Hank Jones / Cazcı olduğunu iddia eden çok, oysa kimilerinin çaldıklarına müzik bile denemez

0

Swing çağının kralı Benny Goodman 1950’lerde klarnetinin sesini onun piyanosu eşliğinde parlatmış, bebop akımının öncü saksafoncularından Coleman Hawkins, Lester Young onunla caz sınırlarını aşan uçuşlara çıkmıştı. Charlie Parker, namı diğer Bird’ün ölümünden önceki en önemli albümlerinde, piyano başındaki isim yine Hank Jones’du. Ella Fitzgerald, Frank Sinatra yıllarca sahneye, TV’ye onun piyanosu eşliğinde çıktı. 1962’de, John F. Kennedy’nin Beyaz Saray’daki son doğum gününde, Marilyn Monroe “İyi ki doğdun Bay Başkan”ı söylerken piyanoda Hank Jones eşlik ediyordu. 91 yaşındaki Jones, ölümünden bir yıl önce, 2009 Kasımı’nda üçlüsüyle İstanbul’a uğradı. Öncesinde New York’tan sorularımızı yanıtladı.

 

Bir vaizin evinden caz tarihine geçen üç virtüöz nasıl çıktı? Eleştirmenler müzikal yaklaşımınızı değerlendirirken kardeşiniz Elvin Jones ‘u maceraperest, Thad Jones’u zarafet timsali, sizi daima olgun ve alçak gönüllü olarak niteliyor. Bu karakteristik izler çocukluk yıllarınızda da belirgin miydi?

– Annem piyano, babam gitar çalardı. Evde hep müzik vardı. Bu atmosferin de etkisiyle müzik dersleri almaya başladık. Thad ve Elvin daha çocukken evden ayrıldım. New York’a yerleştim. Ardından Detroit’e gittim. Bu nedenle pek birlikte olamadık. Fakat şunu söyleyebilirim: Gelişme çağında bahsettiğiniz farklı eğilimler henüz görülmüyordu. Hangi yönde ilerleyeceğimize henüz karar vermemiştik. Belki ortak beğenilere sahiptik, fakat üç farklı kişiliktik, herbirimiz caza kendi penceremizden bakıyorduk. Thad ve Elvin, Blueberry adlı küçük bir caz kulübünde birlikte çalmaya başladı. Ben uzaklardaydım, o yıllarda.

Üç kardeşin bir arada çaldığı bir ya da iki albüm var. Siz ya Elvin ya da That’le çalmışsınız. Bu rastlantı mı, yoksa üçlü olduğunuzda üslup sorunu mu çıkıyordu?

– Onlar Detroit’te birlikte çalarken, ben New York’ta caz içinde çok farklı bir yönde ilerliyordum. Bir araya gelme imkanımız çok sınırlıydı. Çok sonraları birlikte çalma fırsatına kavuştuk.

Uyuşturucu kullanmadım, hayatta kaldım

1980’lerde kardeşiniz Elvin Jones , BİLSAK Caz Festivali için İstanbul’a geldiğinde, çocukluğunuzda babanızın sizi götürdüğü sirkten bahsetmişti. Bandodaki davulu görüp büyülendiğini, büyük olasılıkla davulu seçmesine bu olayın sebep olduğunu anlatmıştı. Sizi nasıl etkiledi sirk macerası?

– Beni en çok etkileyen, evde annemin piyano çalmasıydı. Bu sayede piyanoyla bağ kurdum. Ardından Fats Navaro, Earl Hines, Teddy Wilson, James J. Johnson’ı dinleyip etkilendim. 1920’lerde radyo çok yaygın değildi, televizyon da yoktu. Evde çok sayıda plak vardı, bunları dinlerdim. New York, Detroit’e gitmeden çok önce önemli ustaların plaklarını dinlemiştim. Sonra New York’a gidip ustaları dinledim. Bunu takip eden yıllarda beni en çok etkileyen, radyo ve plaklardan dinlediğim piyanistlerdi.

1940’ların başında caz, dünyada en sevilen müzik türüydü. Sizler bir grup yaratıcı müzikçiyle bebop akımını yarattınız, caz çağ atladı. Sonra birden bire tahtını kaybetti ve bugün dinleyici sayısı klasik müzik kadar az. Sizce cazcılar nerede hata yaptı?

