Eduard Zuckmayer / 1945’te Türkiye’de üniversite koroları kurmak istedim, bakanlık gereksiz buldu

0

Piyanist, besteci, eğitimci Eduard Zuckmayer, Ankara Devlet Konservatuarı’nın kuruluşunda besteci Paul Hindemith’in tavsiyesiyle, onun hazırladığı raporun uygulanmasını izlemek, piyano öğretmenliği yapmak üzere 1936 Nisanı’nda Ankara’ya gelmişti. İlk iki yılını konservatuarın kuruluşuna harcadı. 1938’den itibaren Gazi Eğitim Enstitüsü’nde müzik öğretmeni yetiştirdi. Ölümünden 2 yıl önce, Türkiye’deki 30 yıllık çalışmasını anlatırken “Hindemith’in önerisi doğrultusunda korolar kurmak istedim, bakanlık gereksiz olduğunu bildirdi” diyordu.

Türkiye’de göreve başladığınızdan bu yana müzik anlayışı bakımından bir gelişme, zihniyet değişikliği oldu mu?
— İnsan bu soru karşısında kendi mizacına göre çok çeşitli düşünceler ileri sürebilir. Karamsar ve tabiatı sabırsız olanlar “konuşulmaya, üzerinde durmaya değer hiçbir anlayış gelişmesi olmadı, hiç de değişmedi bugüne dek” diyebilir. Müziğin gelişmesini, milletin içinde bulunduğu tarihî, siyasî ve ekonomik şartlarla birlikte inceleyen insan daha iyimser olarak, daha ümit verici bir sonuca varacaktır. Kendi payıma iyimserlere katılmaya eğimliyim. Fakat karşılık olarak şunu sormalıyım: “Hangi müzik anlayışının gelişmesi, nasıl bir zihniyet değişikliği söz konusudur?” Yurtta geleneksel ve eski zamandaki değeri inkâr edilmez olan Türk Sanat Müziği vardır. Taraftarları hâlâ çok. Bu musikiye bağlı kalıp onu bugünkü düşük piyasa seviyesinden – korkusundan kurtarıp yükseltmek için çaba gösteren kişiler zihniyet değişikliği için uğraşmıyor mu? Gerçi tarihin gidişi geriye çevrilemez ve bu bakımdan belki bu gibilerin anlayışını yanlış yöne yönelttiğini düşünebiliriz.
Sorunun çok geniş bir alanı kapsamakta olduğunu görüyoruz. Karşılıklı sorulara devamla, gelişmiş zevklerin kültür ihtiyacından, aydın zümresinin lüksünden mi bahsediyoruz sadece? Yoksa bütün vatandaşların ruhsal yükselişi, yaşanan hayatları içine alan halk eğitimi, vatandaşların boş zamanlarını değerlendirecekleri “iyi müzik yapma” hevesi, tören, bayram, düğün gibi vesilelerle müziğin yeni bir fonksiyondan mı?
Büyük şehirlerin mevcut ihtiyacını çok aşan milletlerarası kültür alış-verişi (ya da ticareti) mi düşünülsün? Yahut taşraya yapılan opera-orkestra gezileri mi? Yoksa, bir zamanlar köy enstitüleri mezunları tarafından ele alınacağı beklenilen, çoğu henüz ilkel ihtiyaçları sağlanmamış köyler mi? Ordu ve şehir bandoları, radyolar ve hattâ sinemalar, geleceğin TV’sinin görevleri vardır bu konuda…
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk devresinde, özellikle Atatürk’ün öngörme kabiliyeti sayesinde her alanda olduğu gibi müzik alanında da yapılan hamlelere hayran kalmamak elimizde değil. Gerçekten her alanda yeni bir zihniyete doğru bir cereyan vardı ve bu, gittikçe bütün yurdu kapsıyordu. Hiç unutmam bu zamanın sihrini. Fakat, her şeye rağmen bu cereyan özellikle müzik alanını ve Ankara dışını etkileyemiyordu. 0 zaman (30 yıl ünce), içinde yeni Devlet Konservatuvarı kurulan Musiki Muallim Mektebi’nde rahmetli şef Ernst Praetorius tarafından yönetilen bir konser dinledim. Küçük salonda toplanan az sayıda dinleyicinin, bir saat kadar devam eden Bruckner’in bir senfonisini dinlerken oldukça canları sıkılmıştı. Adagio bölümünün en ince ve içli yerinde, ön sıralarda oturan bir hanımefendinin kucağından mini mini bir fino inerek ağır ağır salon kapısına doğru yürüyordu. Bugün senfoni orkestrası müdürlüğü konser adabını bir dereceye kadar sağladı. Ankara’nın büyük konser salonu dinlemek isteyenler için şimdiden tamamen ihtiyacı karşılayamıyor. Anlayış gelişimi ve zihniyet değişikliği bu mudur? Herhalde bu sorunuzla daha da başka, bütün yurttaşlarda kökleşmiş bir gelişim kastediyorsunuz kanısındayım, şöyle ki:
1)  Devrimler gibi milletleri kaynaştıran ve yeniliklere doğru sürükleyen anlarda ani zihniyet değişiklikleri de oluyor.
2) Sanat, yurtta barış, huzur ve refah olduğu zamanlarda gelişiyor, sanat anlayışı da buna paralel olarak gelişiyor.
Türkiye’nin, devrimlerin çizdiği yolda devam edeceğine güveniyor, ekilen tohumların meyvelerini vereceğine inanıyorum. Folkloru bu kadar zengin olan bir memleket için başka bir sonuç düşünülebilir mi? Ana-babaları her türlü sanat anlayışından yoksun olduğu halde, okulumuzda üç yılda konser verecek seviyeye ulaşan çocuk sayısı az değildir. Son yıllarda yurdun büyük kısmını gezdim. Anlayış ve zihniyet değişikliği çok az olsa da, müziğe karşı merak ve ilginin gittikçe artmakta olduğunu gördüğümü de sevinçle belirtmek isterim.

