Ali Darmar / Öyküyü oluşturmadan müzik düşünemem

0

 

2016’da 70’inci yaşını kutlayan Ali Darmar, Cunda başlıklı piyano konçertosundan sonra bir kez daha aile köklerine yöneldi. Girit’i konu alan bir senfonik şiir besteledi. “Eserimde göç olgusu önemli yer tutuyor” diyen besteci müzik serüvenini ve yeni eserini anlattı.

Cunda, 2016 Eylül, Fotoğraf: Serhan Yedig

1960’larda, çağdaş müzikte atonalizmin popüler olduğu dönemde Paris’teydiniz. Fakat melodiyi önemseyen, o yıllarda “eski” kabul edilen bir müzik anlayışını benimsediniz. Üslubunuz hangi süreçlerden geçerek oluştu, 40 yılda nasıl bir dönüşüm geçirdi?
– Temel yaklaşımımda büyük bir değişiklik olmadı. İçimden gelen müziği yazdım, hesaplı beste yapmadım; yani atomal, rastlantısal, 12 ton yazmak gibi bir ön koşullamayla beste yapmak istemedim. İzlenimcilerden etkilendim; lirik, dinleyicinin hafızasında kalacak, mırıldanmasını sağlayacak melodiler içeren, tempoyu önemseyen müzikten yanayım. Bununla birlikte müziğimde modalin yanı sıra atonal unsurlara da yer veriyorum. Yıllar sonra şunu fark ettim ki baştan beri eserlerimde genetik köklerimin etkisi vardı, zamanla bu unsur ön plana çıktı: Annem ve babam Girit doğumlu. Anneannemin söylediği Girit ninnileriyle büyüdüm. Giritçe’yi de ondan öğrendim. Hiç unutmam, ilkokulda, sınıfta söylediğim Giritçe şarkı nedeniyle az kalsın başım belaya girecekti. Ailemi okula çağırdılar, kökenimizi sorguladılar. Zihnimde tortusu kalan bu ezgilerin, Girit tavrının müziğime yansıdığını birkaç yıl önce radyoda Girit esinli bir eseri dinlerken fark ettim. Bestelerimdeki bazı unsurlar vardı müziğinde. Bu beni şaşırttı… Çünkü geçmişte geleneksel Girit müziği CD’leri almış, dinlemiş ve tekdüze bulmuştum; beni etkilememişti. Oysa bilinçaltımda çocukluğumdan gelen etkileşim devam ediyormuş.
Otantik müzikle ilişkiniz sadece bilinçaltı düzeyde mi?
– Hocam Ferdi Statzer “Yeterki ucuz olmasın, müziğin her türü önemlidir” demişti… Her tür müziğe açığım: Türk Sanat Müziği, halk müziği, çağdaş müzik… Eserlerimde otantik unsurları dinleyicinin ilk duyuşta kavrayacağı alıntılar şeklinde kullanmam. Çoğunlukla bilinçaltında sentezlenmiş haliyle müziğime yansır. Prelüdlerimden birini dinleyen Ruhi Ayangil “zirgüle” makamını ne kadar değişik şekilde kullanmışsınız” demişti. Farkında olmadan yapmıştım bunu. Zihnimde beliren otantik, makamsal ezgileri orkestraya uyarlarken sentezleyip soyutlamalara dönüştürüyorum.

Büyük zaman kaybı yaşadım

Müzik serüveninizde zaman kaybı olarak nitelediğiniz dönemler var mı?
– Tercihlerim değil, yaşamsal zorunlulukların yarattığı büyük zaman kayıpları yaşadım. Paris’teki öğrencilik dönemimde hayatımı kazanmak için ders vermek zorundaydım. Bu zamanı entelektüel zenginleşmeye ayırabilirdim; daha çok konsere, sergiye, müzeye gidebilirdim. Türkiye’ye döndükten sonra da hayatımı ders vererek geçirdim. Hayatının son 13 yılında anneme bakmak zorundaydım. Gece ve gündüz nöbetleşe çalışan bakıcısı olduğu halde benim de ilgilenmem, günde 7-8 kez pansuman yapmam gerekiyordu. Bir yandan geçimimi sağlamak için haftada 45 saat ders veriyordum. Bu koşullarda bile “Metamorfoz”u yazmıştım. Koşullar daha uygun olsaydı, daha fazla eser yazabilirdim…
Gördüğüm kadarıyla eserleriniz programlı müzik örnekleri. Müziğiniz hep konular etrafında mı oluşur?
– Besteye başlamak için öncelikle elimde bir konu, senaryo olması gerekir. Temalar zihnimde bu şekilde ortaya çıkar.
Yankı uyandıran eserleriniz orkestra için bestelenmiş. Yazmak isteyip henüz fırsat bulamadığınız formlar var mı?
– Genellikle temalar kendi formlarını belirleyerek gelir. Ben de buna uyarım. Yaylı çalgılar dörtlüsü yazmak isterdim… Suna Korat, müziğimin lirik özelliklerine dikkat çekip opera yazmamı önermişti. Hatta libretto vermek istemişti. Belki günün birinde opera yazarım.

