Wieland Kuijken / Bach, 6 süitini keman gibi çalınan bir enstrüman için yazmış olmalı

0

Erken çağ müziğinin önemli isimlerinden Belçikalı çellist Wieland Kuijken (69), kırk yılı aşkın süredir Brüksel Konservatuvarı’nda öğrenci yetiştiriyor. Jordi Savall’dan sonra en ünlü viola de gamba virtüözü. İki kardeşiyle kurduğu Kuijken Tarihi Müzik Topluluğu’yla konserler veriyor. 2007 Kasımı’nda Bach’ın tüm çello süitlerini, Bach’tan 115 yıl daha yaşlı bir enstrümanla seslendirmek üzere İstanbul’a geleceğini duyunca, Brüksel’den aradık. “Sizce, Bach süitlerini hangi enstrüman için yazmıştı” diye sorduk.

Üç çocuklu bir aileden nasıl oldu da erken çağ müziğinin üç önemli uzmanı çıktı? Brugge kentinin Ortaçağ atmosferi mi, aileniz mi bu mucizenin nedeni?
– Babam ticaretle uğraşırdı, tüm üyeleri müzik çalan bir aileden gelmekle birlikte müzik yeteneği yoktu. Matematik, fizik meraklısıydı. Annem de tüm üyeleri müzisyen olan bir aileden geliyordu, ev hanımıydı. Kuşkusuz Brugge’ün Ortaçağ atmosferinin de etkisi olmuştur üzerimizde. Fakat tüm bunlardan önemlisi, erken çağ enstrümanlarına meraklı bir aile dostumuzun etkisiydi. Hatta, Brüksel Konservatuvarı Enstrüman Müzesi’nin müdürlüğünü yapmıştı… Evimizde piyano vardı. Çocukluğumuz savaş sonrası yıllarda geçti, bir süre Brüksel’in banliyölerinde yaşadık. Konserlere gidemedik ama evde hep müzik dinlenirdi. 1952’de Brüksel’de başladım solfej dersleri almaya. Brugge’e taşındığımızda, 15 yaşında okulu bıktım ve sadece konservatuvara gitmeye başladım. 6 yaş küçük kardeşim Sigiswalt, benim çelloya başladığım günlerde kemana başladı. Birlikte konservatuvara gittik. 11 yaş küçük flütçü kardeşim Barhold’la çocukluğunda birlikte müzik yapma imkanımız olmadı. Çünkü 1962’de evlenip, evden ayrıldım. Brüksel Konservatuvarı’nda çalışmaya başladım. Sonraki yıllarda üçlümüzü kurduk.
Viyola de Gamba’nın dışında erken çağ enstrümanı çalmayı denediniz mi hiç?
– Barok çello ve iddialı düzeyde olmasa da klavsen çalıyorum.
Erken çağ müziği 1970’lerin başında İngiltere, Almanya, Belçika’da birden bire ve aynı anda moda olmuştu. Bu akımı hangi müzikal, sosyal, politik oluşuma borçluyuz?
– Aslında 1950’lerin sonunda ortaya çıktı bu akım. 1960’ların sonunda yaygınlaştı. Avrupa gençliği, Beat kuşağı hayatın her alanında yeni açılımlar arıyordu. Duyulmamışın, söylenmemişin peşindeydi. Bu dönemde ben de ağırlıklı olarak avandgarde müziğe yönelmiştim. Çağdaş eserleri seslendirmeyi tercih ediyordum. Bunun yanında erken çağ enstrümanlarıyla bu dönemin müziğini çalıyordum. Bu alanda çalışanlar yakın iletişim halindeydi. Gustav Leonhardt, Frans Brüggen’in gruplarında çaldım, Hanoncour’la dostluğumuz vardı. Birbirimizi etkiledik.