– 1944’te New York’a gittiğimde bebob, Charlie Parker, Bud Powell, Max Roach gibi müzikçilerin çabasıyla zirveye çıkmıştı. Fakat çoğu kişi bu müziği kabullenmekte zorlandı. Caza büyük bir değişim getiriyordu. Bebop, icrade yepyeni, çok daha yaratıcı bir anlayışa yönelmişti. Daha çok renk, daha fazla akor değişimi, varyasyonlar girdi müziğe. Bu arada bebop ismini sevmediğimi, benimsemediğimi belirmeliyim. Böyle bir sözcük yok, uydurulmuş. Aşağılayıcı, hakaret gibi bir terim.

Kilisede asla!

Yaratıcı olduğu kadar, sağlık açısından tehlikeli bir akımdı bebop. Bu akımın kurucularından iki efsanevi piyanist Art Tatum ve Thelonious Monk hayatını akıl hastanesinde noktaladı. Uyuşturucunun moda olması, pekçok bebop ustasını genç yaşta bitirdi. Örneğin Charlie Parker 34 yaşında ölmüştü. Siz kendinizi nasıl korudunuz?

– Art Tatum’ı Monk ve diğerlerinden ayırmak gerekir. Bildiğim kadar hiç uyuşturucu kullanmadı. Birçok kez bir araya geldik, sohbet ettik. Sadece birayı çok severdi. Diğer müzikçilerin arasında hiç ummayacağınız kişiler uyuşturucu bağımlısıydı. Nasıl bu kadar yaygınlaştı bilmiyorum. Ben hep uzak durdum uyuşturucudan. Hiç sigara içmedim, alkol kullanmadım. Muhtemelen babamın çok güçlü etkisi beni korudu. İnanmış bir Hıristiyan vaizdi, hayatı boyunca içki, sigara içmedi, kumar oynamadı. Cazla arası pek iyi değildi. Ancak biz caz çalmaya başlayınca, seçimimize saygı gösterdi. Ancak kilisede asla caz çalınmaması gerektiğini söylerdi. Sanırım babamın ahlaki yaklaşımını benimsemem beni korudu.

17 yıl boyunca CBS TV’nin canlı yayınında Frank Sinatra gibi isimlere eşlik ettiniz. Her türlü sürprize hazırlıklı olma konusunda büyük bir tecrübe, ancak sıradanlaşma tehlikesini de içeriyor. Caz ve emprovizasyon tutkunuzu, yaratıcılığınızı nasıl korudunuz?

– Bu çalışma bana çok farklı türde müzikleri seslendirme fırsatı verdi. Karşıma çıkan her türlü müziği piyanoya uyarlamam gerekiyordu. Müzikal dağarcığım genişledi, çok daha dikkatli dinlemeyi öğrendim. Yaratıcılığı sergilemek için mutlaka plak kaydetmek gerekmez, çünkü stüdyoda yaratıcılığın garantisi yoktur. Ama bu dönemde de albüm kaydettim. Çünkü CBS’teki iş çok fazla zamanımı almıyordu, önüme hazır müzik getiriliyordu ve ben de çalıyordum. Yaratıcılığa çok az yer vardı bu çalışmada. Yaratıcılık sürecini CBS’ten ayrıldıktan sonra yaşadım. Birçok albümde yer aldım.

Caz üçlüsünün büyüsü

Yaklaşık 50 yıl çeşitli gruplarla çaldıktan sonra Japonya’da piyanoyla solo albümler kaydettiniz, resitaller verdiniz. Caz geleneğiyle bağlarını koruyan pekçok müzikçi solo çalışmalara şüpheyle bakıyor. Bu albümler sizin fikriniz miydi, prodüktörlerin isteği mi?
– Prodüktörlerin talebi üzerine bu albümleri kaydettim. Japon cazseverlerin en sevdiği eserleri yorumladım. Solo çalmak piyaniste sınırsız melodik, armonik özgürlük sunuyor. İstediğim müzikal kaynakları kullanabiliyorum, armonik geçiş, çeşitleme, emprovizasyon yapabiliyorum. Gelecekte de solo eserler içeren albümler yapacağım. Ama kendimi belirli bir türde sınırlamak istemiyorum.

