Michel Camilo / Sol elimi davulcu gibi ve geniş adımlarla kullanma alışkanlığım ustalardan miras

0

Michel Camilo eğlence müziği olarak algılanan Latin cazına 1990’larda daha derin bakış açısı getiren, klasik müziğin birikimini taşıyan piyanistlerden. Caz albümleri kadar konçertolarıyla da tanınıyor. 2002’nin ilk günlerinde New York’taki evinden aradığımızda çok heyecanlıydı. Hemen müjdeyi verdi: “Biliyor musunuz, 15 dakika önce TV haberlerinden yılın caz albümü dalında Grammy’ye aday gösterildiğimi öğrendim!” Triangulo, 300 albümün arasından seçilip  ödüle aday beş CD arasına girmeyi başarmıştı. “Yüreğimiz sizinle” dedik. İstanbul’a geliyordu konser vermeye. Ödülünü birlikte kutlamak için sözleştik…

 

The Rough Guide’a göre Dominik’teki dokuz amcanız yerel müzikçilermiş. Herhalde aile topluluğuyla çalıyorlardı. Gözünüzü bu atmosfere açtıktan sonra Klasik Batı Müziği’ne nasıl yöneldiniz?
-Amcalarımdan sekizi besteciydi. Halk şarkıları bestelerlerdi. Biri piyano çalardı. Halalarımdan biri ise Klasik Batı Müziği piyanistiydi, öğretmendi. Evde piyano çalardı, her tür müziği dinlerdik. Onun teşvikiyle Ulusal Konservatuvar’a girdim. Piyano okudum, diploma aldım.
Piyanodan önce akordeon var galiba. Kaç yaşındaydınız başladığınızda?
-4.5 yaşındaydım. Babam eczacıydı. Ama müziği severdi. Bana noel hediyesi küçük bir akordeon aldı. Duyduğum melodileri çalmaya başladım. Noel şarkılarını mesela. 6 yaşında kendi bestelerimi çalıyordum. Her şey çok doğal gelişti.
Biyografinizde aklımı karıştıran bir ayrıntıyı sormak istiyorum. 16 yaşında piyano eğitimine başladığınız, aynı yıl Dominik Senfoni Orkestrası’na perküsyoncu ve piyanist olarak girdiğiniz yazıyor. Piyanoda virtüözite düzeyine ulaşmanız kaç hafta sürdü?
-İzninizle konuyu netleştireyim: 9 yaşında konservatuvarda piyano eğitimi almaya başladım. Bir yandan akordeon, perküsyon çalıyordum. 15 yaşında konservatuvarda lisans eğitimimi tamamladım. Kompozisyon öğretmenim senfoni orkestrasının şefiydi. Orkestra üyesi olmamı o sağladı. Müzik eğitimimi sürdürdüm. 21 yaşında mezun oldum.
Klasik Batı Müziği eğitimi sırasında öğrenciler genellikle yerel müzikten uzaklaşır, hatta tepki duyar. Sizin aranız nasıldı yerel müziklerle?
-Diğer müzik türlerini severdim. 14 yaşında cazı keşfettim. Müthiş piyanist Art Tatum’ı ilk kez radyoda duydum. O güne kadar caz nedir bilmezdim. İnanılmayacak kadar büyük bir piyanistti Tatum. Sayesinde caza bağlandım. Latin müziği çalan, caz meraklısı birkaç arkadaşla birlikte grup kurduk. Konserler vermeye başladık. Bu arada ünlü Dominikli şarkıcılara konserlerinde eşlik ediyordum. Yerel müzikle bağımı hep güçlü tuttum. Konservatuvara gitmeden önce de yerel topluluklarda çalardım. Hiç yerel müziğe tepki duymadım. Amcalarımın besteciliği yerel müziğe bakışımı etkiledi. Klasikten daha kalitesiz olduğunu düşünmedim mesela. Hep şuna inandım: İyi ve kötü müzik vardır sadece. Her türün iyi ve kötü örnekleri olabilir. Bu yüzden Liszt, Chopin hatta Mozart gibi büyük besteciler dönemlerindeki popüler müzikten yararlanmış, esinlenmiş. Klasik müzik dünyasında benim gibi düşünen sanatçılarla karşılaştığım için çok şanslıyım. Mesela Leonard Slatkin, Labeque Kardeşler, Emanuel Ax…
Klasik müziği, cazı seçmeniz ailenizdeki yerel müzikçilerde hayal kırıklığı yarattı mı?
-Profesyonel değildi hiçbiri. Sadece şimdi New York’ta benimle yaşayan kız kardeşim profesyonel müzikçi, piyano öğretmeni. Caz ve klasiği seçmem değil, müziği meslek seçmem ailem için endişe kaynağıydı. Çünkü o tarihte Dominik’te müzisyenlik meslek sayılmazdı. Bizim ailedeki herkes için müzik hobiydi. Dünya çapında ünlü bir müzikçi olduğumu görünce benimle gurur duymaya başladılar.

