Serdar Ateşer / Şarkıda sözle müziği uyuşturma çabası bana cazip gelen bir oyun

0

Serdar Ateşer’in 1998’de başlayıp aynı yıl büyük ölçüde tamamladığı, içine sinene kadar bekletmeyi tercih ettiği dördüncü albümü 2018 sonunda nihayet yayımladı. “İş İşten Geçer Geçmez Ordayım”da Edip Cansever’in dizelerinden, Murathan Mungan, Mehmet Budak ve Meltem Ahıska’nın yazdığı sözlerden yola çıkıyor. Şarkılarını vokalin yanı sıra konuşma, sokak kayıtlarını çağrıştıran ses kesitleri ve efektlerle harmanlayıp çok katmanlı bir anlatım geliştiriyor.

 

Ayvalık çarşısında, kapısının üstünde “1901” yazan tarihi taş binada 20 yıldır sessiz sedasız çalışıyor Serdar Ateşer. Kapısının önünden burgu burgu yükselen yaşlı mor salkımın gölgelediği sokaktan geçerken bu faaliyete tanık olmak mümkün değil. Ne ses ne de görüntü ulaşıyor dışarıya. Atölyesinin cephesindeki parmaklıklı pencerelere burnunuzu yapıştırıp baksanız da tozdan, karanlıktan içerisi görünmüyor. Ahşap kapıyı araladığınızda bir başka muamma çıkıyor karşınıza. Zamane müteahhitlerin üç kat sığdırabileceği kadar yüksek tavanlı atölye ne müzik stüdyosuna benziyor ne de klasik Ayvalık yağhanesine, sabunhanesine… Ortada upuzun borusuyla kömür sobası, üstünde sallanan eski Karaköy Şehir Hatları İskelesi yolcu salonundan çıkma pervane, solda şilepten çıkma geniş, ince çekmeceli antika harita masası, duvarlarda koleksiyon objeleri, resimler, sağda 1960’lardan kalma bir bisiklet, müzik seti, koltuklar… Atölyenin arka tarafında tavandan yere uzanan kadifeden eski, kalın tiyatro perdesi…

İkinci bir hamle yapıp ağır perdeyi araladığınızda bir başka tiyatro sahnesi sizi bekliyor. Gemiden sökülmüş ahşap kaptan köşkü izlenimi veren pencereli kayıt bölmesi, sağda davul seti, solda klavye ve enstrüman kutuları… Tavandan sarkıtılmış, balinayı andıran, bezle kaplı ahşap tekne iskeleti…

Radikal karar

Dedesinden, babasından miras denizcilik tutkusunu, çocukluğundan kalma müzik aleti merakını ve müzik sevgisini bir araya getirdiği atölyeyi 1998’de, İstanbul’dan ayrılıp Ayvalık’a yerleşmeye karar verdiği günlerde kurdu Serdar Ateşer.

Hayat beni cendereye sokmak üzereydi. Profesyonel müzik uğraşıma devam etmek, planladıklarımı gerçekleştirmek için istemediğim bedelleri ödemek zorunda kalacaktım. Bunu reddettim ve yeni bir yol çizdim” diye anlatıyor o günleri.

Önce bir çılgınlık yapıp reklam müziği piyasasından ayrıldım. Çünkü dünya görüşüme aykırıydı. Stüdyomda yaptığım gönüllü kayıtlarla hayatımı sürdürmem zorlaşmıştı. Albüm yapmıştım ama müziğimi sergileyecek sahne bulamıyordum. O günlerde Ayvalık’ta yaşayan arkadaşımı ziyarete geldim. Kasabanın mimarisinden, 1970’li yılların İstanbul’unu hatırlatan yaşam tarzından etkilendim. Müziği bırakmayı göze alıp Ayvalık’a yerleştim. Bu atölyeyi kiralayıp müzik aletlerimi yerleştirdim. İlk birkaç yıl sadece tozlarını almakla yetindim.”

