle yerleştim. Tembelliğimden henüz İspanyolcayı öğrenemesem de iletişim problemi yaşamıyorum. İspanyollar çok sıcak, yabancılara açık, yardımsever. 120 haneli bir köyde yaşıyorum, kent yaşamını özlediğimde Madrid otomobille 1,5 saat ötede.
Her ne kadar öğrenciliğiniz döneminde hocalarınız teknik detaylara yoğunlaşıp müziğin bütünlüğünü unuttuğu gerekçesiyle Moskova Konservatuvarı’nı bırakmanın eşiğine gelseniz de sonraki yıllarda, okuldaki eğitim sistemini hararetle savundunuz. “Fırsatım olsa Moskova’da bir kez daha öğrencilik yapmak isterdim” dediniz. İngiltere’de ders verdikten sonra fikriniz değişti mi?
– Hâlâ aynı düşüncedeyim. Fakat unutmayın ki 25 yıl önce Rusya’dan ayrıldım. Son durumu, detayları bilmiyorum.

Başkirov hep “Daha fazlası” dersi

Piyanist Boris Berezovski ve birkaç ay önce konuştuğum viyolacı Maksim Rysanov, Moskova Konservatuvarı’nda mükemmel bir teknik kazandıklarını, öğrenimin eski şablonlarla sürdürüldüğünü, fakat sanatçıya kişisel özelliklerini geliştirme ve kendi seçimlerini yapma imkanının verilmediğini söylüyor.
– Benim zamanımda muhtemelen dünyanın en iyi konservatuvarıydı. Çok derinlemesine, detaylı bir eğitim sistemi vardı. Sadece müzik değil, matematik, fizik, biyoloji öğretilirdi. Kimi öğrenciler diplomalarını aldıktan sonra müzikten vaz geçti. Çok başarılı fizikçi, mimarlar çıktı aralarından. Şunu unutmamak gerekir ki, uçmak istiyorsanız öncesinde gereken hazırlıkları yapmanız gerekir. Havaalanı bulacaksınız, pilotluğu öğrenceksiniz, uçak bulacaksınız ve sonunda havalanıp istediğiniz yöne gideceksiniz. Konservatuvarda bu süreci takip etmeden kendi kanatlarıyla uçmaya çalışmak pek iyi bir fikir değil. Unutmayın ki teknik, piyanistin saniyede çaldığı nota sayısı değildir. Piyanoda sporla sanatı karıştırmamak gerekir.
Rus piyano ekolü sizce hangi yönde evriliyor?
– Büyük Rus piyano ekolü “büyük Rus piyanisti John Field” tarafından kurulmuştu. Aslında Field, İrlandalıydı! Önce St. Petersburg’a, ardından Moskova’ya gitti. O çağda, tahmin edebileceğiniz gibi, Moskova’da profesyonel piyanist henüz yoktu. Piyano çalarak para kazanamayınca, piyanistlere, bestecilere ders vermeye başladı. Büyük etki yaptı. Field’ın resmi hocası Clamenti’ydi. Onun bile bilmediği, kolların doğal ağırlığını kullanma tekniğini Field başka bir piyanistten öğrenip benimsemişti. Rus öğrencilerine de bu bilgiyi aktardı. Epeyce zaman sonra Teodor Lucatinsky, St Petersburg Konservatuvarı’nda bu tekniği öğretmeye