Hikmet Şimşek / 20. Yüzyıl’da Japonya’nın ardından en büyük müzik hamlesini yapan ülke Türkiye

0

Orkestra şefi Hikmet Şimşek, 1988’de yapılan röportajda konservatuvarların ve müzik dünyamızın tehlikeli bir erozyon yaşadığını söylüyor, alternatifler öneriyor.

Sayın Hikmet Şimşek, Türkiye’de klasik batı müziği türünün adı en çok duyulan sanatçılarındansınız. Yurtdışında da ülkemizin adını duyuran çalışmalar yaptınız. Türkiye’nin genel müzik sorunları ve mevsim için düşüncelerinizi öğrenmek isterim ama başta söylediğime dönüp 1987-1988 sezonunda neler yaptığınızı sorayım önce.
-En önemlisi iki yıldır yapımı için çalıştığım “Yunus Emre” plağını gerçekleştirdim. İkinci plak ise Cemal Reşit Rey’in “Türkiye ve Anadolu Sahneleri” oldu. İkisi de Macaristan’da yapıldı ve yakında piyasaya çıkıyor. Turneler ise geçen yıl oldukça uzak ülkelere idi. Japonya ve Güney Amerika ülkelerinde orkestralar yönettim.
Türkiye’de ise Ankara’da yeni kurulan Anadolu Oda Orkestrası ile gerçekleştirdiğimiz konser ve kayıtlar benim içini geçen mevsimin en önemli olayı oldu.
Burada hemen şunu sormak isterim. Anadolu Oda Orkestrası yeni bir topluluk. Nasıl kuruldu, neleri amaçlayarak kuruldu, neler yapacak?
-Biliyorsunuz Türkiye’de oda orkestraları kuruluyor, bir süre çok iyi şeyler üretiyorlar, fakat yaşamıyorlar. Ben önce 1958’de, sonra da 1964’te iki kez oda orkestrası kurdum. 1964 yılında kurduğum Ankara Oda Orkestrası kendi adına konserler veriyor, aynı zamanda radyo kayıtları da yapıyordu. Ben Avrupa’ya gidince çalışmalar durdu. Geçen yıl 23- 24 yaşlarında Ankaralı gençler bir orkestra kurduklarını söyleyerek benden yardım istedi. Çok iyi öğrenciler, idealistler. Ben de onlara “çok kötü bir şef seçtiniz yılın 7-8 ayı yurt dışındayım” dedim, ama elimden gelen yardımı da yapacağımı belirttim. Şimdi birlikte çalışıyoruz. İki konser ve bir televizyon kaydı gerçekleştirdik. Burada da ilk amacımız Türk bestecilerinin eserlerini seslendirmek.
Bu mevsimi Atatürk Oratoryosu ile açtımz. Bize bu eser hakkında kısa bir bilgi verir misiniz?
-Nevit Kodallı’nın bu eserinin sözleri Cahit Külebi’nin İstiklal Savaşımızı çok güzel sembolize eden “Atatürk Kurtuluş Savaşında” adlı kitabından alınmıştır. Bu eser gerçekten çok çağdaş orkestralama tekniği ve Türk motiflerini uygun ve güzel bir şekilde kullanılması ile önemlidir. Oratoryo, Atatürk’ün bize işaret etmiş olduğu batılılaşma çizgisi ve hedefinin iyi bir göstergesidir. Bu eserle ona olan şükran borcumuzu ödeyebildiysek ne mutlu.

