Sarah Chang / İsrail ekolü kemandaki liderliğini Asyalılara bırakmak zorunda kalacak

0

Sarah Chang, 1990’ların başında “mucize çocuk”tu. 8-12 yaş arasında New York, Berlin, Londra, Viyana filarmoni dahil birçok önemli orkestrayla, Andre Previn, Zubin Mehta, Lorin Maazel, Kurt Masur, Bernard Haitink dahil birçok önemli şefle konser verdi. Konçerto yorumlarıyla dikkat çekti. Sarah Chang şimdi 21 yaşında ve olgunluk çağının başında. Birkaç yıldır oda müziği repertuarını keşfediyor. İlk oda müziği albümünü 2002’de yayımlamıştı. Aynı yıl mayıs ayında İstanbul’da vereceği konser Philadelphia’daki evinden aradık. Yaklaşık iki saatlik sohbetimizde bize hız tutkusunu, satın almayı düşündüğü Ferrari’yi, kemandaki İsrail – Asya ekolü çekişmesini ve Brahms tutkusunu anlattı.

Hangisi daha zor: 8 yaşında dahi çocuk olarak New York Filarmoni’yle konser vermek mi, yoksa 21 yaşında bugün acımasız rekabetin yaşandığı Klasik Müzik dünyasında zirvede kalmak mı?
– 10 yıl öncesi, yani dahi çocuk olmak çok daha kolaydı. Yeni bir yüz, yeni bir yetenektim. Herkes 8 yaşındaki kızı görmeye geliyordu konsere. Durumun ciddiyetinin pek farkında değildim. Ailem, menajerim, plak firması etrafımda pervaneydi. Bu en kolay aşamaydı. Sonra değişim başlıyor. Söylediğiniz gibi zorlu bir süreç bu. Birlikte çalıştığım müzikçiler bana çocuk değil, müzikçi gibi yaklaştı. Yaşımı önemsemediler. Onlara şükran borçluyum, bu sayede şimdi zorlanmıyorum. Strese gelince. Parmaklarım, yüreğimle sahneye çıkıyorum ve kendimi en rahat orada hissediyorum. Küçük yaşlardan beri ailem kariyerimle ilgili kararları bana danışarak, isteğim doğrultusunda aldı. Sorumluluklarımı üstlenmeye hazırlandım. Sonuçta şimdi geçmişten çok daha mutluyum.
Küçük yaşta, büyük savaşlardan zaferle çıkmış generaller kadar hayat tecrübesi kazandınız. Bu tecrübe yaşıtlarınızla ilişkilerinizi nasıl etkiledi, mesela yaşıtlarınızı fazlasıyla çocuksu, olgunluktan uzak buluyor musunuz?
– (Gülüyor) Çok hızlı büyümem gerekti. Biliyorsunuz büyük şeflerle, virtüözlerle konserler verdim. Benden çok yaşlıydı hepsi. 8 yaşında, sahnedekilerin en genci hep bendim.Hala zamanımın büyük bölümü benden çok daha yaşlı, 40-50 yaşlarındaki insanlarla geçiyor. Her zaman iki ayrı arkadaş grubum oldu. Olgun müzikçiler ve yaşıtım mahalle, okul arkadaşlarım. Gerçek arkadaşlarımın çoğu müzik dışından. Bu da beni besliyor.Aslına bakarsanız arkadaşlarımın değil ama kendimin her geçen gün daha sorumsuzlaştığını, çocuklaştığımı hissediyorum. (Kahkahalar) Sanıyorum 8 yaşında daha derli topluydum. (Kahkahalar)

