Salvatore Accardo / Keman yerine hep müziğe odaklandım

0

Paganini yorumlarının unutulmaz kemancısı Salvatore Accardo, 2010 sonbaharında, 70 yaşına 20 gün kala İstanbul’daydı. Ulusal Gençlik Senfoni Orkestrası’yla önce CRR’de, hemen ardından Roma’da konser verdi. Birkaç yıl önce ikiz çocuk babası olunca gençleştiğini, enerji kazandığını söyleyen usta müzikçiyle yağmurlu bir pazar sabahı otelinde buluştuk. Boğaziçi manzarası eşliğinde geçmişi ve bugünü konuştuk.

Tam 56 yıldır dünyanın dört bir yanında Paganini’nin eserlerini yorumluyorsunuz. Hayatınızın farklı dönemlerinde besteciye ve eserlerine yaklaşımınızda ne gibi değişiklikler oldu?
– Paganini çoğu kemancı için bir başarı göstergesi. Neredeyse sportif bir vaka. Ne yazık ki bu yaklaşım Paganini’nin müziği için hiç olumlu bir şey değil. Çağdaşları Schumann, Schubert, Rossini, Donizetti, Bellini onun müziğini takdir etmişti. Hatta Rossini “Paganini kemana bu kadar yoğunlaştığı için çok şanslıyız. Opera yazmaya başlasaydı büyük rakip olurdu” demişti. Sanırım Paganini’nin kemandaki müziği opera olarak değerlendirilebilir. Eserlerine bu açıdan yaklaşılmalı. Konçertolarında bir operadaki detayları bulabilirsiniz: Overtune, romans, resitatif, kabaletto… Dahası müziğin melodik bölümü inanılmazdır. Schubert “Onu dinlerken melekleri duyduğumu hissettim” demişti. Eğer Schubert gibi bir sanatçı bunu söylüyorsa, dikkatle düşünülmeli. Schumann’ın takma isimle yazdığı eleştirilere bakılırsa, Paganini çağının en büyük müzikçisiydi. Liszt’in Leipzig ve Dresden’deki konserlerinden sonra yazdığı eleştiride Schumann “Bugüne kadar bana Lizst’in dışında bu duyguyu yaşatan tek müzikçi Paganini’ydi. Hatta duygusal açıdan daha fazla etki bırakmıştı” diyordu. Paganini’nin eserleri, teknik açıdan değil, içeriğiyle değerlendirilmeli. Tabii bunu yapabilmek için gereken teknik yetkinliğe uğraşmak gerekiyor. Hiç unutmam, David Oyştrah “Kemancı teknik yetkinliğe erişmeli, ancak icrada bunu unutmalı” derdi. Evet, eserlerin müzikal yaklaşımını kavramak için teknik konusunu bir kenara bırakmalıyız. Oda müziği bana bu açıdan çok şey kazandırdı. Oda müziği, sanatçıya öncelikle karşıdakini dinlemesini öğretir.