Bestecilerimizi tanıtmak için eserlerini plak yapıp yurtdışına göndermeliyiz

Tekrar başa dönersek Türk bestecilerinin tanıtımı konusunda çalışmalarınızdan söz ettiniz. Gerçekten çok önemli bir şey bu. Bizim bestecilerimizin Batı’da da çalınması için ne yapabiliriz?
-Her şeyden önce notaların basılması şart. Bunları basacak onunda ötesinde icracılara dağıtacaksınız. Programlarınızda Türk bestecilerine yer vereceksiniz. En yaygın ve garantili yol plak. Mutlaka bu bestelerin plakları ve kasetleri yapılmalı. Televizyonda Türk eserlerinin seslendirildiği, tanıtıldığı programlar yapılmalı. Uluslararası piyasadaki televizyon programlarının pazarlandığı merkezler ve festivallerde tanıtım çabasına girişilmeli.
Bir de festivallerimiz var.
-Onun da etkisi olabilir ama zayıf. Üç uluslararası festivalimiz var. Buralara yabancı müzikçiler geliyor. Bunların izleyeceği, izleyebileceği konserler az tabii. Ancak rastlantı. Herkesi, ille de bizim bir bestecimizin eserini dinleyin diye zorlayamazsınız. Biraz akılcı düşünelim. Avrupa ne yapıyor? Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde yeni bir bestecinin eseri çalınacağı zaman, oraya eleştirmenler, şefler, icracılar davet edilir. Basın ilgi gösterir, yazılan eleştiriler yerel basında çıkar. Oranın yalnız müzikçileri değil edebiyatçısı, ressamı, yani diğer
sanatseverleri de bu eserle ilgilenir, yazar çizer. Bizde böyle bir çabayı gösteremezsiniz. Gerek maddi gerekse insan potansiyeliniz yok. Bence en geçerli çözüm, plak yapıp, onlara göndermek. Ben bu yılımı Cemal Reşit Rey’e ayırdım onun plaklarını yapıyorum. Tabii Macaristan’da. Bence önce bunun üstünde durmak gerek. Ancak böyle tanırlar.
Sizin bir de pazar günleri televizyonda yayınlanan programlarınız var.
-Evet programları bu yıl da sürdürüyoruz. Avrupa’nın önemli icralarını Türk müzikseverlerine dinletmenin yanı sıra bizim bestecilerimizin de kayıtlarım yaparak daha öncede söylediğim gibi yurtdışında dinletmeyi amaçlıyoruz. Bunun için bu yıl TRT Genel Müdürlüğü ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında bir protokol imzalandı. Geliştirmek yolundayız.

Müzik hayatımızda ve konservatuvarımızda erozyon var

Gelelim yeni mevsime. Mevsim başında müzik dünyamızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Türk müzik yaşantısı son yıllarda büyük bir erozyon içinde. Bunun bence en önemli nedeni bizim çağdaş anlamda ve tüm dünyayı ilgilendirecek, yenilikleri besleyecek eğitim kurumlarına sahip olamamamız. Atatürk döneminde kurulan konservatuvarlarda ilk önce yabancı eğitmenler vardı, bunların yetiştirdikleri sanatçılarımız, eğitmenlerimiz belli bir eğitim sistemini sürdürüyorlardı. Bunlar yıllar geçtikçe azaldı. Artık bu tür eğitim kurumlarında kaliteye önem verilmiyor, önemli olan bunların sayıları. Bugün yetersiz akademik kariyeri olmayan, biraz çalgı çalmasını bilen üç kişi ile bir konservatuvar kurulabiliyor. Bunlara bir takım insanlar da gidiyorlar ve sanat eğitimi yaptık zannediyorlar. Ben acı bir şey söyleyeyim, bunu gördüğüm için söylüyorum, bazı belediye konservatuvarlarında barlarda, pavyonlarda çalan insanlar müzik, enstrüman öğretmenliği yapıyorlar. Bu Türk müziği için de söz konusu, öyle şeyler söyleniyor ve tanıtılıyor ki “Bu ne müziği?” diye sorabilirsiniz. Tanınamıyor.
Bu kadar ümitsiz misiniz?
-Yok. Şu günlerde bir takım çalışmalar var. Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası’nı kurduk. Burada bir konservatuvarda kurulacak, üniversiteye bağlı olacak. Ben eski bölge tiyatroları gibi bölge orkestralarından yanayım. Gelecekte Doğu Anadolu’da da böyle bir orkestra kurulacak ve her bölgenin orkestrası o yörenin illerinde sık sık konserler verecek. Unutmamamız gereken bir şey var, Türkiye kalkınmasını ve bu düzeye gelmesini kendi bulduğu kurumlara borçludur. Halkevleri, Köy Enstitüleri bu tür kuramlardır. İşte şimdi bu araştırmalara giriştik, ikinci önemli adım ise Devlet Çoksesli Korusu. Geçen ay bir sınav yaptık ve gerekli elemanları aldık. Bu koro çalışmaya başladığında artık birçok eseri, çok daha iyi yorumlayabileceğiz.
Ümitsiz olmamalıyız çünkü güveneceğimiz genç yetenekler var. Bunlar araştırıyorlar, bir şeyler yapıyorlar. Hepsinin iyi olduğunu, hepsinin çok büyük virtüöz olduğunu söyleyemeyiz ama bir arayış var. Artık çoksesli düşünebiliyoruz. Avrupa’nın 10. yüzyılda duyduğunu biz 20. yüzyılda duyuyoruz. Ama Türkiye Japonya’dan sonra müzik alanında en büyük atılımı yapmış ikinci ülke.
Atatürk’ün söylediği bir söz var: “Uygarlık öyle bir ateştir ki ona bigane kalanları yakar.” Biz de çağdaş dünyanın gelişmelerine bigane kalamayız. Ya bu deveyi güderiz ya da bu diyardan gideriz.

