Adam Rudolph / Yaşadığımız anı çalıyor, besteliyoruz

0

2010 Ağustosu’nda İstanbul’un en yoğun yaya geçidi sıra dışı bir konsere sahne oldu. Sirkeci Üstgeçidi’ndeki “İstanbul’u Çalıyorum” başlıklı konserde, aralarında saksafoncu Oliver Lake, gitarcı Kenny Wessel, basçı John Lindberg, şarkıcı Sumru Ağıryürüyen, çellist Anıl Eraslan’ın da yer aldığı Organik Orkestra şehrin seslerini de kullanarak doğaçlama yaptı. Dalga, vapur turnikeleri ve garın sesleri de elektronik donanımlarla üstgeçite taşındı. Orkestrayı Amerikalı besteci Adam Rudolph yönetti. Rudolph’la bu ilginç gösteri sonrasında, klakson sesleri arasında konuştuk.

 

 Daha önce böyle bir çalışma yapmış mıydınız?
– California, New York ve İngiltere’de Japon dansçılarla açık hava gösterileri yapmıştım. Fakat açık mekanda ilk kez böyle bir çalışma yapıyorum. İlginç olan, organize müzikle doğal sesleri bir araya getirmek. Doğaçlama müzik geleneğinden geldiğim için beni zorlamadı. Çünkü doğaçlamayla anın ruhunu yansıtma, düşüncelerimle anlık duyguları bir araya getirme konusunda deneyimliyim.
Yani çevreyle anlık iletişim, etkileşim halinde bir müzik bu…
– Evet… Doğaçlama yaparken hep çevreyle etkileşim içindeyim. Fakat bu çok özel bir durum. Çok farklı sesler, aktiviteler, enerjilerin iç içe geçtiği bir ortamda müzik yaptık.
Konser teklifini aldığınızda aklınızdan neler geçti?
– Yeni seslerin, anlatım biçimlerinin peşindeki bir müzikçi için heyecan verici. Bir tür meydan okuma. Bu nedenle müziği, sanatı seviyorum. Klasik Türk Müziği’nin bir eserini, Beethoven’in senfonisini dinlerken eserin nasıl gelişeceğini biliyorsunuz. Fakat bu nasıl gelişeceği belli olmayan bir müzik. Hayatın sonsuz ve anlık değişimleri içinde ortaya çıkan, tekrarlanamayan, anın gerçekliğini yaşayan, kutlayan bir müzik… Özü sürpriz ve spontanlık…

Şehrin enerjisini müziğimize kattık

Geçmişte açık havada düzenlediğiniz doğaçlama müzik ve dans gösterilerinden ne gibi tecrübeler edindiniz?
– Dansçılara perküsyonla eşlik etmiştim. Fakat bu kez Organik Orkestra’yı yöneteceğim, şehrin sesine eşlik edeceğiz. Bu işin önemli yanı müzikçinin tüm algılarını açması. Çevresindeki atmosferin dokusunu duyumsaması, sesleri, hareketleri izlemesi ve bunlarla etkileşime girmesi. Sirkeci Üstgeçidi’nden her saniye çok sayıda yaya geçiyor. Onların müziğe kattığı yoğun enerji de çok önemli. Burada müthiş bir enerji var. Bunu müziğimize kattık, kimi zaman bu enerjiye karşı koyduk…
Hans Ulrich Werner gibi sanatçılar sesleri kaydederek şehirlerin ses manzaralarını hazırlıyor. Bu çalışmaları takip ediyor musunuz, size ilham verdi mi?
– Geçmişte gürültü olarak kabul edilen sesleri müzik ögesi gibi kullanma üzerine Avrupa’da pek çok deneme yapıldı. Boulez’den sonra John Cage ünlü dörtlüsünde pencere açılması sesini kullandı. Hepsi topluma çevreyi dinleme bilinci vermeyi, gizli müziği keşfetmeyi, anı algılamayı öğrenme konusunda yardımcı olmayı amaçlayan çalışmalar. Bu yaklaşımla bağlantılı olmakla birlikte biz anın müziğini yapıyoruz. Anı çalıyoruz, besteliyoruz. Bunu hayatla iletişim, etkileşim içinde yapıyoruz. Özel bir deneyim, çalışılarak elde edilen bir beceri istiyor.
Üst geçitte icra ettiğiniz müzik tamamen doğaçlama mıydı?
– Bir kısmı daha önce bestelenmiş, ucu açık diyebileceğim müzik, bir kısmı doğaçlamaydı. Ancak ön hazırlığın önemli bölümü, anlık gelişimi hızlı algılama ve yanıt verme üzerine kuruluydu.
Sirkeci’nin çılgın gürültüsünde sesinizi duyurabildiniz mi?
– O seslere ek olarak Sirkeci Garı, vapur iskeleleri, deniz kıyısı dahil birkaç noktaya yerleştirdiğimiz mikrofonlarla da çevredeki sesleri üstgeçide taşıdık. Çevreyle iletişimimizi genişletmeye çalıştık. Umarım tüm bu seslerin arasında bizim müziğimiz de duyulmuştur.
Organik Orkestra nasıl bir araya geldi, müzikçiler hangi özelliklere göre seçildi?
– Doğaçlama alanında çalışan müzikçilerden oluşuyor. Ben de onların yaratıcılıklarını katabilecekleri, istedikleri şekilde katılabilecekleri, sembollerle kaleme alınmış, Batı usulü solfej kullanılmadan yazılmış bir müzik hazırladım. 30 yıldır farklı türlerde çalışan müzikçilerin bir araya gelebileceği, kendilerini rahatça ifade edebileceği özel bir müzik dili oluşturmaya çalışıyorum. Bu yapı içinde müzisyen yeni ifade biçimleri geliştirmeye teşvik ediliyor, ayrıca kendi sesini farklı bir perspektiften görebiliyor. John Lindberg’in de Ömer Faruk Tekbilek’in de kendilerini eşit oranda rahat ve özgür hissedeceği bir atmosfer yaratmak amacım. Orkestrayı da bu yaklaşımla yönetiyorum. Batılı orkestra şeflerinin tekniklerini, jestlerini kullanmıyorum. Uzun, kısa ses, interval, yukarı, aşağı gibi basit işaretlerle ifade ediyorum. Bu amaçla geliştirdiğim ritimde cyclic verticalism (döngüsel diklik) metodunu kullanıyorum.
Nedir bu metodun özelliği.
– Döngüsellik yani Türk müziğindeki gibi 9/8 ya da 15/8’lik semai ritmleri… Dikeylik,  politirm, yani Afrika müziğindeki gibi ikili ritmler… Metodum bunları birleştirip yeni bir ritmler oluşturmayı öngörüyor.
Yani sınırlamak yerine, yeni alanlar açmaya çalışıyorsunuz…
– Tam anlamıyla bunu yapıyorum… Fakat bir alan açmak için de ölçütleri belirlemek gerekiyor. Eğer müzik bir söyleşiyse, öncelikle bir konu bulmak gerekir. Müzik iki unsurdan oluşuyor: Hareket ve renk. Hareket unsuru ritm, renk ise ses, armoni, melodi… Bunları bir araya getirdiğimizde titreşim ortaya çıkıyor. Titreşim her şeyin kökeni. Evren ve bizler de birer titreşimiz. Bu nedenle müziğin üzerimizdeki etkisi böylesine güçlüdür. Bu hareket ve dönüşüm ruhu yüceltir, insanoğlunu yüksek bir estetik ve düşünsel düzeye ulaştırır. İnsanlığımızı paylaşırız. Müzikçinin bu dönüşüme açık ve hazırlıklı olması gerekir.
Titreşim kavramına vurgu yapmanız bana tasavvufu çağrıştırdı, ilgileniyor musunuz?
– Evet… Hayatın kaynaklarından biri de nefes. Bu nedenle sufiler “hu” diyor. Hindular “om” diyor. Nefes her şeyin kaynağı çünkü. Herhangi bir şey yapmadan önce nefes alırız. Nefesin önemini kavrayan teşekkür etmesini de bilir. 1979’da İsmet ve Hacı ile bir araya geldiğimizde “hu”dan geldiğini bilen, sevgiyle müziğe yaklaşan kişiler olarak müzik yaptık.