Eserlerimin seslendirilmesi açısından şanslıyım

Eserlerinizin seslendirilmesi için büyük mücadele vermeniz gerekti mi? Seslendirilmeyen ve sizi üzen eseriniz oldu mu?

– Hayır, bu açıdan şanslıyım. Gürer Aykal yazdığım her eseri önce kendisine göstermemi istemişti. Mutlaka ona gösteririm, beni yönlendirir. Seslendirilmeyen tek eserimi 10 sene kadar önce iki piyano için yazmıştım. Bunun için yurtdışında ve yurtiçinde görüşmelerim sürüyor.
Piyano konçertonuz Cunda için ilk kıvılcım neydi?
– Denize düşmüş kırmızı bir gonca gül… 1970’lerde, Heybeliada’dan Bostancı’ya geçtiğim sakin bir günde görmüş, bu esinle yazdığım melodiyi bir kenara not almıştım. Yıllar sonra meşhur kuzey rüzgarından yola çıkarak Cunda üzerine konçerto yazmaya karar verdiğimde bu ezgi eserin ilk nüvesine dönüştü. İdil Biret’e bir sohbetimizde piyano konçertosu yazmak istediğimi söylediğimde “Çok iyi fikir, yazdıkça bana göster” demişti. İlk iki bölümü gösterdiğimde beğendiğini söylemişti. Son bölümü tamamladığımda dikkatle inceledi. “Bu bölümde izleyiciyi meraklandıracak, ilgisini diriltecek bir unsura ihtiyaç var. Sen muzip adamsın, rahatlıkla bulursun” dedi. Ertesi sabah gereken temayı buldum, eser tamamlandı. Konçertonun birinci bölümünde adanın coğrafyasını, rüzgarını anlattım. İkinci bölümde bir aşk öyküsünü, son bölümünde ise Cunda’dan Karaada’ya yapılan bir deniz yolculuğundaki izlenimleri yansıttım.

Cunda ile ne gibi bir bağınız var?

– Babamın amcasının çocukları Mübadele sonrası Cunda’ya yerleşmiş. İlk kez 1961’de, 16 yaşında arkadaşlarımla çıktığım Türkiye turunda gördüm. Tahminen eylül başıydı. Çamlık sahilindeki Tunç Otel’den sabah karşıdaki Cunda manzarasını ve denize yansıyan mor dağların görüntüsünü unutamıyorum. Renkler beni büyülemişti. Sonraki yıllarda teyzemin akrabalarını aramak için, amcalarımın çocuklarının düğünlerine katılmak için gelmiştik. Omuriliğimde sorun çıkınca yüzmem önerilmişti. 1975’ten itibaren yaz tatillerimi babamın Cunda’da yaşayan kuzeni Dr. Mehmet Darmar’da geçirmeye başladım. Gide-gele öylesine sevdim ki ev edinmek istedim. Hayalim 1999’da gerçekleşti. Mehmet Amca’nın yoksul hastalara ücretsiz bakması nedeniyle Cunda’da bu soyadının yıllar sonra bile saygı uyandırması beni etkilemiştir. Bu nedenle kendimi Cunda’a ait hissederim.

Eser 2014’te Bilkent Senfoni eşliğinde Ayşegül Sarıca tarafından seslendirildiğinde kayıt yapılmıştı. You Tube’de yayımlanmış ve binlerce kez izlenmiş. Peki bu kayıt neden yayımlanmadı?
Gürer Aykal, icrada içine sinmeyen bazı yerler olduğunu, buları fırsat bulduğunda düzeltmek ve eseri yeniden kaydetmek istediğini söyledi.
Kamuran Gündemir, İlhan Usmanbaş gibi önemli müzikçilerin yetiştiği Ayvalık ilk kez sizin müziğinizle bir piyano konçertosuna konu olmanın onurunu yaşadı. Cunda ve Ayvalık’ta ne gibi tepkiler aldınız, orada seslendirildi mi?
– Birkaç eşe, dosta bahsettim eserden. Sadece onlar farkında. Eserimin Ayvalık’ta seslendirilmesi için herhangi bir girişim olmadı. Umarım bir gün gerçekleşir.