İki kez erteledi

Ayvalık’ın yolunu tuttuğunda yayımlanmaya hazır yeni albümü de yanındaydı. Fakat şarkıların gün ışığına çıkması tam 20 yıl sürecekti. Bu sürede küçük yelkenlisiyle bölge koylarını, adalarını keşfe çıktı, deniz haritası koleksiyonunu genişletti, Midillili müzikçilerle dostluk kurup adalarda konserler verdi, onların çalışkanlığından ve müzikle bütünleşmelerinden etkilendi… Stüdyosunda genç rebetlere albüm kaydedip “1901 Records” etiketiyle yayımladı, Bülent Ortaçgil, Eren Kazım Akay, Mor ve Ötesi’nin prodüktörlüğünü yaptı, İlhan Mimaroğlu sergisi için elektronik müzikler, Hale Tenger’in sergileri için ses yerleştirmeleri hazırladı (Ortak çalışmaları “Beyrut”, adlı video Paris’teki Pompidou Çağdaş Sanat Merkezi koleksiyonuna kabul edildi)… Selda Asal ile dört ülkede göçmen kamplarını gezdi, çocukların yazdığı sözleri besteleyip onlarla birlikte söyledi, Konjo ile doğaçlama müzik safarilerine çıktı, Suzi’nin Turtası’yla rock festivaline katıldı… Film, tiyatro ve dizi müzikleri besteledi, hatta bu arada 2006’da kendi albümünü yeniden ele alıp kaydını tamamladı, 2008’de plak firmasına teslim etti, bir süre sonra yayımlamaktan vazgeçti!

Peki neden?

Üstelik elimizdeki yeni albümün kitapçığında yazdığına göre bedelini ağır ödemişti:

Kesinlikle ‘fiyzıbıl” bir süreç değildi bu albümün oluşumu… (…) Sonunda battım. Sponsör firmam ya da internette destek hattım vb de yoktu…”

Teknoloji kurbanlarına selam

Ocak ayının sonunda, Ayvalık’ın soğuğa teslim olduğu, sokakların boşaldığı günlerde iki akşam üst üste müzik yazarı Derya Bengi ile Ateşer’in stüdyosuna konuk olduk. Soba başında, çayları birbiri ardına yuvarlayıp toplam 5,5 saat konuştuk. Dedesinin hediye ettiği pikap ve amcasının klasik müzik plaklarıyla başlayan, Beatles’tan Mozaik topluluğuna uzanan serüvenini dinledik. 40 yıllık yolculuktan sonra ulaştığı noktayı ve yeni albümünü sorguladık.

Derya Bengi, 2012’deki bir sohbeti hatırladı. Sanatta yaratıcılık konusunu tartışırken Ateşer’in söyledikleri aklına takılmıştı: “Son yıllarda yaptığım en yaratıcı iş tamamladığım albümü yayımlamamaktı…”

Nedenini sorduğunda 20 yıllık gecikmenin detaylarını öğrenmiş olduk…

İlk ipucu 1998’de yayımlanan Avdet Seyri’nin kapak notlarındaydı: “Bu albüm teknoloji ve buna dair ıvır zıvırın toplumlar arası değiş tokuşu neticesinde meydana gelen maddi-manevi kazalarda telef olanlara adanmıştır.”

1990’ların ikinci yarısında Türkiye’de yaygınlaşan dijital kayıt imkanı stüdyo çalışmalarında bir yandan mükemmeliyeti fetişleştirirken diğer yandan yüzlerce alternatif kayıt arasında seçim yapmak zorunda kalan, teknoloji açısından deneyimsiz müzikçilerde ciddi bir kafa karışıklığı yaratmıştı. Ateşer, Avdet Seyri’nde bu tehlikeyi atlatmış fakat bir yıl sonra dördüncü albümüne başladığında kararsızlık sürecinin içinde bulmuştu kendini. Dijital teknolojiyi öğrenip doğru kullanacak deneyimi kazanması tam 10 yılını alacaktı…

Bir başka konu şarkı formuna yönelişin getirdiği sorunlardı: “Enstrümantal müzikte, müzisyenin kendine yönelik tatmini öne geçebiliyor. Oysa şarkıda müzik sözlerin hizmetinde. Söz ve müziği uyuşturmak ciddi bir uğraş. Sorun çözmeye yönelik bu çaba bana cazip gelen bir oyun” diyor Ateşer. Ve bu oyunda da ustalaşmak gerekiyordu. Sadece bestelemek değil icra etmek için de…

Şakıyan şarkıcı değilim, sadece bestemi takdim ediyorum. Vokallerim müziğimde maket kabul edilebilir” demesine karşın sesini mümkün olduğunca hatasız, yaratıcı, yenilikçi kullanmak önemsediği konular arasında. Ve bu konuda şipşak deneyimlerle yetinmeyecek kadar müşkülpesent.

