Ruben Aharonian / Borodin Kuvartet’in kurucuları kanlarıyla imza atmıştı, biz bu geleneği uygulamıyoruz

0

Çalışmasını sürdüren en eski yaylı çalgılar dörtlüsü Borodin Quartet, 2015’te 70’inci yaşını kutluyor. Şostakoviç’in dörtlüleri söz konusu olduğunda akla ilk gelen topluluk, bugün ikinci kuşak müzikçilerle yoluna devam ediyor. Kuruculardan çellist Valentin Berlinski’nin seçtiği, yetiştirdiği 4 müzikçi, grup geleneğini izliyor, kuşaktan kuşağa aktarılan sırları koruyor. 2005’te Beethoven‘in tüm dörtlülerini kaydeden BQ, ardından Haydn repertuvarını yayımlamıştı. 2010’da İstanbul Festivali’ne geldiklerinde grubun birinci kemancısı Ruben Aharonian ile buluşup dörtlünün dününü ve bugününü konuştuk. “Alman dörtlülerin Beethoven, Brahms yorumları bana çok tuhaf geliyor” diyen Aharonian’la söyleşimizde Viyolacı Igor Naidin de eksik kalan yerleri tamamladı.

 

Ruben Aharonian

Çaykovski Yarışması’nda iki ödül aldıktan sonra solistlik yerine Borodin Dörtlüsü’ne girmiş, ikinci kemancılığı devralmıştınız. 1996’dan önce dörtlü üyeleriyle herhangi bir diyaloğunuz var mıydı?
Ruben Aharonian: Öncelikle dörtlüye katılma öyküsünü anlatayım. Dörtlünün tarihindeki üçüncü birinci kemancısıyım. Mikhail Kopelman’ın yerine girdim. Kopelman, kendi arzusu doğrultusunda ABD’ye göçmeye karar verdiğinde Borodin Dörtlüsü zor bir dönem yaşamıştı. Grubun kurucularından ve yaşayan en eski üyelerinden Valentin Berlinski, Borodin Dörtlüsü’nün geleceği konusunda çok endişeliydi. Kopelman’ın yerini benim alabileceğimi söylüyordu. Bu teklif kulağıma gelince reddettim. Çünkü o günlerde solist olarak konserler veriyordum. Ayrıca Erivan’daki Ermenistan Oda Orkestrası’nın şefiydim. Berlinski, telefon edip “Gelip bir deneyin, sonra karar verin” deyince önerisini geri çeviremedim. Moskova’ya gidip çalışmalarına katıldım. Birbirimizden hoşlandık, gruba katılmaya karar verdim.
Igor Naidin: Ruben’den 6 ay önce dörtlüye katıldığım için öykünün geri kalan kısmını ben tamamlayayım. Kopelman’ın yerine ülkenin en iyi kemancısını arıyorduk. Berlinski daha önce birçok isimle bağlantı kurdu. Bir kısmı teklifi kabul etmedi, kabul edenlerin ise bizim standartlarımıza uymadığını gördük. Ruben geldiğinde aradığımız kişiyi bulduğumuzu gördük.
Berlinski bir röportajda, Borodin Dörtlüsü’ne yeni bir tını kazandırmak için yaklaşık 1 yıl çalıştığını anlatıyor. Sanıyorum bu süreçte farklı isimlerle çalıştı. Sizinle de bir deneme yaptı. Ne kadar zaman sonra bu sınavı geçtiğinizi öğrendiniz?
RA: Aralık 1996’da dörtlüye katıldım. Birbirimizi tanımak, uyum sağlamak, repertuvar hazırlamak için sadece 2 haftamız vardı. Perondan ayrılan trenin son vagonunu yakalamıştım adeta. Yoğun bir konser programı bizi bekliyordu. Zorlu bir hazırlık dönemi yaşadık. Her gün önce ben 4 saat çalışma yapıyordum, sonra dörtlüyle buluşuyordum. Birlikte 4 saat daha prova yapıyorduk. 2 hafta sonra İspanya turuna çıktık. Ardından Avrupa’daki diğer konserler geldi. Birlikte çalma duygusunu bu turneler sırasında provalarda, konserler arasındaki çalışma sürelerinde kazandık.