Olgunlaşmak için hayatta eziyet çekmek gerekiyor

70’li yaşlar için özel bir hayaliniz var mı?
– Olgunlaşmak için hayatta eziyet çekmek gerekiyor. Bunu yaşadım, hamdım, piştim. Hayata teslim oldum. Bugüne kadar bekardım, gelecekte de evlenmeyi düşünmüyorum. Şimdi tek hayalim geç elde ettiğim özgürlüğümü korumak ve beste yapmak. Ve eserlerimi basılı halde görmek… Seslendirilip seslendirilmemesi beni etkilemez…
Girit hakkında senfonik şiir besteleme fikri nasıl oluştu, hangi süreçlerden geçti?
– Çocukluğumda ailenin büyükleri Girit’ten, göçten hiç bahsetmezdi. Büyük bir kaybın ardından, Türkiye’ye geldiklerinde de sorunlar yaşamışlar. Acılarını içlerine atmışlar. Zaten çok gururlu, ketum ve sert karakterde kişiler. Aile içindeki sıkı eğitim Giritli olmanın farklılığını kavramama yetmişti. Geçen yıl Girit’e, babamın doğduğu Hanya’ya gittim. Sanki yıllardır burada yaşıyormuşçasına kendimi oraya ait hissettim. 2016 baharında eseri yazmaya başladım. Adanın ve geçmişte farklı kültürlerin bir arada huzur içinde yaşadığı günlerin tasfiriyle başlıyor. Cunda Konçertosu’nda rüzgar teması çok önemliydi. Girit’te ağustos böcekleri ön plana çıkıyor. Ardından bir aşk öyküsü çerçevesinde öncesi ve sonrasıyla Mübadele anlatılıyor. Kahramanımızın Anadolu’ya varmasıyla eser bitiyor. Muhtemelen senfonik şiir olacak, senfoniye de dönüşebilir.

Zeynep Gedizlioğlu, Hasan Uçarsu gibi bestecilerimiz olduğu için mutluyum

Genç bestecilerimizi takip ediyor musunuz, durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Sistematik olmasa da, eserleri çalınan bestecileri takip ediyorum. Müziğimizde büyük bir gelişme yaşandığı aşikar. Geçmişte birkaç besteci vardı, günümüzde çok sayıda iyi besteci var. Zaten Adnan Saygun, İlhan Usmanbaş gibi ustaların yetiştirdiği gençlerin yetersiz kalması mümkün değil zaten. Zeynep Gedizlioğlu, Hasan Uçarsu gibi kaliteli genç bestecilerimiz olduğu için mutluyum. Ayrıca, You Tube’de çok başarılı icracılar izliyorum. İnşallah şansları açık olur, evrensel düzeyde seslerini duyurabilirler…
Eğitimciliğin besteciliğinize olumlu katkısı oldu mu?
– Somut olarak bir katkı hatırlamıyorum. Bilinçaltı düzeyinde katkısı olmuş olabilir.
Eğitimcilikte Ayşegül Sarıca’yla, Türkiye’de pek alışık olmadığımız bir ikili oluşturmuştunuz. Bu fikir hangi ihtiyaçtan kaynaklandı?
– Genç piyano öğrencileri için uluslararası bir virtüözle tanışmak, görüşünü almak şanstır, önemlidir. Ayşegül Sarıca benden 20 yıl önce, Marguarette Long, Nadia Boulanger gibi Fransa’nın önde gelen müzikçileriyle, onların en iyi zamanında çalıştı. Prokofiyef’in yakın arkadaşı Lucette Carr’ın öğrencisiydi mesela. Bu bilgi birikimini öğrencilere aktarmak gerekir. Hocalarımız nedeniyle görüşlerimiz de uyuşuyor. Üstelik bir dönem ondan ders almıştım. Dünya çapında Schubert, Mozart yorumcusu olan bir virtüözden öğrencilerin yararlanması gerekirdi. Şimdi bu çabanın meyvelerini toplamanın mutluluğunu yaşıyoruz. BİLKENT’te başlamıştık, daha sonra uzun yıllar İTÜ MİAM öğrencilerine dışarıdan gönüllü ders verdik.
20 yıllık ortak çalışmanızdan çıkan kimler var?
Renan Koen, Orçun Orçunsel ilk aklıma gelen isimler. Şu anda yetiştirdiğim çok yetenekli öğrenciler var. Aralarından önemli isimler çıkacağına eminim.

