Ege’nin dalgaları söyledi, Ravel’in müziğine yöneldi. Bestecinin doğduğu Atlas Okyanusu kıyısındaki Ciboure’da seyrettiği dalgaları zihninde yaşatarak Almanya’da yeni CD’sini kaydetti. “Tres Franc”ta bestecinin 20-36 yaşları arasında yazdığı altı eser yer alıyor. Henüz piyasaya çıkmamış yeni bir piyano modeliyle yapılan kayıtlarda odiyofil dinleyicilere yönelik yüksek teknoloji kullanıldı. Emre Yavuz, “Ravel’in müziğini bazen piyanonun yanıbaşında dinlemek gerekiyor. Bu yakınlığı ve netliği yakalamak ama aynı zamanda renk zenginliğini kaybetmemek çok zordu. Birkaç hafta sadece bununla uğraştık” diyor.
Pandemi sonrasında tüm dünya hızlı değişim sürecine girdi. Avrupa ve ABD’de göçmen düşmanlığının artması, ekonomik krizlerin kültür bütçelerini daraltması, şarlatan ve otokratların iktidarlara yerleşmesi, kutuplaşma, sosyal medyanın toplumları esir alması her birimizin hayatını etkiliyor. Bir eğitim kurumuna ya da orkestraya kapağı atıp düzenli maaş güvencesiyle hayatını sürdürmek yerine Viyana’da sadece sanatıyla hayatta kalmaya çalışan bir yorumcu olarak siz bu gelişmelerden nasıl etkilendiniz, dalgaları gittikçe yükselen bir denizde yüzmek hayatınıza neler getiriyor, neler götürüyor?
– Ben nasıl bir meslek hayatı sürdürmek istediğime dair belli kararları bilinçli olarak aldım, artılarını ve eksilerini düşünerek. Feda edemeyeceğim tek şeyin müzisyenliğimin samimiyeti, gerçekliği ve bağımsızlığı olduğunun farkına vardığım için bütün hayatımı da buna göre şekillendirdim. Bu zaten kolay bir şey değildi, nitekim okul zamanlarından arkadaşlarım ve nesildaşlarım içinde halen tamamen bağımsız çalışan bir tek ben kaldım. Son yıllardaki küresel gelişmeler beni asıl duygusal olarak çok etkiledi. Özellikle son iki yılda Filistin’de olanlar günlük hayatıma devam etmemi zorlaştıracak kadar boğdu beni. Daha kötüsü, içinde yaşadığım konformist Avrupa toplumuyla duygusal bağlarımı kopardı. Bu konuda sosyal medyada çekincesiz bir şekilde yaptığım bütün paylaşımların mutlaka henüz fark etmediğim mesleki etkileri olmuştur. Avrupa’da oturma izniyle yaşayan bir Türk göçmen olarak bu konuda sesini çıkarmak tabii ki çok tehlikeli bir iş. Ama aksi elimden gelmezdi, bu durum karşısında çığlık atmak istememeyi anlayamıyorum. Bu konuda hiçbir şekilde renk vermemeyi, bu kadar zamanda hiç taraf belli etmemeyi (ki bu da bir taraf seçmek oluyor) başaran Türk müzisyenleri de, çok açık söylemem gerekirse, kınıyorum.
Rahmaninov’a odaklandığınız dönem tamamlandı mı, besteciden yeni eser öğrenme süreciniz devam ediyor mu?
– Rahmaninov dönemi kapandı ve yakın bir tarihte açılmayacak. Bu da böyle kesin bir karar verdiğimden değil, sadece aklım ve kalbim artık orada değil. Zaten Rahmaninov‘u sevdiyseniz tamamen bırakamazsınız. Daha çalmak istediğim birçok eseri var ama onlar için benim tekrar oraya geleceğim noktayı bekleyeceğim.
Ravel ve Rahmaninov piyanonun “er meydanı” bestecilerinden
Yaklaşık 15 yıl sürdüğünü sandığım bu süreç piyanistliğinizi ve genel anlamda müzik yaklaşımınızı nasıl etkiledi, ne gibi bir dönüşüme yol açtı?