Brüksel Konservatuvarı’nda
barok keman sınıfı açtırmadılar

Unutulmuş enstrümanların yeniden yapılmış örnekleri, yorum teknikleri, notasyon sistemi hep tartışma konusu oldu. Tutucu müzik eleştirmenleri bu alanda çalışanlara çok sert eleştiriler yöneltti. Hatta kimi zaman şarlatanlıkla suçladı. Öncülerden İngiliz David Munrow’un genç yaşta intiharının ardında da bu dışlama çabasının yattığı söylenir. Siz neler yaşadınız?
– David Munrow’u tanırdım, birlikte konser de verdik. Çok iyi, titiz, duyarlı bir müzikçiydi. Yeteneğinin farkındaydı. Özenti değildi. Şöhretten rahatsızdı, hayatı her boyutta sorgulardı. İntiharına sadece eleştirilerin etken olduğunu sanmıyorum. Ben de çok eleştirildim başlarda. Diğer yorumcular, eleştirmenler erken çağ müziğini reddediyor, çalışmalara tepki gösteriyordu. Sonra alıştılar bu müziğe. Neyse ki eleştirmenlerin olumlu ve olumsuz yargıları birbirini dengeledi, beni pek etkilemedi. Zaten eleştirmenleri pek ciddiye almam. Brüksel Konservatuvarı’nda barok keman sınıfının açılması için yıllarca mücadele etmemiz gerekti. Diğer keman öğretmenleri engelledi. Evet, bazı konser salonları erken çağ müziği konserlerini tercih etmedi. Ama her zaman konser vereceğim salonlar vardı, bunlar bana yetti. Şanslıydım. Plak firması aramam gerekmedi, onlar beni buldu.
Kütüphane, arşiv çalışması yapıyor musunuz, yoksa sadece yorumculukla mı yetiniyorsunuz?
– Üç kardeş arasında en az arşiv, kütüphane çalışması yapan benim. Yorum üzerine çalışmayı tercih ediyorum, arşiv çalışmasını müzikologlara bırakıyorum. Zaten arşivlerin önemli bölümü Paris’teki kütüphanelerde. Brüksel’e ders almaya gelen öğrencilerden rica ediyorum, Paris’ten istediğim verileri getiriyorlar. Zaten elimde o kadar çok eser var ki… Hayat boyunca yeter. Bunların içinden en sevdiklerimi seçiyorum.

Arşivlerde keşfedilmeyen güzel
eser kaldığını sanmıyorum

Unutulan, bilinmeyen bestecileri, eserleri keşfetmek gibi hedefleriniz var mı?
– Arşivlerde bilinmeyen iyi bir eser, duyulmamış iyi bir besteci bulmak çok zor. 1950’lerden önce Vivaldi ve birkaç önemli besteci daha pek bilinmiyor, eserleri bu kadar seslendirilmiyordu. Onlar da gündeme geldi. Kardeşim, eğer günün birinde Mozart’ın bilinmeyen bir senfonisini bulursak bu eser 42’nci değil, 2 veya 3’üncü senfoni olacak, diyor. Bence haklı. Bilinmeyen besteden çok, iyi müzik çalmak önemli. Bilinmeyen iyi bir beste bulursam, severek repertuvarıma alırım.
Çağdaş müzik alanındaki çalışmalarınız sürüyor mu?
– Boulez, Stockhausen, Berio seslendirdikten sonra çağdaş müzikle bağlarım zayıfladı. 1968 sonrasında modern müzik yorumculuğunu bıraktım. Bununla birlikte Debussy ve Romantik Çağ bestecilerinin eserlerini de kaydettim.
Günümüzde bazı çağdaş bestecilerin barok çağın birikiminden yararlandığını görüyoruz. Fikrinizi almak, ortak çalışma yapmak için kapınızı çalan oluyor mu? Erken çağ yorumcularından Alman kemancı Reinhard Goebel, çağdaş bestecileri ilgisizlik, cahillikle suçlamıştı. Katılıyor musunuz bu fikre?
– 1970’lerde, çağdaş besteciler viyola de gamba ve klavsen için eserler yazmıştı. Gambayı elektronik müzikle kullanmayı denedik. Birkaç Belçikalı besteci, Kuijken Üçlüsü için eser yazmıştı. Şimdilerde kapımı çalan yok. Birileri talep ederse, severek katılırım. Örneğin Rönesans müziğini teknik olarak geliştiren Arvo Part gibi besteciler var artık. Passion’larını dinlediğimde sevmiştim. Diğerleri erken çağ müziğiyle ilgilenmiyor, bu onların tercihi…