Uzun yıllardır kurduğunuz üçlülerle çalışıyorsunuz. Cazda en derin, büyüleyici müziğin üçlülerle elde edildiği söylenir. Bu büyü sizce nereden kaynaklanıyor?
– Bu işin içinde sır olduğunu sanmıyorum. Basçı ve davulcuyu rahatça dinleme, müzikal iletişim kurma, tüm bunlardan ilham alma fırsatı sunar üçlüler. Grup üyeleri enstrümanlarında ne kadar ustaysa, sonuç o kadar iyi olur. Eğer ortada bir büyü varsa, üç müzikçinin ortak bir yaklaşım oluşturup, eşgüdüm içinde müziği oluşturmasıdır. Eğer ne yaptıklarını biliyorlarsa, birbirlerini ilgiyle dinliyorlarsa, yaptıklarından zevk alıyorlarsa, ortaya büyülü bir ortam çıkar ve dinleyici de müzikten zevk alır.

1995’te ilk kez etnik müziğe yönelmiş, Sarola albümüyle cazın Afrikalı köklerini araştırmıştınız. Bu çalışma müziğinizi nasıl etkiledi?

– Daha önce hiç gitmediğim Mali’de, çoğunluğu Malili müzikçilerden oluşan bir grupla kaydettim bu albümü. Tamamen doğaçlamalarla oluşturuldu. Perküsyoncu Cheik-Tidiane’ın liderliğinde gerçekleştirdik. Mali müziğini, repertuvarda yer alan eserleri bilmiyordum. Çok farklı bir müzikal üslupları vardı. Dikkatle dinledim. Bu sayede üslüplarını kavradım. Sonra onların üslubuyla çalmayı denedim. Müziğimde kalıcı etki bıraktığını söyleyemem.

Genç caz piyanistleri kulis kapınızı çalıp, tavsiyelerinizi sorduğunda ne öneriyorsunuz?

– Öncelikle enstrümanını çok iyi öğrenmeli. Sonra armoni bilgisine sahip olmalı. Armoni bilmeden emprovizasyon yapılamaz, bütünlüğü olmayan ses yığınları üretilir sadece. Buna da müzik denmez. Son olarak piyano başında egzersiz yapmaktan yılmamasını söylüyorum. Gerekli tekniği, ustalığı ancak piyano başında çok çalışarak edinebilir genç piyanistler.

Ella sayesinde piyanom orkestra tınısı kazandı

Ella Fitzgerald’a uzun yıllar eşlik etmek müziğinize neler kazandırdı? Birçok klasik piyanist şancılarla çalışmanın icralarına akışkanlık, şarkı söyler gibi doğal çalma yeteneği kazandırdığını söyler, siz bu etkiyi yaşadınız mı?

– Hayatımın en önemli deneyimlerinden biriydi. Hatta önemli bir sınavdı. Çünkü şarkıcılara, özellikle de kadın şarkıcıya eşlik konusunda tecrübem yoktu. Bu fırsatı yakaladığım için çok heyecanlıydım. Yaklaşık altı ay kadar zorluk çektim. Sonra yavaş yavaş Ella’nın üslubunu öğrendim. Diğer şarkıcılardan epeyce farklıydı Ella’nın üslubu. Bazı şarkıcılar tek yol seçer ve bu yolda yürür. Ella ise tanıdığım en yaratıcı, yenilikçi şarkıcıydı. 17 yaşında davulcu Chick Webb’in orkestrasında şarkı söylemeye başlamıştı. Sonradan bu orkestraya kendi ismini verdi. Yani küçük yaşlardan beri orkestra tınısına alışıktı. Sahnede bu zenginliği duymak isterdi. Ben de piyanoda bu tınıyı yaratmaya çalıştım hep. Bu tını onun sesine destek verdi, kendini güvende hissetti. Birlikte çalışırken çok şey öğrendim. Fakat klasik piyanistlerden farklı olarak, ben piyanoda hep yaratıcı konumda oldum. Caz müzikçisi önüne konan besteyi aynen çalmaz, doğaçlama yapar, varyasyonlar çalar, kendi sesini katar, müziği yeniden yaratır. Piyanistin tuşesi, üslubuyla bağlantılıdır. Bazı caz piyanistleri çok güçlü çalar, bazıları daha melodik, ritmik…

Tommy Flanagan , 1990’larda İstanbul’a yolu düştüğünde, Ella ile çalıştığı yılları anlatmış “kimi zaman sahnede çok zor anlar yaşamıştım” demişti. Sizin başınıza da geldi mi bu tür unutulmaz sürprizler?