– Her şeyden önce beni piyanistik yetkinlik açısından çok ileri götürdü. Çünkü piyano için Rahmaninov, herhangi bir besteci değil, bu enstrümanın altın standartlarından biri. Gelmiş geçmiş en iyi piyanistlerden. Kendi konserlerinde çalmak ve kendi becerilerini göstermek için yazdığı eserlerin altına girmek bu yüzden çok iddialı bir iş.
Rahmaninov’un dünyasından Ravel’in dünyasına hangi çağrışımların, kişisel keşiflerin doğrultusunda ulaştınız, neler köprü oldu?
– Rahmaninov ve Ravel: Bu iki bestecinin bağlamı çok ilginç. Rahmaninov ile, ondan iki yıl sonra doğup üç yıl önce ölen Ravel, tam olarak çağdaşlar ama beslendikleri müzikal miras açısından ortak noktaları olsa da iki ayrı evrenden kafalar gibiler. Herhangi bir yerde karşılaşmış olduklarına dair en ufak veriyle karşılaşmadım, birbirleri hakkında hiçbir yorum da yapmamış gibi görünüyorlar. Ben kendi varsayımlarımı ve spekülasyonlarımı paylaşayım sizinle.
Muhtemelen bu iki besteci, müzikal olarak birbirinin radarında bile değildi. Rahmaninov’un nasıl bir “son romantik” olduğunu, bu şekilde çağına bile karşı durduğunu biliyoruz. Ravel ise yenilikçi ve asi, özellikle ağdalı romantizmi şiddetle reddeden bir tip. Rus bestecilerden en çok Korsakoff’u seviyor, Çaykovski’yi ise daha Batı etkisi altında ve daha az ulusal bulduğu için ilginç bulmuyordu. Bence Çaykovski’yle ilgili görüşünden Rahmaninov’la ilgili ne düşünmüş olabileceğini aşağı yukarı tahmin edebiliriz.
Rahmaninov’un ise Ravel’in müziğine aynı derecede kayıtsız olduğunu düşünmüyorum. Öğrencilik yıllarından itibaren Fransız müziğine ilgiliydi. “Samson ve Dalila”nın Rusya prömiyerini yönettiği zamanda Saint-Saëns’ın piyano eserlerini ve konçertolarını incelemiş, bazılarını çalmıştı. Müziği de Saint-Saëns’tan belirgin şekilde etkilenmişti. Ravel’in piyano müziğinin de, her ne kadar tarz olarak belki de ona hitap etmese de, içerdiği inanılmaz inovasyonlar nedeniyle döneminin en büyük konser piyanisti olan Rahmaninov’un dikkatinden kaçmış olamayacağını düşünüyorum. Hatta 3. Konçerto’nun 2. Bölümünün (1909) sonundaki vals kısmındaki piyano yazısının Ravel’in “Miroirs”ındaki (1905) “Alborada del Gracioso”dan etkilenilmiş olduğunu düşünüyorum.
Bütün bunlar bir yana, bu iki besteciye eğilişim arasında doğrudan bir köprü yok. Rahmaninov “dönemimdeyken” ondan sonra nereye yöneleceğime dair en ufak fikrim yoktu, ancak en sonunda yani albümü kaydetmeden önce bambaşka bir yerden, İzmir’de bir deniz fenerinden Ege Denizi üzerinde gün batımını izlerken Ravel fikri “geldi”. Ama piyanist-besteciler ve bu enstrümanın farklı yönlerde sınırlarını keşfetmiş piyano bestecileri özellikle ilgimi çekiyor. Rahmaninov da Ravel de, bambaşka şekillerde olmak üzere, piyanonun “er meydanı” bestecilerinden.
