Zeynep Üçbaşaran / Brendel, Richter ve Lupu’nun üsluplarını kendime yakın buluyorum

0

Franz Liszt Akademisi’nden mezun olduktan sonra Amerika’ya yerleşen, doktora yapan Zeynep Üçbaşaran ilk CD’sini 2001’de yayımladı. İlk Lizst albümünden sonra her yıl bir CD kaydetti. Schubert, Mozart albümleri Amerika’da olduğu kadar Avrupa’da da övgüyle karşılandı. 2005’te Amerika’da iki albüm birden yayımladığında 30 yıllık zorlu eğitim serüvenini, evleneceği kişiyi ayağına getiren tesadüfü ve gelecek planlarını konuşmuştuk.

Dört yaşında konservatuvar sınavlarına girmişsiniz. Aileniz sizde ne gibi işaret görmüş?
– Evimizde kahvaltıdan akşam yatıncaya kadar klasik müzik dinlenirdi. Babamın çok iyi yorumlardan oluşan geniş bir plak koleksiyonu vardı. Nedense hep İdil Biret’in albümünü plakların arasından çıkarıp çalmak istermişim. Komşumuzun dikkatini çekmiş, kitaplığın raflarında çalıyormuşum. Belediye Konservatuvarı’nın sınav açtığını komşumuz aileme söylemiş, gününü bile öğrenmiş. Annem üç dakikada sınavdan çıktığımı söylüyor. Rana Erksan “Bu çocuk çok küçük, ben uğraşamam” demiş. Ferdi Statser ise “Alacaksın, çalmasa bile dinleyecek” cevabını vermiş. Sınavın sonucunu öğrenip aileme bildiren de komşumuz. Dört yaşında konservatuvara gitmeye başladım. Rana Hanım piyanonun başına oturtur, ne istersem çalmamı söylermiş. Hemen nota okumasını öğrendim. Altı yaşında Özen Veziroğlu’yla çalışmaya başladım.

Azarlanmak hayatını değiştirdi

Oynamak varken piyanonun başına oturmak zor olmuyor muydu, çocukluğunuzu yaşayabildiniz mi?
– Çengelköy’deki evimizin etrafı kır gibiydi. Dilediğim kadar oynayabiliyordum. Kışın karda kayardık. Yaz ayları denizde geçiyordu. Yüzmeyi, kürek çekmeyi severdim. Ailemle her yaz otomobille Avrupa’ya giderdik. Piyanonun başına isteyerek otururdum. Bana ödev verilen eser dışında kitaptaki tüm eserleri deşifre ederdim. 14-15 yaşına kadar bu alışkanlığım devam etti. Bu yaşta piyanist olmaya karar verdim ve çok daha disiplinli çalışmaya başladım.
Neydi karar vermenizi sağlayan; ünlü bir sanatçıyla tanışmanız, gittiğiniz bir konser, bir nasihat… Hangisi?
– (Sessizlik)
Yoksa kötü bir olay mıydı, birileri çıkıp “senden piyanist olmaz” mı dedi?
– (Gülüyor) Evet, doğru tahmin ettiniz. Işık Lisesi’nde okuyor İstanbul Üniversitesi Konservatuvarı’na yarı zamanlı devam ediyordum. Birgün sınavdan sonra öğretmenim diğer öğrencilerin önünde piyano çalmamı bir başka arkadaşımla karşılaştırdı, eleştirdi. Çok kırıldım, üzüldüm. Günlerce sebebini düşündüm. Sonunda piyanoda iyi değil, çok iyi olmaya karar verdim. Bir yıl sonra, çok ilerlediğimi söylediler.

