Bulut Gülen / Hedefim herkese trombon dinletmek, solist yeteneğini kanıtlamak

0

Hacettepe Konservatuvarı’ndaki yurt odasına gizlice soktuğu TV’de, Önder Focan ve Senova Ülker’i izleyip caz virüsünü kaptığında 15 yaşındaydı. Mezuniyetinden sonra hayatını caza adadı, Berklee’de okudu. Bulut Gülen bu olaydan 20 yıl sonra yayımladığı ilk albümü “Su”da Focan ve Ülker’in yanı sıra kendi kuşağından dört yetenekli virtüözle çalıyor.

Türkiye’nin koşullarını göz önüne alırsak, genç bir cazcının trombonu eksen alan albümle kariyerine başlaması başlı başına cesaret gösterisi… Kutlarım… 1984’te BİLSAK Caz Festivali’nde tek başına sahneye çıkıp yaklaşık bir saatlik resital veren Albert Mangelsdorff’tan bu yana beni en çok hayrete düşüren tromboncu oldunuz.
– Dinleyiciler albümlerin hangi enstrüman etrafına kurgulandığını pek önemsemiyor. Dolayısıyla trombon albümü olması de pek ilgi çekmeyecektir…
Nasıl bir çevrede büyüdünüz, çocukluğunuzda kulağınızda yer eden sesler nelerdi?
-Çocukluğum Eskişehir’de geçti. Annem ve babam hariç pek çok müzisyen bulunan bir ailede yetiştim. Babam aile mesleği çiçekçiliği sürdürüyor. Annem ise ortaokul öğretmeniydi. Her ikisi de müzikseverdir. Çocukluğumda kulağıma ilk yer eden müzikler, babamın çok sevdiği, bana da dinlettiği Frank Sinatra şarkıları… Teyzem İstanbul’daki Türk Müziği Konservatuvarı’ndan mezun ve şef, babamın ailesinde birçok konservatuvar mezunu var. Benden 5 yaş küçük kardeşim Sırma da İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda viyola öğrenimi görüyor. Müziğe başlamamda Yılmaz Büyükerşen’in önemli bir rolü oldu. Anadolu Üniversitesi rektörlüğü döneminde, Eskişehir’deki tüm ilkokullara koro öğretmenleri göndermiş, yetenekli ve istekli çocukları belirlemişti. Üniversitenin konservatuvarında kurulan çocuk korosuna katıldım. Buradaki öğretmenin yeteneğimi fark etmesi, ailemi uyarmasıyla müzik öğrenimine yönlendirildim. Ailem bu öneriyi dikkate aldı, Anadolu Üniversitesi Konservatuvarı’nda yarı zamanlı olarak piyano bölümüne girdim. Okulun koşulları yetersizdi. 1992’de 12 yaşında Hacettepe Üniversitesi Konservatuvarı’na kabul edildim.
Trombon tanıdığınız, sevdiğiniz bir enstrüman mıydı, yoksa ilk kez konservatuvarda mı rastladınız?
– Eskişehir Konservatuvarı’nda Rus hocaların disiplinli tavrı nedeniyle piyanoyu hiç sevmemiştim. Nefesli çalgı, özellikle flüt çalmak istiyordum. Sırtında küçük flüt kutusuyla konservatuvarı giden öğrencilere çok özenirdim. Hacettepe’ye üç elemeden sonra girdiğimde çok sevinmiştim. Trombon bölümüne seçilince çok şaşırdık. Enstrümanı bilmiyorduk bile. Annem, üzüntü içinde, akrabalarımızdan İstanbul Devlet Konservatuvarı öğretim üyesi Ova Sünder’i arayıp “Bulut trombon bölümüne seçildi, bu nasıl bir çalgıdır” diye sormuştu. “Tromboncu sayısı azdır, enstrümanında başarılı olanın sırtı yere gelmez” cevabıyla rahatlamıştık.
Enstrümana alışmakta zorlandınız mı?
– Okuldan enstrüman verildiğinde, daha ilk dokunuşumda trombonu sevdim. Piyanodan daha kolay geldi. Kısa sürede ses çıkarmayı başardım, hızlı uyum sağlamam, ilk yılın sonunda sonat çalacak düzeye gelmem hocalarımı da şaşırtmıştı.

