Uri Caine / Müzik, hiç bıkmadığım bir oyun

0

Bach’ı cazla buluşturan piyanist Jacques Loussier’nin aksine Uri Caine cazdan klasik müziğe geçti. Beethoven, Bach, Schubert, Mahler ve hatta Verdi’nin eserlerini caza uyarladı. Mizah duygusu ve dinleyicisini şaşırtma tutkusuyla dolu Mahler uyarlamaları ABD’de “Gelmiş Geçmiş En İyi 20 Piyanolu Caz Albümü” arasına girdi. “Ben cazcıyım” diyen, üçlüsüyle caz çalan Caine bir yandan da klasik müzik bestelemeyi sürdürüyor. Eserleri ABD ve Avrupa’nın saygın orkestralarca seslendiriliyor. 2005 Sonbaharı’nda Antalya Uluslararası Piyano Festivali’nde solo konser vereceğini öğrenince New York’taki evinden aradık. “Nedir Mahler’in, Beethoven’in elinizden çektiği” diye sorduk…

 Jacques Loussier, cazla Paris Konservatuvarı’nda klasik piyano eğitimi alırken tanıştığını anlatmıştı. Piyano başında Bach’ın parodisini yaparken doğaçlama alışkanlığı kazanmış. Siz cazdan klasiğe geçtiniz. Yolu tersten yürümenin artıları, eksileri nelerdi?
– Philadelphia’da geçti çocukluğum. Cazla büyüdüm, müziğe de cazla başladım. İlk piyano öğretmenim Bernard Peiffer’in üzerimde büyük etkisi oldu. Klasik müzikteki armoni, form anlayışını analiz ederdik birlikte. Bu arada çağdaş müziğe ilgi duymaya başladım, Stravinski, Webern gibi bestecileri keşfettim. Aynı zamanda funk, blues dinliyordum. Müzik türleri arasında ayrım yapmadan, hepsini ciddiye aldım. Eklektik sayılabilecek bir hevesle müziğe yaklaştım, kategorileri görmezden gelmeye özen gösterdim. Yaz aylarında Ulusal Müzik Kampı’na katıldım. Bu kampta birçok çağdaş müzikçiyle, aynı zamanda cazcıyla tanıştım. Çoğu çok genç olmasına karşın, keşif için yola çıkmış, yeni seslerin peşindeki müzikçilerdi. Sanata bakışım bu dönemde biçimlendi. Klasik müzik yerine, cazı seçmem de bu döneme rastlar. Çünkü caz atmosferi çok daha doğaldı. Bununla birlikte klasikçiler kadar ciddi yaklaşıyorlardı müziğe.
Sonraki yıllarda George Crumb ve George Rochberg gibi iki önemli bestecinin öğrencisi olduğunuzda, “Keşke klasikle başlasaydım, müzik birikimim daha fazla olsaydı” demediniz mi?
– Rochberg’le tanıştığımda 16 yaşındaydım. Beni çok etkiledi. Farklı formlarda müzik yazmaya, klasik müzik dışında diğer müzik türlerini incelemeye onun önerisiyle başladım. Cazcılar “mutlaka akustik ensrüman kullanmalısın” diyorlardı. Ama ben synthesizer’a başladım. Üniversitede Crumb’dan emprovizasyon ve bestecilik eğitimi aldım. Mahler ilgimi ona borçluyum. Geri dönüp o yıllara baktığımda, hiçbir plan yapmadan merakımın peşinde ilerlediğimi, yeni müzikler, anlatım biçimleri keşfettiğimi görüyorum. Şimdi de durum pek farklı değil. New York’a taşındığımda birçok cazcıyla tanıştım. Klasik müzik çalışmalarına devam ettim. ABD’deki çağdaş müzik çevresi Avrupa’daki kadar gelişkin değil. Orkestra ve oda müziği grupları için beste siparişi verecek kurumlar arıyordum. Bu tür siparişler çıktıkça klasik müzik besteleri yaptım.