Nitekim 2008’de hazır albümü geri çekmesinin nedeni de müşkülpesentliği. “Kayıtları Kalan Müzik’e teslim edip Ayvalık’a döndüm. Otomobilime atlayıp Kozak köylerinde turladım ve bir yandan da albümü dinledim. Dönüşümde telefon edip kararımı bildirdim. Yine de son kararı Hasan Saltık’a bıraktım. Beni dinledi, yayımlamadı.”

Sergi gezer gibi

20 yılın sonunda albümü tamamlayıp şarkılarını gün ışığına çıkarma kararlılığını kazanmasını birkaç unsura bağlıyor: Yunan müzikçilerle çalışmasının getirdiği yenilenme ve şevk… Doğaçlama müzik deneyimiyle önünde açılan yeni yol… Tek kişilik müzik üretim sürecinden sıyrılıp takım çalışmasına yönelme…

Bunca çabanın sonucunda ortaya çıkanı merak ediyorsanız… Şöyle özetlenebilir…

Elektro gitarın öne çıktığı, enerjik, isyankar, sürprizli bir müzik… Her şarkıda kılıktan kılığa giren, kimi zaman şarkı söyleyen kimi zaman şiir ya da rapçiler gibi meydan okuyan bir vokal… Düş gücünü harekete geçiren elektronik efektler, tekrarlanan konuşma kesitleriyle yapılan kolajlar ve mizahı elden bırakmayan muhalefet…

Yerinde Duramayan Adam”ın huzursuz ruh hali, parmakla işaret edilen yönlerin aksine yürüme arzusu, iletişimsizlik, kişisel ilişkilerdeki çözülmeler, hayatın her alanını saran sahtekarlıklar, savaşa sürülen gençler, geç kalınan aşklar…

Ve çocuk korosuyla ansızın karşımıza çıkan masumiyet, yaşam sevinci…

Albümün kapağına tam sayfa basılan ithaf notuna da göz atmakta yarar var:

Bu albüm, heyecanlanmaktan ve aşka gelmekten hoşlanmakla beraber, etrafında beliren davetkar toz bulutlarının içine hemen dalmayan ve adı yakıcı bazı hedefler için kendisinden istenen acil onayları, karşılaşacağı kırılıp bozulmaları da göze alarak vermeyip, oraya hiç ulaşamayabileceği yollardan kendi hayali noktasına doğru ilerleyenlere adanmıştır.”

Kısacası, “İş İşten Geçer Geçmez Ordayım” günlük hayatın akışına eşlik etmeyi, fon müziği muamelesi görmeyi reddeden bir albüm. Şarkıların katmanlarını, araya sıkıştırılan ince esprileri, göndermeleri kavramak ve yapılan işten zevk almak için dinleyicisinden çaba talep ediyor. En azından günlük hayatın telaşını bir kenara bırakıp, bir resim sergisi gezermiş gibi müziğe zaman ayırmak gerek.

Kimi espriler de öylesine kişisel ki sırrına vakıf olmak için Ateşer’in kapısını çalmak zorunluluk. Örneğin Edip Cansever’in “Tragedyalar III / Gücünüz Yok”unda metne eklediği dize ve konuşma kesiti…

Uçakları seyretmeyi severim. Çocukluğumda babamla Yeşilköy Havalimanı yakınlarından geçerken pistin ucundaki yaklaşma noktasında durup iniş ya da kalkışları izlerdik. Her seferinde nöbetçi kulübesindeki asker bizi potansiyel suçlu gibi algılayıp uyarırdı. Aradan yıllar geçti. 1998’de TV’de bir belgesele rastladım. Uçak seyretme meraklılarıyla ilgiliydi. ABD’deki havaalanlarında pistin yakınında buluşup uçakları seyreden, fotoğraflayanlardan bu hobiyi tanımlaması istendi. İçlerinden biri ‘Örneğin Türkiye’de yasak olabilecek, tutuklanabileceğiniz bir iş bu’ diye tanımladı. Amerikalı’nın yorumu beni çok etkilemişti. Cansever’in suçluluk hissini vurguladığı şiirine bir cümle ekledim: ‘İnen uçakları seyretseniz.’ Kişisel tarihimden bir örnek verdim. Ayrıca vurguyu artırmak amacıyla şarkıya günlük yaşamdan esinlenerek kaydettiğim ‘Birader, kime bakmıştın’ gibi cümleleri de monte ettim, tekrarlarla kullandım.”