– Ella, tıpkı caz saksofoncusu, trompetçisi gibi sürekli sesiyle doğaçlama yapardı. Sahnede sürekli yaratıcı fikirler üretirdi. Zaman zaman bu sürati izlemek zorlaşırdı. Konserde birbiri ardına gelen yaratıcı fikirleri takip etmek, karşılık vermek kimi zaman piyanist açısından bir sınava dönüşebiliyordu. Piyanist, şarkıcı söylerken eşlikçi konumunda olduğunu unutmamalı. Bu işin zor yanı anında tepki verebilmek. Sarah Voughan ya da Ella Fitzgerald fark etmez… Flanagan yaklaşık 15 yıl birlikte çalıştı. Ben 4,5 yıl eşlik ettim. Herhalde o benden çok daha fazla sürpriz yaşamıştır.

Melodisiz müzik olmaz

Günümüzün pek çok genç caz piyanisti konservatuvarda klasik müzik öğrenimi görüyor, bu etkiyi caza taşıyor, çağdaş müzik kulvarında caz ve klasik yan yana yürümeye başladı. Sizce bu gelişmeye sevinmek mi gerekir yoksa saf cazın yavaş yavaş ortadan kalktığını görüp üzülmek mi?

– Caz da artık köklü geçmişe sahip bir müzik türü ve çağdaş müzik kategorisinde. Kişilerin müzikal geçmişlerinden gelen yaklaşım farkları olabilir tabii. Kimi zaman öyle müzikler duyuyorum ki caz diyemem, deneysel müzik ismi verebilirim ancak. Caz tanımıyla ilgili tartışmalara girmekten hiç hoşlanmıyorum. Çünkü herkesin farklı bir tanımı var. Bir eser rahatça dinlenebiliyorsa, akılcı bir bütünlük taşıyorsa, anlaşılabiliyorsa, zevk veriyorsa bu müziktir. Caz ya da çağdaş müzik diye nitelemek gerekmez. Hangi kaynaktan beslendiği önemli değildir. Ayrıca çağdaş müzik kategorisinde yer alan bazı eserler bence müzik bile sayılamaz. Çünkü bir eserin müzik olabilmesi için şu koşulları yerine getirmesi gerekir: 1) Melodisi olmalı 2) Armonisi olmalı 3) Ritmi olmalı 4) Zevkle dinlenmeli. Bir eser bu özelliklerden hiçbirini taşımıyorsa, melodisi yoksa ya da anlaşılamıyorsa ona müzik denebilir mi? Tabii ki müzik denemez.

Bazı müzikçiler cazın saflığını kaybetmesinden ciddi endişe duyuyor. Hatta Avrupalıların bile caz çalmasından rahatsız oluyor. Örneğin İstanbul’a geldiğinde Anthony Braxton’a Avrupalı saksofoncular hakkındaki düşünceleri sorulmuştu. “Bir Türk ne kadar iyi croissant pişirebilirse, bir Fransız da ancak o kadar güzel caz yapabilir” demişti. Piyanonun başında Avrupalı bir cazcı görmek, klasik esintili emprovizasyon yaptığını duymak Braxon gibi sizi de infiale sürüklüyor mu?