Raporlarım, başvurularım sonuçsuz kaldı

30 yıldan beri, müzik öğretmeni yetiştiren bir kurumun en yetkili kişisisiniz. Okullardaki müzik eğitimi ve öğretiminin doğru yöne yöneldiği söylenebilir mi?
— Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü’ndeki müdürlüğüm 1938 -1939 öğrenim yılından bu yana devam ediyor. Müziğin ve müzik öğretmenlerinin durumuyla çok yakından ilgilenmek görevimin ve vicdanî sorumluluğumun tabiî bir sonucuydu. Bu konularda hissettiğim sorumluluk duyusunun sonucunda eğitim ve öğretimi doğru yöne yönlendirmek amacıyla Millî Eğitim Bakanlığı’na çok sayıda yazı ve rapor sundum. Tekliflerim tamamen neticesiz kalmamakla beraber bu sorunların çözümü için belli yöne gidildiği maalesef söylenemez. 1955 yılında o zamanki Enstitü Müdürü rahmetli Vedide Baha Pars’ın aracılığıyla sorunların çözümlenebilmesi hususunda görüş birliğine varmak, yapılacak işlerin tayin edilmesi ve bunların yürütülmesi amacıyla bakanlığın ilgili makamlarıyla görüşmeler yapılmasını teklif ettim. Bir karşılık alamadım.
Elbette, müzik öğretmeni yetiştiren kurum olan GEE, Müzik Bölümü’nün gelişmesine paralel olarak seviyeleri gittikçe yükselen birçok müzik öğretmeninin olumlu çabalarını yakından izledim ve bu yolda bir ilerleme kaydedildiğini memnuniyette görüyorum. Fakat müzik eğitim ve öğretimini sorulan şekilde yöneltebilmek
1) Milli Eğitim’in ana fikri olarak Türk gençlerine verilen kültür formasyonunun bir bütün olarak kabul edilmesine, yani müzik, resim ve beden eğitiminin kültürün vazgeçilmez bir kısmı olduğuna, herhangi başka bir dersten önemsiz olmadığının anlaşılmasına,
2 – Okul müziğinin, bakanlıkta kurulacak özel bir makama bağlanmasının(ki bu maalesef kültür müsteşarlığının yetkisi dışında kaldı),
3) Sanatçı öğretmenin tüm özelliklerinin tanıtılarak göz önüne alınmasına bağlıdır
Yalnız bu şartlar yerine getirildiği zaman müzik eğitim ve öğretimi belli bir yöne yöneltilebilecektir.