Amacımız toplumun sanatla
temasını sağlamak

Çevrenizden geçenlerde, dinleyicilerinizde nasıl bir etki yaratmak istediniz?
– İstanbullulara her gün duydukları seslere farklı bir gözle bakma fırsatı sunduk. Klakson, vapur düdüğü, seyyar satıcıların bağırması anlık gelişen olaylar. Fakat bunlara dikkatle kulak verdiğinizde, bir melodileri, ritmleri olduğunu fark ediyorsunuz. Biz bu özelliğin altını çizmeye, gürültü olarak algılanan seslerin farklı algılanabileceğini gösterdik. Bu deneyim, dikkatli dinleyicilere seslere olduğu kadar müziğe de farklı bakış açısı kazandırabilir. Aslında tüm bu çalışmanın ardındaki fikir, insanları birbirleri ve çevrelerindeki diğer ayrıntılar üzerine düşüncelerini sorgulamaya yöneltmek. Sanatla temas etmelerini sağlamak. Onlara enerji aktarıp ilham vermek. Bu ilhamın mutlaka müzik yapma konusunda olması gerekmiyor. En genel anlamda sanat yapma arzusunu tetikleyebilir. Yoldan geçenlerden biri, bizi dinledikten sonra, bu şevkle yıllardır yazmak isteyip de cesaret edemediği şiiri yazabilir ya da resim yapmaya başlayabilir… Yaratıcılık herkesin içinde olan tinsel bir nitelik. Irk, cinsiyet, ulus gibi özelliklerden bağımsız. Uygun koşullar oluştuğunda, tetiklendiğinde ortaya çıkıyor. Ben de müziğe böyle başladım. Kardeşim kabul ettiğim İsmet Sıral’la 1979’da New York’ta karşılaşmamız da böyle bir tesadüftü. İkimiz de Creative Music Studios’da ders veriyorduk. Tanıştık ve iki ay boyunca her akşam birlikte çaldık… Bu tanışma yıllar sonra beni İstanbul’a getirdi…
Üstgeçitteki konserinizi kaydedip, akşam sahnede bunun üstüne de emprovizasyonlar yaptınız. Neydi bunun ardındaki düşünce?
– Bizim müziğimizle, çevrenin seslerinden oluşan bileşimi akşam ikinci kez sahnede emprovizasyonla geliştirdik. Doğaçlamacılığın en güzel yönü sürekli yeni fikirler, esinler aramak, bunları değerlendirip yeni anlatım biçimleri bulmak.
(Serhan Yedig / 16 Ocak 2012 / Müzik Söyleşileri) Fotoğraf: Levent Arslan

Linkler

Adam Rudolph’un kişisel web sayfası
Biyografisi
Hürriyet’in konser haberi

Share.

Leave A Reply

4 × 1 =

error: Content is protected !!