Broadway’de kazandı Juilliard’ta okudu

Konservatuvardan sonra eğitiminizi sürdürmek için Amerika’ya giderken cazın Kabe’si sayılan Berklee yerine Juilliard’ı seçtiniz. Klasik virtüöz olmayı mı düşünüyordunuz?
-Olaylar şöyle gelişti: Berklee’den burs kazandım. Fakat Dominik’te ciddi bir kriz yaşanıyordu. Ailem beni Boston’a gönderecek parayı bile bulamadı. Üç yıl sonra maceraya atılıp tek başıma New York’a geldim. Çok şanslıydım. Hemen iş buldum. Çeşitli gruplarla çalışmaya başladım. Ayrıca bir Broadway müzikalinde Bob Foss ile çalışıyordum. Kazandığım parayla Juilliard’a girdim. Jacop Lateiner gibi büyük bir hocanın öğrencisi oldum. Piyano tekniğimi geliştirdim.
Juilliard’taki yıllarınızda, caz dünyasından usta kabul ettiğiniz piyanist kimdi?
– Öncelikle Art Tatum. Enstrümanına hakimiyeti, armonik dili çok üstün. Ardından cazda virtüöz ekolünü izlemeye başladım. Oscar Peterson, Phineas Newborn, Mc Coy Tyner… Daha sonra üç büyük piyanisti keşfettim: Chick Corea, Keith Jarrett , Herbie Hancock … Bu arada Bill Evans’ın şiirselliğinden etkilendim. Mannes Koleji’nde okurken, onun da bu okulda kompozisyon eğitimi aldığını öğrenmiştim. Evans benim için çok önemlidir, çünkü caza izlenimci armonik estetiği getirmiştir.
Piyano stilinizdeki dikkat çekici özellik, perküsyonist gibi kullandığınız sol eliniz. Bu yaklaşım kimden miras?
-Eski ustalardan Danis B. Johnson’dan. Perküsyon efektinin yanısıra sol elin geniş adımlarla, güvenli kullanımı da ondan miras. Kübalı iki besteci ve piyanistin, Ernesto Lecuoma ile Faumell’in de önemli etkileri olduğunu söyleyebilirim. Her ikisi de Karaip piyano stilinin önemli isimleri. Sol ellerini davulcu gibi kullanıyorlar. Gershwin’den de bahsetmekte yarar görüyorum. Konçertolarını çaldım, birçok kez senfoni orkestrasıyla Rhapsody in Blue’yu seslendirdim…