Müzik bir yana bireyler derdini anlatmaktan aciz

Uygulayıcılar açısından böyle fakat genç kuşaklarda araştırmacı bir tavır görüyor musunuz? Yani müzik üzerine yazanlar, araştırmalar yapanlar çok az, örneğin, bizim dergimizde müzik alanında yalnız müzik değil birçok sanat alanında bu tür çalışmalar çok az geliyor. Yazı yazan, eleştiri yazan, araştırmalar yapan gençler yok.
-Burada bir noktayı göz önünde tutmak gerekir. Gençlerin içlerinde bir ateş var, fakat yol gösterenleri yok, kitapları yok, neyi izleyeceklerini, ne gibi yöntemler kullanacaklarını anlatacak birileri yok. Kendilerini oradan oraya atıyorlar. Bu bir işbölümü meselesi. Bunu yetiştirirken hesaplamak gerekiyor. Bakın yine bir örnek vereceğim: İzmir Orkestrası’nı ele alalım. 10 kemancı, 3 flütçü gerekiyor. Fakat kadrosuna bakıyorsunuz, 6 flütçü, 4 kemancı var. Bunlardan bir tanesi okulda ben çalgı çalmak yerine müzikoloji okumak ve araştırmacı olmak istiyorum, demiyor. Diyemiyor çünkü bunun nasıl olacağını, bu yolun nasıl seçileceğini, kendinde bu yeteneğin olup olmadığını bilmiyor. Bunu gösterecek insan gerekli işte. Yoksa ben bu yetenekte insan olmadığını sanmıyorum. Bakın geçen aylarda iki sempozyum yapıldı. Bir yığın laf edildi. Eğitmenler, müzikçiler, araştırmacılar neler söylediler. Sonuç ne oldu. Herkes yine bildiğini okuyor, bir fikir, bilgi alışverişi olmadı.
Bu eğitimin yanı sıra sıradan bir edebiyat, derdini anlatma eğitimi yapılmalı. Bizde insanlar derdini anlatamıyor, demek istediğini açıklayamıyor. Düşüncelerini belli bir kompozisyon halinde sunamıyorlar.
Üç üniversitemizde yeni yeni müzikoloji bölümleri kuruluyor. Şimdi şimdi gençler çalışmalara başladılar. Belki üç, dört sene sonra bu gençler bir şey yapacak.
Bir şey daha söyleyeyim. Bizde her şeyi başkalarından beklemek eğilimi vardır. Hep başkaları başlar. Düşünün Osmanlı Tarihini en iyi ve geniş bir Alman yazmıştır. Türk Halk Müziği’nin en geniş arşivi Berlin’dedir.
Bugünkü müzik çalışmalarının temposu için ne düşünüyorsunuz. Bence biraz yavaş galiba.
-Bu düşüncenizde kesinlikle haklısınız. Ben Türkiye’deki tatil sürelerinin çok uzun olduğunu düşünüyorum. Bir Avrupa ülkesinde bu yoktur. Bir orkestra, bir opera kurumu ancak bir ay tatil yapar gerisi turnelerde ge çer. Bizde İstanbul Festivali hariç, ölü mevsim altı ay sürüyor. Büyük bir âtıl kapasite var. Kullanılmayan salonlar var. Buralar değerlendirilebilir. Programlar geç belirleniyor. Bunun da bir takım maddi nedenleri var buna inanıyorum ama bunların çözüm yollan da bulunabilir. Avrupa’da mevsim sonunda gelecek mevsimin biletleri satılır. Bu dış temaslarımız içinde önemli, Batılı müzikçiler bizi nasıl izleyecek, adam bir yıllık programını bir den yapıyor. Biz konsere bir ay kala sanatçı çağlıyoruz. Zira eğer, boştaysa kabul ediyor. Bunlar da yönetimin, devletin işleri. Zor, ama öncelikle çözümlenmeli.
Evet, görünen o ki sorun yumağı öylece duruyor. Hep ipleri çekecek birileri gerekiyor. Çekip bu yumağı çözecek. Belki de kişilere bağlı kaldıkça, bir politika saptanmadıkça bu böylece sürüp gidecek. Teşekkür ederim.
(Hami Çağdaş / 1 Kasım 1988 / Gösteri dergisi)

Share.

Leave A Reply

6 − 1 =

error: Content is protected !!