Hünüz müzemiz kurulmadı

Sözleşmeye kanınızla imza attınız mı?
RA: Grubun ilk 4 kurucusu söylediğiniz gibi kanlarıyla imza atmış. Fakat benden böyle bir şey istemediler.
IN: Berlinski bu konu açıldığında “O yıllarda çok naiftik, samimiyetimizin simgesi olarak böyle bir şey yapmıştık” demişti. Benden de kanla imza atmamı istemedi.
RA: Kanla imza atmasak da Borodin Dörtlüsü’nün sonsuza kadar yaşaması konusunda kararlıyız. Üyeler değişebilir, fakat bu geleneği koruyacağız. Sadece grubun ismini değil, müzik geleneğini de yaşatmaya kararlıyız.
Grubun ilk üyelerinin kanlarıyla parmak bastıkları sözleşme hâlâ duruyor mu?
IN: Berlinski’nin kişisel arşivinde duruyor.
Borodin Dörtlüsü’ne ait, geçmiş belgelerin de sergilendiği bir yer var mı?
IN: Tüm arşivimizi evlerimizde koruyoruz. Gruba ait böyle bir mekân yok ne yazık ki.
RA: Ama geçmiş dönemden kalma çok sayıda fotoğraf, kitap, konser broşürü, DVD ve CD var.
O zaman Borodin Dörtlüsü arşivini düzenlemenin, müzesini kurmanın zamanı gelmiş demektir…
IN: (Gülüyor) Genellikle bu tür müzeleri gönüllü kişiler kuruyor. Kendi müzemizi açarsak biraz garip kaçabilir. Devletten de bekleyemeyiz, çünkü ülkemiz zor bir dönemden geçiyor.
RA: Bizce Borodin Dörtlüsü hâlâ yaşayan bir organizma. Henüz müzelik olmadık. Bununla birlikte size hak veriyorum; gelecekte arşivimizi bir araya getirip, bir müze kurmamız gerekiyor.
Juilliard Dörtlüsü’nden Joell Smirnoff ile konuşurken, Avrupa’da yaylı çalgılar dörtlüsü ekollerinin ülkeden ülkeye değiştiğini söylemişti. Almanların takıntı düzeyinde notaya bağlılığına, Viyanalıların yumuşak tını merakına dikkat çekmişti.
NA: (Keserek) Aynı fikirdeyim. Çünkü dinlediğim çok sayıda Alman oda müziği sanatçısının notaya fazlasıyla bağlı olduğunu gördüm. Hatta bu bağlılık zaman zaman bana komik geliyor. Partisyonda bir mürekkep lekesi gördüklerinde bile müziğin akışını, dinamiğini bir kenara bırakıp bu noktaya odaklanıyorlar. Günümüz Alman oda müziği topluluklarından Beethoven, Brahms dinlemek bana çok garip geliyor. Biz büyük Alman, Avusturyalı bestecileri kendi üslubumuzla seslendiriyoruz. Belki biraz Rus ruhuyla, eski Borodin üslubuyla. Fakat üslubumuz Alman, Viyana, Fransız topluluklarından kesinlikle çok farklı.
IN: İşte bu yaklaşımımız bize farklılık kazandırıyor. Yoksa bizi neden dinlesinler ki?
RA: Bununla birlikte Viyana Musikverein’da Beethoven‘in tüm dörtlülerini seslendirdiğimizde eleştirmenlerden çok olumlu tepkiler aldık. Hiçbir olumsuz tepkiyle karşılaşmadık.
Üslubunuzda herhangi bir değişiklik yapmış mıydınız?
RA: Kesinlikle yapmadık. Her zaman olduğu gibi, duygularımızla, Borodin Dörtlüsü geleneğine bağlı kalarak yorumladık. Tabii her zaman olduğu gibi, notaya sonuna kadar bağlı kaldık.