Müzik öğretmeni müdürün
insafına bırakılmamalı

Müzik öğretmenlerinden bir çoğu, çalıştıkları yerlerde, bazı direnmelerle karşılaşıyor. Kimisi savaşıyor, kimisi ise savaşa hiç girmeden karamsar olup meslekten ayrılıyor. Böyle durumlarda, müzik öğretmenlerinin bakanlıkça korunmaları, destek görmeleri gerekmez mi?
– Bu sorunun cevabı kısmen de olsa daha önceki sorularınızın cevapları içinde… Müzik eğilim ve öğretimi, Millî Eğitim alanında gerçek kültürün önemli bir unsuru olarak kabul edilerek desteklendiği takdirde müzik öğretmenleri huzura kavuşabilir. Müzik ders ve faaliyetlerinin bir okuldaki durumu en az müzik araç ve gereçlerinin sağlanması kadar önemlidir. Müzik öğretmeni, okul müdürünün kişisel anlayış ve isteğine bağlı kaldıkça, müdür ve öğretmen arkadaşlarınca okul içinde ve dışında mutlak suretle desteklenmedikçe, gereken hareket serbestîsi tanınmadıkça, kendisine yardımcı olacak anlayışlı bir meslekî teftişten yoksun bırakıldıkça, başarılı olamayacağı ümitsizliğine kapılır ve meslekten ayrılışından daha kötü bir hareket olan muhitinin basit eğilimlerine uymak yoluna gider.
Diğer taraftan, yetersiz bir müzik öğretmeninin savaşması da boşuna gidecektir. Hattâ zararlı bile olabilir. Bakanlıktan beklenilen iş, ilkokuldan yüksek öğrenimin sonuna kadar yeterli bir müzik eğitimimin sağlanması için gerekti sahaları göstermesidir.  Yalnız öğretmen sayısının artırmakla yetinmemeliyiz.
30’uncu yılınız nedeniyle sizden sembolik mahiyette bile olsa, bir konseri yönetmeniz istense ya da bir anma günü düzenlense bunu olumlu karşılar mısınız?
— Bu soruya, takriben 25 yıl önce Türkçe’ye uyguladığım ve öğrencilerim arasında çok yayılmış bulunan bir kanonun sözleriyle karşılık vereyim:
“Hoş bir şey var mı bu dünyamızda
günümü kutlayan
neşeli toplantı
zevkle düzenleyen
dostlar kadar?”

Müdür, müzik öğretmeninin
operayla alakası yoktur, dedi!