Bartok’un öğrencisiyle çalıştı

Eğitim için Macaristan’daki Liszt Akademisi’ni seçmenizin özel bir nedeni var mıydı?
– Öğretmenim Özen Hanım’ın önerisiydi. Ailem Doğu Bloku’nda çok güçlü bir müzik geleneğinin olduğunu düşünüyordu. 1987’de Budapeşte’de bir Macar ailenin yanına yerleştim. Konservatuvarda Macar sınıf arkadaşlarımın çaldığı eserleri görünce “Tanrım, seviyeleri ne kadar yüksek” dedim. Var gücümle arayı kapatmak için çalıştım. Konserleri kaçırmıyordum. Okulun üçüncü yılında Bartok’un öğrencisiyle çalışmaya başladım. Başkasının beş yılda öğreteceğini bir yılda öğretecek kapasitedeydi. Ne yazık ki bir yıl sonra kanserden öldü. 1993’te mezun oldum. Ama bir buçuk yıl daha Budapeşte’de kalıp repertuarımı genişletmeye çalıştım. Ek dersler aldım.
Liszt Akademisi müzik dünyasında hangi yönüyle tanınıyor?
– Yetiştirdiği Liszt ve Bach yorumcularıyla ünlü. Özellikle bu iki bestecinin müziğini çok iyi öğretiyorlar. Diğer bestecilerin müzikleri konusunda da derinlemesine bilgi almak mümkün. Fakat Lizst kadar iyi Chopin bilgisi verdiklerini söyleyemeyeceğim.Eksiklerimi tamamlamak için Almanya’ya yüksek lisans eğitimi almaya gittim.
Ne kadar kaldınız Almanya’da, Liszt Akademisi kadar yoğun muydu eğitim programınız?
– Bir buçuk yıl yüksek lisans yaptım. Rumen asıllı Amerikalı bir öğretmenle çalıştım. Tüm bilgilerin üzerine bir cila gibiydi bu eğitim. Sabah 7.30’da kapı açılırken okula girer akşam saat 10.00’a kadar çalışırdım. Liszt ve Schubert repertuarımı genişlettim. Okulun son gününde bir Alman arkadaşım şampanya getirdi. “Kutlarım, her gün kapılar açılmadan gelmeyi nasıl başarıyordun” diye sordu. Böyle ağır bir tempoydu.
Amerika’ya yolunuz nasıl düştü?
– Türkiye’ye dönmeyi, eğitimci olmayı düşünüyordum o zamanlar. Doktora yapmam lazımdı. Tedrisatı piyano çalışmamı engellemeyecek bir üniversite aramaya başladım. Eastman’ın sınavlarına girdim, kabul edildim. Ama akademik yanının çok zor olduğunu söylediler. Ben de USB’ye girdim. Almanya’daki yüksek lisans geçerli olmadığı için tekrar master yaptım. Yorumculuk alanındaki doktoramı bu yıl tamamladım. Ama evlilik bütün planlarımı değiştirdi.

Konsere davet için gitti ve…

Eşiniz müzik çevresinden mi, nasıl tanıştınız?
– Konser vermeyi sürdürüyordum. Faure ve Şostakoviç çalacağım bir resital öncesinde bir dostum, üniversitenin bilgisayar bilimleri bölümünde klarnet çalan, çello dersleri alan, klasik müziğe çok meraklı bir Türk bilim adamının bulunduğu söyledi. Konsere davet etmek için gittim. Ve tanıştık. Rubinstein “İnsan şansını kendi yaratır”der.
Konser piyanistliği çok özveri isteyen bir alan. 3.5 yaşında bir kızınız var, evlisiniz, okula devam ediyorsunuz ve konserlere hazırlanıyorsunuz. 24 saat size yetiyor mu?
– Santa Barbara’da yaşıyoruz. Okulum 160 kilometre uzakta, Los Angeles’ta. Haftanın üç günü sabah 4.30’da kalkıp okula gidiyordum. Akşam 10.30’da dönüyordum. Şimdi haftada bir gün gidiyorum. Evde bir kuyruklu bir de sessiz piyanom var. Kızım yuvaya gittiğinde kuyrukluyla, uyuduğu saatlerde sessiz piyanoyla çalışıyorum. Neyse ki az uyurum, günde 5 saat uyku yeter bana. En kötü koşulda günde en az iki saat çalışırım. Normal çalışma sürem 4-5 saattir. Bir gün ihmal ettiğimde mutlaka ertesi gün eksiği tamamlarım.
Evde eşinizle birlikte çalıyor musunuz?
– Tabii. Arada bir evde küçük konserler yapıyoruz.
Yakında kızınız da kitaplık raflarında piyano çalmaya başlar herhalde…
– (Kahkahalar) Belli olmaz. Belki müziğe hiç ilgi duymaz.