TV’ye ilk kez sporcu olarak çıktım

Geri dönüp baktığınızda kaçırdığınızı düşündüğünüz mutluluklar, sizi üzen olaylar var mı; 15 yaşında ilk kez salıncağa, 18 yaşında bisiklete binmek gibi…
– Konserden eve döndüğümde hep normal bir çocuk gibi yaşadım. Ailem serbest bıraktı. Harika bir çocukluğum oldu. Arkadaşlarımla gezdik, sinemaya gittik. Beş yaşında bisiklete biniyordum. Erkek kardeşim şimdi 14 yaşında. Kim olduğum, ne yaptığım onun için hiç önemli değil. Evdeysem onun kardeşi Sarah’ım. Bana öyle davranıyor. Tenise meraklı ve çok yetenekli. Bu hafta Hawai’de konserim vardı. Benimle geldi. Birlikte yüzdük, daldık. Aslında ellerime çok dikkat etmem gerek. Ama kardeşimle birlikteyken 9 yaşında çocuk gibi davranıyorum. Bir anlamda çocuklaşmak, salakça işler yapmak için özürüm hazır oluyor.
Yaşıtlarınız gibi çok çalışmaktan oluşan kas sorunu yaşamadığınızı söylüyorsunuz. Düzenli spora mı borçlusunuz bu durumu?
– Biliyor musunuz, TV’ye ilk kez beş yaşında bir sporcu olarak çıkmıştım. Herkes ilk kez TV’ye kemanımla çıktığımı sanır, oysa jimnastik takımıyla birlikte ekrana çıkmıştık. Dokuz yaşına kadar devam ettim. Sonra müziği seçtim. Müzikçi parmaklarını ve kalbindeki duyarlılığı koruduğu sürece sahneye çıkabilir. Ama jimnastikçi için aynı şey geçerli değil. (Gülüyor) Şimdilerde düzenli egzersiz yaptığımı söyleyemeyeceğim. Oteldeysem mutlaka spor salonuna giderim, yüzerim. Bir oda içinde kalıp piyano ya da keman çalmak gibi hep aynı hareketi yapmak ciddi sağlık sorunları doğurabiliyor.
Babanız Juilliard mezunu bir keman öğretmeni, enstrümanınızı o seçti. Piyano ve çello da çaldığınızı okudum. Arada bir “keşke keman yerine çello ya da piyano çalsaydım” dediğiniz oluyor mu?
– Piyano çalıyorum, çello değil. Çelloyu sadece kardeşimle birlikteyken, eğlenmek için çalarım. (Gülüyor) Piyano ilk enstrümanımdı. Başlangıç için harika bir çalgı. Dört yaşında kemana geçtim. 1/4 kemanla başladım. 5.5 yaşında babam Juilliard’a, öğretmenine götürdü beni. Sonrasını biliyorsunuz. Kemanın en güzel yanı portatif bir çalgı olması, istediğim her yere kolayca taşıyabiliyorum.
Sözünü ettiğiniz öğretmen Itzhak Perlman dahil birçok ünlüyü yetiştiren Bayan Dorothy Delay olmalı. Geçen hafta New York Times vefat ettiğini yazdı, öyle değil mi?
– 20’inci yüzyılın son çeyreğinde zirveye yerleşen neredeyse tüm kemancıların hocasıydı. Tam 15 yıl birlikte çalıştık. Neredeyse üçüncü büyükannem gibiydi. Bazen derse giderdim, başlamadan önce oturup iki saat havadan sudan konuşurduk. O kadar çok severdim ki…