Napoliliyim, operayı severim, şarkı söyler gibi çalarım

Her halde 13 yaşında böyle düşünmüyordunuz, belki siz de sportif bir vaka olarak algılıyordunuz bestecinin eserlerini?
– Evet, 13 yaşında bilinçsiz bir şekilde sahneye çıkıp çalıyorsunuz. Fakat hiçbir zaman sportif malzeme olarak yaklaşmadım Paganini’ye. Belki bunu Napolili olmama borçluyum. Bizler şarkı söylemeyi severiz. Kemanda da hep bu yaklaşımı benimsedim. Şarkı söyler gibi keman çaldım. Tüm genç müzikçiler gibi öncelikle Paganini’yi iyi çalmak için çabaladım. 20 yaşlarında yoğun oda müziği çalışmalarına yönelmemle birlikte Paganini’ye yaklaşımım değişmeye başladı. Bu arada büyük ustalarla çalışma fırsatı buldum. Genç müzikçinin hayatında ustalarla karşılaşmak, tanışmak, birlikte çalmak, sohbet etmek çok önemlidir. O dönemde yaylı çalgılar dörtlülerinden, yedililere, ikililere kadar her formda, baroktan çağdaş müziğe her türde eser seslendirdim. Stern, David Oyştrah, Rampal, Rostropoviç, Michalangeli, Casals gibi müzikçilerle çaldım. Müzikte inanılmaz bir hayatım oldu. Ama ben hep müziğe odaklandım, kemana değil.
Çocukluk yıllarınızda, Paganini müziğini ilk keşfettiğinizde hayran olduğunuz yorumcu kimdi, kimi örnek almıştınız?
– Paganini’nin birinci konçertosunu ilk kez 12 yaşında Zino Francescatti’den dinlemiştim. Adeta vahiy gelmişti. Şarkı söyler gibi çalıyordu. Sonra tuhaf bir şey oldu. Babama “İşte bu benim sevdiğim keman sesi, bu müthiş bir sanatçı” dedim. Babam “Kim bilir, günün birinde o kemanla sen de çalarsın” diye cevap verdi. 1985’te Zino Francescatti’nin kemanıyla çalmaya başladım. Şimdi iki müthiş kemanım var: Frencescatti ve …
Diğeri de yazar Saint-Exupéry’nin kemanı değil mi?
– Bu kemanı sattım. Yerine Del Gesu almak istiyordum. 1734 Ex Reed’i aldım. Francescatti ise 1727 yapımı bir Strad.
1982’de, 200’üncü doğum yılı nedeniyle Pagani’nin kemanıyla dünya turnesine çıkmıştınız. Kemanıyla çalmanız, Paganini’nin  tını, renk tercihini kavramak açısından önünüzde ne gibi bir kapı açtı?
– Konçerto ve 24 kaprisini tüm dünyada çaldım. Londra’da beş önemli orkestrayla tüm konçertolarını seslendirdim. Benim için büyük bir andı. Aslında Paganini’nin kemanıyla, çok daha önce konser vermiştim. 1957’de Paganini Yarışması’nı kazanınca, ödül olarak bir konsere onun kemanıyla çıktım. 17 yaşındaydım ve Paganini’nin kemanıyla çalıyordum. Onun çenesini koyduğu yere çenemi koymak, parmaklarını gezdirdiği perdeye aynı şekilde dokunup eserlerini çalmak başımı döndürdü. Enstrümanı büyük ve çok etkileyiciydi. Kemanın boyu genellikle 35,5 santim olur. Onunki 36 santimdi. Tonu alışılmışın dışında, biraz koyuydu. Fakat zorluk çekmedim, çünkü viyola da çalıyordum. Paganini’nin çok geniş bir enstrüman koleksiyonu vardı. Birkaç Strad, Guardenieri, Amati kemanlara sahipti…
Hatta hayatının son yıllarında enstrüman ticareti yapmak, bir mağaza açmak istemiş… Aralarından sadece birini seçtiyse konserler için, bu bize ton tercihini de gösterir herhalde…
– Unutmayın, o bir Cenovalı’ydı. Cenovalılar iyi tüccardır. (Kahkahalar) Hayatı boyunca hep iyi kemanlar aradı, bulduklarını satın aldı, bazılarını sattı. Evet, birçok kemanın arasından birini tercih etmesi bize bazı ipuçları veriyor. Koyu tonları tercih ediyor, çok güçlü sesi olan bir kemanla çalmak istiyordu. Biliyorsunuz kemanına “Canone” lakabını o takmıştı. Sesi gerçekten inanılmaz bu çalgının.