İngilizler erken çağ eserlerini
beş çayı müziği gibi görüyor

Erken çağ alanında çalışan İngiliz müzikçilerle, kıta Avrupası’ndaki müzikçiler arasında yıllardır çekişme yaşanıyor. Yeterli araştırma yapmadıklarını söylediği için İngilizler, Reinhard Goebel’e “Erken Çağ Müziğinin Ayetullahı” lakabını takmışlardı. Sizce bu çekişme nereden kaynaklanıyor?
– Tipik adalı karakteri. Tıpkı Japonlar gibi. Kendilerine odaklanmışlar. Kuşkusuz gelişkin bir kültüre sahipler. Çok iyi yorumcuları var. Her ülkede iyi dostlarım var. Viyola de gamba çalmaya başladığımda, İngilizler’den çok farklı bir ton kullanıyordum. Yine de yorumlarımı takdir ettiler. Goebel polemik yaratmayı sever, aynı yaklaşımda bir İngiliz çıkınca, tartışmayı basın da farkedince konu büyüyor. Herkesin ilgisini çekiyor. Tuhaftır, İngilizler gamba ve erken çağ enstrümanlarına beş çayı eşliğinde ya da bir kadeh viskiyle dinlenecek terapi müziği gözüyle bakıyor. “Saygın amatör müzik” kategorisinde değerlendiriyor. İngiliz basınındaki ilk röportajın, ilk sorusu şuydu: “Gambada İngiliz üslubunu nasıl buluyorsunuz?” Gazetecinin ne demek istediğini anlamadım önce. Herhalde İngilizlerin amatörce üslubunu değerlendirmemi istiyordu. Bunun üzerine “16 ve 17.yy’da İngiliz besteciler o kadar güzel eserler yazmış ki, yeterince özen göstermeden yorumlandığında bu güzelliği algılamak mümkün olmaz” dedim. Gazeteci şaşırdı, konuyu değiştirdi… Hızlı, çok yüksek ses çıkararak çalmak marifet değil, marifet müziği duyarak, güzel tonlar bularak yorumlamak…
Bach’ın çello süitleri 1930’larda Pablo Casals gündeme getirdiğinde yeniden keşfedilmişti. Peki, tüm süitleri tek ya da üst üste iki konserde seslendirme geleneğini kimin başlattığını biliyor musunuz? Siz ne kadar zamandır konserlerde tüm süitleri seslendiriyorsunuz?
– Aynı günde 6 süiti birden seslendirdiğim de oldu. Çok zor olduğu için artık bundan vazgeçtim. İki akşam üst üste seslendirmeyi tercih ediyorum. Tüm süitleri tek ya da iki konserde yorumlama geleneğini kimin başlattığını bilmiyorum. Ama 1940’larda Hollandalı çellist Anna Besmarc bu tür resitaller veriyordu. Şimdilerde çok sık rastlanıyor.

