İstanbul Müzik Festivali, 39’uncu yılında bir yeniliğe imza attı. Çağdaş Türk müziği repertuvarını genişletmek amacıyla her yıl bestecilere eser siparişi vermeye başladı. 2011’de 90’ıncı yaşını kutlayan İlhan Usmanbaş, festivalde seslendirilmek üzere Opus 103 “Konçerto Orkestra İçin” başlıklı bir eser yazdı. Besteci yeni eseri için “Bir çalgının ve solistin kendisini gösterdiği, orkestranın eşlikçi konumuna düştüğü klasik konçerto bana hiç yakın gelmiyor. Ben konçertomu orkestra için yazdım” diyor.
Türk bestecileri çoğunlukla eserlerinin seslendirilmemesinden yakınır. Bu durum verimliliğinizi, şevkinizi etkiledi mi?
– Pek çok eserim yazıldığı zamanın diline uygun olmadığı için seslendirilmeleri uzun yıllar aldı. Fakat ben zaman zaman bunun avantajını yaşadım. Çünkü eserin kötü şartlarda seslendirilmesi, bestecinin zihninde yarattığı ses dünyasını zedeleyebiliyor, hatta yıkabiliyor. İcracı notayı üstten okuyup, üzerinde yeterince düşünmeden seslendirdiğinde ortaya vahim durumlar çıkabiliyor. Örnek vereyim: 1940’larda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın önde gelen dört ismi, öğrencilik yıllarında yazdığım birinci yaylı çalgılar dördülünü yorumlamak istemişti. İçlerinde gönülsüz olanlar vardı. Eseri sahnede okur gibi yaptılar, içlerinden biri “randevum vardı, unutmuşum” deyip gitti. Diğerleri de “peki sonra bakarız” cevabını verdiler. Eserin ilk satırlarının bile özensiz seslendirilmesi beni üzmüştü. Acaba değiştirsem mi, diye düşünmüştüm. Hatta giriş bölümünü değiştirmeyi de denedim. Fakat eser yazılalı uzun zaman olmuştu, bu nedenle istediğim değişikliği yapamadım. 10 yıl sonra, 1955’te ABD’de bu eser FROMM Ödülü kazandı ve New Music Quartet eseri ülkenin birçok kentinde seslendirdi. Hatta LP olarak yayımlandı. Esere katkı sağladığını söyleyebileceğim çok iyi bir yorumdu. O ana kadar zihnimde kalan, hayal ettiğim seslerin boyut, yeni renkler kazandığını hissettim.
Yani kötü icra, bestecide özgüven krizi yaratabilecek kadar tehlikeli. Peki eserlerin seslendirilmemesi de özgüven krizi yaratmıyor mu?
– Evet, kötü icranın muhakkak ki böyle bir etkisi olabilir. Eserlerin seslendirilmemesine gelince. Benim kuşağımdaki bestecilerin bu nedenle görmezden gelindikleri duygusu yaşadıklarını sanmıyorum. En azından kendim ve Cengiz Tanç için bunu söyleyebilirim. Keşke daha çok seslendirilse diye düşündük sadece. Hocalarımız için de aynı şeyi söyleyebilirim. Örneğin Adnan Saygun, uzun yıllar sonra “Yunus Emre Oratoryosu”yla Amerika’da keşfedildiğinde, gecikmeyi umursamadan, şevkle çalışmasını sürdürüyordu. Bizler, öğrencileri, evine gittiğimizde yeni eserlerini görüyorduk.
Müzikteki gelişmeleri, kitaplar ve internetle izliyorum
Adnan Saygun, Harika Çocuklar Yasası’yla yurtdışına gönderilen sanatçıların Türk bestecilerin eserlerini yeterince seslendirmemesinden yakınıyor, hatta bazı röportajlarda onları vefasızlıkla suçluyor. Demek ki bu beklenti sizin kuşağınızda ortadan kalkmış.
– Genç sanatçılar dünyada kariyer yapma peşinde, bunun için hocalarının önerdiği repertuvarları çalıyorlar konserlerinde. Bu durumu anlayışla karşılıyorum. Buna karşın çaldılar. İdil Biret , Suna Kan gibi solistler Saygun, Ulvi Cemal Erkin gibi bestecilerin eserlerini yurtdışında seslendirdi. Sonraki yıllarda Saygun’un eserlerini daha yakından bilen, hocasının eserleriyle gönül bağı kuran Gülsin Onay tüm dünyada bu eserleri yorumladı. Aslında olması gereken budur: Bir orkestra şefi ya da yorumcu bir besteciyi benimser, derinden tanır, eserlerini tanıtır.