Konservatuvarda 3 ay gizlice tenor çaldım

Hızlı gelişmeyi neye borçlusunuz?
– Müziği sevdiren öğretmenimize ve yatılı öğrenci yurdundaki ağabeylik sistemine… Derslerden sonra da ağabeylerimiz bizi çalıştırırdı. Hocam CSO grup şefi Metin Yalçın ve Ankara Devlet Opera ve Balesi Orkestrası’nda çalışan Bedii Durham’ın da hızlı gelişmemde önemli rolü vardır.
Caz virüsü kanınıza nasıl ve ne zaman girdi?
– Çocukluğumdan beri hayalim Amerika’ya gitmekti. Okul yurdunda ağabeylerimiz gizlice Blood Sweat & Tears, Chicago, Earth, Wind and Fire gibi toplulukları dinler, bize de dinletirdi. Yurda gizlice soktuğum küçük bir TV’de bir gün TRT2 kanalında gitarcı Önder Focan ve trompetçi Şenova Ülker’e rastlamış, çok etkilenmiştim. “Vay be… Keşke ben de böyle caz çalabilsem” demiştim. Konservatuvarın üçüncü sınıfında fark ettim ki trombonun orkestra ve klasik müzikteki yeri bana yetmeyecek. Aradığım sesi, solistlik imkanını klasik müzikte bulamayacağım. Bir gün “The Girl From Ipanema”yı dinledim ve Stan Getz’in saksofonuna adeta aşık oldum. Tenor çalmak istedim. Babam hemen bir saksofon aldı, bir süre yurtta gizlice çaldım. Trombon tekniğimi bozunca, üç ay sonra bıraktım. Öğrenimimi aksatmadan sürdürdüm. Bir yandan da J. J. Johnson, Bill Watrous dinleyip onları taklit etmeye çalışırdım. Konservatuvar müdüründen çok korkardık, bizi ağabeylerimiz “dikkat et yakalanma” diye uyarmıştı.
Çağdaş besteciler, geçmişte solistlik rolü verilmeyen orkestra enstrümanları için pek çok eser yazıyor. Bu eserler ilginizi çekti mi?
– 12 ton müziğine ilgi duymadım, merak etmedim. Sadece öğrencilik dönemi konserlerinde çağdaş eserleri seslendirdim. Fakat müzik uzun bir yolculuk, belki gelecekte 12 ton müziği bile çalarım.
Konservatuvar yıllarında sahnede caz çalmayı denediniz mi?
– Mezuniyetimden önce Ankara’da opera orkestrası, CSO, ayrıca İstanbul, Bursa ve pek çok senfoni orkestrasında konuk tromboncu olarak çalıştım. 16 yaşından itibaren Ankara’da, SSK İşhanı’nın bulunduğu bölgedeki Manhattan, Hard Rock Cafe gibi mekanlarda Süleyman Balcıoğlu, Alper Cengiz’le soul ve rock çalıyordum. Yazın Marmaris, Antalya’daki kulüplerde aynı tür müzikler yapıyordum. O dönemde Ankara’da caz konusunda beni yönlendirecek biri yoktu, yolumu el yordamıyla buldum. Bu arada konservatuvardan yüksek puanla mezun oldum.
Mezuniyetteki yol ayrımında yönünüzü nasıl belirlediniz?
-Son sınıfa geldiğimde Ankara Devlet Operası’nda sözleşmeli sanatçıydım. Müzikte çıkmazda olduğumu hissediyordum. Arayış içindeydim. İstanbul Superband’i duydum, bu topluluğa katılmak istedim. Ova Sünder beni topluluğun şefi ve konservatuvarda öğretim üyesi Aycan Teztel’le tanıştırdı. 2000 yılında yatay geçişle İstanbul’a geldim. Teztel’in öğrencisi oldum, topluluğu Istanbul Superband’e katıldım. Ayhan Sicimoğlu Latin All Star ve El Pluma Band’da da çalmaya başladım. Ertesi yıl mezun oldum, yüksek lisansa başladım. Bu arada Soul Stuff, Athena gibi gruplarda rock çalıyordum, Aylin Aslım’a eşlik ediyordum. TV programlarının orkestralarında çalıyordum.
Kuzeniniz Uzay Heparı’nın herhangi bir etkisi, desteği oldu mu?
– Kuzen çocuklarıyız. Vefat ettiğinde ben çocuktum, hiç karşılaşmadık.
Senfoni orkestralarından birine girip, daha sonra gönlünüzce caz çalmayı düşündünüz mü?
– Öğrencilik dönemimde Ankara Trombon Trio adlı grubumuzla Edirne Konservatuvarı Uluslar arası Oda Müziği Yarışması’nda ikinci olmuştuk. İTÜ MİAM’ın nefesli sazlar oda müziği yarışmasında İstanbul Trombon Topluluğuyla birinci olmuştuk. Bu ödüller ve orkestra deneyimimin etkisiyle, yeni kurulan birçok orkestradan sınavlara girmem yolunda davet almıştım. Memur olmaktan hep kaçtım, özgürlüğümün kısıtlanmasından korktum… Müzik 35 yıl boyunca her sabah mesaiye gitmek, prova yapmak, eve dönüşte sazını bir kenara bırakmak değildir. Piyasada çalışıp yeterince para kazanabiliyordum.
Caza uyum sağlamanız uzun sürdü mü?
– Klasik ve caz trombonu pek çok açıdan birbirinden çok farklı. Hocam Teztel, Hollanda Kraliyet Konservatuvarı mezunu, caz bilgisi geniş, bilgisini paylaşmayı seçen, nadir bulunacak bir akademisyendi. Bana usta ve yol gösterici oldu.
Hangi büyük tromboncular size plaklarıyla ışık tuttu?
– Hocam Teztel dinlemem için bana çok sayıda albüm vermişti. Be bop, post bop akımlarından Bill Watrous, Frank Rosolino, Andy Martin, J.J. Johnson, Carl Fontana gibi ustaları devamlı dinliyordum.