Santana ve Destiny Child dinliyor

Dedikodu gibi olmasın ama, size öğrencisi olan diğer ünlü kemancılar hakkında komik öyküler anlatır mıydı?
– Öğrencilerini kesinlikle birbiriyle kıyaslamazdı. Ama komik öyküler anlatmayı çok severdi. Yaklaşık 50 yılda elinden o kadar çok kemancı geçmiş ki, öyküleri bitecek gibi değildi. İşini çok severdi. Juilliard’dan ya da Aspen’den gece 01.00’de çıktığını, öğrencilerini otomobiliyle evine bıraktığını hatırlarım. Her konçerto için bir öyküsü vardı. Öğrencilerine eserleri böyle sevdirirdi. İlk karşılaşmamızda elimde kemanımla odadan içeri girdiğimde kendi kendine “Aman tanrım bu ne küçük çocuk böyle” demiş. (Kahkahalar) Bach ve Mozart’ın 3’üncü konçertosunu çalmıştım. Bana öyle iyi davranmıştı ki, kendimi aile dostumuzun oturma odasında gibi hissetmiş, sınav heyecanı yaşamamıştım.
Başka bir öğretmene rastlasanız bugünkü yerinizde olabilir miydiniz?
– Biraz zor… Öğretmenime çok şey borçluyum.
Merak ediyorum, üç müzikçinin bulunduğu bir evde, müzik akşamları yapılır mı?
– (Gülüyor) Tabii bazen. Çoğunlukla kardeşimle eğlence için çalarız. Babamla iki kez konsere çıktık sadece. Babamın gözünde önce çocuğu, sonra kemancıyım. Çok iyi bir ilişkimiz var. Ama kime sorarsanız sorun, anne babaların çocuklarıyla çalması zordur. Bu nedenle çoğunlukla kardeşimle çalarım. Çok eğleniriz. O rap ve daha sert müzikleri sever. Aramızda yedi yaş var, ciddi bir kuşak farkı. Yine de iyi anlaşırız. Çalgısını akort etmeyi hiç sevmez, her seferinde bana yaptırır. Popüler parçalar çalarız. Doğaçlamada benden çok daha iyidir.
Geniş bir CD arşiviniz varmış. Klasiğin dışında ne dinliyorsunuz?
– (Gülüyor) Santana… Mark Anthony… (Kahkahalar) Christina, Destiny Child… Bilmem bu isimler Türkiye’de de dinleniyor mu?
Dünya artık bir global köy, orada dinlediğiniz her şey aynı gün burada da duyuluyor. Hatta Türkiye’de bazen albümler, filmler Avrupa’dan önce piyasaya çıkıyor.
– Doğru, haklısınız. 2000’in sonunda konser için İstanbul’a gelmiştim. Dükkanları gezerken neredeyse her albümün bulunduğunu görmüştüm. 20’ye yakın CD’mi saydım dükkanlarda. Hiç unutmuyorum Kapalı Çarşı’da çılgın bir Noel alışverişi yaptım. Bu arada tavsiye edilen Türk kadın şarkıcının CD’lerini aldım. Ama lütfen isim sormayın, kimdi diye… James Bond filminde gördüğüm camiye gittim. İnsanlar o kadar sıcak davranıyorlardı ki ayrılmak istemedim.
Heifetz-Stern çizgisindeki ekol çok uzun zamandır kemanda liderliğini sürdürüyor. Bu ekolün tahtını sarsacak yeni bir akım var mı? Sanıyorum siz farklı bir üsluptan geliyorsunuz; ekol oluşturabilecek kadar kalabalık bir grup musunuz?
– Sözünü ettiğiniz Heifetz, Oistrakh, Milstein çizgisi kemanda eski Rus ekolüdür. Onları Itzhak Perlman, Sholomo Mintz, Pinchas Zuckerman kuşağı izledi. Bu isimler de İsrail ekolüdür. Derken ortaya Asyalı grup çıktı. Midori, ben, Yo-Yo Ma ve bildiğiniz diğer isimler. Sanıyorum liderlikte bir tür döngü söz konusu. Sistemin nasıl işlediğini bilmiyorum doğrusu. Açıklamasını henüz bulamadım bu durumun. Gelecek kuşak genç yeteneklerin hangi gruptan çıkacağını merakla bekliyorum. Hayret verici, karmaşık bir süreç.
Sizin tahmininiz nedir?
