Şerif İçli / Güzel bir güfte için canımı verebilirim

0

1956 Şubatı’nda programına geç kaldığı için telaş içinde Harbiye Radyo Evi’ne giden udi bestekar Şerif İçli, prova sırasında kalp krizi geçirip hayata veda etti. 57 yıllık ömürden geriye “Derdimi Ummana Döktüm”, “Yine Bir Sızı Var İçimde Akşam Oldu Diye” gibi 70 şarkı, Bayati makamında saz semaisi, Neva makamında Yürük semai kaldı. Ölümünden beş yıl önce yayımlanan röportajda güzel güfte bulamamaktan yakınıyor.

Onun eserleri hiç şüphesiz ki bambaşka bir hususiyet taşımakta. Eserlerini meydana getirmeğe çalışırken nasıl dile geldiğini hatırlayamadığını söylemekte…

“Nasıl hatırlarım” diyor. “Notalarım daha iyi bilir” cümlesini hemen ilâve ediyor.

Şerif İçli güfte yazmaya hevesli kimselerden en çok şiiri olanların başında bulunmakta. Bi­ze gönderilen şiirleri haftada bir cebime alır, kulis arkasında veya radyoda üstadı gördüğüm zaman ona okurum. Hele geçen kış Tepebaşı’nın kapalı salonunda sahne arkasında Şerif İçli’ye sayısız şiir okudum. Beğendiremedim gitti. Yalnız ikisini beğendi. Bunlardan birisini yakın bir za­manda besteleyeceğini de öğrendim. Diğerini kaybetmiş. Gönderenin ismini hatırlıyorum. Ya İzmit’ten ya İzmir’dendi… Halim Güzerkan! Kendisinden lütfen bize gönderdiği şiirini tekrar göndermesini rica edeceğim! Şerif İçli daima “güzel bir güfteye canımı veririm” derdi….. Fakat yeni neslin şiirlerini pek beğenmiyor. Diyor ki:

“Her acele işin temeli çürük olur. Dört mısralı bir şiirin altı senede yazıldığını bilirim. Sonra da bir günde üç şiir yazan oluyor. Güzel bir şiir yazabilmek için çok yaşamak, görmek, hissettiğini duyabilmek şarttır! İşte o zaman yazılabilen bir çok şiir numuneleri şiir havasına bürünebilir. Bir müddet evveldi, bir bayan kalın bir mektup göndermişti. Açtım. İki ay içinde yazdığı 50’den fazla şiirini, göznuru da dökerek çok muntazam şekilde daktiloya geçirmişti. Merakla hepsini birer birer gözden geçirdim. Bir mısrasını beğenmedim, dersem inanın. Kendisine mektup yazdım. Çünkü cevap vermem için çok rica ediyordu. Durumu aynen açıkladım. Cevap yazdı. Çok mütehassis oldum! İkazlarınıza ehemmiyet vereceğim yüzde 100’dür diyordu…”

Şerif İçli’ye sual soranlar pek fazla. Üstad gazetecileri pek sevmiyor. Neden mi? Orası söylenmezmiş. Huy bu, sever veya sevmez. Herkes düşüncelerinde serbesttir.

Bir çok mecmua okuyucumuz Şerif İçli’nin kızı Şadiye İçli neden daima radyoda okutulmuyor, diye sormakta. Ben cevap vereyim: Üstad, kızının musiki bilgisiyle bizzat alâkadar olmakta. Fakat kızının radyoda daimi okutulması için hiç bir zaman teşebbüste bulunmadı! Bilhassa buna pek fazla dikkat etmekte.

Trabzon’dan Nimet Ergüden ve ailesi Şerif İçli’nin esirlerine hayran. Acaba kendileri en çok hangi eserlerini seviyorlar, diye soruyorlar. Üstadın cevabı:

-Sevginin sınırı olmadığına göre eserlerimin hepsini sever ve tercih yapmam.

Yine Ergüden Ailesi’nden üç sual: Hayatta en çok kimi seversiniz?

-Küçük Mustafa’mı!..

Radyoda mı sahnede mi daimi çalışmak istersiniz?

— Radyoyu hiçbir yere değişmem!

Sesiniz güzel midir? Meşk­lerde okur musunuz?

-Eserimi tam şekilde verebilmek için ben de sesimin çıkabildiği kadar okumak mecburiyetindeyim. Güzelliğini hissettiğim şarkıyı başkasından notasına tam uygun şekilde dinlediğimde manevi sevincimi tahmin edersiniz.

Şu üç suali Bitlis’ten Bayan Ay­şe Hoşkarar soruyor: Eserlerinizi ne gibi bir haleti ruhiye içinde bestelersiniz?

-Zamanına bağlı. Sessizlik ve açık havayı her zaman tercih ederim. Ilık bir havayı da istediğim çok olur. Tabiatın, bazı bestekârlar üzerinde rolü çok mühimdir. Arzuladığı havayı bulamazsa eserlerini imkânı yok yaratamaz.