Konser sonrası kuliste Muvaffak Falay ile

– Biliyorsunuz geçmişte bir albümümde Braxton ve basçı Rufus Reed’le çalmıştık. Braxton benimkinden çok farklı bir yaklaşıma sahip. Öncelikle genel caz akımı içinde yer almıyor ve anlaşılır müzik yapmıyor. Bugün caz yaptığını iddia eden çok sayıda müzikçi var ortada. Ama çaldıklarına caz denemez. Aslında ben de caz teriminden hiç hoşlanmıyorum. Çağdaş müzik demek daha doğru. Birçok farklı stil var. Bu stiller müzikçilerin kişisel birikimleriyle, geçmişle bağlantılı. Hepsine aynı temel kriteri uygulamak gerekir: Müzik mi değil mi? Eğer melodi, armoni, ritm yoksa, bütünlük taşımıyorsa buna müzik denemez. Bu tür eserleri dinlemekte ve anlamakta çok zorlanıyorum. Kimi zaman çalanların da ne yaptıklarının farkında olmadığını düşünüyorum. Ben ki müzikçiyim, Ben Webster, Charlie Parker, Buddy Rich, Bud Powell gibi cazcılarla çaldım, onların müziğini kavrayabildim, eğer ben bile anlayamıyorsam buna müzik denebilir mi? İsmini sıraladığım cazcılar kendi içinde uyumlu, bütünlüğü olan eserler üretiyordu. Şunu anlamakta zorlanıyorum: Hiçbir armonisi, melodisi olmayan, bütünlük taşımayan bir ses yığınına nasıl müzik denebilir? Bu ses yığınını caz ögeleriyle donatıp, adına caz demek büyük hata. Pek çok kişi bu tür çalışmaların caz olduğunu sanıyor. Biraz sert bir şekilde ifade ettim belki ama benim fikrim böyle… Umarım kırılan olmaz. Haklı olduğumu söylemiyorum, sadece düşüncelerimi açıklıyorum. Geçmişin tüm büyük bestecileri Wagner, Çaykovski, Chopin, Ravel öncelikle anlaşılır müzik yazıyordu. 200 yıl sonra bile eserleriyle özdeşlik kurabiliyoruz. Bence iyi müzik ölümsüzdür, zamanla, çağla sınırlanamaz.

 (Serhan Yedig / 9 Kasım 2009 / Hürriyet)

2003’TE, YAŞAYAN CAZ EFSANESİ İLAN EDİLDİ

Fotograf: Jimmy Katz

Henry “Hank” Jones, Mississippi, Vicksburg doğumlu. İki ablasının teşvikiyle piyanoya başladı. İlk konserlerini 13 yaşında Michigan ve Ohio’da yerel caz gruplarıyla verdi. 1944’de, 24 yaşında New York’un yolunu tuttu. Bebop’ın öncüleri arasına katıldı. Coleman Hawkins, Billy Eckstine, John Kirby gibi isimlerle çalıştı. 1948-53 arasında Ella Fitzgeral’ın piyanistiydi. Aynı dönemde Charlie Parker’ın ölmeden önce kaydettiği önemli albümlerinde yer aldı. Art Tatum’dan etkilendi ve başta Tommy Flanagan olmak üzere pek çok piyanisti etkiledi. “Detroit’li Piyanistler” ekolünü yarattı. Beş yaş küçük kardeşi trompetçi, besteci Thad Jones, 1950’lerde Count Basie Orkestrası’yla şöhrete kavuşmuştu. Virtüözitesi kadar orkestra düzenlemelerindeki maharetiyle caz tarihine geçti, 1986’da açıklanmayan bir hastalıktan öldü. Dokuz yaş küçük kardeşi davulcu Elvin Jones ise saksofoncu John Coltrane’in 1960’lardaki ünlü topluluğunun vazgeçilmez üyesiydi. Charles Mingus, Bud Powell, Miles Davis gibi isimlerle çalışıp 2004’te kalp krizinden öldü. Hank Jones ise birkaç kez Azrail’le köşe kapmaca oynayıp, kazandı. En son 1980’lerde ölümden döndü. Sırtındaki yara röntgende incelenirken, anevrizması fark edildi. Yüzde 30 yaşama ihtimali verilen ameliyattan sağ çıktı. 1970’lerden bu yana basçı Ron Carter, George Mraz, davulcu Tony Williams, Al Foster gibi isimlerle unutulmaz caz üçlüleri kuruyor. Sonny Stitt, Charlie Haden, Joe Lovano gibi isimlerle albümler kaydetti. Türkiye’ye ilk kez 1990’ların başında Dianne Shuur’la Parliament Caz Festivali’ne katılmak üzere gelmişti. Albümlerinin sayısı 60′ buldu. Pekçok albümde yer aldı. 2003’te Amerikan Besteciler Birliği’nce (ASCAP) Yaşayan Caz Efsanesi Ödülü’ne layık bulundu. Hartford üniversitesince fahri doktora verildi.

Linkler

Biyografisi

Jazztimes’ta David Adler’in röportajı

Share.

Leave A Reply

thirteen − five =

error: Content is protected !!