– Hiçbir fikrim yok. Gerçekten… (Gülüyor) Tahmin etmek gerçekten zor. Şu kadarını söyleyebilirim. Dünyanın önde gelen müzik okullarına baktığımızda, şu anda Juilliard’dan Londra’daki Kraliyet Müzik Akademisi’ne tüm okullarda, öğrencilerin ağırlığının Asya kökenli olduğunu göreceksiniz. Bu bir olgu. İyi ya da kötü, demiyorum. Sadece gördüğümü dile getiriyorum. Tek söyleyebileceğim, kemanda şu anda lider olan akımın değişeceği. Belki beş yıl sonra kemanda liderliği alacak kuşak Türk ya da İtalyan kökenlilerden çıkacak. Kim bilir? Aslında döngüyü açıklayabilecek bir fikrim var: Her şey öğretmenlere bağlı. Çok küçük yaşlarda keşfedilen çocuklar çok dikkatle, özenle hazırlanmalı ve eğitilmeli. Bu sadece ailelerin değil, öncelikle öğretmenlerin sorumluluğu. İyi öğretmenlerin bulunduğu ülkeler öne geçiyor.
Röportajdan önce internette hakkınızda araştırma yaparken, hayranlarınızla chat kayıtlarınıza rastladım. Birlikte çalışmayı sevdiğiniz şefleri sıralıyorsunuz. Zubin Mehta ve Charles Dudoit’yu sevmeniz beni pek şaşırtmadı. Ama Kurt Mazur hakkında birçok öykü anlatılıyor. En son Ilya Gringolts bir provasını izlediğini, birlikte çalışmadığı için yatıp kalkıp haline şükrettiğini söyledi. Bu kadar aksi bir şefle nasıl anlaşmayı başarıyorsunuz?
– Biliyor musunuz Mazur’u çok seviyorum. Evet, haklısınız. Çok sert bir şef. Müzikçilerden en üst düzeyde iş bekliyor. Bu arada her insan gibi kimi zaman sabırsızlaşıyor, sertleşiyor. Prova süresi çok sınırlı. Konserden önce bir kente varıyor, bir prova yapıyorsunuz. Bir de konserden önce hızla geçiyorsunuz. İşte bu kadar. Provada işi ciddiye almak gerek. Bazı müzikçiler keyif içinde çalışmayı seviyor. Bazıları ise stres altında çalışmaktan şikayet etmiyor, çünkü iyi sonucu görüyor. Mazur’la çalışmayı seviyorum. Geçen sonbaharda New York Filarmoni, Londra Filarmoni ile konserler verdik. Mazur ameliyat olmadan üç haftalık Asya turuna çıktık. Beethoven’in konçertosunu çalmak için uzun zaman bekledim. 10 yaşında bir kızın bu eseri çalmaya kalkması hiç parlak fikir değildi.
Harvard ya da Princeton’da üniversite öğrenimi görmek istiyordunuz. Belki Avrupa’ya giderim, diyordunuz. Ne oldu, okul seçebildiniz mi? Hâlâ bir yandan dünyayı dolaşırken, diğer yandan ödev yetiştirmeye mi çalışıyorsunuz?
– İki yıl önce Almanya’ya gittim. Yaklaşık altı ay Münih’te yaşadım. Sonra ABD’ye geri döndüm. Konser programım o kadar yoğun ki, bu programla Harvard ya da Princeton’da okumam imkansızdı. Dört yıllık programım şu anda belli, sorduğunuzda size 2005’te nerede çalacağımı söyleyebilirim. Bu programı başvurduğum üniversitelere gösterdiğimde, sadece güldüler. Sonuçta sadece Juilliard’da okuyabileceğim çıktı ortaya. Müzik dalını seçtim. Almanca, dünya ve sanat tarihi, İngiliz Edebiyatı derslerinin yanında müzik teorisi, armoni, solfej ve benim için çok önemli olan kompozisyon dersleri alıyorum. Sürekli dünyayı dolaştığım için ödevlerimi çoğunlukla e-mail ile gönderiyorum.
Kemanın yanısıra besteciliğe yönelmeyi düşünüyor musunuz? Sakın çekmecelerim beste dolu demeyin, çok şaşırırım doğrusu…
– Evet, okul ödevleri için besteler yaptım. İyi notlar almak istiyorum derslerden. Ama konserde çalacak bir şey yok daha ortada. (Gülüyor) Konçertolarda kendi kadanslarımı çalmak ve beste yapmak isterdim. Her seferinde Mozart’ın, Brahms’ın kadanslarına bakıyorum. Çok daha iyi olduğunu görüp vazgeçiyorum. (Gülüyor)