Tek enstrüman gibi tınlıyoruz,
bununla gurur duyuyoruz

Joel Smirnoff’un bir başka ilginç yorumu, grup tınısı üzerineydi. Juilliard Dörtlüsü’nde tüm üyelerin kişiliklerini koruduğunu; ortak ses aramak yerine, farklı seslerin bir araya gelmesini arzu ettiklerini söylemişti. Borodin Dörtlüsü’nde sistem nasıl işliyor?
RA: Bizim yaklaşımımız farklı. Biz öncelikle seslerimizin birbiri içinde eriyerek tek ses oluşturmasını arzu ediyoruz. Bu bizim birincil amacımız.
IN: Hatta bu yaklaşımımız övgü alıyor. “Tek enstrüman gibi tınlıyorsunuz” deniyor.
RA: Tek enstrüman gibi tınladığımızın söylenmesi, bizim için en büyük övgü.
IN: Kuşkusuz 4 farklı kişilik, 3 farklı enstrüman var karşınızda. Sololarda kendi özgün tonumuzu duyuyorsunuz. Fakat biz, bestecilerin de amaçladığı gibi bir dörtlüyüz, dörtlü müziği yapıyoruz.
Konservatuvar dörtlüsü olarak kurulmuştunuz, hâlâ kurumdan enstrüman desteği alıyor musunuz?
IN: Kurucularımızın öğrenciliği döneminde ilk 4 yıl konservatuvara bağlı çalıştı grup. 1955’ten itibaren bağımsız bir yapıya kavuştu. Moskova Konservatuvarı’nın enstrümanlarını öğrencilik döneminde kullandılar. Daha sonra kendilerine devlet koleksiyonundan nadide enstrümanlar, cüzi bir kira karşılığında verildi. 2000’li yıllara kadar biz de kirasını, sigortasını ödeyip bu nadide çalgıları kullanıyorduk. Son 8 yıllık süreçte, kiralar 6 ayda bir artırılıyor. Zaten sigorta gideri yüksekti. Bunlar yetmiyormuş gibi bürokratik süreç de zorlaştırıldı. Birçok belge doldurma zorunluluğu getirildi. Yurtdışına çıkarken özel izinler alınıyor. Sanatçıların enstrüman almaması için adeta özel engeller yarattılar. Sovyetlerde bile bu kadar bürokrasi yoktu. Cebimizde müzenin en kıymetli tablosunu taşıyormuşuz gibi hissediyoruz. Berlinski 2008’de vefat ettiğinde çellosunu devlete geri vermiştik. Ardından birinci kemanımızı da verdik. Şimdi sadece viyola ve ikinci kemanımız devletin malı.
RA: Evet, 12 yıl boyunca, 1710 yapımı muhteşem bir Strad keman (Admirau) kullanmıştım. Sonunda iade etmek zorunda kaldım.
Şu anda ne tür enstrümanlar kullanıyorsunuz?
IN: Artık Stradivarius, Guarnierius gibi çok ünlü lütiyelerin enstrümanlarını kullanmıyoruz.
RA: Kullandıklarımız, geçmişin bazı ünlü ustalarına mâl edilen, fakat onlar tarafından yapıldığı kanıtlanamayan enstrümanlar. Ben 18’inci yüzyılda Antonio Graniani’nin yaptığı söylenen bir keman kullanıyorum. Vladimir Balshin’in çellosu, 19’uncu yüzyıl yapımı güzel bir enstrüman. Söz lütiyelerden açılmışken, şunu söylememe izin verin: Stradivarius tarihte mükemmel enstrüman yapmış tek isim değil. Birçok önemli İtalyan usta var geçmişte. Hatta kimilerinin kalitesi inanın Strad’ların ulaşamayacağı düzeyde.
Graniani yapımı keman size mi ait? Temini sırasında maddi destek aldınız mı?
RA: Tek yardımcım cüzdanımdı (Gülüyor). Size espri yapıyormuşum gibi gelebilir ama doğru söylüyorum. Yeni Rus zenginleri yatlar, futbol takımları satın alıyorlar ama bir müzikçiye enstrüman alanına rastlanmadı şimdiye dek. Oysa müzayede kuruluşlarının da yardımıyla istedikleri enstrümanı kolayca alabilirler.
Kayıtlarda da kendi çalgılarınızı mı kullanıyorsunuz?
IN: Konserler ve kayıtlarda aynı enstrümanları kullanıyoruz.
RA: Çalgılarımız mükemmel değil belki ama belirli bir kalitenin üzerinde. İtalyan yapımı hepsi, tonları birbiriyle uyumlu. Aldığımız sonuçtan memnunuz.
Sizi rahatlatır mı bilmiyorum ama konuştuğum birçok müzikçi, hatta elinin altında ABD Kongresi’nin geniş Strad koleksiyonu bulunan Smirnoff bile, Strad’ların oda müziğine uygun olmadığını; bu çalgıların yüksek seslerinden dolayı daha çok konçerto çalmak için uygun olduğunu belirtiyorlar.
RA: Guerneri, Amati, Francesco Ruggieri, Testore ve daha birçok iyi yapımcı var. Hepsinin enstrümanları oda müziği için ideal.