Bu süre içinde, Türkiye ve Türkler hakkında acı-tatlı birçok hatıranız vardır. Bunlardan birkaçını anlatır mısınız?
— Keşke bir hatıra defteri tutsaydım! Hemen hemen her gün “acı-tatlı” bir olay kaydedebilirdim. İşte bu anda aklıma gelen birkaçı:
Almanya’dan çok sevdiğim köpeğimi de Ankara’ya getirmiştim. Bir gün Musiki Muallim karşısındaki evimden kaçarak, tanıştığı bir dişi köpekle okulun arkasındaki bahçeye girmiş. Müdür, rahmetli Rauf Yener derhal bir hademe ile bana bir pusula gönderdi. Köpeği eve almamı rica etti. “Bahçemizde olmaz böyle bir şey, burası bir okuldur” yazmıştı. Hiç unutmam.
Eski Musiki Muallim Mektebi’nde, “Hindemith’in direktiflerinin uygulanışına nezaret etmek” görevine başlamıştım. O zamanlar öğrenciler keman çalışma saatlerini, koridorda yay çekerek ve konuşarak, dolaşmak suretiyle geçiriyordu. Odalar yetmiyordu. Ben de, bu durumu düzeltmek üzere koridorun birbirlerinden mümkün olduğu kadar uzak yerlerinde numaralı çalışma yerleri tespit ettim ve öğrencilerden, yalnız kendilerine gösterilen yerlerde ve tek başına çalışmalarını istedim. Müdür Rauf Bey’den de, bu tedbirlerin kontrolünün yaptırılmasını rica ettim. Ertesi gün beni çağırıp iki öğrenci gösterdi: “Bunları yakaladım” dedi, “Beraber keman çalışıyorlar”. Oysa öğrencilere ben, çalışmaları için bir düo vermiştim…
Cebeci’den Ulus’a giden belediye otobüslerinden birine binmiştim. Ağzımda daha binmeden sönmüş bir sigara sarkıyordu. Biletçi geldi, sert bir ifade ile “Burada sigara içmek yasaktır” dedi. Ben, “Ama yanmıyor ki” deyince o, “Bu da yasaktır” karşılığını verdi.
Ankara Halkevi’nde ilk defa bir opera oynanıyordu… Ben de, yeni kurulan müzik bölümünden, GEE Müdürlüğü “yüksek katına” ağır ağır çıkarak müdür odasına girdim, müdür beyden müzik bölümü öğrencilerinin temsillerin birine gitmesi için müseade istedim. Cevabı şöyleydi: “Öğretmenin opera ile alâkası yoktur!” Birkaç yıl sonra ise, çok iyi bir insan ve idareci olan aynı müdür her teklif ve tavsiyemi kabul ederdi.
Cebeci’de oturuyorduk. Az Türkçe bilen eşim, hizmetçimizi her gün öteberi almağa gönderiyordu. Hizmetçi de dönüşünde ona yazdığı hesabı gösteriyordu. Bir gün öğleyin okuldan dönerken eşim bana: “Bu herifi derhal çıkarmalısın” dedi. “Ne yaptığım biliyor musun ? Hesaba ‘elden 1 lira 20 kuruş’ yazdı. Demek bizim paramızla kendisi için istediğini almak istiyor.”
Eşim küçük kızı ile İstanbul’da bir otobüse binmişti. Kızın güzel ve adetâ şivesiz Türkçesi iki hanımın dikkatini çekti. Mutat soruşturma başladı.
– Baban nerede?
– Ankara’da kaldı.
– Ne iş görüyor?
– Profesör
– Nasıl bir profesör acaba?
Biraz yorulmaya başlayan kız hafif sesle “Piyano profesörü”, deyince, hanımlar saygılı bir ifade ile
– Yaa… Piyango profesörü, ne güzel, dediler. Bu anda otobüs, ailemin gitmek istediği yere gelmişti. Çok şükür indiler, yoksa tabiî babanın maaşı sorulacak ve «piyango» profesörünün itibarı sıfıra inecekti. Zaten yakışmaz bir piyango profesörünün ailesinin otobüsle yolculuk yapması.
A. Adnan Saygun, kurduğu küçük bir madrigal korosu ile Halkevi’nde ilk defa kendi düzenlediği çoksesli halk türkülerini yönetiyordu. Eşim, rahmetli kemancı Liko Amar ve ben konseri ilgi ve zevkle dinliyorduk. Sıra “Bebek” türküsüne gelince, ikinci baslar, gür sesleriyle üç defa “büyük sol” sesi üzerinde tekrarlanan “bebek oy” deyince eşimle hayretle birbirimize baktık. Programlar dağıtılmamıştı ve ikimiz sözleri “Pepekoo” diye duymuştuk. Pepeko (Pepeco) o sıralarda Almanya’da propagandası çok yapılan bir diş macununun adıydı. Sahneden ikinci defa basların “Pepeko”su duyulunca, dudaklarımızı sıkarak gülmemek için kendimizi zaptetmeğe çalıştık. Fakat yukarıdan üçüncü defa “Pepeko” sözleri gelince çare kalmadı, kahkahayı koyuverdik. Liko Amar ise hiçbir şey anlamayarak azarlarcasına bize bakıyordu.