Bir yandan da sanırım Rahmaninov dönemindeki bütün her şey, müziğin kendisi, müzikle uğraşırken benim başımdan geçenler, fırtınalar, inişler, çıkışlar, sakatlıklar, hepsi beni fiziksel ve ruhsal olarak epeyce yordu. O noktada da Ravel çok iyi geldi bana. Birden sevdiğim bir besteci haline gelmedi tabi, çocukluğumdan beri “sihirli ve başka bir müzik” olarak görüyordum. Başka kimsede olmayan, açıklanamaz fenomenler var Ravel’in müziğinde. Dahi kavramının karşılığını görüyorum. Bir yandan da çekince duyduğum bir besteciydi Ravel, yani o kadar tapmama rağmen benden bir Ravel piyanisti çıkacağını düşünmezdim. Bence “evet, şimdi Ravel” kararını almamda bu zorluk ve belirsizlik hissi kamçılayıcı oldu. Okullar bitmiş, ben kocaman adam olmuşum ama gencim, artık bir mentorum yok ve tek başımayım, bakalım böyle bir dönüşümü başarabilecek miyim? İnanılmaz çekici bir teklif bu.
Romantik alışkanlıkların Ravel yorumuna
etki etmemesi gerekiyordu
İki besteci arasında ne gibi yakınlıklar ne gibi zıtlıklar dikkatinizi çekti, bu izlenimleriniz özellikle Ravel yorumlarınıza etki etti mi?
– Önceki soruda anlattıklarımın dışında, aslında Rahmaninov ile öğrendiklerimden, isteyerek Ravel’e taşıdıklarım da, istemeden taşıyıp unutmam gerekenler de oldu. Ravel piyanoya bambaşka bir şekilde dokunmayı, sesleri bambaşka bir şekilde hayal etmeyi gerektiriyor. Romantik ihtiraslar, bazı rubatolar, puls’u nasıl yöneteceğiniz, basın rolü, tonlamalar, bunların hepsi dokunuş meselesi ve bu romantik alışkanlıkların Ravel’e etki etmemeleri gerekiyordu çünkü bence Ravel çalınacaksa gerçekten modern, yeni ve inovatif olunmalı, bambaşka ve bilinmeyen şeyler bulmaktan korkulmamalı, konfor alanından yani alışılmış romantik retorikten çıkılmalı. Bu da sevgililerimizi öldürmemizi zorunlu kılıyor.
Ravel’in eserlerini daha önce de seslendirmiştiniz. Ancak sanıyorum Rahmaninov’un ardından gelen odaklanma süreci çok daha kapsamlı bir çalışmaydı. Ravel’i yakından tanıma süreciniz hangi aşamaları izledi, size neler ışık tuttu (bestecinin eserleri, hakkındaki kitaplar, yorumlar, yorumcular, etkileşime girdiği kişiler gibi), hangi noktada besteciyi yeterince tanıyabildiğinizi hissettiniz?
– İlk önce “Jeux d’eau” çalışmanın, Rahmaninov döneminde elimde oluşan sakatlığa ne kadar iyi geldiğini fark ettim. Sonra bunun üzerine düşündüm, nedenlerini sorguladım. Bunun Ravel’in piyano yazısındaki bazı teknik karakteristik özelliklerin sonucu olduğunu anladıkça daha fazla eseri incelemeye ve çalışmaya başladım, böylece bu dünyanın içine çekilmiş oldum. Zaten o dönemde çalmak istediğim çoğu şeyi çalamadığım için fırsat bu fırsat deyip Ravel’in eserleriyle yeni bir şekilde piyano çalmayı öğrendim. O kadar yeni ve ferah geldi ki bu yeni dünya bana.
Sonra tabi ki Arbie Orenstein ve Roger Nichols’ın kitapları gibi, Ravel konusunda referans kaynak sayılan kitapları okudum, sonra başka kaynaklar araştırdım, en son okuyabileceğim kitap kalmadığı için Ravel ve piyano müziği üzerine yazılmış bulabildiğim bütün makale ve tezleri okudum. En son onlar da bittiği için gracioso karakterinin İspanyol komedyasındaki rolü ve Mikhail Bakhtin’in analizlerine dair bir doktora tezi okuyordum.
Bestecinin amacı bilinçli ve dürüst yapaylık
2021’deki konuşmamızda “Basklı bestecinin Viyana valsleri hayalleri” başlığı altında konserler verip daha sonra albüm kaydetmeyi planladığınızı, ancak pandemi nedeniyle projenin gerçekleşmediğini söylemiştiniz. Ravel’den Schubert, Strauss, Wagner’e uzandığını tahmin ettiğim müzikal yolculuğun hazırlık sürecinde ve sonrasında neler keşfettiniz, bu keşifler önünüzde ne gibi yeni kapılar açtı?
