Özdemir Erdoğan / Soru soruyorum şarkılarımda, dolayısıyla günahkârım

0

25 yıl önce yazdığı şarkılar hâlâ dillerden düşmeyen Özdemir Erdoğan uzun süredir yeni çalışmalarını gün ışığına çıkarmıyordu. 2001 Şubatı’nda “Otoportre” başlıklı bir konser vereceğini duyunca, kapısını çaldık, nedenini sorduk. Yıllardır Klasik Türk Müziği ve halk müziğini özümsemeye çalıştığını, geleneksel müziği çokseslendirme konusunda son sözünü söyleyebilecek yetkinliğe ancak şimdi geldiğini anlattı. “Davul, kontrbas ve gitarla 22 geleneksel ezgiyi yorumladığım albüm yayımlandıktan sonra sıra şarkılara gelecek” dedi. Albüm üç yıl sonra yayımlandı. Ardından Erdoğan, onu hayatın kıyısına sürükleyen zorlu bir hastalığa yakalandı. Mutluluğun anahtarı üzerine konuşmuştuk o söyleşide. “Ya tevekkülle herşeyi kabulleneceksin ya da özgürce soru sorup sonuçlarına katlanacaksın” demişti.

Yıllar önce bir şarkınızda “Özgürlük mü, tevekkül mü mutluluğun anahtarı” diye sormuştunuz. Cevabınız değişti mi?
– Cevabı şarkıda saklı. “Korkacak bir şey yok” diyorum. (Gülüyor) “Başı sonu belli olan bir yolda” büyük felsefeler yapmaya, bunun için ölmeye ve öldürmeye gerek yok. Tevekkül sahibi olamam. Çünkü iyi bir dindar değilim. İnanmanın kuralı soru sormamaktır. Ben soru soruyorum, şablon dışı bir kişiyim. Dolayısıyla günahkarım. Cat Stevens bile gitar çalmayı bıraktı, ben hâlâ çalıyorum. (Gülüyor) Cenabı Allah bunu bana mani edecek bir şey yapmazsa, elim, kolum kesilmezse sonuna kadar gitar çalmaya, dolayısıyla günah işlemeye devam edeceğim. Mutluluk özgürce soru sormak mıdır pekiyi? Tabii ki değil; sizi mutsuz eder sadece. (Kahkahalar) Sanatçı olduğum için soru sormaya devam ediyorum. Dünyada en büyük ikilem bence hâlâ bu noktada: Ya tevekkül olacak ve herşeyi kabulleneceksin ya da özgürce soru sorup sonuçlarını taşımayı becereceksin.
Eskisine göre daha uzlaşmacı, iyimser olduğunuzu gözlemliyorum. 1980’lerin ortalarındaki bir röportajımızda, Türkçe şarkı söyleyenlerin sistematik şekilde engellendiğini, Batı uyarlamacılarının önünüzü kestiğini söylemiştiniz. Aranjman müziğin öncülerinden Sezen Cumhur Önal’dan bahsedip, bunu yazmamı istemiştiniz. Birkaç yıl önce bu şahısla bir albüm hazırladığınızı, arkasına da el sıkışırken çekilmiş bir fotoğraf koyduğunuzu görünce, şarkınızdaki soruya verdiğiniz cevabın değiştiğini düşünmüştüm…
– O bir nostalji albümüydü. Yıllar önce yapılan, bir köşede kalan ve zamanında çok emek harcanmış işlerin yeniden gündeme getirilmesi amacıyla yapılmıştı. Bu albümde Sezen Cumhur Önal’ın sözlerini yazdığı dört parçaya yerverdim. Şimdi yayımlanmayı bekleyen, buna benzer bir albüm daha var. 1960’lardaki konserlerimin kayıtlarından “Natalie”, “Amsterdam”, “My Way” gibi şarkıların yorumlarından oluşacak. Eski kayıtları, biyografinin, karizmanın ortaya çıkması, Özdemir Erdoğan’ın yaptıklarının kaybolmaması için yayımlıyorum.

Millet unutmak istiyor!