Berklee’de önerilen çalışma süresi
4 saatti, ben 9 saat çalışıyordum

Kendinizi geliştirmeniz sürecinde İstanbul’un caz festivallerinden, kulüplerinden yararlanabildiniz mi? Önemli ustaların jamsession’larına katıldınız mı, ufkunuzu açacak karşılaşmalar, tanışmalar oldu mu?
– İstanbul’a geldikten kısa süre sonra, henüz caza ısınma günlerimde, bir kulüp konserinde Steve Turre’yi dinleyip “Aman Allahım, ben de böyle çalmalıyım” demiştim.
Doğaçlama hayatınıza ne zaman girdi?
– Trombonu ilk elime aldığım günlerde bile içimde doğaçlama çalma arzusu vardı. Sonraki yıllarda ders de aldım. Fakat doğaçlama doğal bir özellik, kişinin içindekini dışarı yansıtma arzusu. Eğer içinizde yoksa, öğretimle kazandırılabilecek bir yetenek değil.
Amerika’ya nasıl gittiniz, Berklee’ye kabul edilmekte zorlandınız mı?
– Türkiye’de tıkandığımı, gelişemediğimi, kaybolduğumu hissediyordum. Kendi müziğimi yapmak, bu bilgiye ulaşabileceğim şehirlere gitmek istiyordum. Bu günlerde Paris Operası Orkestrası grup şefi, öğretmen tromboncu Jacques Mauger ustalık sınıfı gerçekleştirmek üzere konservatuvarımıza geldi. Beni dinledikten sonra, o günlerde ne yaptığımı sordu. İsviçre’de ders verdiği konservatuvara davet etti. İstersem seçmeli caz dersleri de alabileceğimi belirtti. Yüksek lisansı yarıda bırakıp İsviçre’ye gitmek üzere hazırlıklarımı tamamladım. Giriş sınavında dil sorunu yaşadım. Neyse ki konservatuvarın sokağındaki bir Türk kebapçının tercümanlığı sayesinde kazandım. Planım İsviçre’deki eğitimden sonra Amerika’ya geçmekti. Fakat öğrenci vizesi başvurama bir türlü cevap alamadım. Okul açılıp, üstünden haftalar geçti. Fikir değiştirip Berklee’ye gitmeye karar verdiğimde İsviçre vizesi gelmişti, fakat artık çok geçti. Hocam Aycan Teztel’le Berklee sınavına hazırlandım. Charlie Parker’ın “Omni Book” kitabındaki tüm sololarına çalıştım. Paris’te sınava girdim, yaz sömestresine katıldım, o yıl Avrupa’dan okula giden tek tromboncu oldum.
Berklee’de uyum sorunu yaşadınız mı?
– Kısa bir süre bocaladım, sonra uyum sağladım. Türkiye’de aldığım eğitim teknik yetkinlik kazanmamı sağlamıştı. Okula Ayhan Sicimoğlu gibi dostlarımın oluşturduğu fonla gitmiştim, ayrıca okuldan yüzde 50 burs almıştım. Üç ay sonra okuldaki bir yarışmayı kazandım ve bursum yüzde 100 oldu. İlk iki yıl yurda kapanıp durmaksızın trombon çalıştım. 9 saat trombon çaldığımı hatırlıyorum. Oysa bize önerilen 4 saatti. Ayrıca burs karşılığında okulda, stüdyo sorumlusu olarak çalışıyordum. Yani sosyalleşme zamanım olmadı. Sadece okuldaki konserlere gidiyordum.
Karşılaştığınız, birlikte çalıştığınız hangi müzikçiler üzerinizde kalıcı izler bıraktı, önünüzde yeni yollar açtı?
– Miles Davis’in döneminden, J.J. Johnson’ın arkadaşı, efsanevi Phil Wilson’la karşılaşmak, öğrencisi olmak büyük onurdu. Klasik caza modern yaklaşım getiren Hall Crok ve okulun en prestijli büyük orkestrasının şefi Craig Hopkins benim için önemliydi… Sınavla girdiğim orkestrada, Hopkins’in desteğiyle piyanist McCoy Tyner, saksofoncu Benny Golson, davulcu Steve Smith ve Jack de Johnette gibi isimlerle konserler verdim. McCoy Tyner’la 2008’de Kanada’daki Montreal Caz Festivali’nin kapanış konserinde çalmak müthiş bir deneyimdi. Heyecan ve mutluluktan ayaklarım titremişti… Hocalarımın teşvikiyle farklı topluluklar için besteler yapmaya başladım. 2008’de okulda açılan Albert Natale, ertesi yıl Arif Mardin performans yarışmalarında ödül aldım. Jack de Johnette’la özel çalışma yapacak beş öğrenci arasına seçildim. Birlikte doğaçlama ağırlıklı bir konser verdik.
Kompozisyon dersi aldınız mı?
– Big band aranjmanıyla ilgili dört ayrı ders aldım. Çok iyi öğretmenlerle çalıştım, çok mesai harcadım. Yazdığım düzenlemeleri büyük orkestranın çalması büyük bir hazdı…