Latin sanatı köklü değişimde

Ritmik şovlarla, enerjiyle, dans ve eğlenceyle özdeşleşen Latin cazında 1990’lardan bu yana mucizevi bir gelişme yaşanıyor. Siz ve Gonzalo Rubalcaba gibi klasik eğitimli piyanistler sayesinde ifade açısından daha zengin, derin müzikler duyabiliyoruz. Plak şirketlerini nasıl ikna ettiniz değişim için? Arkanızdan sizi destekleyecek yeni bir kuşak geliyor mu?
-Gonzalo gibi ben de çok şanslıyım. Plak firmaları şablonların dışına çıkmamıza, hissettiklerimizi ifade etmemize izin verdi. Pek sık rastlanan bir olay değil bu. Çünkü genellikle size bir prodüktör verirler. Prodüktör uygun gördüğü şeyleri çalması için müzikçiyi zorlar. Albümlerimde kontrolu elimde tutmaya çalıştım hep. Plaklarımın prodüktörlüğünü üstlendim. Besteciliğimin avantajını da yaşadım. Bununla birlikte bizim gibi klasik eğitimli genç bir kuşak geliyor arkamızdan. Klasik kadar caz tarihini de biliyorlar. Cazda yeni bir akım yaratıyoruz hep birlikte. Kültürel mirasımızın çok daha ilginç yönünü ortaya çıkarıyoruz. Baladlar, noktürnler, etüd tablo’larla birlikte Ravel, Debussy çalıyoruz. Bestelerde, yorumlarda yeni yaklaşımın izleri belirginleşiyor. Tüm bunları görmek bana gerçekten heyecan veriyor. Sanıyorum Latin cazının ikinci altın çağını yaşıyoruz. İlki 1940-60 arasındaydı. İkincisi 1990’larda başladı. Bilmiyorum Kayek 54 adlı filmi izlediniz mi? Bu film önemlidir; Latin cazında olan bitenleri çok iyi anlatıyor.
İzlemedim, fakat röportajda Charlie Haden bahsetmişti. Latin cazındaki değişimde etkisi oldu mu? Söz müzik dışındaki sanatlardan açılmışken, yeni akımın resimde, edebiyatta, heykelde izleri görülüyor mu?
-Yönetmeni riske girip kültürel ağırlıklı bir film yaptı. Fernando Tueva filmiyle genç kuşağı Latin cazındaki yeniliklerle tanıştırdı. Birçok genç müzikçiyi bu alana yönelmeye teşvik etti. Müzikteki yeni ifade biçimleri diğer sanatları etkiliyor. Dominik’te yeni bir ressam kuşağı yetiştiğini görüyorum. Altos de Chazon adındaki vakıf, kurslarıyla ve sanata ayırdığı fonlarla arayış içindeki genç sanatçıların yolunu açıyor. Aralarından bazıları bu yıl Paris’te önemli yarışmaları kazandı. Birkaç yıldır caz festivalleri için Küba’ya gittiğimde resimde, heykelde yepyeni bir kuşağın geldiğini görüyorum. Sevinçle söyleyebilirim ki Latin dünyasında müthiş sanatçılar yetişiyor. Bizler de gerektiğinde hayatımızdan özveride bulunup dünyayı dolaşıyor ve bu gelişmeleri duyuruyoruz. Hayallerimizi paylaşıyoruz müzikseverlerle. Genç müzikçiler yetiştirmek için çabalıyorum. Mesela nisan ayında Berklee’de yüksek lisans dersi vereceğim. Gençlere yarattığımız yeni sesi, ritmi anlatacağım… Bu arada mutluluğumu sizinle paylaşmak istiyorum. Biraz önce TV haberlerinde yılın caz albümü dalında Grammy’ye aday gösterildiğimi öğrendim…
Demek ki İstanbul’a geldiğinizde ödülünüzü birlikte kutlayacağız…
-(Kahkahalar) Umarım… Umarım kazanırım… Liste biraz önce açıklandı. Haberi paylaştığım ilk kişi siz oldunuz… Ödüle aday gösterilen yeni CD’im “Triangulo” tıpkı sizin söz ettiğiniz gibi ruhun derinliklerini araştıran, yeni bakış açıları deneyen bir çalışma.
CD’nin bu özelliğini Grammy jürisi de görmüş anlaşılan… Ben yine plak firmalarına dönmek istiyorum. Sony’den Verve’e, Verve’den geçen yıl Telarc’a geçtiniz. Sorun “ifade özgürlüğü”müydü?
-Firmalarla birkaç albüm için anlaşma imzalıyoruz. Sony ile kontratımız bittiğinde, İspanya’dan gitarcı Tomatito ile bir albüm yapma teklifi aldım. Cazla flamenko arasında deneysel bir çalışma yapmamızı istediler. İki plaklık anlaşma imzaladık. İlki 2000’de yayımlandı. İkincisini önümüzdeki yıl kaydedeceğiz. Telarc ile caz üçlüm ve solo çalışmalarımı yayımlamaları için kontrat imzaladım. Triangulo ilk albümdü. Mart ayında bir albüm daha kaydedeceğim. Bunların dışında Decca ile klasik eserlerim için anlaşmam var. Konçertolarımı yayımlıyorlar. Farklı firmalarla yaptığım anlaşmalar sayesinde her türlü fikri, deneysel çalışmayı yapabiliyorum. Farklı yönlerde kendimi geliştirebiliyorum. Çok şanslıyım.