Karşılaştığım her güzellik beni besler

Entelektüel açıdan beslendiğiniz kaynaklar zaman içinde nasıl değişti?
– Kitap okumanın müzik dinlemenin yanı sıra hayatın her alanında karşılaştığım her güzellik beni besler. Özellikle renklerden çok etkilenirim. Bu çocukluğumdan gelen özellik. Hiç unutmam çocukluğumda Pangaltı’da ailemle yürüyüşe çıkardık. Kumaş mağazalarının kapısında kumaşların renkleriyle büyülenip, oradan ayrılmak istemezdim. Eczacılık Fakültesi’nde öğrenciyken, analitik kimya dersinde renklerle büyülendiğimi hatırlarım. Fırsat bulabilsem mikroskop edinip, canlı organizmaları ve renkleri izlemek isterdim.
Müzik dışında hobiniz var mı sizi besleyen?
– Kendimi üç şekilde dengeliyorum: Ders veriyorum, beste yapıyorum, parapsikolojiyle ilgileniyorum. Parapsikoloji sayesinde zamanın, mekanın ötesinde zihinsel yolculuklara çıkabiliyorum. Bu da müziğimi besliyor. Kimi zaman eserlerimi notasıyla birlikte rüyamda görüyorum, pek çok olayı önceden sezebiliyorum.

(Serhan Yedig / Ocak 2017 / Opus Dergisi)