Keşke böyle bir laf etseydim!

Hiç belli olmaz, günün birinde işi ilerletip istediğiniz noktaya gelirsiniz belki. Yeter ki kararlı olun. Öyle değil mi?
– Çoook mutlu olurdum doğrusu. Biraz daha kompozisyon çalışmam gerek. En az birkaç yıl zamana ihtiyacım var. İnsanı özgürleştiren, müzikçi olmanın çok ötesine taşıyan bir yetenek bestecilik.
1999’da Milwaukee Journal’a “eserleri derinlemesine analiz etmekten hiç hoşlanmam. Eser biraz da sahnede çalındığı anda yaratılır” demişsiniz. Bir başka yazıda, orkestra provalarındaki yorumu bazen konserde birden değiştirdiğinizi okudum. Emprovizasyon ve caz duygusuna çok yakın olmalısınız…
– Keşke böyle bir laf etmeseydim. Çünkü şimdi analizin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Belki, ne yapacağınızı şaşıracak kadar fazla analiz yapmanın sakıncalı olduğu söylenebilir. Partisyona çok çalışmak, armonik analiz yapmak ve besteci üzerine belirli miktarda araştırma bence gerekli. Bunların ötesinde en önemli nokta sahneye çıkıp kesinlikle doğal ve mümkün olduğunca spontan olmanızdır. Yorumcunun yapabileceği en iyi şey bu. Sanıyorum okuduğunuz röportajda kendimi iyi ifade edememişim. (Kahkahalar)
Emprovizasyon yeteneğinizi geliştirdiğinizde Nigel Kennedy gibi maceralara yönelmeyi düşünür müsünüz?
– Nigel’ın yaptığını takdir ediyorum. Gerçekten cesurca işler yapıyor. Ama ben yaratıcılığımı şimdilik Klasik Müzik alanında kullanmak istiyorum.
Chat kayıtlarında Sibelius’un inzivadaki evini ziyaret ettiğinizi, bu ziyaretten sonra bestecinin hayatını bilmeden ünlü keman konçertosunu kavramanın mümkün olmadığını farkettiğinizi söylüyorsunuz. Eserlerini biyografilerinde ve yaşadığı yerlerde keşfettiğiniz başka besteci var mı?
– Yapabildiğim kadarıyla tüm bestecileri keşfetmeye çalışıyorum. Sibelius’un evine kadar gitmemin nedeni en sevdiğim besteci olması. Brahms ve Sibelius en sevdiğim besteciler. Beethoven’in Leipzig’deki evini de gezdim, piyanosunu inceledim. Bestecilerin eserlerini nasıl yazıklarını, ruh durumlarını, o sırada neler yaşadıklarını hep merak etmişimdir. Biz solistler, yorumcular sadece birer haberciyiz. Müziğin önemli bölümü besteciden geliyor. Eserlerin yaratıcıları artık aramızda değil, nasıl çalınmasını istediklerini söyleyemezler. Doğru mesajı taşımak için elimizden geleni yapmamız gerekir. Mesela Brahms’ın keman konçertosunu çalıyorsam, bir Bach konçertosu kadar geniş hacimli bu eseri kavramak için bestecinin yazdığı son eser olduğunu, o dönemdeki ilişkilerini, ithaf ettiği kemancının özelliklerini bilmem gerekir. Yorum, zorlu bir ön çalışma gerektirir.
8 yaşından bu yana konçerto öğreniyorsunuz. Repertuarınızda yüzün üstünde konçerto olmalı. Bugüne kadar çalmadığınız, ihmal ettiğiniz ya da repertuarınıza almak için olgunlaşmayı beklediğiniz besteci, eser var mı?
– Beethoven’in konçertosunu çalmak için uzun zaman bekledim. 10 yaşında bir kızın bu eseri çalmaya kalkması hiç parlak fikir değildi. Bu yıl ilk kez Beethoven konçertosunu birçok konserde çalacağım. Aynı şey Brahms’ın konçertosu için de geçerli. İster inanın, ister inanmayın ben bu eserleri 7 yaşında öğrenmiştim. Konserde çalmak için 17 yaşına kadar bekledim. Bu yaşta bile eseri tüm boyutlarıyla kavrayamayacağımın farkındaydım. Eseri aslında sahnede defalarca prova yaparak, konser vererek tüm boyutlarıyla kavrıyorsunuz. Bu deneyim çok önemli. Herhalde 40 ya da 50 yaşına geldiğimde eserin yarısını kavramış olurum…