1975-85 arasında birbirinden güzel şarkılar yazmıştınız. Bugün bile zevkle dinleniyorlar. Sonra birden şarkı yazmayı bıraktınız. Sizi sadece Türk Müziği uyarlamalarıyla dinlemeye başladık. Bize birkaç numara büyük geldiğini düşündüğünüz için mi şarkı yazmayı bıraktınız ve şarkıları rafa kaldırdınız?
– Onlar benim birer parçam, nasıl rafa kaldırırım? Jacques Brel ve Dario Moreno geçti bu dünyadan. En son Amerika’da Don Kişot’u sahnelemeyi denediler, beş kuruşsuz, sefil şekilde geri döndüler. Belki ikisinin de ölümüne yol açan bu üzüntüydü. İkisi de gerçek şarkıcılardı. Ama hiçbir zaman Johny Holliday kadar plak satamadılar. Böyle olması doğaldı. Brel şarkısında Amsterdam’ı anlatıyor; fahişeleri, işçilerden, sefaletten bahsediyor. Oysa insanlar bunları unutmak istiyor. Ben Vitrin diye bir şarkı yazıyorum. Vitrinin önündeki sekreter kızın durumunu anlatıyorum. Vitrinde gördüğünü almak için maaşı yetmiyor, başka yollar denemeli. Bunu deneyen yüzlerce genç kız var. Kendi kendilerine itiraf etmiyorlar. Sevgilim bana hediye aldı, diyorlar. Oysa adam 30 yaş büyük. Şarkım suratlarına tokat gibi iniyor, hayallerini berbat ediyorum tabii. Olacak iş mi bu? Bu düzenin eksik ve fazla taraflarını şarkılarımda söylüyorum. Hiç para etmiyor. 1990’lardan bu yana protest şarkılarımı her fırsatta bu millete yutturmaya çalıştım. Yemiyorlar. (Kahkahalar) Öyleyse sevdiğinizi yapayım, dedim. Restorasyon işlerine başladım.
Klasik Türk Müziği uyarlamalarından bahsediyorsunuz, değil mi?
– Klasik Türk Müziği ve halk müziği ezgilerini yorumladım, çok sesli hale getirdim. Caz çaldığım yıllarda, yurtdışı konserler sırasında geleneksel müziğin önemini farketmiştim. Cazda büyük isimler alaturka gibi çalıyordu, kendime baktığımda alaturkayı bilmediğimi görüyordum. 1970’lerde kendimi tekrar etmek istemedim. Hep, en büyük korkularımdan biri olmuştur kendimi tekrar etmek. Yeni bir şeyler yapmalıydım. O yıllarda Avrupa’daki bir müzik kongresinde tonal sınırlar içinde müzikte yeni bir şey yapılamayacağı, çıkışın modal müzikte olduğu söylenmişti. Ben de ulusal olmadan, evrensel olunamayacağını düşünüyorum. Yaşadığım ülkenin zenginliklerini, makamları, Türk Müziği repertuarını öğrenmeye karar verdim. Yıllarca çalıştım. Aristotales’ten bu yana kuşaktan, kuşağa aktarılan, primitif olmasına rağmen benzersiz bir lezzet taşıyan bir müzik bu. Türk Müziği yorumlarını kaydedeceğim zaman “bu satmaz” dediler. Hiç promosyonsuz üç yüz bin sattı. Halk müziği yorumları da aynı şekilde. Uyarlamalara karşı çok hassas olan TRT’nin denetiminden bile geçti çalışmalarım. Akıntıya karşı kürek çektim, başarılı oldum. İkinci Bahar kasetinden sonra Özgün Caz Denemeleri diye bir albüm yaptım. Unkapanı piyasasındakiler “Abi senin aklından zorun mu var, çok satan albümden sonra hiç satmayacak iş yapıyorsun” dediler. Bu bir riskti, üstlendim.