Nadia Boulanger burs buldu
Suna Korat ilk kez eserini seslendirdi

Ali Darmar’ın babası Hüseyin Bey, 1913’te Girit’in Hanya kentinden İstanbul’a eğitim için gelir. Üniversite eğitimini Almanya’da tamamlar, iktisat diplomasıyla dönüp bir süre kamuda çalışır. Sonra kendi işini kurar. Mübadele’de Girit’ten ayrılıp İzmir üzerinden ailesiyle İstanbul’a gelen genç kızla tanışıp evlenir. Çiftin üçüncü çocuğudur Ali Darmar. Dört yaşında babasını kaybeder. Sekiz yaşında, piyano dersi alan ablasına özenir. Annesi müzikle ilgilenmesini pek istemediği için piyano öğretmeni Mösyö Michel’in dikkatini çekecek özel bir gösteri yapar: “Dersi bittiğinde piyano başına geçip önceden armonize ettiğim parçayı çaldım. Bana da ders vermeye başladı. Onun da desteğiyle 10 yaşında konservatuvar sınavına girdim. İzmir zeybeği çaldığımda, jürideki Muhittin Sadak yerinden kalkıp dansa başlamıştı. Verda Ün’ün öğrencisi oldum.”
13 yaşında omuriliğinde ciddi bir sorun tespit edilir. Tedavi sürecinde yarım zamanlı konservatuvar ve okulu bir arada götüremeyince müzik eğitimine ara verir. Ailesinin isteğine kısmen boyun eğip liseden sonra eczacılık eğitimi alır. Bir yandan da Alfred Cortot’nun öğrencisi Popi Mihailides’ten piyano, ardından Ferdi Statzer’den analiz, armoni ve piyano dersleri alır. Annesi gelişmeleri kaygıyla izlemektedir.
“Hocam Statzer’i bana ders vermemesi için ikna etmeyi denemişler. Oysa hocam kompozisyonda yetenekli olduğumu, bu konuda eğitim almam gerektiğini söylüyordu. Cemal Reşit Rey tesadüfen dinlediği bir eserimi beğenince doğru yolda olduğumu anladım. Bu arada Marmara Üniversitesi’nden mezun oldum; fakültede farmakobotanik ve farmakoloji asistanlığı, ardından bir yıl bir müessesede mesul müdürlük yaptım.”
1972’de, Suna Korat’la tanışması bestecilik konusundaki şevkini artıracaktır.
“Vedat Nedim Tör’ün 75’inci yıl jübilesi Kenterler Tiyatrosu’nda düzenlenmişti. Arın Karamürsel, Ayşegül Sarıca, İdil Biret ve o günlerde yurtdışında ün kazanmış Suna Korat çıkmıştı sahneye. Karamürsel’i tebrik amacıyla kulise gittim. Tanıştırdığı Suna Hanım ‘Benim sesim için eseriniz var mı’ diye sordu. 15 günde bir eser yazıp kaldığı Park Oteli’ne götürdüm. Birkaç hafta sonra karşılaştığımızda ‘Çok beğendim, bütün kalbimle söyleyeceğim’ dedi. 19 Mart 1973’teki konserinde seslendirdi. Ve sonraki yıllarda 13 kez icra etti.”
Yunus Emre’den uyarladığı “Aşkın Elinden” adlı eserinin seslendirildiği konserde sevinçle birlikte ciddi bir travma yaşayacaktı genç besteci. İzleyiciler arasındaki yengesi Leyla Darmar kalp krizi geçirip ölmüştü. O gün bugündür ilk seslendirilişlerde tek dileği konserin kazasız, belasız bitmesi…
Efsanevi piyanist, besteci, eğitimci Nadia Boulanger’ye yazdığı özel ders talebine 1971’de cevap aldı. Fakat askerlik nedeniyle ancak 1974’te gidebildi.
“Fransa’da hep yardım gördüm. Ekonomik durumumun iyi olmadığını bilen Boulanger, iki dersten birini ücretsiz verirdi. 1976’da UNESCO bursu almamı, Cite Internatione des Art’a yerleşmemi sağladı. Fransızca öğrenmeye zaman ayırmak yerine tercümeyle ders yapmamızı istemişti. Geleceğin orkestra şefi Alain Altınoğlu’nun annesi, Garo Mafyan’ın kardeşi Janet Mafyan bana bu konuda yardımcı oldu. Nitekim bir süre sonra tercüman bile almadan çalışmaya başladık. Boulanger, başına bir şey gelirse öğrencisi Annette Dieudonne’la çalışmamı önermişti. 1979’da vefat edince önerisine uydum. Bu arada Monique Dechausse bir yıl ücretsiz ders verdi. 1981’de Fransız Hükümeti Bursu’nu aldım. Hocalarım çok iyi bir piyanist olacağımı söylüyordu. Fakat kavanoz açarken parmağımı sakatladım. Ciddiye almadım. Sakatlanma kalıcı hale gelince piyanoyu bırakmak zorunda kaldım. 1985’te Rueil Malmaison Ulusal Konservatuvarı’nın kompozisyon bölümünden mezun oldum. Ertesi yıl Ecole Normale de Musique’in kompozisyon bölümünü, ardından yüksek bölümünü bitirdim.”
Konservatuvara müfettiş olarak gelen, öğrencileri dinleyen Fransız besteci Antuan Tisney “Bu çocuğun müziğinde kişisel imzası var, bunu korusun” demişti Ali Darmar için . Nadia Boulanger de aynı özelliğine dikkat çekmişti.
1987’de Türkiye’ye döndüğünde hayatını ağırlıklı olarak eğitimcilikle sürdürdü. Reklam ve diğer ticari mecralar için müzik yazmayı reddetti. “Müziğimle para kazanmayı hiç beklemedim, arzu etmedim” diyor.
Bir süre BİLKENT Üniversitesi’nde ders verdi. 2014’te emekli olana kadar Yıldız Teknik Üniversitesi sanat ve Tasarım Fakültesi’nin piyano bölümünde görev yaptı. Darmar geçmişte haftada 50 saate yakın ders verirken şimdilerde 6-7 saati aşmıyor, ağırlıklı olarak besteleri üzerine çalışıyor. 2015’te Uluslararası Müzik Yazarları Birliği’ne (SACEM) kabul edildi.
Piyano Sonatı, Lied’leri, Metamorfoz adlı eseri Almanya’da Keturi Yayınevi’nce yayımlandı. Metamorfoz, Gürer Aykal yöneminde Finlandiya’da, solo piyano eserleri Ayşegül Sarıca tarafından Finlandiya, Japonya, Çin, Avustralya, İran’da seslendirildi.

Linkler

Ali Darmar: Temayı bulduktan sonra izole ortamda çalışmayı tercih ederim

 

 

 

 

 

 

Share.

Leave A Reply

five × 1 =

error: Content is protected !!