Dünyada çağdaş müziğin durumunu, güncel gelişmeleri izliyor musunuz; yoksa 90’lı yaşlara başlarken dünyaya perdelerinizi kapatıp kendi ses dünyanızın içinde çalışıp, onu geliştirmeyi mi tercih ediyorsunuz?
– Geçmişte iletişim imkanları çok kısıtlıydı, dünyayı izlemek zordu. Hakim, avukat maaşıyla yurtdışından yeni plaklar getirten, Türkiye’de hiçbir kurumda olmayan genişlikte arşive sahip Ertuğrul Oğuz Fırat sayesinde çağdaş müzikteki gelişmeleri izlerdim. O mahrumiyet yıllarının acısını çıkarmak için, şimdi bilgi oburu gibi dünyayı takip ediyorum. İTÜ MİAM’da ve Bilgi Üniversitesi’nde verdiğim dersler nedeniyle çağdaş müzikteki gelişmeleri yakından izliyorum. Çoğunlukla Alman dergilerini, gazetelerini takip ediyorum. Kitap getirtiyorum. Adını ilk kez duyduğum besteciler hakkında ilginç yazılar okuduğumda, eserlerin notalarını, kayıtlarını bulmaya çalışıyorum, edinip inceliyorum. Bu açıdan Borusan Müzik Kütüphanesi’nden çok yararlandığımı söyleyebilirim. İnternetten gelişmeleri izlemek için büyük bir fırsat sunuyor. Özellikle öğrencilerim ve meslektaşlarımın eserlerini takip ediyorum. Ne yazık ki çağdaş müziği konserlerde pek duyamıyoruz, yurtdışından bu alanda çalışan icracılar pek gelemiyor. Yine de elimdeki imkanlarla zihin dünyamı dinç, renkli ve ayakta tutmaya çalışıyorum.
Son çalışmalarımda dörtlüler ağır basıyor
Çağdaş müzik son yüz yılda atonalizm, minimalizm gibi akımlardan geçip bugüne ulaştı. Geldiği nokta size gelecek açısından umut veriyor mu? Penderecki’ye aynı soruyu yönelttiğimde bestecilerin yeterli teknik donanıma sahip olmadan okullardan çıktıklarını, çok iyi denebilecek birkaç besteci bulunduğunu, büyük besteci sıfatını taşıyanların hepsinin mezarda olduğunu söylemişti. Siz umutlu musunuz?
– Geçmişte gördüğümüz devamlılığı olan, gelişen, güçlü akımlar yok belki ama yaşayan ve çok güçlü bir müzik dünyası var. Avrupa, Amerika’da üniversitelerin müzik bölümlerinde çok iyi icracılar, besteciler yetişiyor. Kampusler ses laboratuvarı gibi çalışıyor. İyi dinleyiciler yetişiyor. Konser dünyasında virtuozler bizi etkileme savaşı içinde, bu da önemli. Bugünün genç bestecileri sanal kayıt, internet imkanlarını kullanıp eserlerini yayabiliyor, literatürü takip edebiliyor. Örneğin bizim eserlerimiz internete aktarıldı. İstendiği zaman eserler incelenebiliyor.
Besteci olarak son dönemde odaklandığınız belirli enstrümanlar, formlar var mı?
– Son yıllarda yaylı dördül ve orkestra eserleri yazdım. Bu bir yöneliş miydi, geçmişte boşluk bıraktığım için bunu tamamlamak mıydı, bilemiyorum. Bu aşamadan sonra düşüncemin beni bıraktığı yerlerden daha sorumsuzca yoluma devam etme şansım var. Eskiden eserlerimde bilinmedikleri çözmeye çalışırdım, artık çözmem gereken bilinmedik kalmadığını fark ediyorum. Orkestra eserlerinde kaosu, karmaşayı yansıtan, sorumluluğu şefin ve kalabalığın üstlendiği bir yapıya yöneldim. Borusan ve diğer dörtlülerle diyaloğum nedeniyle bu alan bana daha yakın geliyor.