başladı. Muhtemen en esnek teknik yaklaşım bu. Eğer yerçekimi bu işin yarısını yapıyorsa, fazla enerji harcamanın ne gereği var piyano çalarken? Fırsatı kullanmak lazım. Reddedersen, legato çalamazsın. Chopin, Liszt gibi pek çok besteci bu imkanı kullandı. Onlar bile Field’ı takdir ettiyse, Ruslar şanslıydı demek ki. Sonraları Rusya’da bu teknik gelişmeye devam etti. Batı’da konser vermemiş, tanınmamış, müthiş piyanistler ortaya çıktı. Eğer bulabilirseniz, ancak plaklardan dinleyebilirsiniz. Anton Konsky ve Anton Dubuque… Rakhlin’in Manfred Senfoni’si, bugüne kadar kaydedilmiş en iyi Çaykovski yorumudur. Daha iyisi yapılamadı.
Piyanoda kendi sesinizi ne zaman buldunuz?
– Sanırım baştan beri kendi sesim vardı. Hocam Dimitri Başkirov’un yardımıyla daha da gelişti. Yıllar sonra karşılaştığımızda bile “daha fazla, daha fazla” derdi… Demek ki bu işin sonu yok…
Albümlerinizin yüzde 20’si Chopin’in müziği… Sizin tercihiniz miydi, plak firmalarının zorlaması mı?
– Chopin’in müziğini hep severek çaldım. Plak firmaları da bu albümlerin daha fazla satmasından mutlu oldu…
Geri kalan eserleri de kaydedip, İdil Biret’inki gibi bir külliyat oluşturmayı düşünüyor musunuz?
– Kesinlikle düşünmüyorum… Her konuda “hepsi, tümü” gibi yaklaşımlara karşıyım. Hepsini kaydettiğimde, sonra ne yapacağım. Chopin’in müziğini hemen tüketmek istemiyorum, geleceğe de bir şeyler kalmalı.
36 albümünüzden biri hariç hepsi küçük firmalarca yayımlandı. Sizin tercihiniz miydi?
– Plak firmasından talimat almak özgürlük anlayışıma aykırı. Küçük firmaları her konuda ikna etmek daha kolay. Mikrofon, piyano, stüdyo seçiminden repertuvara kadar her konuda benim istediğim olmalı. Albümlerimin prodüktörlüğünü, son redaksiyonunu da kendim yaparım. Sadece iyi bir ses teknisyeni yeterlidir. Her şey bittikten sonra ana kopyayı firmaya teslim ederim. Büyük plak firmaları her aşamada sanatçıyı kontrol altında tutmak, talimat vermek ister…
Gelecek yıl Avustralya’da Qeensland Senfoni Orkestrası’nın sezon sanatçısı olacaksınız, Beethoven’in tüm piyano konçertolarını iki kez seslendireceksiniz. Neden bu kadar beklediniz? Yeterli olgunluğa ulaşmak için mi?
– Geçmişte Prokofiyef ve Rahmaninov’un tüm konçertolarını konser dizisi olarak seslendirmiştim. Beethoven’i ilk kez dizide seslendireceğim. Olgunluğu beklemekle alakası yok, olaylar böyle gelişti… QSO harika bir orkestradır. Eğer istediğim yorumu yakalayabilirsek, yeterli zamanımız olursa tüm konçertoları kaydedebiliriz.