Müzik uzun bir yolculuk henüz sesimi bulamadım

Berklee size neler kazandırdı?
– Müziğin ötesinde büyük bir hayat tecrübesiydi. 90 yaşındaki hocamın, hâlâ her gün trombonla prova yaptığını, yeni sesler aradığını görmek başlıbaşına bir dersti örneğin. Türkiye’de pek çok öğretmen sazını çalmayı bırakmıştır.
Trombonda kendi sesinizi bulabildiniz mi?
-Henüz bulamadım. Müzik uzun bir yolculuk. Ben bu yolun henüz başındayım.
Nasıl bir tını hayal ediyorsunuz?
– Amerikalıların caz dilini seviyorum. Bebop, postbop ve günümüzdeki elektronik denemeler yakın geliyor bana. Bununla birlikte farklı stillerde, türlerde denemeler yapıyorum sürekli. Stil bilgimi geliştirip, esnek bir tromboncu olmaya çalışıyorum. Hatta elektronik denemeler yapıyorum. Trombonu, insan sesiyle üflemeyi bile denedim. Türk Müziği bana yakın geliyor, sonuçta trombon perdesiz enstrüman. Müzik denilen yolculukta karşıma neler çıkacağını, rotamın hangi yöne evrileceğini henüz bilmiyorum.
Berklee’den sonra neden şansınızı ABD’de denemediniz, Türkiye’ye döndünüz?
– 11 Eylül sonrasında genel bir kriz yaşanıyordu, müzik mekanları da bundan payını almıştı. Bursum bitmişti, askerlik için dönmem gerekiyordu, yoksa hakkımda yasal işlem başlatılacaktı. Paniğe kapıldım. Bunları hocam Phil Wilson’a anlattım. Boston yakınlarındaki ders verdiği Umass Üniversitesi’nde asistanlık teklif etti. Bir yandan da yüksek lisans ve doktora yapmamı teklif etmişti. Döner dönmez kendimi Konya’da askerde buldum.
Askerlik sonrasında Amerika’ya dönmeyi düşündünüz mü?
– Kararsız kaldım. Çünkü bir yandan caz ekipleriyle çalmaya başladım, albüm kayıtlarına girdim. Bahçeşehir ve Hacettepe üniversiteleri caz bölümü açtı, ders vermem istendi. Bunlar beni umutlandırdı. ABD planlarımı sürekli erteledim. Aradan yıllar geçti, nihayet bu yıl beş aylık hazırlanmadan sonra TRT’nin Caz Orkestrası için açtığı sınava girdim. Kabul edilmeyince, çok üzüldüm. Bu ülkede sınava girmek benim hatamdı. Tekrar ABD’ye gitmeye karar verdim.
Solo konserler vermek gibi çılgın projeleriniz var mı?
– Trombonun sadece eşlik enstrümanı olarak gören yaklaşıma karşıyım. Solo konser de verebilirim. Fakat önceliğim takım müziği, yeni müzikler yazmak, bunları icra etmek.
Caz dünyasındaki konumunuzu tanımlayabilir misiniz?