Konçerto icrasında orkestra solistin eşlikçisi değildir

Paganini deyince, herkesin aklına öncelikle eserlerindeki teknik gösteriler, yani eserlerinin şova yönelik bölümü geliyor. Sizce Paganini’nin keman sihirbazlığının ötesinde müzik tarihindeki gerçek önemi neydi?
– Bence önemi operaya sevgisinden kaynaklanan, şarkı söyleme tekniğini kullanmasıydı. Donizetti, özellikle Rossini’yi çok severdi. Tallpeti, Cenerantona, Moze gibi Rossini eserleri üzerine varyasyonlar yazdı. İşte Paganini bu yönüyle ele alınmalı.
Oda müziğine yönelmenizde Paganini’nin izinden yürümenizin bir rolü oldu mu. Biyografilerinden öğrendiğimize göre oda müziğini tutkuyla sever, sık sık çağının bestecilerinin eserlerini seslendirirmiş.
– Halka açık konserlerde değil, ev toplantılarında Beethoven’in son yaylı çalgılar dörtlülerini, viyolayla Mozart’ın Senfoni Konçertant’ını seslendirmiş. Büyük bir müzikçiymiş. Paganini’nin bu tutkusunu gençlik yıllarımda öğrenmiştim. Şanslı bir gençtim. Siena’da, Ticena Müzik Akademisi’ndeki yıllarımda birçok büyük ustayla tanıştım. Oda müziği çalışmalarına katıldım. Bu dönemde, çaldıkça oda müziğinin önemini anladım. Orkestrayla çalarken de bu yöntemi uygulamaya başladım. Birçok kemancı konçerto çalarken star havasına bürünür, orkesraya eşlikçi gözüyle bakar. Oysa solist yıldız değil, partisyonun bir parçasıdır. Orkestra da eşlikçi değil, icra arkadaşıdır. Eğer dünyayı dolaşıp farklı orkestralarla çalışıyorsanız, bir eseri farklı tempolarla icra etmenin yöntemlerini de bilmeniz gerekir. Her orkestra Berlin Filarmoni gibi değildir. Örneğin nefesliler çok iyi olmayabilir, istediğiniz kadar hızlı çalamayabilir, tempoyu onlara göre ayarlarsınız. Ama hep birlikte çalmanın yollarını aramanız gerekir. Tıpkı oda müziğinde olduğu gibi…
Yarım asır boyunca bir bestecinin eserlerini seslendirmek, kimi zaman onun eserlerindeki detaylarla uyuyup, onun eserleriyle uyanmak bilinçaltınızı da etkilemiş olmalı. Paganini kabus ya da yol gösterici olarak rüyalarınıza girdi mi hiç?
– Gençliğimde birçok kez rüyamda gördüm. Kabus değildi bunlar. (Gülüyor) Fakat hiçbirinde konuşmadık, hiç keman çalmadı. Bir dönem oğlum olmadığı için üzülüyordum. İşte bu günlerde Paganini’yi rüyamda oğluyla görmüştüm. İki yıl önce ikiz kızlarım doğduğundan bu yana rüyama girmiyor. (Kahkahalar)
Peki hiç Paganini sizin için bir hapisaneye, tutsaklığa dönüştü mü? Yarışmayı kazanıp şöhret olduktan sonra plak firmaları, konser salonları, festivaller, orkestralar karşınıza hep Paganini repertuarıyla çıkmıştır herhalde. Bu tutsaklıktan nasıl kurtuldunuz?
– Yarışmadan sonra uzun yıllar Paganini çaldım. Günün birinde isimlerimizin özdeşleşmesi beni çok rahatsız etti. Müzik eleştirmenleri dolap beygiri gibi aynı noktada dönüp duruyordu, Accardo deyince Paganini cevabını verdiler. Paganini çalmayı yaklaşık 10 yıl bıraktım. Oda müziği, Beethoven, Branms, Schumann sonatlarını, konçertolarını çaldım. Bu sefer dolap beygiri gibi dönen eleştirmenler “Herhalde artık çalamıyor, o nedenle bıraktı” demeye başladı. (Kahkahalar) 1974’ten sonra tekrar çalmaya başladım. 1982’de bir yıl boyunca onun kemanıyla sadece Paganini besteleri çaldım. Ardından Max Broch’un tüm konçertolarını, Brahms, Beethoven, Sibelius konçertolarını kaydettim. Yine de Paganini etiketinden kurtulamadım. (Gülüyor) Aynı şey 1950’lerde Ruggiora Ricci’nin başına gelmişti.
Ruggiero Ricci, 25 yıl önce İstanbul’a geldiğinde keman ekollerin ortadan kalmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirmişti. Siz de aynı endişeyi yaşıyor musunuz?
– 1970-80’lerde çok sık görüşürdük. Konserlerime geldiğinde “senin kemanını seviyorum, çünkü İtalyan gibi tınlıyor” diyordu.  Sonra yarışma jürilerinde karşılaştık. Keman tonları konusunda çok hassastı. Kemanın trombon ya da diğer çalgılar gibi tınlamasından çok rahatsızdı. İki yıl önce, 90 yaşında Torino’da bir konser verdi. Sahnede oturarak çalıyordu. Müthiş bir Bach Chacone çaldı. Geçen yıl karşılaştığımda da sohbet ettik. Ricci’nin endişesini anlıyorum.

Nathan Milstein “Gelenek müziğin idam                              fermanıdır” dediğinde şok geçirmiştim