Meğer Wagner, Coltrane kadar devrimciymiş

Beş klasik müzik uyarlaması albümünüzü dinledikten sonra bu müziği üretenin kişiliğini merak ediyor insan. Hiperaktif misiniz?
– Kişiliğimi tanımlamak zor. Sürekli değişim, birbiri ardına gelen farklı ögeler hiperaktivite çağrışımı yapabilir dinleyende. Bu çılgınca bir koşunun değil, farklı ögeleri inceleyerek, analizle oluşturulan bir sürecin ürünü. Sınırlandırmalardan uzak, esnek, etkileşimlere açık bir anlatımın peşindeyim.
Özellikle klasik yorumlarınızda sürekli değişen, sürprizler içeren, rengarenk bir yaklaşım sözkonusu. Bu üslup sadece iç sesinizden mi kaynaklanıyor yoksa klip çağının gençliğiyle ileşim kurma çabası mı?
– Hayallerimin peşindeyim sadece. Müziğim farklı dinleyici kitlelerinde farklı etkiler bırakıyor. Bazen aynı grupla çağdaş müzik festivalinden, caz festivaline koşuyor, ardından sıradan bir festivale katılıyoruz. Herbirinde farklı tepkiler geliyor. Benim açımdan müzik bir içbakış; hislerimin kılavuzluğunda çıktığım bir gezi. Gençlerle iletişim kurmak, farklı türlerde müzik yapılabileceğini göstermek gibi amaçlarım yok.
Cazcı olduğunuzu söylüyorsunuz, peki neden müziğinizin ana kaynağı klasikler? Yorumlayacağınız bestecileri nasıl seçiyorsunuz?
– Winter and Winter’ın yayımladığı klasik yorumlar tüm CD’lerimin sadece yarısını oluşturuyor. Diğer yarısı ise emprovizasyonlar ve özgün müzikler. Klasikte yoğunlaşmamın nedeni plak şirketinin talepleri ve aldığım beste siparişleri. Konser kayıtlarımın yarısı caz. Mahler’i, Goldberg Varyasyonları’nı konserlerde çalmayı sürdürüyorum. Müziğimin ekseninde çocukluğumda çaldığım eserler var. Önemli bölümü klasik. Mesela Goldberg Varyasyonları. Reichberg’le orkestrasyon çalışırken Mahler’in birçok eserinin analizini yapmıştık. Bach, Mahler, Beethoven hep bugünlerden kalma. Wagner’in yetkin armoni anlayışı beni çarpmıştı. Tristian ve Isolde’yi dinlerken, Coltrane’nin cazdaki devrimci armoni anlayışını Wagner’de gördüm. Wagner kitapları okumaya başladım. Günün birinde plak şirketim, tarih boyunca Venedik’teki St Marco Meydanı’nda seslendirilen eserlerden bir albüm hazırlamak istedi. Wagner, Venedik’i çok seviyordu. Politik görüşlerini, müziğinin çok bilinir ve yıpranmış olmasını bir kenara bırakıp bu albüm için Wagner müziğini ele aldım. Glen Gould’un Bach’tan Goldberg Varyasyonları’nı dinlediğimde çok etkilenmiştim. Günün birinde solo piyano albümü yapmam gerektiğinde Bach’a yöneldim. Şancılara eşlikçilik yaptığım günlerde Schubert’ten etkilenmiştim, sonra caza uyarladım.

Drum’n bass gelgeç heves değildir!

Klasikleri yorumlarken güncele sırtınızı dönmemeye çalışıyorsunuz. Stüdyonun sırça köşküne kapanıp deneysel çalışmalar yapmak yerine drum’n bass, ambient, DJ gibi moda akımlarla temas halinde olmanız bir enerji arayışının sonucu mu?
– Moda sözcüğüyle herhalde gelgeç olanı kastediyorsunuz. Bence bunlar gelgeç değil, uzun ömürlü akımlar. Drum’n bass’i seviyorum. Çünkü bir caz piyanisti olarak davul eşliğinde çalmayı seviyorum. Drum’n bass unutulmuyor, diğer türler gibi yaşlanıyor. Bu müzikçilerin ritme yaklaşımı, stüdyoda yapılan deneysel çalışmalar kadar ilgi çekici. Müziğin çok kaliteli olduğu söylenemez belki. Ama deneysellik potansiyeli kesinlikle diğerinden çok daha fazla. 1950’lerin avandgard müzikçileri duysa, bu tür grup müziğini aşağılardı belki. Oysa benim için çok ilginç. Moda olup olmaması bir yana, içindeki enerji, “groove” beni çekiyor. Bu ögeleri kullandığım CD’leri dinleyen gençlerin çoğu Mahler’i hayatında hiç duymamış. Mahler’i bilenler ise buna gençlik modası olarak bakıyor. Ortodoks yaklaşım her yerde hakim. Ben Pierre Boulez’le James Brown karışımı müziği seviyorum…
Hayran olduğunuz Glen Gould takıntı düzeyinde mükemmelliyetçiydi, konserleri bırakıp sadece plak kaydına yönelmişti. Siz mükemmelliyetçi misiniz?
– Gould’u anlayabiliyorum. Bazen turnede konserler birbiri ardına dizilince benim de aynı endişeyi hissettiğim oluyor. Yine de tercihim mükemmelliyetçilikten yana değil. Kusurlu da olsa konserdeki meydan okuma ruhunu seviyorum. Bunun yanında Gould gibi stüdyoda kayıt yapmak, bilgisayarda kesip biçmek de çok güzel. Doğal yolla elde edilemeyecek sesleri için teknolojiyi kullanmaktan yanayım.
The Guardian’ın saygın caz eleştirmeni John Fordham geçen yıl üçlünüzle verdiğiniz konseri izledikten sonra şöyle yazmış: “Caine piyanoda Fred Astaire’i bile teslim bayrağı çektirecek kadar hızlı.” Bir müzikal öge olarak sessizlik konusunda ne düşünüyorsunuz?
– Sessizlik ve yoğun hareket arasındaki kontrastı seviyorum. Sessizlik de müziğin bir parçası. Hatta en iyi müzik. Değerini biliyorum yani. Belki bazıları beni sessizliği pek bilmeyen, hatta hiperaktif bir piyanist olarak algılıyor ama özellikle solo piyano çaldığımda sessizlik ögesini çok kullanırım.