Şostakoviç’in alışkanlığı

Dörtlünün kurucularından size miras kalan herhangi bir ritüel veya “asla yapılmayacak şeyler” listeniz var mı?
IN: Mümkünse konser vereceğimiz şehre bir gün önceden gitmeyi tercih ederiz. Konser vereceğimiz sahnede mutlaka prova yaparız. Ulaşım araçları konusunda herhangi bir sorunumuz yok. Uçak, otomobil, tren… Hepsiyle seyahat ederiz.
Konserler arasında briç oynamak, aynı uçağa binmemek gibi kurallardan bahsetmiştim ben…
IN: Hayır, böyle özel bir ritüel veya alışkanlığımız yok.
RA: Ben yolculuklarda kitap okumayı tercih ediyorum. Igor bilgisayarından ayrılamaz, sürekli e-postalarını kontrol eder.
Konser programı oluştururken ve yeni repertuvar seçerken uyguladığınız kurallar var mı?
IN: Farklı bestecilerin eserlerini bir araya getirirken ve tematik programlar hazırlarken dikkat ettiğimiz bazı noktalar var. Yurtdışındaki konserlerde çoğunlukla Rus bestecilerin eserlerini seslendirmemizi istiyorlar. Ama bunları seçerken de özen gösteriyoruz. Örneğin aynı konserde Borodin ve Debussy çalmamızı istediklerinde birbirlerine uymadığını söyleyip, reddediyoruz. Ayrıca konserlerimizin bölümlerinin sürelerine çok dikkat ediyoruz.
Elizabeth Wilson’un Şostakoviç biyografisinde, Berlinski ile yapılmış söyleşilere de yer veriliyor. Berlinski, prömiyeri Beethoven Dörtlüsü’nce yapılan besteleri ne zaman Borodin Dörtlüsü seslendirmeye kalksa Şostakoviç’in provalara gelip tavsiyelerde bulunduğunu anlatıyor. Mesela bir provada “Notada yazan tempoya bakmayın, eğer buna uyarsanız dinleyici sıkıntıdan bayılır” demiş. Size yansıyan ilginç öyküler var mı?
IN: Şostakoviç’in eserlerini seslendirirken Berlinski bize tüm ince noktaları anlatmıştı. Fakat çoğu yorumla ilgili bu detaylar içinde ilginç bir öykü yok ne yazık ki.

Borodin Dörtlüsü, Dmitri Şostakoviç’in dörtlülerinin ilk seslendirmesini yaptı

RA: Şostakoviç’in evindeki metronomun bozuk olduğunu, bu nedenle notada yazan tempolara çok önem vermediğini söylerdi Berlinski. Ayrıca Şostakoviç çok heyecanlı bir kişiliğe sahipti. Stalin döneminden itibaren çok büyük baskılar yaşamış, sinirleri çok yıpranmış. Piyanistliğinin de çok telaşlı olduğu söylenir.
Berlinski’nin konser güncesi tuttuğu, topluluğun tüm konserlerinde yaşanan olayları yazdığını okumuştum. Bu geleneği sürdürüyor musunuz? Bu defterde geçmişle ilgili ilginç bilgiler var mı?
IN: Bu defterleri gördüm. Program notlarından oluşuyordu, içinde yorum yoktu. Yorum konusunda sözel bilgilere sahibiz, bu bilgiler kuşaktan kuşağa aktarılıyor.
RA: Gruba katıldığımda ben de böyle bir günce tutuyordum. Fakat o kadar çok konser veriyoruz ki, yetişmek zor. Ayrıca bir süre sonra notlar birbirine benziyor, yazacak yeni detay bulmak güçleşiyor. Salonun akustiğini, alkış miktarını yazmanın kimseye bir yararı olmaz!
Şostakoviç’in ilk dörtlülerini seslendiren, hatta bestecinin eserlerini ithaf ettiği Beethoven Dörtlüsü faaliyetlerine ne zaman son verdi?
NA: Farklı üyelerle birkaç kez yeni başlangıç yaptılar. Fakat 1980’lerin başında birinci kemancı Dimitri Çiganov emekliye ayrıldığında birkaç genç kemancı davet ettiler. Ama istedikleri uyumu bulamayınca dağıldılar.