– Berklee mezunları okulda öğretilen caz dilini aşıp yeni bir dil geliştirmekte zorlanır. Big band, mainstream dinlemekten, çalmaktan zevk almakla birlikte burada sıkışıp kalmak istemiyorum. Trombon aşığı, hatta trombon misyoneriyim. Enstrümanımı vücudumun bir parçası gibi hissediyorum, öylesine bütünleştim. Hedefim trombonun daha çok tanınmasını, sevilmesini, yaygınlaşmasını sağlamak, müziğime yaşadığım toprakların ruhunu da katmak. Kategorilere girmeyecek, başka türlü bir müziğin peşindeyim.
Su albümünün repertuarı farklı dönemin bestelerinden mi oluşuyor?
– Yarısından fazlası Amerika’daki öğrencilik dönemimde yazılan parçalar. Diğerleri Türkiye’ye dönüş sonrasının müzikleri. Arkadaşlarımla konserlerde çok çaldım. Onların ısrarı üzerine kaydettim. Su, Çıralı sahilinde uykusuz geçirdiğim bir gecenin sabahında çıktı. Caz yapmak gibi bir kaygım olmadı. Yağmurlu Kasım, 6/8’lik ritm üzerine provada şekillenen bir melodidir. Devoid, gerçek anlamıyla bir blues. Erik, Berklee’de yazdığım bir eserdi. İçlerinden sadece kapanış parçası Ayrılık, geleneksel ezginin caz yorumu.

Su albümü son şeklini doğaçlamalarla aldı

Albümdeki doğaçlama oranı, diğer müzikçilerin katılımı ne kadardı?
– Besteler bana ait olmakla birlikte müzik Önder Focan, Şenova Ülker gibi tecrübeli isimlerin aktif katılımıyla şekillendi. Can Çankaya, Ozan Musluoğlu, Ferit Odman, Engin Recepoğulları özgürce sololar yaptılar. Bu açıdan müziğin önemli bölümü doğaçlama.
Su’nun kayıt süreci yeni fikirler doğmasını sağladı mı?
– Bu güne kadar birçok albümde çaldım, fakat hiçbirinde bu kadar yoğun çalışmadım, stres yaşamadım. Kaydın sürdüğü iki gün boyunca uyumadım. CD kaydı, cazcının ikinci üniversitesi. Kendisini tanımak isteyen tüm müzikçilere öneririm. Su, ikinci albüm için pek çok fikir geliştirmemi sağladı. Trombonla ikililer üzerine düşünmeye başladım.
Gelecekle ilgili ne gibi planlarınız var?
– Big band için beste yapmayı sürdürüyorum. Ayrıca Anadolu’nun ses birikimini araştırıp, bunları caz diliyle ifade etmenin yollarını arıyorum. Mesela şu anda Bektaşi nefesleri ve 3. Selim’in bir bestesi üzerine çalışıyorum. Bu arada ABD’ye gidip, çağdaş doğaçlama ve kompozisyon üzerine doktora yapmayı, akademisyen olarak çalışmayı planlıyorum. Bir yandan albüm yapmak istiyorum. İçinde mutlaka yaşadığım toprakların sesi olacak.
(Serhan Yedig / 26 Eylül 2015 / Hürriyet’te özetlenerek yayımlanmıştır)

Linkler

Twitter hesabı

Plak firması

Share.

Leave A Reply

one + 9 =

error: Content is protected !!