Debussy bence çok durağan

Neden Fransız bestecilere karşı mesafelisiniz?
– Debussy’ye soğuk bakıyorum. Benim için müzik bireyler arasında iletişimdir. Sadece insanlarla değil, hayvanlarla da iletişim kuruyorum müzik çalarken. Mesela piyanoda bazı eserleri çalarken kedim gelip ayaklarımın dibine oturuyor, dinliyor. Bazı eserleri çalmaya başladığımda gidiyor. Demek ki beğeni sahibi… Debussy’nin müziği bence çok durağan. Bana pek bir şey vermiyor, duygulandırmıyor. Eğer durağan bir şeyler görmek istersem müzeye giderim.  Fransızların gerçek anlamda harika iki bestecisi var: Jean-Philippe Rameau ve Maurice Ravel. Ravel’in Sol Majör konçertosunu geçmişte seslendirdim. Konserlerde sık seslendirmemem Fransız müziğiyle ilgilenmediğim anlamına gelmez. Sanırım daha öncelikli eserler nedeniyle onlara sıra gelmedi.
Birkaç ay önce 60’lı yaşlara adım attınız. Bu dönem için repertuvar, konser, kayıt açısından ne gibi hayalleriniz, projeleriniz var?
– Olgunlaştıkça kişilere, olaylara, dünyaya bakış, öncelikler değişiyor; fikirler yeniden şekilleniyor. Aynı nehirde iki kez yüzemezsiniz. Pek çok proje var bekleyen. Günü geldiğinde ortaya çıkacak, konuşulacak… Yeni eser öğrenmek ise sorun değil…
Yeni eser öğrenip, konserde icra edecek düzeye getirmeniz bu kadar kısa mı sürüyor?
– Tek okuyuşta, çok modern bir müzik dili kullanıldıysa en fazla üç seferde bir eseri çalabilirim. Fakat konsere çıkabilmesi için, müziği içselleştirmem gerekir. Bu süreç zaman alır. Etik bir problem çözmek gerekir çünkü: Besteci arzu ettiği müziğin ne kadarını yazıya aktarabilir ki? Yüzde 3, bilemediniz yüzde 5. Daha fazla değil. Notaların dışındaki tüm işaretleri kullandığında bile söylemek istediğini yaklaşık olarak anlatabilir. Hızlı-yavaş, yüksek-alçak ses. Ne kadar, sorusunun karşılığı yoktur. Eğer yazılı olanları bile değiştirirseniz, allegro yerine adagio çalarsanız bestecinin ismini eserden silip, kendi isminizi yazmanız gerekir. Peki, icracı nerede durmalı? İşte bu, yorumcunun düşünmesi gereken ciddi bir sorundur. Chopin’in eserlerinde forte’yi, pianissimo çaldığınızda dramatik yapı bozulmaz, tersini denediğinizde müziğini imha edersiniz. Tuhaf bir durum değil mi? Albüm kaydı da özen ister. Konser kaydı şipşak çekilmiş turistik fotoğraf gibidir. Stüdyo kaydında hayal edilen icraya yaklaşma ihtimali daha yüksektir. Farklı tonlar, yaklaşımlar denemek mümkündür. Her zaman küçük aksaklıklar mükemmeli yakalamanızı engeller, fakat hiç değilse cep telefonunun sesini kısmayı unutmuş bir dinleyicinin müdahalesinden korunursunuz.
Zihninizi nasıl dinlendirir, kendinizi nasıl tazelersiniz; müzik dışında hobileriniz var mı?
– Sabah çok erken uyandığımda ya da akşam fırsat bulduğumda zamanımı hobilerime ayırıyorum. Piyano başındaki çalışmaya zihinsel hazırlık ya da uzun günün sonunda stresten arınmak için çok yararını görüyorum. Mesela modüler synthesizer yaptım. Yedi sıra ekipmandan oluşuyor. Kimi zaman ses renklerinden ilham olmak için bu elektronik enstrümanları kullanıyorum. Yeryüzünde karşılığı olmayan, ufuk açıcı tonlar üretebiliyor elektronik devreler. Synhesizer’la evde pek çok kayıt yaptım. Zihnimi açıyor, ruhuma iyi geliyor. Fakat yayımlanacak kalitede değiller, kendime saklamayı tercih ediyorum. Piyasadaki üç boyutlu yazıcılar pahalı ve ilkel geldiği için kendime 3D printer tasarladım, yaptım. Çok hassas; milimetrenin 500’de biri düzeyinde çalışıyor, plastik modeller yapabiliyorum. Metal merakıma gelince. Ahşapta çalışırken yanlış yeri deldiğinizde, hatayı düzeltmek mümkün. Metal hata kabul etmez. Çok ince hesap yapıp, dikkatli uygulamak gerekir. Metalle uğraşmanın bu yönünü seviyorum. Evimin bahçesinde, Çin malı ekipmanları modifiye ederek bir atölye kurdum. Bakır ve alüminyumdan objeler yapıyorum. Mesela eşim raf istediğinde demirciye gitmem gerekmiyor. Evimi de büyük oranda kendim yaptım. İnsanoğlu ne yazık ki elleriyle bir şeyler yapma yeteneğini kaybetti.
Türk bestecilerin eserlerine rastladınız mı hiç, Türk müzikçilerle ortak çalışma yaptınız mı?
– Türkiye’ye 2005’ten bu yana üç kez geldim. Fakat tanışacak fırsatım olmadı. Almanya’daki orkestralarda Türk müzikçilerle karşılaşıyorum. Arkadaşım Ateş Orga bazı albümlerimin prodüktörlüğümü yaptı. Hepsi bu.