Caz üçlüsü konçertolara esin kaynağı

Alışıldık, perküsyon ağırlıklı 10-15 kişilik Latin cazı orkestraları yerine bas, davul, piyano üçlüsünü tercih ediyorsunuz. Klasikten, oda müziğinden gelen berraklık arayışı mı bunun nedeni?
-Caz üçlüsü için yazdığım müziğe “perküsyon grubu için oda müziği” adını verdim. Trio için yazmak istediğimde aklıma karşıtlıklar, farklı bir örgü geliyor. Grup çalışmasını seviyorum, doğaçlamayı da. Trio müziği demek üç dünya arasında sürekli diyalog demek. İşte bu nedenle trio formatında çalmayı seviyorum. Son dönemde solo konserlere yöneldim. Klasik konser salonlarının yöneticileri bu yönümü keşfetti. Resitallerde kendi müziğimin yanısıra, arada Scarlatti’nin, Chopin’in bir sonatını ya da Duke Ellington’un bir parçasını çalıyorum. Dinleyicilerin çok hoşuna gidiyor. Yakında solo bir albüm kaydedeceğim. Bununla birlikte big band konserleri de yapıyorum. Bu yıl Fransa’da Marsiac Caz Festivali’nin kapanışında iki saat 20 dakikalık bir konser verdik. Dokuz bin kişi geldi dinlemeye. Defalarca bis yaptık. Fransa ve Almanya televizyonlarında canlı yayımlandı. Sevinç, coşku dolu bir konserdi. Ekonomik olmadığı için bu tür konserler tercih edilmiyor. 21 kişiyle turneye çıkmak büyük para istiyor. Benim için bugün kadar yarının müzikçisi olmak da çok önemli. Bunun için konçerto yazıyorum. Bu eserleri defalarca konserlerde seslendiriyorum.
Üç konçerto bestelediniz. Bunlar büyük orkestralarca çalındı, övgüyle karşılandı. Klasikte tek ilgi alanınız konçerto formu mu?
-Orkestra için bir uvertür besteledim. Uluslararası Dostluk Oyunları’nın açılışında seslendirildi. Tüm dünyaya TV’den canlı yayımlandı. Emmy ödülü kazandım. Senfoni yazmak isterdim. 2006 yılında teslim etmek üzere bir senfoni yazmam istendi. Kübalı besteci Tanya Leon ile altı ses ve beş perküsyonist için dört bölümlük “Bate” adlı bir süit yazdık. New York’ta Western Wind Ensemble seslendirdi. Solo klarnet için bir süit yazdım. Eddie Daniels prömiyerini yaptı. Labeque Kardeşler için bazı parçalarımı iki piyanoya uyarladım. CD yaptılar. Leonard Slatkin’in siparişi üzerine 10 piyano için bir eser besteledim. 2000 yılında düzenlenen bir piyano festivalinin açılışında seslendirildi.
Caz üçlüsüyle çalmanız, caz emprovizasyonları, konçerto gibi büyük senfonik formdaki eserlerinize ilham kaynağı oluyor mu?
-İlk piyano konçertomun her bölümü trio için yazdığım bir parçadan yola çıkar. İlk bölümün teması “Yarey”, ikinci bölümün “Remembrence”, üçüncü bölümün teması “Lucky” adlı parçalar üzerine kurulmuştur. Her biri klasik müzik diliyle geliştirilmiştir. Diğer eserlerin çıkış noktası cazda değil. Mesela geçen yıl sipariş üzerine Lorca’nın “Maniana” (Yarın) adlı şiiri üzerine eşliksiz altı ses için bir eser yazdım.