Peki görüşlerine katılıyor musunuz? Bazı kemancılar ekollerin harmanlanmasını olumlu buluyor, hepsinin iyi özelliklerinin bir araya getirilebileceğini söylüyor.
– Bu öğrencinin yeteneğiyle ilgili bir konu. 1982’den bu yana ders veriyorum. Siena Akademi Ticena’da yaz kurslarına katılıyorum. 1985’te viyolacı Bruno Cironna, çellist Rokko Filippi, kontrbasçı Franko Petraki’yle bir vakıf kurduk, Cremona’da kendi okulumuzu açtık. Ücretsiz ders veriyoruz. Dünyanın dört bir yanından öğrenciler geliyor. Dört öğrencimiz Paganini ödülü aldı. Benden 38 yıl sonra Paganini ödülü kazanan ilk İtalyan Massimo Guatra öğrencimdi. Onun başarısı kendi ödülümden daha çok duygulandırdı beni. Bu güne kadar, farklı ülkelerden, ekollerden çok sayıda genç kemancıya yardım ettim. Bu kadar tecrübeden sonra şunu söyleyebilirim: Öğretmenin görevi kendi üslubunu öğrenciye aktarmak değildir. Görevi öğrencinin müzikal, teknik hatalar yapmasını önlemektir. Farklı bir arşe tekniğiyle çalıyorsa öğrenci, içinden böyle geliyorsa, değiştirmek istemem. Onun için normal, fiziksel olarak uygun pozisyon budur. Eğer seçtiğin pozisyon, iyi çalmasını engelliyorsa, bu noktada müdahale ederim. Farklı müzikal yaklaşımlarla karşılaşmak hoşuma gider. Sorunuza dönersek… Nathan Milstein bir sohbetimizde “Gelenek müziğin idam fermanıdır” demişti. 14 yaşındaydım bu yorumu duyduğumda. Siena’da ders veriyordu bana. Bu cümleyi duyduğumda şok geçirmiştim… (Kahkahalar)
Bazı sanatçılar, ders vermenin zaman kaybına dönüştüğünü, virtüöziteyi yıprattığını savunuyor. Öğretmenliğin herhangi bir zararını gördünüz mü?
– Benim açımdan ders vermek öğretici bir süreç. Bazen öğrencilerin, sizin hiç düşemediğiniz ayrıntılar üzerine fikirler geliştirdiğini görüyorsunuz. Evet, böyle olaylar oluyor. Siz de öğreniyorsunuz. Bununla birlikte kemanın nasıl çalınmaması gerektiğini de öğreniyorsunuz. (Kahkahalar) Bazen parmak kullanım biçimleri üzerine ilginç fikirler çıkıyor. Gençlerle çalışmayı, ders vermeyi seviyorum.
Haber arşivlerinde üslubunuzu değerlendiren iki ilginç yazıya rastladım. New York Times’ta 1982’de Carnegie Hall’da verdiğiniz resitalde Paganini icranızı öven eleştirmen “Kendini adeta sakladı, eseri çok ölçülü bir yaklaşımla seslendirdi” diyor. Oysa birçok kemancı teknik yeteneklerini göstermek için bu eserleri icra ediyor. Genç kemancı Cho-Liang Lin, String dergisinde yayımlanan röportajda, İtalya’da bir festivalde sizinle karşılaştığını, kuliste kemanınızın son dakikada teli koptuğu için ondan Stradivarius kemanını ödünç alıp sahneye çıktığınızı anlatıyor. “Strad ilk birkaç dakika benim kemanım gibi tınladı, sonra birden Salvatore’nin kemanına dönüştü” diyor…
– New York’taki durumu tek sözcükle açıklayabiliriz: Saygı. Besteciye ve eserine saygı… İkinci konu hakkında size iki ilginç öykü anlatacağım. 1985’te Zino Franciscatti kemanını satmaya karar vermişti. Ben de almak istiyordum. Önce alıp birkaç hafta denemem konusunda ısrar etti. “Kemanla bir çalman gerek. Senin kemanına dönüşüp dönüşmeyeceğini görmelisin” demişti. Haklıydı. Bu kemanla ilk konserimi Carnegie Hall’da verdim. New York Filarmoni Orkestrası’yla Paganini’nin İkinci Keman Konçertosu’nu seslendirdim. Besteci, orkestra şefi Pierre Boulez ve birçok ünlü sanatçı dinleyiciler arasındaydı. Konserden sonra yaşlı bir bey kulise geldi. “Sanırım en sevdiğiniz kemancı Francescatti” dedi. Onunla birlikte Oyştrah ve pek çok virtüözü sevdiğimi söyledim, yorumunun nedenini sordum. “Çünkü kemanınız tıpkı Francescatti gibi tınlıyor” dedi. Evet, ilk iki, üç ay kemanım tıpkı onun elindeymiş gibi tınladı. Ve daha sonra ne yazık ki benim tonuma büründü. (Gülüyor) İnanılmaz bir duygusal etkileşim bu. Kemancılar enstrümanlarıyla çok yakın ilişki içindedir, sanatçı kemanına, keman da sanatçıya çok şey katar. Bir gün Francescatti, New York’ta prova yapıyormuş. Beethoven sonatını çaldığı provayı, ünlü lüthiye Ethien Vattelot dinlemiş. Kreisler’in kemanıyla çalıyormuş. Bunu bilmeyen Vattelot “Çok tuhaf, sanki Kreisler çalıyor gibi” demiş. (Gülüyor)