Ebeveynler çocuklarına müzik dersi aldırmalı

Türkiye’deki yaşantınızdan, genellikle hoşnut kaldınız mı?
— İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı Almanya’nın birkaç şehrinin yüksek müzik okul müdürlükleri teklif edildi. Frankfurt ve Batı Berlin gibi… Fakat hâlâ Ankara’da ve görevimin başındayım. Demek ki “hoşnut kaldım” memleketten ve Ankara’nın ikliminden. Türk yemeklerinden, insanlardan ve bilhassa gençlerden, öğrencilerimden.
Bir eğitimci olarak, gençliğin müzik eğitimi için harcanan çabayı yeterli buluyor musunuz, tavsiyeleriniz ne olabilir?

Haydi çocuklar derse!

— Hindemith, bakanlığa bıraktığı tavsiyelerinde bu konuyu unutmamıştı. Derhal bir halk korosunun Ankara’da kurulmasını istedi. Bu koro tabiî olarak bilhassa genç elemanlardan meydana getirilecekti. Yapılan bir deneme yanlış yol ve usullerle yapıldığı için neticesiz kaldı. Ben, takriben 25 yıl önce Bakanlığa, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde bir koro kurmak ve istendiği takdirde müzik alanında konferanslar da vermek teklifinde bulundum. Fakat “şimdilik buna ihtiyaç olmadığı” bana bildirildi. Sonraları Üniversite Konserleri gibi olumlu bir hamle yapıldı. Bugün senfoni orkestrası okullar için bile konserler düzenlemektedir. Fakat bunlar yalnız Ankara’ya münhasır hareketlerdir ve gençleri yalnız dinleyici durumunda bırakıp onları faaliyete sokmuyor. Radyoda müzik eğitimi alanında denemeler yapılmağa başlandı. Bunlar iyi usullerle yapılırsa bütün memleket için çok faydalı olabilir.
Fakat her şey Devlet makamlarından beklenilmemeli. Anne babalar çocuklarının müzik eğitim lüzumunu anlayarak onlara özel müzik dersleri verdirirlerse, çocuklarına “müzik yapma” isteğini aşılarlarsa, boş zamanlarının bu şekilde değerlendirilmesini sağlarlarsa önemli bir adım atılmış olacak. Yakın zamana kadar hor görülen “çalgıcı” deyimi bugün “genç kuşağın” diline girdi. Fakat hâlâ anne babalar, çocuklarının belki “çalgıcı” olmasından çekiniyor. Kibar, ya da zengince bir aile bunu yalnız kızları için düşünüyor. (Türk solocularına bakınız). Cumhuriyetin ilk zamanlarında bu konuda daha olumlu bir zihniyet gelişmişti denilebilir.
“Jeunesse musicale” gibi bir hareketi ve müzikçi amatör toplulukları ile yakın ilişkiler kurulmasını, onları buraya davet etmeyi, Türk genç müzikseverlerinin “Europa cantat” gibi milletlerarası toplantılara gönderilmesini tavsiye ederim. Özel inisiyatif uygulanmalı bu konuda. Son yıllarda böyle karşılıklı ziyaret ve buluşmalar özel inisiyatiflerle yapıldı! Benimle birkaç meslekdaşım da bu yoldaki teşebbüslere katıldı.
Değerli çalgıların (Orff çalgıları, yaylı çalgılar, blokflütler, bilhassa piyanoların) yurda getirilmesini kolaylaştırmak, okullar için alınan çalgıların gümrükten muaf tutulması için gerekli çabalar harcanmalı.