Lorca’ya şarkı yazdı, 400 bin sattı

Edebiyatla ilginiz nasıl, şairlerle ortak çalışmalar yapıyor musunuz?
-Okumayı severim. Özellikle şiir okurum. Lorca en sevdiğim ozandır. Kısa hayatının dört ayrı döneminde dört ayrı tür şiir üretmiştir. İspanyol şarkıcı Anna Belen için Lorca’nın birçok şiirini besteledim. “Lorquima Poemas” albümünde bu şarkıları bir araya getirdi. CD yaklaşık 400 bin adet satıldı. İspanya’da yılın en iyi albümü ödülünü aldık. Dominikli bir şair bazı bestelerim için söz yazmıştı. Çok popüler şarkılar oldu. Fransa’nın yeni Jacques Brel’i olarak anılan Ninda Fernandes’in “Immu Makmu” albümünde bazı parçalarım yer alıyor. Bazı korolar şiirlerden yola çıkarak vokal eserler yazmamı istiyor. 2006 için sipariş veriyorlar. Zaman bulabilirsem yazacağım, insan sesi bana çok ilginç geliyor.
50 yaşına geliyorsunuz. Sizin gibi çok yönlü müzikçinin olgunluk çağındaki hayallerini merak ediyor insan…
-Öncelikle hayalim bestecilikte, yorumculukta gelişimimi hep sürdürmek. Müziğimin tazeliğini koruması. İki hayalim var: İlki solo piyano albümü kaydetmek. Son beş yıldır bu fikir üzerine düşünüyorum. Yazdığım solo piyano süitini seslendireceğim. İkinci hayalim caz üçlüm ve senfoni orkestrası için bir eser yazmak. İspanya’daki RTV Senfoni Orkestrası’ndan böyle bir eserin siparişini aldım. Bugüne kadar üçlümle konser albümü yapmadık. Bir konser albümü yayımlamak, konserin büyüsünü kayda aktarmak istiyorum. Bir de büyük ustalarla ortak çalışmalar yapmak istiyorum. Geçen yıl Chico Valdez ile konser turnesine çıktık. Gelecek yaz Joe Lovano ile konserler vereceğiz. 2004’te Tomatito ile stüdyoya gireceğiz.
Olgunluk çağındaki müzikçilere bu soruyu sorduğumda genellikle sadeleşme arzularından, daha az notayla daha çok duyguyu ifade etme çabalarından söz ediyorlar. Siz piyanoda gösterişli üslubunuzla tanınıyorsunuz. Değiştirmeyi düşünüyor musunuz?
-Biraz önce bahsetmedim, çünkü bu hayalimi gerçekleştirdim. Geçen yıl piyasaya çıkan Triangulo albümü sadeleşme, notalardan tasarruf etme, yeni sözcük dağarcığı yaratma çabasının ürünüydü. Romantik yönümü yansıtıyordu. Şaşırtıcıdır farklı ülkelerin eleştirmenlerinden aynı olumlu tepkiyi aldı. Aslında her şey Tomatito ile yaptığım çalışmayla başladı. Lirik yönümü keşfettim. Gitarı bastırmamak gayretiyle piyanoyu ekonomik kullanmayı öğrendim. Bu fikirleri caz üçlüme uyarladım. Bestelerde lirik yönüm ön plana çıktı. Büyük heyecanla girdim stüdyoya. Az sözcükle çok şey söyleyebilmek müthiş bir şey. Albümde Karaibler’in belirgin izi var. Gökyüzünün koyu mavisi, derinliği, hayat fışkıran rengarenk çiçekleri ve tabii (gülüyor) korkulu düşümüz tayfunların şiddeti müziğe yansıyor. Biz Dominikliler aynı zamanda tutkulu, romantik insanlarız. Sanıyorum bundan sonra benim müziğimde ve bir akım olarak Latin cazında bu etkiyi daha çok duyacağız.