Kendi sesimi bulmam bir ömür aldı,                                           kemanda tonumu birkaç kez değiştirdim

Aslında şunu sormak istiyorum: Kemanda kendi sesinizi bulmanız, daha sonra bunu egonuzu dizginleyerek kullanmayı öğrenmeniz ne kadar zamanınızı aldı?
– Bir ömür aldı… (Gülüyor) Dahası tonumu birkaç kez değiştirdim. Çünkü hayatım değişiyor. Şimdi iki çocuğum var. İçsel olarak değiştim, farklı duygular içindeyim. Değişim kemanımın tonuna da yansıyor. Farklı bir vibrato çıkıyor ortaya, tele dokunuşum etkileniyor. Çocuğunuza duyduğunuz şefkat, icranıza da yansıyor. Eşim “Çocuklar doğduktan sonra tonun değişti” diyor. Bu çok doğal bir değişim. Gençliğimde büyük ustalardan etkilenmiştim. İlk kez Oyştrakh’ı, Heifetz’i dinlediğimde şok geçirmiştim. Büyülenmiştim. Etkilenmiştim, kaydırmaları onun gibi yapıyordum örneğin. Biraz önce vurguladığınız nokta çok önemliydi. Ben hep müziği, eseri öne çıkardım. Bizler kendimizden büyük, önemli bir kavramın hizmetçileriyiz: Müzik. Yani, müziğin hizmetinde, bestecinin hizmetinde olmalıyız. Bestecinin yazdığını, yazdığı gibi çalmak gerekir. Bunda tartışacak bir şey yok. Kraşendonun, fortenin, diminuento, valentantonun birçok  türü var. Ama eğer Mozart esere ralentando yazdıysa, ralentondo çalarsınız. Yıllar önce piyanist Bruno Calino’yu Napoli’de düzenlediğim bir festivale davet etmiştim. Çok önemli bir kemancıyla Brahms’ın üç sonatını çalacaklardı. İlk provadan sonra Calino’ya “nasıl gidiyor” diye sordum. “Gayet iyi gidiyor. Tek sorun diminuento yazdığı yerde kraşento çalıyor, ralento yazdığı yerde çelantondo çalıyor. Yine de harika” dedi. (Kahkahalar) Buna yorum diyorlar. Bence doğru değil. Önce partisyonu doğru çalmak gerekir. Kafanıza estiği gibi değiştiremezsiniz. Kraşendonun da binbir türü vardır, fark  burada yaratılabilir. Bir öğrencim derste ısrarla yazanın aksini çalıyordu. “Lütfen notada yazdığı gibi çal” dedim. “Fakat maestro herkes gibi çalmak istemiyorum” diye cevap verdi. Şunu söyledim: Eğer başkası gibi çalmak istemiyorsan notada yazanı çal. Çünkü notayı doğru çalan tek kişi sen olacaksın… (Kahkahalar)
Disleksi klasik müzikçiler arasında bir tür meslek hastalığı olsa gerek. İlacı var mı?
– Tek ilacı notayı, kitap okur gibi okumak. Legato yazıyorsa stakkato çalamazsınız.
Gelelim en ince noktaya: İcraya kişilik katmanın yolu ne olmalı?
– İfade ve artikülasyon bu işin temeli. Artikülasyonu unutup nasıl Mozart çalabilirsiniz ki? Kişilik konusuna gelince. Ölümünden çok kısa önce, bir sohbetimizde Oyştrah “Heifetz gibi geçmişin büyük ustalarını dinlerken, beş saniyede kimin çaldığını bulabiliyorsun. Fakat günümüzün genç sanatçılarının hepsi birbirine benziyor” demişti. Haklıydı. Seste kişilik önemli bir sorun. Heifetz’in gençlik kayıtlarını dinlerseniz, olgunluk çağından çok farklı olduğunu görürsünüz. Mischa Erman, Kreisler gibi tınlar. Bunların etkisini taşır. Sonra kendi sesini geliştirmiştir. Ben de bir dönem çok sayıda Heifetz kaydı dinliyordum. Gayrı ihtiyari onun tekniğinden etkilenmiştim. Çok yetenekli bir öğrencim Haifetz hayranı. Günün birinde onun gibi çaldığını görünce. “Evet büyük kemancıydı Heifetz, ama şimdi sen Eduardo olacaksın, yani kendi sesini bulacaksın” demiştim. Akıllı bir genç, kendi sesini buluyor yavaş yavaş. (Gülüyor) Önce biraz sert ve saldırgan bir üslup kazanmalı, sonra bu yavaş yavaş değişecek. (Kahkahalar)