Yalnız kurtlarız, biraz muhafazakarız

Çağdaş, genç bestecilerle iletişiminiz var mı? Eser sipariş edip konserlerde çalıyor musunuz?
NA: Doğrusu biz muhafazakâr bir dörtlüyüz. 18’inci ve 20’nci yüzyıllar arasında bestelenmiş eserleri seslendirmeyi tercih ediyoruz. Repertuvarımız çok geniş, konser programlarımız da çok yoğun. Bu tempoyla yeni müzikleri kavramak, seslendirmek pek de mümkün değil.
Çağdaş bestecilerden yana çekinceleriniz var mı? Mesela, kemancı Anne-Sophie Mutter’le bu konuyu konuşurken birçok çağdaş bestecinin enstrümanları yeterince tanımadığını söylemişti.
NA: Bir sanat eseriyle karşılaştığınızda, sezgileriniz yardımıyla, o eserin size ait olup olmadığını anlarsınız. Biz de çağdaş bestecilerin eserlerini arada sırada seslendiriyoruz. Mesela Aleksandr Raskatov’un eserlerini çalmayı denedik fakat çok geçmeden anladık ki bu bizim müziğimiz değil. Öte yandan; Mutter çok haklı. Enstrümanı tanımamanın da ötesinde, çağdaş besteciler öyle eserler yazıyorlar ki en ucuz Çin yapımı keman bile yeterli gelir onları çalmak için. Ne bir ifade var ne de bir anlam, bir duygu… Enstrümanı sadece ses kesiti gibi görüyorlar. Çoğunlukla da sıradışı tonlarda, biçimlerde kullanıyorlar. Bu sıradışılık müziğe pek bir katkı sağlamıyor.
IN: Şostakoviç’in yanı sıra Schnittke’nin de birçok eserini seslendirdik. Ayrıca 5 yılda bir bize gelen çağdaş eserlerden çalabildiklerimizle konserler veriyoruz.
Yılda kaç beste geçiyor elinize?
IN: Eser siparişi vermiyoruz. Çünkü beğenmeyip çalmamak onur kırıcı olabilir. Yine de yılda ortalama 5 eser geliyor. Örneğin Polonyalı besteci Krzysztof Meyer’den yeni bir eser aldık. Yunan, İsrailli bestecilerden de eserler geliyor.
Günün birinde Kronos Dörtlüsü gibi Jimi Hendrix çalar mısınız?
IN: Bugüne kadar Kronos Dörtlüsü’nün tek klasik yorumunu bile dinlemedim. Onlar çağdaş müzikte kendi özgün kulvarlarını yarattılar. Süpermarket gibi her tür müziği bulmak mümkün repertuvarlarında. Aslında albümlerine genel olarak “çağdaş müzik” nitelemesi yapmak da çok zor. Yine de çalışmalarının ilginç ve çok özgün olduğunu kabul etmek gerekir.
Genç yaylı çalgılar dörtlüleriyle birlikte ortak çalışmalar yapıyor musunuz?
IN: Gençlerin kurduğu birkaç yaylı çalgılar dörtlüsüyle diyaloğumuz var fakat ortak proje yapmıyoruz.
RA: Bizler yalnız kurtlarız (Gülüyor).

Oda müziği sabır ister

Beethoven‘in tüm dörtlülerini kaydetme süreci size neler kazandırdı? Bu deneyimden ne gibi dersler çıkardınız?
IN: Dörtlü repertuvarının en zor eserleridir. Berlinski’nin hayaliydi Beethoven‘in tüm dörtlülerini kaydetmek. Öncesinde konserlerimizde yüzlerce kez çaldık. Nihayet 2000 yılında kayıtlarını yapmaya başladık. Bazı bölümler istediğimiz gibi olmayınca yeniden kaydettik. Derken biraz ara verdik. Nihayet 2005’te tamamlandı. Ama bu zorlu süreç bize çok şey kazandırdı.
NA: Eleştirmenlerden çok olumlu eleştiriler aldık.
65 yıllık tecrübenizin ışığında genç oda müziği topluluklarının üyelerine neler tavsiye edersiniz? Neler yapmalı ve nelerden kaçınmalılar?
IN: İçlerinde gerçek, samimi bir arzu yoksa başarılı olmaları mümkün değil. Vazgeçsinler. Berlinski’nin deyişiyle, içlerinde dörtlü ateşi yanmıyorsa bu iş olmaz. Bu işte en büyük tehlike, hızlı sonuç almayı ummaktır. Solist olarak, çalışmanızla orantılı biçimde hızlı sonuç alabilirsiniz ama oda müziği toplulukları daha farklı yapıdadır. 1 yıl boyunca günde 4 saat çalışmak, 50 eser ezberlemek, konserler vermek başarıya hızlıca ulaşmayı gerektirmez. Hatta bu aslında hiçbir şey demek değildir, sadece başlangıçtır. Dörtlü üyelerinin yıllar boyunca bıkmadan, usanmadan çalışmaları gerekir.
NA: Bir yaylı çalgılar dörtlüsünde çalmak da bitmez öğrenmek de. Grup çaldıkça üyeler birbirinden öğrenir. Bundan sonraki konserlerimizde Beethoven‘in dörtlülerini çalacağız, şimdiden çalışmaya başladık. Her birini yeniden ele almamız gerekiyor.