– Ravel’in Viyana ile ilginç bir ilişkisi var. O bahsettiğim program yani “Noble & Sentimental” de, Viyana ve Franz Schubert temalı bir eser olan “Valses nobles et sentimentales” üzerinden bu ilişkiyi keşfetmeye, bu hayal dünyasında diğer Viyanalı bestecilerin yerini aramaya dayalıydı. Ravel dışında Haydn, Beethoven, Schubert, Brahms ve Schönberg’in parçalarının olduğu, hiçbir konvansiyonel resital programlama prensibine uymayan, yeni bir dinleme deneyimi amaçlayan bir konser. Tam pandemiye denk geldiği için bir süre o kadar keyifle oluşturmama ve heyecanlanmama rağmen çalamasam da, son yıllarda birçok yerde sıkça çaldığım bir program oldu.
Ravel’in müziğine 21.yy’ın ilk çeyreğinden bakmak sizce besteciyi ve eserlerini daha doğru değerlendirmek açısından avantaj sağlıyor mu?
– Ravel hiçbir kategoriyle kısıtlanabilecek bir besteci değil. Neoklasik eserleri var ama o eserlerde sadece neoklasisizmden fazlası da var. “Scarbo” bölümünde romantik dönemin bir parodisini yapmak hedefiyle yola çıkmış ama sonuçta romantik bir eser diyebileceğim “Gaspard de la nuit” var. Empresyonist sıfatını zaten kabul etmediğini, bu akımın resim alanına özel bir kategori olduğunu söylediği zaten bilinir. Viyana valsi ve Schubert temalı “Valses nobles et sentimentales”de İspanyol armonilerinin hayaleti geziniyor. Ama bütün eserlerde su dalgaları da var.
Ravel böyle bir adam, keskin çizgileri ve tanımları sevmiyor, hiçbir konsepte sadık kalmıyor. Bir öğrencisine söylediği, çok sevdiğim bir sözü var: “Eğer söyleyecek bir şeyin varsa o şey, aklındaki modele sadakatinden istemsizce uzaklaştığın anlarda en açık haliyle ortaya çıkacaktır”. Onun elinden çıkan her konseptin, o konseptle mantık çerçevesinde bir araya gelemeyecek yerlere kayması, taşması gerekiyor. Hep bir “a, ama b” durumu var. Menuet, ama antik çağda. Viyana valsi, ama İspanyol esintili. Klasik bir sonatin, ama çok modern renkler ve efektlerle. Saray soytarısı, ama kederli hali. Ravel’in amacı bilinçli ve dürüst yapaylık, yani şeyleri bir insanın manipülasyonu olmadan doğal ve salt haliyle göstermek değil. Dolayısıyla Ravel’de hiçbir şey en basit ve nötr halinde değil, en standart kavramlar bile. Kendi ağzından alıntı yaparsam: “Sanatın işi doğanın kusurlarını düzeltmektir. Sanat, güzel bir yalandır.”
Albüm repertuvarını nasıl, hangi kriterlere göre belirlediniz? Bestecinin 20, 24, 26, 30, 36 yaşında yazdığı eserler, yani hayatının yaklaşık 15 yıllık kesiti seçkide yer alıyor. Bir başka albümle bu seçkiyi genişletmeyi düşünüyor musunuz?
– Albümde olacağını bildiğim ilk eserler “Jeux d’eau”, “Sonatin” ve “Valses nobles et sentimentales”di. “Sonatin”i zaten çok eskiden beri çalıyordum. “Miroirs”da ise ayaklarım başta geri geri gitti diyebilirim. Bu esere duyduğum korkuyla karışık hayranlık nedeniyle emin olamadım o kadar büyük bir adımı atıp albüm süresine ulaşabileceğimden. Sonra nefesimi tutup bir daldım ve hayatım “Miroirs” oldu.