İthaf edilen üçüncü konçerto

Repertuarınıza almak için olgunlaşmayı beklediğıiniz başka eser, besteci var mı?
– Bence dağın zirvesi Bach, Beethoven, Brahms ve Mozart konçertoları. Gerçekten böyle düşünüyorum. Brahms’ı şu anda yeniden çalmaya başladım. Beethoven yorumlarım bu yıl ortaya çıkacak. Bach’ın her zaman özel bir yeri var benim için. Mozart çok seçkin, özel bir temas gerektiriyor. Son yıllarda sık sık repertuarıma alıyorum. Aslında her şeyi denemek, olgunlaşacağım ortamı yaratmak, eserleri derinlemesine kavramak istiyorum. Evet, zaman alacak. 50 yaşına geldiğimde olabileceğim en iyi düzeye gelmeye niyetliyim. Şimdiden bunun için çalışıyorum.
Size ithaf edilen eserler var mı?
– İki konçerto var. Bir eser de yazılıyor. Bunlardan ilkini 1996’da seslendirmiştim.
Oda müziğiyle aranız nasıl, plaklarınıza bakılırsa uzun yıllar konçerto çaldıktan sonra oda müziğine yöneldiniz galiba?
– Berlin Filarmoni’nin grup şefleriyle Dvorak ve Çaykovski altılılarını kaydettim. Hayatımın en önemli tecrübelerinden biriydi. Çok şey öğrendim. Haziranda yayımlanacak. Bu benim yayımlanan ilk oda müziği albümüm olacak. Uzun yıllar sadece konçerto yorumlarım ve virtüözite sergileyen eserlerden yorumlarım yayımlandı. İlk oda müziği çalışmamla çok gururlandığımı söyleyebilirim. Çaykovski’nin konçertosunu biliyorum. Ama oda müziğini ilk kez kaydediyordum. Zor bir çalışma. Öncelikle altı ortak sesten biri olmayı öğrenmek gerekiyor. Sesini eritmeyi, altı kişilik takımın üyesi olmayı bilmek lazım. Oda müzikçilerine büyük saygım var. Bence besteciler en kişisel, en içten eserlerini oda müziği alanında yazmış.
Oda müziği şimdilerde Avrupa’da yeniden hayat buluyor. Yaz aylarında küçük festivaller düzenleniyor. Hobi için de olsa bu festivallerde kalabalık içine karışıp konser dinlemeyi ya da sürpriz yapıp bir şeyler çalmayı düşünür müsünüz?
– Bayılırım doğrusu. Bu yaz birkaç konserim olacak. Heimbach Festivali’nde, Londra’da, New York’ta oda müziği çalacağım. Çünkü daha fazla oda müziği çalmak istiyorum. Olgunlaşmamı sağlıyor. Yorumcunun gelişim çizgisinde önemli bir tecrübe.
Bir bestecinin, örneğin Bach’ıın tüm solo keman eserlerini ya da Pagani’nin tüm kaprislerini bir gecede çalmak gibi çılgınca hayalleriniz var mı?
– Çok isterdim doğrusu. Bach’ın tüm eserlerini, Papagi’nin tüm kaprislerini öğrendim. Fakat bunları bir gecede çalmak gerçekten büyük cesaret ister. Bu eserleri kaydetmek isterdim. Aslında haklısınız, Bach’ın solo keman eserleri gerçekten çalması en güç eserlerin başında geliyor. Müziğin tanrısıdır Bach. Rostropoviç’le konuşmuştum bu konuyu. Çello süitlerini kaydetmek için 60’ına kadar beklediğini söyledi. Sanıyorum ben onun kadar beklemeyeceğim. (Gülüyor)

Sahnede yaş önemli değil

Klasik müziğin zirvesindeki diğer genç kemancıların çalışmalarını yakından takip ediyor musunuz, albümlerini, yorumlarını inceliyor musunuz?