1994’te Evin İlyasoğlu’yla söyleşinizde hergün disiplinle yazı masasına oturmak yerine, eserleriniz arasına uzun düşünme ve gelişme mesafeleri koymayı, talepsiz üretime yönelmemeyi tercih ettiğinizi söylemiştiniz. Çalışma rutininizde değişiklik oldu mu?
– Necil Kazım Akses, öğrenciliğim boyunca günde en az 10 ölçü yazmak gerektiğini söylerdi. Bu öğüde öğrencilik dönemimde uydum, sonra ben de öğrencilerime tavsiye ettim. Hatta her derste, dünkü 10 ölçüye ne ilave ettin, diye sorardım. Geçmişte, yazmak istediğim eserler olduğunda disiplinli şekilde masa başına oturup çalışırdım. Örneğin piyano solo ve 12 parça adlı eser böyle bir çalışmayla bestelenmişti. Fakat son yıllarda çağdaş müzik üzerine ders vermeye başlayınca, zamanımın önemli bölümünü bu derslerin ön hazırlığına ayırmam gerekti. Bu nedenle kış aylarında notlar alıyorum. Bir düşüncenin nasıl gelişebileceğini merak ettiğimde, masa başına oturuyorum. Temmuzda Ayvalık’a tatile gittiğimde, 2,5 ay boyunca notlarım üzerine çalışıyorum. 2004, 2006, 2008’de eserler yazdım. Son zamanlarda dostlarımın talepleri ya da eksikliğini duyduğum eser olmadığı için nadir beste yapıyorum. Günümüzde talep olmadan eser yazan, içine kapalı pek çok besteci var. Beni yeni eser yazmaya teşvik eden ise insani temas, talep, sonucu başkalarının da merak etmesi.
Konçerto icralarında genellikle dinleyicinin gözü hep solisttedir, orkestra üyeleri icraya katkılarının yeterince fark edilmemesinden yakınır. Bir çalgıya odaklanan eser yerine orkestra konçertosu yazmanızın bu duyguyla bağlantısı var mı?
– Klasik konçerto formunu kendime yakın bulmuyorum. Beethoven, Brahms gibi ustalar bir yana, yakın zaman konçertolarında dikkat bir noktaya odaklanınca müziğin tümü kayboluyor. Gençlik yıllarımda yazdığım keman konçertosunda, keman orkestranın üyesi gibi düşünülmüştür. Bir piyano konçertosu yazmayı hiç düşümedim, fakat piyanolu orkestra eserleri yazdım. “Konçerto Orkestra İçin”de birer klarnet, obua, flüt var. Solistliği üstleniyorlar. Orkestra ise zaman zaman parçalanıp, sonra tekrar birleşiyor. Grupların zaman zaman öne çıktığı bir çalış biçimi bulunuyor.
Eserin geçmişteki bestelerinizle tema ya da biçimsel bağlantısı var mı?
– Beste siparişini aldığımda ne yazabilirim diye düşündüm. Bir arpçı arkadaşım “neden orkestraya arp eklemiyorsun” diye sordu. Ben daha küçük bir grup için yazmayı düşünürken bu insani temaslar yeni çıkış noktaları verdi. Anlatım genişledi. Bugüne kadar yazdığım eserlerden ögeler taşıyan, geçmiş birikimin çok daha özümsenmiş biçimini bulacaksınız bu eserde. Yaklaşık 2,5 aylık çalışmayla tamamladım. Küçük bir çalgı topluluğu ve arp var. Yaylı çalgıların parçalanması, dolayısıyla çoğalma, virtüözite kullanımı, üç notalık bir ezgiyle bağlantı… “Konçerto Orkestra İçin” bugüne kadarki eserlerimde oluşturduğum müzik dünyasının toparlanması, envanteri…
Düş gücünüzü evde bırakmayın
İcracıya doğaçlama özgürlüğü veren, kadanz gibi bölümler var mı eserde?
– Geçmişte bu tür eserler yazmıştım. Fakat Konçerto Orkestra İçin’de böyle bir bölüm yok.
Müziğinize aşına olmayan kulaklara, konser öncesinde eserinizle ilgili ne söylemek isterdiniz?