“Menuet antique” ve “Pavan”ı zaten diğer eserlerlerle birlikte öğrenmiştim. İlk baştaki albüm planında “Pavan” yoktu çünkü bence programın içinde hiçbir yere oturmuyor. Ama vakit kalır ve o an içimden gelirse albüm bittikten sonra onu da kaydederim, bir kenarda durur, diye düşünüyordum. Albüm kaydı bitti, içimden de geldi, çaldım. Sonra postprodüksiyonda “Pavan” kaydını dinleyince Andreas Ziegler ile “yok, bunu albüme koymamız lazım, çok iyi olmuş” dedik. Ama neredeyse CD’ye sığmıyordu albüm bu yüzden, “Menuet antique”teki bir röprizi feda ederek 82:15’lik toplam süreyle tam CD limitine sığdırabildik.
Albüm kaydını tamamladıktan sonraki yazımı Ravel’in albümde çalmadığım eserlerini öğrenmeye verdim. “Le tombeau de Couperin”i bu sezon çalmaya başladım bile. “Gaspard”ın biraz daha pişmesi ve kişiselleşmesi lazım. Onun dışında zaten birkaç minyatür kalıyor geriye, bütün solo piyano eserlerini tamamlamak için. Onlara da bir yandan bakıyorum. Bu eserlerin hepsi repertuvarımın demirbaşlarından olacak. Albüme dönüşür mü? Onu ben de bilmiyorum.
Ravel kayıtlarının genellikle ne kadar çok kusur içerdiğini
görmek beni hem motive etti, hem de biraz endişelendirdi
Ravel’in günümüze ulaşan nadir kayıtlarından biri de “Ölü Bir Prens için Pavan”ı. Bu icra sizin yolunuza ışık tuttu mu? Müzik tarihinin önde gelen Ravel yorumcularının kayıtları olumlu ya da olumsuz yönleriyle tercihleriniz üzerinde etkili oldu mu? Bu arada kendinize en yakın bulduğunuz Ravel yorumcuları kimler?
– Ravel’in kayıtları, teknik bozulmalara ve bazılarının gerçekten Ravel’e ait olduğu şüpheli olmasına rağmen, çok güzel ve aydınlatıcı. “Valses nobles et sentimentales” kaydı eserin nasıl bir tavırla çalınması gerektiğine dair o kadar çok bilgi veriyor ki. “La vallée des cloches” kaydı da çok öğretici, hatta bence bu parçanın en güzel kaydı. “Pavan”da ise benim kulaklarımda piyanodan çok orkestra var.
Zaten çalışımın sadece (veya olabildiğince) kendisi olabilmesi için bir noktadan sonra çaldığım şeyleri dinlemeyi bırakıyorum. Ravel çalışmalarımın başlarındayken sanırım bulabildiğim bütün kayıtları dinledim, sonra da bıraktım ve kaydedene kadar hiç dinlemedim. Yalnızca varsa orkestra versiyonlarını dinledim bu eserlerin.
Ancak şunu da söylemeliyim ki, yapılmış Ravel kayıtlarının genellikle ne kadar fazla kusur içerdiğini görmek hem motive etti beni, hem de biraz endişelendirdi. Kaydetmesi çok zor bir müzik bu.
Tüm dinlediklerim içinde ise halen dönüp zevkle dinlediğim, Vlado Perlemuter ve Samson François.
Kayıt süreci ne kadar sürdü, neler yaşandı?
– Kaydın kendisi üç gün sürdü. Rahmaninov albümünü yılın en soğuk ve kısa günlerinde, aralık ayında, sisler içinde kaydetmiştik. Ravel’i ise 21-22-23 Haziran’da, ortalık sıcacık ve güneş ışığına boğulmuşken kaydettik. Tam da iki müziğin arasındaki fark gibi.
Kayıttan hemen önce deniz kıyısında olmaya ihtiyacım vardı. Birkaç günlüğüne gitmek, deniz koklayıp kayda öyle girmek için nereye ucuza uçak var diye araştırırken Ravel’in memleketi olan Bask topraklarına, San Sebastian’a bilet buldum, hemen oradaki arkadaşım kontrbasçı Mehmet Sönmez’i aradım, seyahati ve kalışımı ayarladım ve kayıttan 10 gün önce bir iki parça kıyafet, mayo, terlik ve deniz gözlüğünü sırt çantama koyup gittim. Tatile değil, hacca gidiyordum. Mehmet’le Fransa sınırını geçip Ciboure’a, Ravel’in doğduğu yere gittik.