İlk albümü kendi bütçesiyle kaydetti

İlk albümünüzü nasıl kaydettiniz?
– 2000 yılının aralık ayında Santa Barbara Üniversitesi’nin kayıt stüdyosunu kiraladım. Solo piyano konusunda uzman bir tonmaister kiraladım. Zorlu bir çalışmayla altı günde CD’yi kaydettim. Daha sonra birkaç firmaya gönderdim. Eroica Classics ilgilendi, yayımlayacağını söyledi. Basına, büyük konser salonlarına, festivallere de göndermeyi üstlendi.
Geleceğiniz için nasıl bir yol çizdiniz?
– Konser piyanisti olarak çalışmak istiyorum. Büyük orkestralarla konserler vermeyi arzu ediyorum.
Repertuarınızda Liszt, Mozart, Beethoven konçertoları var. Konser piyanistliğinin zorunluluklarını bir kenara bıraksanız hangi bestecilerin eserleri üzerine yoğunlaşmak isterdiniz?
– Liszt, Mozart ve Bach diyebilirim. Skryabin, Ravel ve Debussy’nin eserlerine yönelmeyi düşünüyorum.

Vakıflar ne işe yarar?

Türkiye’de ilk konserinizi ne zaman verdiniz?
– 1995’te İDSO’yla bir konçerto çaldım. Daha sonra festivallerle yazıştım fakat cevap alamadım. Bırakın konser için cevap vermeyi, Amerika’daki konserlerimde çalmak üzere Adnan Saygun’un bir eserinin notalarını rica ettim buradaki bir vakıftan. Binbir soru sordular ve yardım etmediler. Oysa ABD’deki konserlerimde Türk bestecilerin eserleri büyük ilgi görüyor. Son konserimde Saygun’un “Anadolu’dan”ını çaldım, çok sevildi. Çalınsa Türk bestecilerin eserleri sevilecek, ABD’de de tanınacak.
Uzmanına rastlamışken sormak istiyorum, Liszt’in özellikle orkestrasyon konusunda çok önemli bir besteci olduğu, kıymetinin hâlâ anlaşılamadığı söylenir. Katılıyor musunuz bu düşünceye?
– Müzik çevrelerinde Liszt’in müziğinin Chopin kadar derin olmadığı, armonik yapıdan yoksun bulunduğu düşünülür. Liszt’in iki sayfalık küçücük bir sonatını bile uzun zamandır severek çalıyorum, duygusal derinliğe sahip olduğunu düşünüyorum. Olumsuz yargılar hakkında anlatılanlardan kaynaklanıyor. Çok çapkınmış, konserlere çok şık giyinip beyaz eldivenlerle çıkarmış. Kadınların bu eldivenleri kapmak için birbirleriyle kavga ettiği anlatılır. Konserin ikinci yarısında ellerinin salonun diğer tarafından görülmesi için piyanoyu çevirirmiş. Günde iki saat parmak egzersizi yaptığı, ellerinin müthiş olduğunu yazıyor müzik tarihçileri. Bu nedenle bazı etüdlerini çalmak çok çok zor. İndirgeme yoluyla yeniden düzenlenmiş halini bile çalmak zordur. 19.yy müziğinde 12 tonun izlerini taşıyor eserleri.
Türkiye’de seyrek konser vermeniz sizin tercihiniz mi?
– 1995’te İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’yla bir konçerto çaldım. Sonra festivallerle yazıştım. Bırakın konser başvuruma cevap vermeyi, bir vakıftan Amerika’daki konserlerimde çalmak üzere Adnan Saygun’un bir eserinin notalarını rica ettim. Binbir soru sordular, yardım etmediler. Oysa ABD’deki konserlerimde Türk bestecilerin eserlerinin merak edildiğini, büyük ilgi gösterildiğini görüyorum. Bu nedenle yeni albümümde Adnan Saygun’un bir eserini seslendirdim.