Çalgıların memlekette imâl edilmesi, nota baskısının memlekette gelişmesi sağlanmalı. Bestecilerimizin gençler, müzikseverler için çok daha fazla kolay, fakat değerli eserler yazması teşvik edilmeli.
Ve para lâzım; müziği seven hayırseverler gerekli! Öğrenci yurtları özel yardımla yapıldı. Spor alanında büyük çapta yardımlar yapılıyor. Gençlikte gerçek istek belirince hayır sahibi de ortaya çıkacaktır. Yurdun her yerinde, köy dahil, böyle olmasını temenni edelim.
Türk Halk Müziği üzerinde güzel ve faydalı çalışmalarınız oluyor. Bunları toplu bir halde bastırmayı düşünüyor musunuz?
— Denemelerimi hiç olmazsa bir gün temize çekmek için vakit bulabilirsem bunu mutlaka yapacağım. Fakat şimdilik, tatil ve pazar günleri dahil olmak üzere bütün günlerim çok fazla idarî ve meslekî işlerle dolu olarak geçmekte. Baskı için hazırlanabilirse çalışmalarım şüphesiz bazı Alman yayımcıların ilgisini çekecektir. Memleket içinde bastırılabilirse daha memnun olacağım. Fakat müzik bölümü-müze şimdiye kadar maalesef bir teksir makinesi alamadık.
Yönettiğiniz kurumun öğrenci kadrosunu ve dolayıslyle müzikal yetenekleri ile öğretim süresini yeterli buluyor musunuz?
— Müzik bölümü öğrenci kadrosu bakanlıkça yaptırılan yeni bina içinde, iki üç yılda en az 150’ye, ilerde 175 ve hattâ 200’e çıkacaktır ki herhalde, memleketin müzik öğretmenine olan ihtiyacını karşılayacaktır. Bugün 97 öğrenci mevcut. İlk ve orta dereceli okullarda müzik eğitim ve öğretimi ıslah edilir ve birkaç öğretmen okulunda iyi teçhiz edilen, iyi öğretmenler tarafından idare edilen ve özel bir öğretim programı olan hazırlayıcı seminerler kurulduğu takdirde müzik bölümünde dört senelik bir öğretim süresinde arzu edilen seviyede müzik öğretmeni yetiştirebilecek.
Görevinizden ayrılmayı düşünüyor musunuz? Yerinize tavsiye edeceğiniz kişi var mı?
— Buna kendim karar vermek istiyorum. Bugün belki pek uzak değil. Son yıllarda Avrupa’da kısmen altı yıllık bir öğrenim yapan, kendisini geliştiren, olgun seviyeye varmış arkadaşlarımız var müzik bölümümüzde. Bunlar belki GEE’nin diğer bölümleri gibi aralarında yeni bir bölüm şefi seçecekler, belki de başka bir yüksek müzik kurumunda çalışan bir yöneticinin çağrılmasını teklif edecekler. Yerime geçecek kişiyi tavsiye etmek benden resmen istenirse düşüncelerimi açıklamaktan çekinmeyeceğim. Zamanı gelince yerime geçecek insanın da ortaya çıkacağı kanısındayım.
(Veysel Arseven / Ağustos 1970 / Ankara Filarmoni Dergisi/ Arşiv çalışması, redaksiyon: Serhan Yedig / İstanbul Kadıköy’deki Sahaf Müteferrika’ya teşekkür)

Share.

Leave A Reply

one × 1 =

error: Content is protected !!