(Zeki Tükel / 15 Eylül 1951 / Radyo Haftası / Arşiv çalışması, redaksiyon: Serhan Yedig)

Hamiyet Yüceses ile Şerif İçli eser geçiyor. (Fotoğraflar: Zeki Bükey)

Linkler

Şerif İçli’nin biyografisi

Şerif İçli’nin ardından

Şerif İçli’yi de beklenmedik bir zamanda, toprağa verdik. Aramızdan bir dost, memleket musikisine hizmet etmiş bir sanatkâr, içli bir bestekâr daha ebediyete intikal etmiş bulunuyor. Tabutunun arkasından yürürken bunları düşünüyordum.
Şerif İçli’ye sağlığında ne yaptık, yahut ne yapabilirdik? O, şöhretin arkasında mütevazı olmayı ne güzel bilirdi, diye zihnim aralıksız bu sanat adamının şimdi hayal olan hatıralarıyla meşguldü. Evet, Şerif Içli’nin arkasından, kar fırtınası içinde yürürken aklıma mısra halindeki felsefe kırıntıları geliyordu. Etrafımda, dolaşıyor gibiydiler. O mısraları hayalimin dehlizinden size de gösterebilirim.
Şerif İçli’nin cenazesi, bir müddet evvel kendim için yazdığım şu beyti hatırlattı bana!..

Ne süreymiş İlâhi bu ne âyetmiş.
İnandım her bidayet, bir nihayetmiş!..
Hayat iki hakikatten ibaretmiş!.
Beşik harap olmuş, mezar devam etmiş!

Allah geçinden versin.
Evet, biz ne süreyiz, ne âyet. Biz, bidayet şeklinde tezahür eden bir nihayetiz. Beşik, bizi mezara verecek olan hayat sahnesine indirir.
Kundaklar, sargılar, emeklemeler, tay taylar.. Sünnetler, mektebe başlayışlar, derslerle mücadeleler, sonra toy delikanlılık, birkaç gönül ağrısı. Sanat kaygımız, büyük emeller.
Pembe ufuklar, şöhret hülyaları.
Yaratma emelleri… Şakaklarda aklar! Olgunluk. Derken tam hayatı anlarız ömrümüz vefa etmez!…

Şerif İçli önceden görmüştü

Şerif İçli hayatı anlamıştı, O, hayatı yukarıda sıraladığım tabii seyrinden evvel anlamıştı. Felek bizden kıskandı. Size onunla nasıl tanıştığımı kısaca anlatayım.
“Derdimi Ummana Döktüm” şarkısıyla gıyaben tanıdığım Şerif İçli’yi 1948 senesinde Yeşilköy’deki plâk fabrikamda gördüm. O gün benim de “Neye Baksam, Neyi Görsem” hicaz şarkım plâğa alınacaktı. Biz saat 10.00’da Safiye Ayla ile fabrikaya gittiğimizde bütün sazende arkadaşlar oradaydı. Şerif Bey de oradaydı. Şarkının provası için evvelâ ben şarkıyı saza okudum. Şerif kollarını udunun göğsüne dayamış olduğu halde büyük bir nezaketle dinledi. Şarkı plâğa alındıktan sonra benimle görüşmek istediğini karşıdan işaret etti, yanına gittim. Çok heyecanlıydım…
– Sizi tebrik ederim. Çok muvaffak olmuşsunuz, bu tavrı ve bu edayı bırakmayınız, dedi.
Göklere uçmuştum. Sözleri bana büyük cesaret verdi. O senelerde sık sık şarkı besteler, güfte yazardım. Bundan sonra birçok nedenle Şerif İçli’yle karşılaştım. Her defasında sohbetimizi biraz daha iyiye götürdük. Yine bir plak alma gününde karşılaştık. Hamiyet (Yüceses) Hanım ile fabrikaya gitmiştim. Şerif Bey yanıma sokuldu:
– Hüseyin Bey, dedi. Bana beylik olmak şartıyla bir güfte yazar mısınız?
(Hüseyin Mayadağ / 18 Şubat 1956 / Yeni Radyo / Arşiv çalışması ve redaksiyon: Serhan Yedig)

 

Rüştü Eriç o günü anlatıyor

Yıl 1956. O gün Mustafa Çağlar‘ın radyoda neşriyatı vardı. Saat 14.30’da yapılacaktı. Saz arkadaşlarıyla stüdyoda prova yapıyordu. Niyazı Sayın’la ben müzik yayınlarında çalışıyorduk. O sırada aşağıda C Stüdyosu’nda Çağlar’ın provası yapılırken Şerif İçli’ye fenalık gelmiş. Hakkı Derman’ın omzuna eğilmiş. “Hakkı, ben fena oluyorum demiş. Bu durumu bize, yukarıya haber verdiler. Niyazi Sayın’la aşağıya koştuk. Şerif İçli’yi yere yatırdılar, ceketi çıkarılmış, rengi sapsarı. Niyazı Sayın’la birlikte vücudunu kıble tarafına çevirdik, gözlerini kapattık. O anda Nevzat Atlığ da gelmişti. Yapılacak bir şey yoktu. Hemen belediye doktoru çağrıldı. Doktor baktı. Ani kalp krizi teşhisi koydu. Biz de neşriyat durmayacağı için, üzgün ve gözlerimiz yaşlı bir halde, diskotekten Mustafa Çağlar’ın bir plağını çıkarıp yayına verdik. O günlerde havalar çok soğuktu. Ölümünden üç gün sonra Feriköy Mezarlığı’nda toprağa verilen Şerif İçli’yi çok severdim ve onun ut çalışına hayrandım. Şerif İçli’yi bir kere daha rahmetle anıyorum.

Share.

Leave A Reply

4 × 5 =

error: Content is protected !!