Grieg koşucu gibi çalınmaz

Antalya Piyano Festivali’nde seslendireceğiniz Grieg’in konçertosu kaç yıldır repertuvarınızda; esere yaklaşımınız yıllar içinde nasıl şekillendi?
– İlk çaldığımda 15 yaşındaydım. Zaman içinde bakışım çok değişti. Çok romantik bir eser. Schumann’ın konçertosunu çağrıştırmakla birlikte, müzikteki İskandinav karakteriyle çok farklı, özgün bir yapıya sahip. Duygusal açıdan seçim özgürlüğü veriyor bize. Bu nedenle yazıldığından bu yana dünyanın dört bir yanında sürekli çalınıyor. Herkes çok seviyor. Yeni bir gözle baktığınızda her zaman yeni fikirler bulabilirsiniz. Fakat çoğunlukla radyolarda duyduğunuz gibi çalınmaması gerekir! Genç piyanistler son bölümde hızlarını ikiye katlıyorlar. Bu spor değil,  halling! İskandinavlar halling dansında bu kadar hızlı hareket etmez, fakat dans durdurulamayacak kadar kararlı tavırla sürer. Grieg’i etkileyen dansın bu özelliği. Son bölümün açılışında öyle bir bölüm yazmıştır ki, piyanistin yavaşlaması gerekir. Bunu görmezden gelemezsiniz.
Antalya’da genç piyanistlerle Rus müziği icrası konusunda atölye çalışması yapacaksınız. Katılamayanlar için sormak istiyorum: Rus bestecilerin icrasında asla yapılmaması gereken üç şey nedir?
– Rus müziği deyince kimilerinin aklına hız ve yüksek ses gelir. Pek öyle değil aslında. Rahmaninov’un müziğinde çok sakin bölümler vardır. Scriabin çoğu kez kadife kadar narin, yumuşaktır. Forte’leri gökgürültüsü gibi değildir. Rus müziğine açık görüş ve yaratıcı tavırla yaklaşmak, seslendirmeden önce ruhunu kavramak gerekir. Eserleri kavramak için dönemin ruhunu, bestecilerin sanatsal yaratım özelliğini bilmek önemlidir. Doğum tarihi, şehir, okulu bilmek hiçbir işimize yaramaz. Çağının stilini, yakın çevresini incelemek gerekir. Mesela Mussorgski’nin piyano stilini kavramadan “Bir Sergiden Tablolar”ı hakkıyla çalamazsınız. Konservatuvar eğitimi yetmez. Mussorgski piyanoyu kendisi öğrenmiş, kendi tekniğini geliştirmiştir. Kimi bestecinin özgün deyimleri, yazı dili vardır. Brahms’ın sonatlarında “FAE” notuna rastlarsınız. Almanca “özgür ve yalnız” demektir. Müziğin duygusal yapısı hakkında çok önemli bir ipucudur.
(Serhan Yedig / Kasım 2015 / Opus)

En sevdiğim piyanist

Bugüne kadar plaklarını dinlediğim piyanistleri gözden geçirirsem, en iyisi Ferruccio Busoni’ydi. Yayımlanmış tüm plakları arşivimde. Her açıdan sihirli icralar bunlar. Basit ifadelerden, en karmaşık cümlelere kadar piyanodan çıkmasını hayal bile edemeyeceğim sesler elde ediyor.

6 yaşında, sınavda Rahmaninov’un 2’nci konçertosunu çalmıştım

Ailem müzikçi değildi. Annem şarkı söylemeyi severdi. Piyano için iki şansımız vardı. Rus yapımı konsol piyanoların ne kadar kötü olduğunu hayal bile edemezsiniz. Alman yapımı piyano bulursak çalabilirdik. Evde plak arşivimiz vardı, bol bol plak dinlerdim. İlk etkilendiğim eserlerden biri Rahmaninov’un 2. Piyano Konçertosu’ydu. 6 yaşında, müzik okulunun sınavlarına girdiğimde, gurur duyarak eserin tümünü, hatta orkestra bölümlerini bile çalmıştım. Tabii küçük bir elle ne kadar çalınabilirse.

Yorumculuk hamilelik gibidir

Genç müzikçiler tavsiye sorduklarında şunu söylüyorum: Virtüözite hamilelik gibidir. Günde üç saat hamile olunmaz. 24 saat hamile olursan, 9 ayın sonunda belki istediğin sonuca ulaşırsın. Aynı durum müzik için de söz konusu. İyi müzikçi olmak isteyen çok çalışmayı göze almalı.

(C) Tüm yayın hakları saklıdır.

 

Linkler

Biyografisi
Kişisel web sitesi

Share.

Leave A Reply

6 + 15 =

error: Content is protected !!