– Olabildiğince değişik, dikkat çekici parçalar, bunların ilginç bağlantıları, ileri ve geri gidişleri içeren, çok dikkat dağıtmayan, kafamızda toparlayacağımız bütünlükte bir eser. Dinleyicinin de hayal gücünü kullanarak dinlemesi gerekiyor.
Günümüzde birçok besteci hayatın hızlanmasına, eser sürelerinin kısalmasına inat uzun yapıtlar besteliyor. Örneğin Philip Glass, John Tavener ‘ın bazı besteleri beş saati bulabiliyor. Siz ise kısa eserlerden yanasınız, bu konçertonuz 15 dakika. Neden?
– Bahsettiğiniz örnekler, izleyicinin de katıldığı deneysel çalışmalar. Buna karşılık Webern’in öncülüğünde 15 saniyelik eserlerin de bestelendiğini hatırlamamız gerekir. Weber’in tüm eserlerini toplasanız üç saat tutar. Ben bir fikrin belirli sürede işlenip, sonuca ulaştırılması gerektiğini savunuyorum. Biçimi önemsiyorum. Evet raslamsal eserler de yazdım geçmişte, fakat bu genel yaklaşımımı değiştirmez. En uzun eserlerimden 3’üncü senfoni, 45 dakikalık yedi bölümden oluşuyor. Üstelik şefe bunlardan istediklerini seçme özgürlüğü veriyorum. Bu eserin genellikle dört bölümü seslendirilir. Süre uzadıkça dinleyicinin dikkati dağılır, eserden çevreye yönelir. İKSV eser siparişi verirken asgari 15 dakika olması istenmişti. Ben de bu kurala uydum.
Bu yaz Ayvalık’a giderken yanınızda notlarınızı götürecek misiniz, yeni eser fikirleri var mı sırada bekleyen?
– Siz sorunca götürmem gerektiğini düşündüm. Bir kişinin bile beklenti içinde olması önemli…
(Serhan Yedig / 11 Haziran 2011 / Hürriyet)
ABD’DE 1955’TE ÖDÜLLENDİRİLDİ, TÜRKİYE’DE
16 YIL SONRA DEVLET SANATÇISI İLAN EDİLDİ
İlhan Usmanbaş İstanbul’da doğduğu halde çocukluğunun önemli bölümü babasının avukatlık yaptığı Ayvalık’ta geçti. Ağabeyi ve annesinin kemanla çaldıkları, gramofondan dinlediği eserlerle klasik müziğe ilgi duydu. 12 yaşında çello çalmaya başladı. 1936’da girdiği Galatasaray Lisesi, müzik sevgisini pekiştirdi. Mezuniyetinde İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü ve Belediye Konservatuvarı’nda ikili eğitimini sürdürmek istediyse de fikrini değiştirip 1942’de Ankara Konservatuvarı’nda kompozisyon öğrencisi oldu. Hasan Ferit Alnar’dan armoni, Ulvi Cemal Erkin’den piyano, David Zirkin’den çello, Adnan Saygun ve Necil Kazım Akses’ten kompozisyon dersleri aldı. 1948’de mezun olduğu okula öğretmen atandı. 1952’de UNESCO bursuyla ABD’ye gitmesi uluslararası müzik çevreleriyle iletişim kurmasını sağladı. Luciano Berio, Aaron Copland, Elliott Carter’la tanıştı. ABD’de 1955’te FROMM, 1958’de Koussewitzky ödüllerini aldı. 1964’te Ankara Konservatuvarı, 1974’te ise İstanbul Devlet Konservatuvarı müdürlüğünü üstlendi. 1971’de Devlet Sanatçısı ilan edildi. 1993’te And Vakfı’nca Onur Ödülü’ne layık bulundu. Farklı çalgı grupları için yazdığı eserlerin bir kısmını opus değerlendirmesi dışında tutan Usmanbaş, bugüne kadar 100’ü aşkın eser besteledi. Evin İlyasoğlu’nun Usmanbaş’ın yaşamını ve yapıtlarını anlattığı “Ölümsüz Deniz Taşlarıydı” başlıklı kitabı geçen ay gözden geçirilerek Yapı Kredi Yayınları’nca tekrar yayımlandı.
Linkler
İlhan Usmanbaş, Bülent Arel’in müziğini anlatıyor
İlhan Usmanbaş, 1968’de Cenevre Radyosu’nun yarışmasında birinci olan “Bir Bale İçin Müzik”i anlatıyor