Eleştirmenleri ciddiye almam

Beethoven yorumları arasına sıkıştırdığınız Dr. Jekyll aldı parçada kahramanınız “Ne kadar özgürüz” diye haykırıyor. Mahler CD’si caz efsaneleri arasına girdikten sonra bu sorumluluk, özgürlüğünüzü boğar hale geldi mi?
– Özgürlüğünüz alabildiğiniz kadardır. Geçmişteki kadar özgürüm. Birkaç eleştirmenin değerlendirmesi kafaları karıştırmamalı. Eleştirmenleri pek ciddiye almıyorum, teşekkür edip geçiyorum. Çalışmaya, gelişmeye devam ediyorum. Tabii bazı durumlarda özgürlük sınırlanıyor: Mesela film için ya da ikili için müzik yazmam istendiğinde sınırlar içinde hareket etmek zorundayım. Bu bile yaratıcılığı kışkırtan bir fırsat aslında.
Sizi caza yönlendiren amcanız bu kadar yıl sonra sonuçtan memnun mu, albümlerinizi dinlediğinde ne tür yorumlar yapıyor?
– Amcam gitar yapımcısı. Köklü bir müzik birimine sahip. Geniş bir John Coltraine, Miles Davis plakları arşivi vardı. Bana vermişti. Albümlerimi dinlediğinde mutlu olduğunu söyler.
Gelecek yıl 50 yaşına basıyorsunuz. Hayatınızda köklü dönüşümlere sahne olacak mı 50 yaş, ne tür kararlar aldınız?
– Bilmem… Evet zaman çok hızlı geçiyor, hiç yaşlı hissetmiyorum kendimi. Tek isteğim bu doğrultuda yürümek. Hayata dair merakım azalmadı, öğrenmek istediğim çok şey var. Müzik başlıbaşına bir oyun. Hâlâ 15 yaşındaki kadar ilginç geliyor bana. Belki haklısınız, 50’sinden sonra kişiler özgürlüğün farklı boyutlarını keşfediyor. Ben hâlâ eskisi gibi düşünüyor, yaşıyorum.
Yolunuz Türk müzikçilerle kesişti mi, birlikte çaldınız mı?
– Hiç Türk müzikçiyle çalmadım. CD’sini dinlediklerim oldu. İlk aklıma gelen isim Aydın Esen. Günün birinde fırsat bulursam Türk müziğini derinlemesine incelemek isterim. Umarım bu kez Türk müzikçilerle buluşma şansı yakalarım.
Sırada bekleyen yeni projelerinizde neler var?
– Elektronik ağırlıklı Bedrock adlı yeni bir albümüm yayımlandı. BBC Senfoni ve caz üçlüsü için besteleyeceğim eser üzerinde çalışmayı sürdürüyorum. Kasım ayında seslendirilecek. Los Angeles Oda Orkestrası’nın Mozart yılında seslendireceği bir eser yazıyorum. Birkaç caz albümü kaydetmek istiyorum. Brahms’ın Haendel Çeşitlemeleri üzerine yazdığım eser seslendirilecek.

HUKUK PROFESÖRÜ BABAYLA ŞAİR ANNENİN PİYANİST OĞLU: Uri Caine, hukuk profesörü baba ile şair ve akademisyen annenin üç çocuğundan en büyüğü. Çocukluğu Philadelphia’da İbranice konuşulan bir evde geçti. Caz virüsünü ruhuna sokan amcasıydı. Onun bulduğu bir cazcıdan piyano dersleri almaya başladı. 12 yaşında Bach ve Chopin’in emprovizasyon tekniklerini analiz etti. Aile dostu besteci George Rochberg’den kompazisyon dersleri aldı. Rochberg’den 12 ton akımının öldüğünü duyduğunda “Beklesene kardeşim, ben daha yeni varlığını öğrendim, bana göre harika” diye düşündü. Caine, Rönesans Dönemi’nden başlayıp tüm Klasik Batı Müziği tarihini inceledi. Pennsylvania Üniversitesi’nd George Crumb’ın öğrencisi oldu. Caz kulüplerinde çalıp cep harçlığı kazandı. New York’a yerleşip klarnetçi Don Byron, trompetçi Dave Douglas gibi yenilikçilerle tanışması ufkunu açtı. Monk ve Hancock müziği üzerine iki CD kaydettikten sonra Mahler’le ilgili bir sessiz filme müzik yazması istendi. Bu, sonraki uyarlamalarına vesile oldu.
(Serhan Yedig / 9 Ekim 2005 / Hürriyet)

Linkler

Kişisel web sayfası

Share.

Leave A Reply

four × four =

error: Content is protected !!