Albümdeki “Tragedyalar III / Silahlı Eleştiriler”in Hürriyet gazetesinin oluşturduğu jüri tarafından 2018’in en iyi 10 şarkısı arasında yer aldığını hatırlatalım.

Türkçede perküsyon etkisi

Derya Bengi, Cansever’in dizelerinin perküsyon etkisiyle kullanılmasına dikkat çekiyor… Ve soruyor…

2000’lerin başında Turgut Berkes’le yaptığım söyleşide, Türkçe rock şarkısı yazmak konusunda önemli bir tespitte bulunmuştu. Türkçenin perküsif özellik taşıdığını, bu nedenle davulu düşünerek söz yazdığını belirtmişti. Yeni albümünün açılışındaki “Gücümüz Yok”ta sanki Edip Cansever’in dizeleri vurmalı çalgı gibi kullanılıyor, gerçek davul son bir dakikada giriyor. Senin yeni albümdeki söz kullanımında da farklı bir yaklaşım görüyorum. Bu yeni bir şiir okuma önerisi mi, rap mi, nasıl açıklayabiliriz?

– Gözlemin doğru, konuşmayı ritm unsuru gibi resitatif kullanıyorum fakat rap sayılmaz. Prozodi benim için çok önemli. Bu teknik prozodi konusundaki sorunları da çözme imkanı veriyor. Türkçe melodik açıdan çok zengin değil. Örneğin Yunanca ya da İtalyancadaki ses skalasının genişliği müzikçiye geniş melodik imkanlar sağlıyor.

Albümdeki şarkılarda tiyatro müziği havası da seziliyor.

– Evet, bu doğru. Vurguyu kaydırmak, sözlerdeki diğer anlamları ortaya çıkarmak amacıyla teatral anlatımdan hoşlanıyorum. Şarkılardaki vurgular çoğunlukla kayıt aşamasında, kendiliğinden ortaya çıkıyor. Teatral ifadeyle ayrıca şarkıcılık konusundaki dinleyici beklentisini de dengelemeye çalışıyorum.

Edip Cansever şiiri adeta imge sineması. Bu özelliğiyle seni yönlendirmiş olabilir mi?

– Şarkı yazarken önce ritmik altyapısını oluştururum. Türkçeye uygun şekilde bunu kuramazsam gerisi gelmiyor. Evet, “Gücünüz Yok”ta şiirin beni bu anlatıma yönlendirdiğini söyleyebilirim. Fakat “Kaç Kişiydik”te daha klasik melodi kullandım. Yani şiirin yapısı ritmden önce melodiyi belirledi.

1500 CD’yi açıp tekrar paketledi

10 şarkının yer aldığı albümde Serdar Ateşer’i en çok zorlayanı “Ayın Yüzü”.

Çok değiştirdim, zaman zaman başa çıkamayacağım duygusunu yaşadım… ‘İş İşten Geçer Geçmez Ordayım’da da zorlandım. Çünkü İskender Paydaş’la ortak bestemizdi. Akorlar ve metronomu İskender belirledi, ben ise ilave akor ve melodiyi ortaya çıkardım. Onun formu enerjik ve güzeldi. Bozmak istemiyordum. Şarkıyı geliştirecek bazı fikirlerimi uygulamak amacıyla uzun zaman yöntem aradım. Bu da beni epeyce zorladı.”

Bütçe nedeniyle bazı fikirlerden vazgeçmek gerekti.

Nefesli sazları da kullanmak, en azından saksofon, trompet, trombondan bir grup oluşturmak güzel olacaktı. Bazı şarkıları başka solistlerin söylemesini istemiştim. Geçmişte bir şarkımı yorumlayan Göksel’in ‘Kırılgan’ı söylemesi güzel olabilirdi, fakat programı uymadı.”