İyi çalmanın yolu dinlemekten geçer

Yaklaşık 20 yıldır opera orkestrası yönetiyorsunuz. Bu deneyim kemana bakışınızı nasıl etkiledi?
– Orkestra şefliği müzikte önemli bir deneyim. Bu eksiğimi tamamlamak için opera orkestrası yönetmeye başladım. Hayatı boyunca Mozart’ın sadece keman konçertosunu seslendiren müzikçi besteciyi sadece bu perspektiften görür. Fakat operalarını, senfonisini yönetmek, müziğini derinlemesine analiz etme fırsatı sunar. Orkestrayla, şancılarla eserlerini seslendirmek besteciyi daha iyi tanımayı sağlar. Bu tecrübeyi yaşayan kemancı, sıra keman konçertosuna geldiğinde, sadece bu eseri seslendirenlerden daha fazla katkıda bulunur icraya. Benzer örneği Beethoven’in keman konçertosu için de verebilirim. Özellikle son dönem yaylı çalgılar dörtlülerini seslendirmek, bu eseri kavramak ve iyi icra etmek açısından kemancıya büyük imkanlar sunar. Opera orkestrasının yanı sıra Cremona’daki okulumuzun oda müziği orkestrasının şefliğini üstlenmek de bana çok şey öğretti. Dünyanın en iyi orkestralarında bile aynı öğretmenden ders alan onlarca kemancı, viyolacı yoktur. Hepsinde farklılıklar vardır. Fakat Cremona’daki orkestra tek nefes gibi çalıyor, aynı arşe hareketleri, vurguları duyuyorsunuz. Bu orkestrayla Beethoven’in gençlik dönemi ve Mozart’ın önemli konçertolarını seslendirdik. Altı yıl önce, tıpkı Paganini’nin yaptığı gibi orkestrayı yöneterek konçertolarını bir kez daha kaydettim. EMI’den yayımlandı. Bu icrada önemli bir fark var: Paganini, orijinal partisyonlara keman soloları için iki ayrı not düşmüş. Bazı bölümlerde tüm orkestra eşlik ediyor, bazı bölümlerde ise sadece belirli sazlar eşlik ediyor. Oysa çoğunlukla icralarda kemana tüm orkestra eşlik eder. Biz Paganini kayıtlarında bu notlara uygun davradık. Yorumda önemli bir farklılık elde ettik. Şefsiz, sadece orkestrayla, Paganini’nin orijinal notları doğrultusunda çalmak soliste rubbatolar ve diğer açılardan müthiş bir özgürlük sağlıyor. Tıpkı oda müziği gibi beraber çalıyorsunuz orkestrayla.
Paganini dışında yeniden kaydetmeyi düşündüğünüz eserler var mı?
– Beethoven’in konçertosunu iki kez kaydetmiştim. İlkinde Kurt Mazur yönetiminde Leipzig Gewanthaus’la. İkincisinde ise hayatımın en önemli karşılaşmalarından biriydi. Carlo Mario Giullini, La Scala Orkestrası’nı yönetti. Çok şanslı bir müzikçiyim, Giullini gibi bir ustayla çalıştım. Brahms, Mendelsohnn da icra ettik birlikte, fakat ne yazık ki sadece Beethoven’in konçertosunu kaydettim. Şimdi bir kez daha konçertoyu, ayrıca Beethoven’in diğer oda müziği eserlerini kaydetmek istiyorum.
Son 10 yılda oda müziğinin Avrupa’da yeniden gözde olduğunu görüyoruz. Oda müziği festivallerinin sayısı artıyor, konser salonlarında kendisine daha fazla yer buluyor. Geçmişle karşılaştırdığınızda İtalya’da durum nasıl?
– İtalya’da 1940’lardan 1990’lara kadar müthiş oda müziği yorumcuları vardı. Quartetto Italiano, Trio di Trieste, I Musici gibi. Herkes aynı şeyi söylüyordu: Kimse İtalyanlar gibi oda müziği icra edemez. Quartetto Italiano gerçekten yaylı çalgılar dörtlüsü formunun doruğuydu. Bu birikim bizim için önemli bir dersti. 12-13 yaşlarında Quartetto Italiano üyeleriyle Siena ile çalıştım. Aralarından biri gruptan çıkardı, diğer üçüyle çalardım. Bu hayatımın en unutulmaz olayları arasındadır… Sanıyorum benzer gelişmeler diğer Avrupa ülkelerinde de yaşandı. Evet, bugün konser salonlarında 30 yıl öncekinden daha fazla oda müziği konseri dinliyoruz. Birçok virtüöz, orkestra önünde çalmakla birlikte oda müziği çalışmaları da yapıyor. Bu çok önemli, çünkü iyi çalmayı öğrenmenin yolu, dinlemekten geçiyor.