CD repertuvarını kendim seçerim

Albüm repertuarınızı CD’lerinizi yayımlayan Eroica’nın talepleri doğrultusunda mı saptıyorsunuz?
– Piyanistlerin klasik rotasını takip ediyorum: Piyano repertuarının doruğu olan bestecilerin eserlerini repertuarıma alıp, konserlerde seslendirip, albüm kaydediyorum. Liszt müziği üzerine iki albümden sonra, Schubert müziğini yorumladım. Klasik müziğin son 300 yıllık döneminden seçtiğim eserlerden bir albüm kaydettim. Mozart’ın müziği olmadan bir piyanistin ilerlemesi, olgunlaşması mümkün değildir, bu nedenle bestecinin eserlerinden de bir albüm kaydettim. Liszt üzerine çalışmayı sürdürüyorum. Gelecek dönemde Ravel, Muczynski, Skryabin’in eserleri üzerine derinlemesine çalışmak istiyorum.
2006’da tüm dünyada doğumunun 250’nci yılı kutlanırken muhtemelen Mozart festivallerde, konserlerde hep neşeli, coşkulu eserleriyle hatırlanacak. Siz neden CD’nizde hüzünlü yüzünü ön plana çıkardınız?
– Albümün zamanlaması gibi repertuvarı da bilinçli olarak seçildi. Nedeni, dramatik yönü ağır basan eserlerde yorum gücümün diğerlerine oranla daha fazla olduğunu hissetmem. Liszt repertuvarını da aynı yaklaşımla ele almıştım. Mozart’ın Do Minör Fantezi’si bu açıdan kendime çok yakın bulduğum bir eser. Esprili, coşkulu bir yaklaşımla yazılan Re Minör Fantezi’si de içerdiği hüzün açısından dikkat çekicidir.
Efsanevi piyanistlerin sayısız kez yorumladığı, kaydettiği eserlere yeni bir ses, bakış getirmek, sıradanlığa düşmemek çok zor olsa gerek. Bazı yorumcular ünlü virtüözlerin kayıtlarını karşılaştırarak kendi sesini arar, bazıları ise kulaklarını diğer yorumlara kapatıp sadece notayı kılavuz alır. Siz hangi gruptansınız?
– Konser ya da CD repertuvarına aldığım eserleri notadan çalışırım, kendi sesimi bulana kadar kesinlikle başka hiçbir yorum dinlemem. Yorumun olgunlaştığına karar verdikten sonra, kayda girmeden önce, önem verdiğim piyanistlerin yorumunu dinlerim.
Mozart konusunda hangi ustalara kendinizi yakın hissediyorsunuz?
– Alfred Brendel , Svietoslav Richter, Radu Lupu’nun üslubunu kendime yakın buluyorum. Duygu açısından derin, coşkulu ama kendini coşkuya kaptırıp gitmeyen bir yaklaşım bu…
Albümlerinizi neden stüdyo yerine izleyicisiz konser salonunda kaydediyorsunuz?
– Santa Barbara Üniversitesi konser salonunun akustiğini çok seviyorum, iyi bir piyanosu var. Stüdyo yerine konser salonunda kaydettiğimde, piyanonun sesi çok daha canlı oluyor.
Son iki albüm ne kadar zamanda hazırlandı? İkinci CD’nin karma repertuvarını hangi yaklaşımla oluşturdunuz?
– Eserlerin bazıları konser repertuarımdaydı. Yeni eserlerle birlikte yaklaşık 3 aylık ön hazırlık yaptım. Kayıtları arka arkaya yapıldı. İkinci CD klasik müziğin 300 yıllık serüveninden seçilmiş, küçük formda yazılmış eserlerinden oluşan bir çeşitleme. Aralarında herhangi bir bağlantı yok. Bu eserler bir süredir konserlerde çalıyordum ve kaydetmek istiyordum. Fırsat çıkınca kaydettim. Repertuar 17.yy bestecisi Scarlatti’nin sonatıyla başlayıp, Bernstein’in 1980 tarihli “Touches”ına kadar uzanıyor. Beethoven’den karakter eserleri olan bagateller, Adnan Saygun’dan “İnci’nin Kitabı” ve “5 Prelüd” yer alıyor. Muczyniski’nin ileri teknikle yazdığı prelüdlerle bitiyor.
2005-2006 sezonunda neler yapacaksınız?
– Şu anda yeni bir CD üzerine çalışıyorum. Halk müziğinin Klasik Batı Müziği’ndeki yansımasını ele alacağım. Saygun, Villa Lobos, Bartok gibi bestecilerin eserlerinden oluşacak, bu yılın son aylarında kaydedeceğim. Sezon boyunca ayda ortalama iki konser vereceğim. Türkiye ise şimdilik eylül ve mart aylarındaki konserlerim kesinleşti. Eylülde Toros Can ‘la, Eskişehir’de Francis Poulenc’in ikili konçertosunu yorumlayacağız. Mart ayında İsviçreli iki müzikçiyle kurduğumuz fagot, obua, piyano üçlüsüyle İstanbul, Adana, Mersin, Niğde’de konserler vereceğiz. Ardından İsviçre’de çalacağız. Sezon boyunca Dışişleri Bakanlığı’nın çeşitli ülkelerdeki büyükelçiliklerde düzenleyeceği konserlere katılacağım.
(Serhan Yedig / 3 Ağustos 2005 / Hürriyet)