Görevim yeni misyon yaratmak

“Millet benim şarkılarımı yemiyor” dediniz. Bir ay kadar önce Teoman ve Aşkın Nur Yengi sizin şarkınızı albümlerine almak için neredeyse birbirine giriyordu…
– Demek ki 1970’lerden bu yana Türkiye’de bir şey değişmemiş, ilerleme yok. (Gülüyor) Hâlâ eski şarkılarım geçiyorsa, bu benim için övünülecek bir şey değil… Benim işim yeni bir vizyon yaratmak, yeni şeyler söylemek. Ama biri kapımı çalar, eski şarkımı isterse veririm. Genç olması, yorumunun aklıma yatmaması hiç önemli değil.
Şarkı yazmayı tamamen bıraktınız mı; yoksa bestele yapıp çekmeceye mi atıyorsunuz?
– Çok sayıda bestem var defterlerde bekleyen. Bazıları hazır, bazıları tamamlanmamış. Türk Müziği ve Halk Müziği üzerine yılların çabasından sonra yapmak istediklerim var. Çünkü, ancak şimdi bu müzikte yeni bir şeyler söyleyecek yetkinliğe geldiğimi hissediyorum. Bu konudaki son sözlerimi söyledikten sonra çok rahatlayacağım. Bu projeler tamamlandıktan sonra bir gün yine şarkılara sıra gelebilir. Kısmet ve imkan olursa, bekleyen şarkıları bugün kullanılan en ileri teknolojiyi kullanarak değerlendirmek istiyorum. Gerekirse Amerika’ya, İngiltere’ye gideceğim kayıt için. Çünkü Türkiye’de bugüne kadar kaydettiğim hiçbir eser istediğim gibi bantın üstüne aktarılamadı.
Anladığım kadarıyla geleneksel ezgilerden yola çıkan iddialı bir proje hazırlıyorsunuz. Sır değilse, biraz ayrıntılarından bahsedebilir miyiz?
– Gitar, davul ve kontrbasla, yani çok sade bir enstrüman yapısıyla geleneksel ezgileri yorumladık. Bir CD’de Klasik Türk Müziği yorumları, diğerinde halk müziği yorumları var. Kayıtların çoğu tamamlandı. Önümüzdeki günlerde yayımlanacak. CD’lerin içindeki kitapçıkta notalar olacak. Albüm gitarcılara, ideal çok sesliliğe nasıl ulaşılabileceği konusunda yol göstermeyi amaçlıyor. Bu özelliğiyle Özdemir Erdoğan’ın geleceğe bıraktığı en büyük miras olacak.

Şarkılarımla gurur duyuyorum

1970’lerdeki genç Özdemir Erdoğan karşınıza çıksa, 60’lı yaşların tecrübesiyle ona neler söylerdiniz?
– Çok atılgan, girgin, müteşebbis bir insan değilim. Çekingen, naif bir insanım. Çünkü hata yapmaktan korkuyorum. Geçmişte yaptıklarım çok kötü değil. Her işe girmedim. Mesela Türkan Şoray’ın film teklifini geri çevirdim. Ölü Gözüyle İzlenimler, Paranın Ne Önemi Var gibi şarkılarımla iftihar ediyorum. Allah’a şükrediyorum bu ilhamı verdiği için. Devletini, milletini acımasızca eleştiren bir sanatçıyım. Devleti yönetenlerin ve milletimin olumsuz kalıtımsal özellikleri nedeniyle çok zorluklar yaşamış, itilip kakılmış bir sanatçıyım. Bütün bunlar benim ülkeme duyduğum sevgiyi değiştiremedi. Yıllar sonra Devlet Sanatçısı ilan edildim. Devlet “sana çok çektirdik, bunu hak etmiştin; ölünce cenazen Türk bayrağına sarılacak” dedi. Kendi imkanları içinde benden özür diledi. Devletin, ülkeme ne kadar hizmet ettiğimi anlaması beni mutlu etti.
Günlük yaşamınızdan bahsedelim biraz. Her gün gitar çalışır mısınız; son yıllarda yeni uğraşılar, hobiler edindiniz mi; ilham periniz nazlı mıdır, yoksa günün herhangi bir saatinde kapınızı çalar mı?
– Size bir itirafta bulunayım: Ben hiç sosyal bir insan değilim. Eşimin çabası olmasa, günlerce, aylarca çalışma odamdan çıkmam. Gitarlarım, CD’lerim, kitaplarım, notalarımla çok mutluyum. Tek hobim bu. Bahçemdeki ağaçlarla, kuşlarla konuşurum. Haftada iki gün Unkapanı’na plak firmama giderim; bir gün Tuzla’daki yazlığa. Geri kalan zamanda hep buradayım. TV’deki maçları hiç kaçırmam. Ekran karşısında bile gitar elimdedir. Gitara her dokunduğumda yeni bir şeyler buluyorum. Çetin Altan “Türklerin özelliği mesleksiz oluşlarıdır” der. Benim mesleğim müzik. En iyi şekilde yapmaya çalışıyorum.