Ravel aslında hiç Ciboure’da yaşamamıştı, o çok küçükken Paris’e taşınmışlardı. Ama yine de oraya bir bağlılık hissediyor, sürekli ziyarete gidiyordu. Ravel’in doğduğu evi bulduğumuzda, evin deniz kenarında olduğunu ve önünde bir deniz feneri olduğunu görünce, öyle bir yerde doğup karasal şehirlerde hayatını geçirmenin nasıl bir özlem olduğunu bildiğim için, çok daha yakın hissettim kendimi ona.
Bronzlaşmış şekilde Viyana’ya döndükten beş gün sonra da kayda girdim. Aklımda hep o okyanus dalgaları vardı. Önceki albüme göre çok daha çilesiz geçti o üç gün. Ben her gün Viyana’daki evimden trenle, oradan da bisikletle Bösendorfer fabrikasına gidip geldim.
Kayıt boyunca su yerine kahve içerek yaşadığımı ve bıraksa hiç ara vermeden bütün gün çalacağımı gören Andreas Ziegler, birkaç kere “lütfen artık ara ver, ben yoruldum” demek zorunda kaldı.
“Jeux d’eau” ve “Une barque sur l’ocèan”daki, standart modern piyanoda olmayan bas sol diyez’i kaydetmek için o kısımları kaydın son günü, en pes la’nın akordunu sol diyez’e çekip tekrarlayarak elde ettik. En çok uğraştıranlar “Noctuelles” ve “Alborada” oldu.
Kayıtta yeni tip, henüz piyasaya çıkmayan piyanoyu kullandım
Yanlış hatırlamıyorsam Rahmaninov repertuvarını konserlerde olgunlaştırıp daha sonra kaydetmiştiniz. Ravel’de aynı yöntem mi kullanıldı?
– Evet, sadece daha az yıla yayılmış şekilde ve ilk bir-iki yıl pandeminin etkileri devam ederken düzensiz bir şekilde olmak üzere. İki kayıt tarihi arasında beş yıl var, hiç az bir süre değil bu da. Ama benim için önemli olan işin kalitesi ve kişiselliği, onun için kendimi bir takvime uydurarak değil, takvimi müziğin olgunlaşmasına uydurarak ilerlemeyi tercih ediyorum. 2025 Ravel Yılı yakalamaya çalıştığım bir şey değildi, zaten çok sonradan farkına vardım onun.
Albüm iyi bir ses sisteminde dinlendiğinde ilk dikkati çeken unsur çarpıcı düzeydeki renk, ton zenginliği. Plak firması Odyofilleri mutlu etmek amacıyla 24 bit / 96kHz kaydedip yüksek çözünürlüklü master hazırlamış ve kayıpları en aza indirmeye çalışmış. Bösendorfer bu kayıtta kullanılmak üzere özel bir piyano seçme ve kullanma fırsatını sundu mu size?
– Spesifik olarak Ravel, kaydetmesi inanılmaz zor bir besteciymiş. Piyanoda kaydetmesi en zor besteci bile olabilir. Bir kere enstrümanın rolü Ravel’de başka hiçbir bestecide olmadığı kadar kritik. Müziğinde, mekanik açıdan mükemmelden biraz bile az bir piyanoda “çalışmayan” şeyler var. Tını ve renk odaklı bir müzik olduğu için de piyanonun buna karşılık verecek zenginlikte bir renk paletinin olması lazım. Bu yüzden piyano seçimi bu albümde çok daha kritik bir aşamaydı. Bösendorfer, daha önce de olduğu gibi fabrikada duran onlarca çok iyi durumda piyano içinden bir seçim yapmama imkan sağladı. Seçtiğim piyano aslında mekanik olarak çalması en rahat olan değildi ama öyle renkleri vardı ki teknik zorluğu göze aldım. Ben seçtikten sonra söylendiğine göre o piyano, yeni bir VC modelinin prototipiymiş. Yani hiçbir yerde yok bu model henüz.