– Biliyorum, birçok kemancı ve ciddi bir rekabet var. Bir albümün ne kadar özverili çalışma, düşünme gerektirdiğini, yorumcunun ne gibi bir baskı altına girdiğini çok iyi biliyorum. Yapılan işlere saygı duyuyorum. Bazılarıyla arkadaşız, birlikte oda müziği yapıyoruz. Yo-Yo Ma, Pinchas Zuckerman… (Düşünüyor) İstanbul’a birlikte geleceğim müthiş Norveçli piyanist Leif Ove Andnes… Aslında çoğunlukla kendi kuşağımdan değil daha yaşlı müzikçilerle çalışıyorum galiba. Sahnede yaş önemli bir kriter olmamalı, gerçekten… Evet belki genç kemancıların sayısının çok olduğunu düşünüyorsunuz. Ama herbiri farklı geçmişlerden, kültürlerden, eğitim sistemlerinden geliyor. Farklılar yani…
Bu yıl İş Sanat’ta konser veren ve bizleri büyüleyen piyanist Lars Vogt ile ikili oluşturup önümüzdeki yıl konserler vermeye hazırlanıyorsunuz. Seçimi siz mi yaptınız; aranızda okyanus varken nasıl gerçek bir ikili olacaksınız?
– Ooo. Benim dünyam hep böyle. Her şey uçabilecek şekilde tasarlanmış. (Gülüyor) Zaten beraber konser verirken bol bol uçak yolculuğu yapacağız. Vogt harika bir müzikçi, dahası gerçekten iyi bir dost, ender bulunan uyumlu bir kişiliği var. İkimizin plakları da EMI’den yayımlanıyor. Bu sayede tanıştık. Birçok resital teklifi alıyorum. Her seferinde başka biriyle çalıyorum. Artık çok tecrübeli bir piyanistle çalışmanın, iyi bir ikili oluşturmanın zamanı gelmişti. EMI’nin önerisi üzerine buluşup çalıştığımızda uyumlu bir ikili olabileceğimizi gördük, dahası iyi dost olduk.
Klasik müzikte özellikle piyano ve keman dalında büyük bir rekabet var. Plak firmaları, organizatörler her gün yeni bir yetenek sürüyor piyasaya. Plak firmaları folkla, cazla ilgilenen müzikçileri tercih ediyor artık. Çünkü bu tür plaklar satılıyor. Siz ise bu tür çalışmalar yapmayacağınızı söylüyorsunuz. Yakın gelecek için planlarınız neler, gündemde kalmayı nasıl başaracaksınız?
– Dokuz yaşından beri EMI’den yayımlanıyor plaklarım. Uzunca sayılabilecek bir geçmişimiz var. Birçok önemli konçerto yorumumu, virtüözite parçalarından oluşan albümümü yayımladılar. Bu arada birçok kez “crossover” çalışma önerdiler. Plak, nota gönderdiler. Müzikçi önerdiler. Bu tür fikirlere açığım. Ama henüz ilk duyuşta aşık olacağım bir çalışmaya rastlamadım. Söylediğiniz doğru, birkaç yıl önce herkes bu tür çalışmalar yapmaya başladı. Herkesin yaptığını yapmak istemiyorum doğrusu. Zamanlaması iyi değil herşeyden önce. Bu kadar albümün içinde bir ya da ikisini seviyorum. Yo-Yo Ma ‘nın Appalacian Journey’i ve Gidon Kremer’in Tango’su. O kadar… Bunu söylemekle birlikte şunu biliyorum. 2002 yılındayız. Değişikliklere uymak zorundayız. Ben de bu projelere açığım. Yeter ki içime sinecek bir şey olsun. Daha önce söylediğim gibi EMI ile uzun bir geçmişimiz var. Parlak kırmızı elbiseler giyen bir kızdım onlarla tanıştığımda. Zorlu bir serüveni birlikte yaşadık. Ergenlik dönemimde yanımdaydılar. Hala birlikteyiz. 2006’ya kadar yapacağımız tüm kayıtlar belli. Umarım bu tarihe kadar ilginç bir şeyler çıkar karşımıza.