Şarkılarım şefkat içerir, bu nedenle seviliyor

60’lı yaşlarda aşka bakışınız değişti mi; aşk şarkıları yazıyor musunuz yine?
– Aşka bakışım değişmedi, aşk şarkıları yazmaya devam ediyorum. Ama bu konuda maceracı değilim. Eşimle mütevazı bir hayatım var; ona karşı sorumluluklarımı önemsiyorum. Etrafımda dolaşan gençler şaşırtıyor beni. “60 yaşındaki adamda ne buluyorsunuz” diye soruyorum. “Şefkat” diyorlar. Günümüzdeki en büyük eksiklik şefkatsizlik. Belki şarkılarımın bu kadar çok sevilmesinin nedeni şefkat duygusunu taşıması.
Pablo Neruda bir röportajda “20 Aşk Şiiri ve Bir Ölümsüz Şarkı” adlı kitabından söz ederken, bu şiirler sayesinde tanışan ve birbirine aşık olan iki okurunu anlatır. Yıllar sonra ozanı bulup teşekkür etmişler. Size de şarkılarınızla ilgili bu tür öyküler ulaşıyor mu?
– Çok oluyor bu tür olaylar. En son bana ulaşanlardan bir iki örnek vermek gerekirse şunları söyleyebiliriz: TV programında Beyaz, sevgilisiyle ilgili problemi açıklarken şarkımın sözlerini okudu. Katıldığım bir TV programın sunucusu “Korkacak bir şey yok”un hayatına yön verdiğini söyledi. Geçenlerde program yaptığım yerde genç bir çiftle karşılaştım. Kulise geldiler, sohbet ettik. Yılbaşında telefonuma mesaj göndermişler, yeni yılımı kutluyor ve İş Sanat’taki konseri merakla beklediklerini söylüyorlar. Bunları görünce, birileri yaptığım işlerin farkında, diyorum. Çok mutlu oluyorum.
Fanatik dinleyicileriniz var mı; konserde sadece Türk Müziği yorumlarına yerverdiğinizde şarkılarınızı söylemediğiniz için tepki gösteren oluyor mu mesela? Bu açıdan dinleyicinizin özgürlüğünüzü kısıtladığını hissediyor musunuz?
– Konsere çıktığımda dinleyiciye şunu söylüyorum: “Ben çalarken cep telefonlarınızı kapatmak zorunda değilsiniz. İsterseniz bana eşlik edebilir, dansa kalkabilirsiniz. Ama benden şarkı istemeyin, ne istersem onu çalarım. Bu benim Mustafa Keser’den farkım!” (Kahkahalar) Bırak bu yorum meselelerini, sen bize şarkılarını söyle, diyen oluyor tabii. Geleneksel eserlere getirdiğimiz yorumla, bu konudaki yeniliklerle ilgilenmiyorlar. Anlamak için uzmanlaşmış bir kulak, müzisyen olmak gerekiyor. Bir müziğin kalitesi müziğin türüyle değil, çalanın kalitesiyle orantılıdır. “Çayırda buldum seni” ile müthiş şeyler yapılabilir.