Strad kaprisli, Del Gesu kalender kemandır

Şöhrete kavuştuktan sonra neden İtalya’da kalmayı seçtiniz, müzik endüstrisinin merkezlerinden Amerika ya da İngiltere’ye yerleşmediniz?
– Çünkü ben bir İtalyanım, kendimi böyle hissediyorum, her İtalyan’ın ülkesi için yapması gereken bir şeyler olduğuna inanıyorum. Öğrenci yetiştirmek istiyorum. Dahası futbolu çok seviyorum. Takımımın maçlarını seyretmek istiyorum….
20 gün sonra (26 Eylül) hayatınızda yeni bir döneme giriyorsunuz. 70’li yaşlar için hayalleriniz, hedefleriniz neler?
– Bana yaştan bahsetmeyin lütfen. (Kahkahalar) Şimdi 70’den çok daha gencim, çünkü daha yeni ikiz çocuklarım oldu. (Kahkahalar) Yaşla gelen olgunluğa inanmıyorum. 20 yaşında çok olgun kişiler, 70’inde hâlâ olgunlaşamamış kişiler tanıyorum… (Kahkahalar) Evet, gelecekle ilgili hayallerim var. Fakat benim değil, ülkemin geleceğiyle ilgili. Gençlerin dinleyecekleri müziği özgürce seçebilecekleri bir dünya hayal ediyorum. Bugün gençler, başta TV olmak üzere iletişim araçlarının bombardıman altında. Kültürün bittiği noktadayız. Gençler kendi iradeleriyle “Beethoven dinlemek istiyorum ya da sevmedim, dinlemek istemiyorum” diyebilmeli. Sevmedim, diyebilmek için dinlemiş ve buna bağlı olarak karar vermiş olmak gerekir. Fakat İtalya’daki eğitim sistemi değişmedikçe bu tamamen bir hayal. Riccardo Mutti’ye gazeteciler “Müzik ülkesi İtalya’da müziğin bugünkü durumunu nasıl buluyorsunuz” diye sormuşlar. “İtalya müzik ülkesi değil. Müzik tarihi ülkesi” diye cevap vermiş. Bence çok haklı…
Peki elinizde üç kullımlık bir sihirli değnek olsaydı nasıl kullanırdınız?
– Okullara zorunlu müzik dersi koyardım. Gençlerin doğru nota okumasını sağlardım. Çünkü öğrencilerime 30 yıldır “notada yazdığı gibi çal” demekten bıktım, usandım. (Kahkahalar) Son olarak dünyanın dört bir yanında süren büyüklü, küçüklü savaşlara son verirdim. Çünkü savaş haberlerini okumak insana büyük acı veriyor. Müzik yapmak istiyorsan öncelikle özgür olmalısın, aynı şekilde günlük hayatta da özgür olmak istiyor insan. Unutmamak gerekir müzikçi her şeyden önce insandır.
Karşınıza 16 yaşındaki Salvatore Accardo çıksaydı. Geçmişteki yanlışlarınızı, kayıplarınızı göz önüne alıp ona ne gibi bir öğüt verirdiniz?
– İlk eşimden çok çektim. Aman dikkat, derdim. (Kahkahalar) Müzikal açıdan ise, tüm öğrencilerime söylediklerimi, biraz önce size de anlattıklarımı tekrarlardım. Bu deneyimi edinmek benim epeyce zamanımı aldı: Önce besteciyi doğru anlamasını ve icrada istenilenleri çalmasını söylerdim.

İtalya’nın Stradivarius, del Gessu gibi ünlü lüthiyeleriı Predazzo kasabası yakınlarındaki Paneveggio köyü San Martino Ulusal Parkı’ndan kesilen ağaçları kullanmıştı. Accardo 2011’de “Keman Ormanı”nda özel bir konser verdi.