Ustalarıyla aynı yarışmada

Yılda ortalama kaç konser veriyorsunuz? Bu turnede hangi ülkelere uğrayacaksınız?
-Yaklaşık 80 konser veriyorum. Bu turneye Roma’dan başlayacağız. İtalya, Türkiye, Almanya, Danimarka’da beş konser vereceğiz. Bana en ilginç geleni Milano’daki. Milano Senfoni Orkestrası’nın salonunda çalacağız. Müzikte sınırların kalktığını görmek çok güzel. Haziranda Madrit Senfoni ile çalacağım. Temmuzda Almanya’nın en önemli piyano festivali Klavier Ruhr’a resital vermek üzere davet edildim. Müzikte yeni bir çağa giriyoruz. Dinleyiciler geçmişten daha açık görüşlü. Farklı müzikleri kaliteleriyle değerlendirebiliyor.
İstanbul’a Triangulo Üçlüsü ile mi geliyorsunuz?
-Davulcumuz Horacio “El Negro” Hernandez. Davulu perküsyon renkleriyle çalar Hernandez. Albümde bası Anthony Jackson çalıyordu. Konserde Kübalı bascı Carles Flores’i dinleyeceksiniz. Bir yıldır birlikte çalışıyoruz, birlikte bir Avrupa turnesi yaptık. Harika bir basçı, onunla çalıştığım için çok mutluyum.
Repertuarınızda albümünüzdeki parçalar mı ağırlıkta olacak?
-Evet, yeni parçaları sunacağız. Ustam ve tanınmama yol açan Tito Puante’ye, birlikte çalma mutluluğuna eriştiğim Dizzy Gillespie’ye ithaf ettiğim parçaların da içinde yer aldığı altı özgün bestemi, farklı bestecilerden dört parçayı ve diğer albümlerden sevilen bestelerimi çalmayı planlıyoruz.
Konserden önce dinleyicilere ulaştırmak istediğiniz mesaj var mı?
-O akşam konsere gelin, siz de coşkumuza katılın…
“Sonra hep birlikte Grammy’yi kutlayalım” demeyecek misiniz?
-(Kahkahalar) Umarım söylediklerinizi Tanrı da duyuyordur… (Kahkahalar) Zorlu bir seçim olacak. 300 civarında albüm değerlendirildi. Herbie Hancock, Wayne Shorter , Mc Coy Tyner, Dave Holland ile birlikte son beşe kaldım. Benim için büyük onur. Bu isimlerin her biri meslek hayatımın başında idolümdü. İşin en ilginç yanı Latin cazı kategorisinde değil caz kategorisinde yarışacağım. Ben kendimi şimdiden şampiyon ilan ediyorum. Çünkü, ödülü kazanmasam bile böyle büyük isimlerle yan yana olmak başlı başına bir gurur.
(Serhan Yedig / İş Müzik / Şubat 2002)

HOROWİTZ HAYRANI: Hayran olduğum piyanist Vladimir Horowitz . Arturo Benedetti Michelangeli’yi severim. Glen Gould’u unutmamak lazım… Sadece piyanistleri dinlemem. Eski parlak günler denince aklıma Rubinstein’ın Carnegie Hall’daki Chopin yorumlarıyla birlikte, John Coltrane, Charlie Parker, Dizzy Gillespie’nin plakları geliyor. Duke Ellington’ın big band estetiğinden hoşlandığımı söyleyebilirim. Bir de Count Bessie’nin…

AYDIN ESEN BÜYÜK PİYANİST VE BESTECİ:Türk Müziği’ni iyi bildiğim söylenemez. Polyritmik özellikleri, farklı armonileriyle bana çok ilginç geliyor. Aydın Esen’in “Anatolia” albümünü dinlemiş, çok beğenmiştim. Bana sorarsanız gerçekten büyük piyanist, büyük besteci. Armen Donelian’ın (Türkiye kökenli Amerikalı Ermeni piyanist ve besteci) müziğini çok seviyorum. Geçen gelişlerimde bazı CD’ler hediye edilmişti.  Aralarından bazılarını çok beğendim. Keşke İstanbul’a geldiğimizde çok yorgun olmasak, caz meraklılarıyla buluşsak, jamsession yapsak.

Linkler

Kişisel web sayfası
Wikipedi biyografisi 

Share.

Leave A Reply

thirteen + two =

error: Content is protected !!