Albümün kapak tasarımını Bülent Erkmen hazırladı. CD’de kullanıcıyı rahatsız eden sorunlar göz önüne alınarak kitapçığın eni yarıya indirildi. Açılan alandan, Ateşer’in tek gözüyle dışarıya bakması sağlandı. Fakat paketleme sırasında CD üstündeki portre fotoğrafı rastgele yerleştirildi. Albümlerin bir kısmında iki gözün dışarıda kaldığını gören Ateşer soluğu fabrikada aldı.

Erkmen’in emeğine saygı gereği, CD’lerin ambalajı söküldü, yeniden paketlendi. İşçiler de ilk kez bir sanatçıyı fabrikada gördüğünü söyledi. Bu konuda deneyimliydim. 2005’te yayımladığım CD’nin 1500 kopyasını kız arkadaşımla paketlemiştim.”

İki yeni albüm sırada

Ateşer albümünü tamamlar tamamlamaz yeni çalışmalara yöneldi. Yaklaşık yarısını şairlerin, kalanını kendi yazdığı sözlerle bestelediği 15 yeni şarkı kaydetti. 1999’da Harbiye Askeri Müzesi’nde Avdet Seyri repertuvarıyla verdiği konserin kayıtlarını Tanju Duru’ya ithaf ederek yayımlamak için hazırlıklarını sürdürüyor.

Gelecekteki müzik rotasını anlatırken, şarkılara devam edeceğini söylüyor. Uzun metinler hazırlamak, formları esnetmek, sessizliği kullanmak, tekrarları denemek, meditatif müzikler üretmek Ateşer’in bugünlerde peşine düştüğü fikirler. Artık tek başına albüm hazırlamak, davul, bas ve gitarla yetinmek istemiyor. “Senfoni orkestrası önünde çalmak bana cazip gelmiyor ama mesela geleneksel Türk müziği takımıyla denemeler yapabilirim. Çocukluğumda, Rodos Adası’nda dinlediğim 1970’ler Yunan müziğinden yola çıkarak da bir şeyler yapmak istiyorum” diyor…

(Serhan Yedig / Nisan 2019 / Müzik Söyleşileri)

Yıllar içinde adım adım sahnenin önüne geçtim

Müziğe bas gitarcı olarak başlamıştım. Basçılar müzikte oyun kurucu olmakla birlikte arka planda ustaca saklanır. Riske girmez. Ben ön plana çıkmak isteyenlerden değildim. Müzik dinlerken de umumiyetle arka plandaki müzisyenlere odaklanırdım. Örneğin Genesis’te Peter Gabriel söylerken gitarcı Steve Hackett’a bakardım, Jethro Tull dinlerken kulağım Martin Barre’deydi. Yıllar içinde bu konumdan yavaş yavaş “öne doğru” ilerledim. Elektrogitara geçtim. Sonunda kendimi mikrofonun başında şarkı söylerken, şarkı bestelerken, şarkı sözlerini yazarken buldum.

Tarihi pikapla gelen ilham

Serdar Ateşer’in (58) büyükbabası ve babası denizci. O ise hiç karşılaşmadığı, genç yaşta öldüğünü yıllar sonra öğrendiği konservatuvar mezunu kemancı amcasının yolundan yürüdü. Gençliğinde Rodos’tan sürgüne gönderilen dedesinin İtalya’dan satın aldığı ve daha sonra torununun müziğe ilgisini görünce hediye ettiği 1930’lardan kalma pikapta amcasının klasik müzik, babasının caz plaklarını dinleyerek büyüdü. Beatles’ın etkisiyle gitara başladı. İstanbul Erkek Lisesi’nde arkadaşlarıyla grup kurduğunda basçılık ona düştü. 1982’de Mozaik grubunun kurucuları arasında yer aldı. Bas ve 12 telli gitar, banjo, elektro gitar çaldı, vokal yaptı. Daha sonra ev stüdyosu kurup kendi çalışmalarına yöneldi. İlk albümü Shipahoy’u 1986’da kendi imkanlarıyla kasete kaydetti, elden dağıttı. 1996’da yayımlanan ikinci albümü Mütareke Yılları’nı 1998’de Avdet Seyri izledi. Bu arada Selamsız Bandosu, Filler ve Çimenler gibi filmlerin müziğini yaptı.

Linkler

Serdar Ateşer’in müziklerinden örnekler

Share.

Leave A Reply

20 − 5 =

error: Content is protected !!