Oğlum hiphop’çu oldu

“Otoportreler” serisi kapsamında konser veriyorsunuz. Zamanın kısıtlı olduğu düşünülürse birçok şarkıyı elemek zorundasınız. Seçimi nasıl yapacaksınız?
– Gitarın ve Özdemir Erdoğan’ın, bestelerinin ön planda olduğu, tanınmış şarkıların yorumlandığı bir konser olacak. İki bölümden oluşan bir konser düşünüyorum. İlk bölüm şarkıcılık hayatımın başlangıcı, aranjmanlar, Sezen Cumhur Önal’la çalışmalar, ikinci bölümde caz ve sonraki döneme yerverebiliriz. Belki de son anda kronolojiyi bir yana bırakıp karışık bir program yaparım.
Günışığına çıkmamış şarkılara yerverecek misiniz?
– Hayır. Repertuarda değil, yorumda sürpriz beklemekte yarar var.
Grubunuzda kimler olacak?
– Davul ve bas eşliğinde gitar çalacağım. Belki birkaç konuk müzikçi, geleneksel çalgıyla eşlik edecek. Mesela kanun, klarnet çalabilir. Kontrbasta oğlum Mehmet Can yer alacak.
Oğlunuzla müzik beğenilerinizin hiç uyuşmadığını sanırdım. Cold House albümünde hip hop, drum’n bass gibi modern dans müziği yapıyordu…
– Oğlumla müzik beğenilerimiz hiç uyuşmuyor. Çok sosyal, bohem bir hayatı var. Ama Türkiye’deki en iyi basçılardan biri. Armonik açıdan benden çok şey öğrendiğini söyler. Bu nedenle birlikte çalıyoruz. Müzikal kaliteyi korumak şartıyla, her türlü yeniliğe açığım.

MESLEKTAŞLARA YAYLIM ATEŞİ : Ben haddimi bilen bir insanım. İyi yapabileceğim işle uğraşıyorum. “Gitarla uluslararası boyutta modal müzik yapabilecek boyutta değilim” diyorum mesela. Şimdi bir bankanın reklamlarında Fazıl Say’ı izliyoruz. Say’ı iyi eğitilmiş, iyi çalışmış, iyi yönlendirilmiş bir robot gibi görmeye başladım. Benim anladığım anlamda bir müzisyenin o reklamı, kompozisyonu kabul etmesi, o kompozisyonu icra etmesi anlaşılır gibi değil. Çünkü çok kötü. Sertab’ın icraatı uluslararası normlara göre gerçekten kötü. Buna Fazıl’ın izin vermesi daha da kötü. Finalde yaptığın glisando’yu düzelt, demesi lazımdı. Bestecilik, düzenleme ve piyanoda virtüözlük ayrı şeylerdir. Say’ın piyanistliğine saygım var. Ama beste ve düzenleme işlerine hiç girmesin. Onun adına üzülüyorum.

* Sertab’ın “Makber”i de söylememesi lazımdı, çok rezilce bir yorumdu. Yaptığın işe bakacaksın, sonuç iyiyse ortaya çıkaracaksın. Değilse, “vaz geçtim, yapmayacağım” diyeceksin.

* 1980’lerde Yonca Evcimik genç popçuları çok eleştirdiğimi, haksızlık ettiğimi söylemişti. “Bu yaşta sizinle neden idrar müsabakasına, rekabete gireyim; senin rakiplerin arkandan gelenlerdir, benim gibi 45 yıl sahnede kalırsan rakibim olabilirsin” demiştim.

* Şarkılarım dururken Türk Müziği yorumları çalmamı dinleyiciler pek anlayamıyor. Müziğe geniş perspektiften bakmamın önemi kavranmıyor. Onlar Kayahan’a, Bülent Ortaçgil’e alışmışlar. Sahneye çıkıp kendi şarkılarını söylüyorlar. Yıllardır Bülent Ortaçgil aynı şarkıları söylüyor. Sevenler gidip dinliyor. Bülent Ortaçgil’in şarkılarında güzel, şairane sözlerden başka müzikal açıdan yeni ne var? James Taylor’dan farkı nedir?
(Serhan Yedig / İş Müzik / Şubat 2001)

Linkler

Kişisel web sayfası
Biyografisi

Share.

Leave A Reply

five × two =

error: Content is protected !!