ZEYNEP ÜÇBAŞARAN’IN İKİ YENİ ALBÜMÜNÜN ABD’DEKİ YANKILARI

* Eleştirmen Christopher Howell, 1 Ağustos’ta, MusicWeb International’da Üçbaşaran’ın Scarlatti,Beethoven, Saygun, Bernstein, Muczynski yorumlarını değerlendirdi: “Geçmişteki çalışmalarında büyük kapsamlı eserlere yer veren piyanist yeni CD’sinde Beethoven bagatellerinin çok ustaca bir yorumunu sunmanın yanı sıra dinleyiciyi çağdaş müziğin az bilinen ara yollarında ilginç bir yolculuğa çıkarıyor. Bagatellerdeki yorumu incelik ve zarafet üzerine kurulmuş, gereken yerlerde fırtına ve ciddiyeti vurgulamayı ihmal etmemiş.”
* Minnesota Public Radio’dan Michael Barone, 21 Temmuz’da yayımlanan “Yeni Kayıtlar” programında, Adnan Saygun’un “İnci’nin Kitabı”nı Üçbaşaran’ın yorumundan yayımladı. Program ABD’nin çeşitli kentlerindeki 37 ayrı radyo istasyonundan dinlenebiliyor.
* Klasik müzik albümlerini değerlendiren İngiliz web sitesi New Classics’te geçen ay John Pitts, Üçbaşaran’ın iki yeni albümünü inceledi. Yazısında piyanistin geçmişteki çalışmalarını da tanıtan Pitts şöyle yazdı: “Yeni albümlerin her ikisinde de dünya çapında bir virtüözün abartıdan, gösterişten, telaştan uzak yaklaşımını görüyoruz.”

Linkler

Kişisel web sayfası

 

Share.

Leave A Reply

8 − 7 =

error: Content is protected !!