Bach süitlerini keman benzeri
bir çalgı için yazmış olmalı

Ünlü enstrüman yapımcısı Stradivarius’un günümüzde geçerli olan çello standartlarını 1707’de saptadığı söyleniyor. Bach, 10 yıl sonra süitleri bestelemeye başlamış. Son süiti keman gibi çalınan viola pompozzo için yazdığı söyleniyor. Peki diğer suitler sizce hangi enstrüman düşünülerek yazıldı?
– Bu konu tartışmalı. Bach eserlerinde viyolonsel sözcüğünü çok nadir kullanır. Bach’ın elyazısıyla bu eserler yok elimizde. Eşi Anna Magdelena Bach tarafından temize çekilen notalar var. Keller notalarında ise “Basso viyola için 6 Suit” yazıyor. Çello denilmiyor. Bach, altıncı süitinin beş telli enstrümanla seslendirilmesini istemiş. Viyola pomposa’nın adını belirtmemiş. Ama bu enstrümanı kastettiği kabul ediliyor. 6 süiti Kötten’de yaşadığı yıllarda bestelediği tahmin ediliyor. Bu bilgi bile kesin değil. Aynı dönemde orkestrasında çello işlevini görecek, Viola da Spalla adlı çalgıyı kullanıyordu. Çalgı daha sonra dört ya da beş telli Viola de Pomposa adını almıştı. Çello süitlerinin teknik yapısına bakarsanız, keman akorduyla rahatlıkla çalınabileceğini görürsünüz. Dolayısıyla Bach’ın altı süiti, keman gibi çalınan, daha tiz sesli bir enstrüman için yazdığı düşünülebilir.
İstanbul’daki konserde süitleri hangi enstrümanla seslendireceksiniz?
– İki ayrı barok çello kullanacağım. Efsaneye göre, ilk enstrüman Amati tarafından 1570’de Cremona’da, Fransa Kralı 9. Charles için yapılmış. Fakat bu bilgi kesin değil. 6. süiti ise piccalo viyolonsel diyebileceğimiz, eserin ruhuna uygun, antik bir enstrümanla yorumlayacağım. Barok yay kullanacağım. Her ikisinde de tel yerine bağırsak kullanılıyor. Sesi normal çellodan biraz daha zayıf. Fakat çok etkileyici, karakteristik özellikleri var.

Yorumda tempoyu yükselttim

Büyük konser salonunda bu enstrümanın en arka koltuktaki izleyici tarafından duyulmasını nasıl sağlıyorsunuz?
– Yapacak pek bir şey yok. Normal çellodan yaklaşık yüzde 20 daha zayıf sesi. Biraz daha yavaş çalıp, vurguyu artırmak, anlaşılmasını kolaylaştırmak mümkün. Zaten dinleyici 30 saniye sonra alışıyor.
Çello süitlerini birçok önemli yorumcu farklı yaşlarda tekrar, tekrar kaydetti. Dinleyiciye farklı yaklaşımlar sundu. Sizin suitlere bakışınız zaman içinde nasıl değişti?
– Konservatuvardaki öğrencilik yıllarımda birkaçı repertuvarıma girmişti. Sonra yaklaşık 40 yıl boyunca hiç çalmadım bu eserleri. 50 yaşlarında yeniden çalmaya başladım. O günlerdeki yaklaşımımı hatırlamıyorum. CD’yi kaydettiğimde 60 yaşımı aşmıştım. Bir kez daha kaydedeceğimi sanmıyorum. Çünkü kayıt yapmayı pek sevmiyorum. Mikrofon kullanmadan, konser vermeyi tercih ederim. Kayıttan bugüne değişimi sorarsanız, şimdi biraz daha hızlı çalıyorum. Daha rahatım anlık duyguları yansıtmakta.
Tarihi kayıtlar arasında, en çok kimin çello süiti yorumlarını beğeniyorsunuz?
– Çok fazla yorum dinlediğimi söyleyemem. Etkilenmek istemiyorum çünkü. Yıllar önce Fournier, Casals ve Silva yorumlarını dinlemiştim. Hepsi birbirinden çok farklı. Hepsinde sevdiğim bazı özellikler var.
Türk müzikçilerle, klasik müziğiyle yollarınız kesişti mi?
– Hayır kesişmedi. Belki konservatuvarda karşılaşmışımdır, hatırlamıyorum. Birkaç yıl önce konser için gelmiştim. Fakat Türk müzikçilerle tanışma fırsatım olmadı.
(Serhan Yedig / 21 Ekim 2007 / Hürriyet)

Linkler

Biyografisi

La Petide Band

Share.

Leave A Reply

3 + three =

error: Content is protected !!