Bir zamanlar lüthiyelerin başkenti olan Cremona’da enstrüman yapım geleneği eskisi kadar güçlü mü; geçmişin zengin klasik müzik atmosferi ne oranda korunabildi?
– Bugün Cremona’da çok sayıda yetenekli genç entrüman yapımcısı var. Bazıları diğer ülkelerden gelmiş buraya. Harika enstrümanlar yapıyorlar. Ancak iyi bir enstrümana kavuşmak için sabırlı olmak gerekiyor. Bir kemanın sesini bulması için en az 60 – 70 yıl gerekiyor. Ancak bu süreden sonra gelişip, iyi bir duruma gelmeye başlıyor. Yapıldığı anda en iyi kategorisine giren keman yok dünyada. Stradivari kemanları da 50 yıl sonra kendini göstermeye başladı, bugün en iyi statüsünde. Cremona’nın yetiştirdiği iyi ustalardan Pocci’nin bir kemanı var koleksiyonumda. 1937 yapımı, şimdilerde iyi sonuç almaya başladım.
Koleksiyonunuzda hangi önemli kemanlar var?
– İki Strad, bir del Gesu ve sesi çok güzel olan 1660 yapımı Maccini kemanım var. Bu tarihi çalgıların yanı sıra günümüzün tüm önemli lüthiyelerinin kemanlarına sahibim: Cappicioni, Bissorotti, Praglı usta Spitlen, Pereson… Vattelo yapımı birkaç viyolam var.
Tarihi çalgıların kişilik sahibi olduğu, iyi tonlar yakalamak için öncelikle dostluk kurmayı becermenin, hatta ödün vermenin gerektiği söylenir. Sizin iki Strad ve del Gesu’yla aranız nasıl?
– Evet hepsinin bir kişiliği var. Stad’lar daha soprano, del Gesu ise bariton tonunda. Ses niteliğikleri her zaman çok güzel. Strad primadonna gibidir, biraz kaprislidir. (Kahkahalar) Kemancıya yardımcı olmaz, kemancının çalgısına destek olması gerekir. Mesela havası kuru konser salonlarını hiç sevmez. Guernieri del Gesu daha kalenderdir. Koşullara kolay uyum sağlar.

Bazı çağdaş besteciler sanki anti keman eser besteliyor

Bugüne kadar 50’ye yakın albümünüz yayımlandı. İçlerinden görmek, duymak istemediğiniz var mı?
– Kayıtları yayımlanmadan önce defalarca dinlerim. Yayımlandıktan sonra da sonucu görmek için dinlerim. Sonra da dinlemek istemem. Uzun yıllar sonra yeniden dinlediklerim olur. Mesela bazen 16 – 17 yaşındaki kayıtlarımı dinliyorum. Bazı noktalar var ki gerçekten felaket. (Kahkahalar) Eğer bir öğrencim böyle çalsaydı söyleyeceğim epeyce şey olurdu. (Kahkahalar) Fakat bunlar benim hayatımın bir parçası…
Yolunuz Türk yorumcularıyla, bestecileriyle ya da öğrencileriyle hiç kesişti mi?
– İstanbullu Avukat Mordo Dinar yakın dostumdu. Berlin, Viyana, Roma’da birçok kez buluştuk, görüştük. Klasik müzikçilerin turneye çıktığı Akdeniz kruvaziyerinde geziye çıktık. Birkaç yıl önce vefat etti ne yazık ki. Okulda çok iyi Yunan, Arnavut öğrencilerim oldu. Fakat hiç Türk öğrencim olmadı. Türk bestecilerin eserlerine rastlamadım. Keşke çağdaş Türk bestecilerle tanışabilsem. İsmini, icralarını bildiğim tek Türk müzikçi Suna Kan. Zino Francescatti’yle çalışan Ayla Erduran’ın ise sadece adını duydum.
Çağdaş müzikten uzak duran ünlü yorumculara gerekçelerini sorduğumda, birçok çağdaş bestecinin enstrümanların ergonomisini bilmeden eser yazdığını söylüyor. Siz çok sayıda çağdaş besteciyle çalıştınız, eserlerini seslendirdiniz. Bu yargıya katılıyor musunuz?
– Söylediğiniz doğru. Bazı besteciler keman için yazmak yerine, sanki kemana karşı eser yazıyor. Keman kemandır. Tambur ya da trombon değildir. Bunu hiç unutmamalılar. Berio, Xsenakis, Donatoni benim için eserler yazdı, bunları seslendirdim. Bazıları teknik açıdan çalması çok zor, hatta imkansız eserler yazıyor. Kemancıya danışmadan yazılan, ortak çalışma içermeyen eserlerde böyle sorunlar çıkıyor. Brahms, Schumann çağının kemancılarıyla ortak çalışma yapmış. Joachim’e sormuşlar örneğin… Ben yorumcu olarak çağdaş bestecilerle çalışmaktan memnunum. Yeni fikirler beni sevindiriyor.
(Serhan Yedig / Kasım 2010 / Andante)

Share.

Leave A Reply

twenty − two =

error: Content is protected !!