Bir diğer sancılı aşama da postprodüksiyonda tınıyla uğraştığımız aşamada oldu. Bazen gerçekten de Ravel’in müziğini, piyanonun yanıbaşında dinlemek gerekiyor. Bu yakınlığı ve netliği yakalamak ama aynı zamanda renk zenginliğini kaybetmemek çok zordu. Birkaç hafta sadece bununla uğraştık. Bence zaten bu bir Ravel kaydı yapmanın kaçınılmazı.
Sonuçta Andreas Ziegler ve piyanoyu hazırlayan Hans Muff sayesinde ne kadar iyi bir ses kalitesi elde ettiğimizi, bizim kayıtları dinledikten sonra yayınlanmış diğer bazı kayıtları dinleyince anladım. Bununla gerçekten gurur duyuyorum.
Ravel’in sırrı “Alborada del gracioso”da saklı
Albüm kapağındaki fotoğraflarda yer alan Venedik karnavalı maskı bize albümün içeriği ve repetuvara yaklaşımınız konusunda ne gibi ipuçları veriyor?
– O maske ve baston, Gracioso’yu simgeliyor. İspanyol halk tiyatrosu geleneğindeki bu karakter, bir saray soytarısı ve bu bastonu taşıyor. Ravel, yine en alçakta duran meyveyi almıyor, yani bir saray soytarısının sadece cambazlıklarını değil, bir de şafak vakti söylediği oldukça kederli bir şarkıyı konu alıyor. Gracioso, Bakhtin’in karnavalesk okumasına tam oturan, nihilist bir karakter. Krala yakın olup mizah silahını elinde bulundurduğu için tehlikeli. Bir tür dokunulmazlığa sahip. Shakespeare’in “göz kendini göremez, yalnızca başka şeylerdeki yansımasını görebilir” dizelerinden esinlenilmiş olan “Miroirs” içinde “Alborada del gracioso”, bütün diğer hülyalı tasvirlerin, gece kanat çırpan güvelerin, ormanda kaybolmuş üzgün kuşların, okyanus dalgalarının, vadideki çanların içine bir meteorit gibi düşer ve “Miroirs”ın havasını “bozar”. Ben, hayatı boyunca akademiyle, toplumsal ahlakla, anaakım basınla, kurumsallıkla hep çatışmalı olmuş Ravel’in bu karakteri bir otoportre olarak bu seriye yerleştirdiğini düşünüyorum. Bunun da albümün başlığı olan “Très Franc” ile bir araya gelmesi beni çok ikna eden bir fikirdi.
Ravel’in dünyasında bir süre daha kalmayı düşünüyor musunuz? Başka bir bestecinin dünyasına geçiş amacıyla ön hazırlıklara başladınız mı?
– Daha bir yere gitmiyorum, bildiğim sularda yüzeceğim. Kendime bir hedef veya tarih belirlemek de istemiyorum. Olduğu zaman olur.
Besteci üsluplarına göre doğaçlama resitalleri yapabileceğinizi söylemiştiniz 2021’deki konuşmamızda. Bu konuda gelişme var mı?
– Bu yalnızca fikir olarak kaldı…
Genç bestecilerle işbirliği konusunda herhangi bir girişim oldu mu?
– Açıkçası bu konuda zorluk yaşıyorum. Bir yandan çok istediğim bir şey çağdaşım bestecilerin taze taze yazdıkları eserleri çalmak. Diğer yandan benim kendimi kaptırdığım projeler, onların dışına çıkıp bambaşka eserleri programlayacak fırsatı vermiyor. Bu alanda istediklerimi henüz yapabilmiş değilim.
(Serhan Yedig / Müzik Söyleşileri / 27 Mart 2025)
Linkler
Emre Yavuz’un kişisel web sayfası
Emre Yavuz’un Instagram hesabı
Ciboure’da Ravel’in 150’nci doğum yılı nedeniyle düzenlenen etkinliklerin programı