Süratli otomobillere ba-yı-lı-yo-rum

Zubin Mehta’nın BMW’si ile İtalya’da hız denemesi yapmışsınız geçenlerde. Anlaşılan siz de kemanın yıldız isimlerinden Joshua Bell gibi sürate meraklısınız. Onun gibi Porsche almayı düşünüyor musunuz?
– Sürat otomobillerine ba-yı-lı-yo-rum. Benim de bir otomobilim olsun isterim doğrusu. Bugünlerde almaya çalışıyorum. Ama kötü bir şoförüm ne yazık ki…
Evet, babanız öyle söylüyor. Yüreği ağzında beklemiş İtalya’da sizin sürat turundan dönmenizi. Siz de Bell gibi kırmızı bir Porche mi alacaksınız?
– (Şiddetli kahkahalar) Teşekkürler iltifatınız için. Kötü şoför olduğumu kabul ediyorum. Porsche değil Ferrari alacağım sanıyorum. Sorun bu otomobillerin otomatik vitesli olmaması.Vitesleri hep birbirine karıştırıyorum.

Style: “NOW LEAVES”

Bir de şoför tutarsınız, sorun kalmaz…
– (Kahkahalar) Hayır, hayır, kendim kullanmak isterim tabii ki. Sürati seviyorum. Sadece otomobilde değil, uçakta da. Geçen hafta Hawai’deydim. İki ada arasında uçakla yolculuk yaptık. Yolculuğun bir kısmında yardımcı pilot olarak uçağı ben kullandım. Bir an önce uçuş brövemi alıp, kendi başıma uçmak istiyorum.
Söz Joshua Bell’den açılmışken, başka ortak noktanız var mı? Bilgisayarla, internetle ilgileniyor musunuz? Bell borsa tutkusunu da anlatmıştı. Bu sayede birkaç ay önce 4 milyon dolara Stradivarius keman aldı. Siz de borsada oynayıp Guarnieri’nizi değiştirmeyi düşünüyor musunuz?
– 21 yaşındayım ve bilgisayar kuşağındanım. Ama bilgisayar bilgim felaket. Sadece e-mail’lerimi okuyabiliyorum. O kadar çok yolculuk yapıyorum ki, saat farkı nedeniyle arkadaşlarımı arayamıyorum. Bu koşullarda e-mail’i kullanıyorum. Onun gibi odaya kapanıp chat yapmayı düşünmem doğrusu. Şehirde sokaklarda yürümeyi tercih ederim. Kemana gelince. 12 yaşından beri Guarnieri kemanımla çalıyorum. Borcunu yedi yılda ödedim. Tabii başka kemanlarım olmasını da isterim. Keman bir kemancının sesidir. Bu nedenle iyi kemanla çalmak çok önemli. Dört milyon dolar çılgın bir fiyat. Joshua inanılmaz bir insan. Keman çalıyor, golf oynuyor, bilgisayarda uzman. Ben onun kadar çok işi bir arada yapamıyorum. Yatırımlarımı profesyonel kişilere teslim ettim. İki muhasebecim var, babam ve plak şirketim de bana yardımcı oluyor. Yatırımlar ekonomik geleceğim demek; riske atamayacağım kadar önemli benim için. Bu nedenle bilene teslim ettim. Ben de kemana odaklandım.
Eğer Guarnieri’nizi röportajlarda söylediğiniz kadar çok seviyorsanız ve değiştirmeyi düşünmüyorsanız Bay Bell kadar zengin olmak zorunda değilsiniz.
– Mutluyum ama kemanımla evli değilim. (Gülüyor) Birkaç kemana sahip olmak fena fikir değil. 12 yaşında benim sesime dönüşen keman 21 yaşında doğru ses olmayabilir. Bir Guarnieri ya da Stradivarius daha almak için etrafa bakınıyorum. Yeni keman aramak fazlasıyla stres yapıyor. Joshua yeni kemanı alınca eskisini satmak istedi. Ama satamadı galiba.
Aslında Ilya Gringolts, Maksim Vengerov gibi siz de Stradivarius Society’den ödünç alabilirsiniz. Kira bile istemiyorlar galiba. Belli bir dine mensup olmanız ya da Heifetz ekolünden gelmeniz gerekiyor mu bu dernekten yardım almak için?
– Yaklaşık iki yıl bu dernekten ödünç aldığım kemanla çaldım. Biliyorsunuz Musevi değilim. Ama sezgileriniz doğru. Stradivarius Society’den keman alanların arasında birçok Musevi kemancı var. Bununla birlikte dernek tüm üstün yetenekli gençlere keman sağlamaya çalışıyor. Ellerinde gerçekten harika kemanlar var. Ben kullandığım kemanın sahibi olmayı tercih ederim.

Her biri ayrı kentte

Son olarak İstanbul konserinizdeki grubun nasıl bir araya geldiğini, repertuarı nasıl oluşturduğunuzu soracağım.
– Hepimiz farklı bir kentte yaşıyoruz. Ben Philadelphia’da, Leif Ove Andsnes Danimarka’da, ikinci kemancımız Amsterdam’da, çellist Berlin’de, viyolacımız Freiburg’da yaşıyor. Prova ayarlamak kabus gibi bir iş. Bu tuhaf bileşimi yapmamızın nedeni herbirinin harika müzikçiler olması. Leif Ove ile epey zamandır ikili konser veriyoruz. İkinci kemancımızla birçok oda müziği konseri verdik. Philadelphia’da evimin çok yakınındaki bir konservatuvarda okudu, o günlerden tanışıyoruz. Şimdi Concertgebauw Orkestrası’nda çalıyor. Çellistle bir süre önce oluşturduğum altılıda çaldık, yayımlanan Çaykovski yorumunda viyolocımızla birlikte o da gruptaydı. Geçen yıl boyunca dünyayı dolaşıp konserler verdik. Beşliyi bir araya getirince repertuar aramaya başladık. Ne yazık ki pek fazla piyanolu beşli yok. Konserin ilk yarısında Dvorak çalacağız. Leif Ove ile Brahms’ın bir sonatını yorumlayacağız. Alex ile Prokofiyef sonatı çalacağız. Çok derin bir eser.Ciddi bir çalışma gerektiriyor. Fakat Leif bu eserlerin altından girip üstünden çıkacak bir piyanisttir. Kolayca altından kalkabiliyoruz. Daha sonra Mozart çalacağız. Konserde çeşitli ülkelerin, çağların, ekollerin ürünlerini bir arada duyacaksınız.
Konserden önce dinleyicinize ulaştırmak istediğiniz bir mesaj var mı?
– İstanbul’a yine konsere geleceğim için çok mutluyum. Bu sezonun beni en sevindiren konserlerinden biri olacak. Çünkü geçen gelişimde kenti çok beğenmiştim. İnsanların ve dinleyicilerin pozitif enerjisiyle yüklenmiştim. Şimdi müzikçi dostlarımla geliyorum. Ortaya çıkacak müzikal mutluluğu dinleyicilerle paylaşacağız.
(Serhan Yedig / Mayıs 2002 / İş Müzik)

 

Linkler

Sarah Chang’ın biyografisi

Sarah Chang’ın kişise web sayfası

Twitter hesabı

Share.

Leave A Reply

nine − eight =

error: Content is protected !!