Türk eserlerini seslendirmek istiyorlar

Türk yorumcularla, bestecilerle yolunuz kesişti mi?
RA: İlk kadromuz birkaç kez gelip konserler vermiş. Ben 1998’de İzmir DSO ile Erol Erdinç yönetiminde konser vermiştim. Ama bu grupla Türkiye’ye çok seyrek geliyoruz. İlk kez 2005’te bir konser verdik. 2006 ve 2010’da da birer kez geldik. Henüz Türk müzikçilerle bir diyaloğumuz olmadı ama ortak çalışmalar yapmak bizi mutlu eder. Ne yazık ki oda müziğinin dinleyici kitlesi çok kısıtlı. Sanırım Rusya’da olduğu gibi Türkiye’de de bu alanın dikkat çekmesi için ortak çalışmalar yapmak gerekiyor. Türk gruplarla bir araya gelmek, bestecilerin tüm eserlerinin seslendirildiği haftalar düzenlemek bizi mutlu eder.
IN: Ben de yıllar önce Moskova’ya gelip yarışmaya giren ve ödül kazanan, sonra Berlinski’nin öğrencisi olan bir Türk dörtlüsüyle tanışmıştım. Fakat daha sonra kendilerinden haber alamadım.
(Serhan Yedig / Haziran 2010 / Müzik Söyleşileri / Ağustos 2015 / Opus Dergisi)

STALİN’İN CENAZESİNDE ÇALDILAR
DUBLINSKI’NİN KİTABIYLA SARSILDILAR
Borodin Dörtlüsü, 1945’te Moskova Konservatuvarı’nda viyolacı Michael Terian’ın oda müziği sınıfında okuyan dört öğrenci tarafından kuruldu. Terian, 20 yıllık ünlü Komitas Dörtlüsü’nün kurucu üyelerindendi. Topluluğun ilk ismi Moskova Filarmoni Dörtlüsü’ydü. İlk kadroda yer alan Mistislav Rostropoviç yerini aynı yıl Valentin Berlinski’ye bıraktı. Berlinski’nin yanı sıra birinci kemancı Rostislav Dubinski, ikinci kemancı Nina Barshai ve viyolacı Rudolf Barshai’den oluşan ilk kadro, konservatuvardan mezun olunca bağımsız çalışmaya başladı. Rudolf Barshai, programı yoğunlaştığında yerini Dimitri Şebalin’e bırakıyordu. Dörtlü, tarihinin en ilginç olaylarından birini, 1953’ün 5 Mart’ında yaşandı. Önce Stalin’in, ardından Prokofyev’in cenazelerinde konser verdiler. Dörtlü 1955’te Rus oda müziği ekolünün kurucularından Borodin’in adını aldı. Şostakoviç’in yaylı çalgılar dörtlüsü için yazdığı tüm eserlerin prömiyerini Beethoven Dörtlüsü yapmıştı. 1950’lerden itibaren bu eserler Şostakoviç’in gözetiminde Borodin Dörtlüsü’nün de repertuvarına girdi. Topluluk 1967’de, o tarihe kadar yazılmış dörtlülerin ilk toplu kaydını yaptı. 1970’lerde önce Dubinski, Batı’ya iltica etti. Ardından Rabel sağlık sorunları nedeniyle emekli oldu. Asıl kriz ise 1989’da Dubinski’nin kitabı yayımlandığında yaşandı. Alkış Fırtınası adlı bu kitapta kemancı, grup içinde yaşanan iktidar kavgasını anlatıyor ve Berlinski’yi suçluyordu. Berlinski ise ithamları, “hepsi gerçeklerin sadece bir yarısı” şeklinde cevapladı. Dörtlü’ye Andrei Abramenkov 1974’te, Ruben Aharonian ve Igor Naidin 1996’da, Vladimir Balshin ise 2007’de katıldı. 2011’de Abramenkov’un yerini Sergey Lomovsky aldı. 2007 yazına kadar grupta çalmaya devam eden Berlinski 2008’de ölünce grup tamamen yeni kadroya kaldı.

LİNKLER

Grubun biyografisi

Dörtlünün web sayfası

Share.

Leave A Reply

10 + 16 =

error: Content is protected !!