İdil Biret / Beethoven’ın sonatlarını, konçertolarını altı ayda bir baştan kaydedebilirim

0

İdil Biret’in 23 yıllık süreçte kaydettiği Beethoven kayıtlarından 2009’da 19 CD’lik külliyat hazırlanmıştı. 2020’de, bestecinin 250’nci doğum yılı vesilesiyle bu külliyattan 5 CD’lik “Best of Beethoven” seçkisi yayımlandı. 2020 Mayısı’nda Türkiye’de, temmuz ayında dünyada yeni “Diabelli Varyasyonları” kayıtları piyasaya çıkacak. Biret “Bana kalsa birçok eseri hayatım boyunca tekrar tekrar kaydederim. Beethoven‘ın sonatları, konçertolarını altı ayda bir yeniden kaydedebilirim. Çünkü dünyama sürekli yeni ayrıntılar giriyor, yeni keşifler yapıyorum, vücut kimyam bile değişiyor. Bunlar icraya yansıyor” diyor.

Neden böylesine dev müzikal külliyatlar hazırlıyorsunuz? Bir müzik coğrafyasının tüm kalelerini fethetme arzusu mu size bu enerjiyi veren, eğitimci gibi düşünüp müzikseverlere derli toplu bilgi sunma çabası mı, yoksa müzik piyasasında her piyanistin girmeyi göze alamayacağı yeni kulvar açma arayışı mı?
-Geçmişin büyük piyanistleri bir bestecinin tüm konçertolarını ya da sonatlarını seslendirdikleri konser dizileri düzenlerdi. Örneğin Horowitz, 11 resitalde Beethoven’in sonatlarını yorumlamıştı. Plak teknolojisi gelişince külliyatlar ortaya çıkmaya başladı. Günümüzde kısıtlı repertuvarla çok sayıda konser verme eğilimi yaygınlaşıyor.
Ben geçmişin geleneğine bağlıyım. Chopin, Brahms ve Rahmaninof külliyatları tamamen tesadüfen ortaya çıktı. Naxos’un sahibi önerdi, ben de bu bestecileri tüm yönleriyle keşfetme arzusunda olduğum için teklifini kabul ettim. Beethoven ise 8 yaşında Paris’e gittiğimde Kempff’ten dinlediğim sonatlarla hayatıma girmişti, o günden bu yana hayatımda. Bu kayıtların her biri, kaydedildiği anın fotoğrafıdır. Eserlere bakışım zaman içinde değişiyor. Yeni ayrıntılar keşfediyorum. Hayatın hiçbir alanında fethetme arzusu, oburluğu içinde değilim. Yaptıklarımı övünç vesilesine dönüştürmem.

Chopin’i hiç sevmezdim

İlk külliyat çalışmanız Beethoven’di. 1986’da Liszt’in piyano uyarlamasıyla senfonilerini kaydetmeye başlamıştınız. Neden yarım kaldı ve yerini Chopin, Brahms, Rahmaninof’a bıraktı? Beethoven’in konçerto ve sonatlarını kaydetmek için belirli bir olgunluk düzeyine erişmeyi mi beklediniz?
-Çocukluğumda Chopin’i abartılı, duygusal icralarından tanımıştım. Bu kötü yorumlar bende şiddetli nefret uyandırmıştı. Hayatıyla ilgili bir film izlemiştim. Verem nedeniyle öksürüyordu ve piyanonun üzerine kan sıçrıyordu. Bundan çok korkmuştum. Dolayısıyla Chopin’in müziğinden iyice uzaklaşmıştım. Nadia Boulanger, Wilhelm Kempff gibi hocalarımın Chopin sevgisini de anlayamazdım. Konservatuvarda ödev olarak verilen eserlerini çok kötü çaldım. Bir gün Kempff, ödev olarak Chopin’in eserlerini verdi. Si minör Sonat ve birkaç noktüne hazırlanıp gittiğimde bu eserler hakkında öylesine ilginç bilgiler verdi ki Chopin’i merak etmeye başladım. Öğrendikçe sevdim. Bu arada Skryabin’i keşfetmiş, büyük bir hayranlıkla eserlerini inceliyordum. Bu yetkinliğin kökenini araştırdığımda Chopin ve Liszt’ten etkilendiğini gördüm. Jean Jacques Ibert’in “Öğrencilerinin Yorumlarıyla Chopin” adlı kitabı, besteciyi derinlemesine tanımama çok yardımcı oldu. Tempolar, pedal teknikleri hakkında ayrıntılı bilgiler vardı kitapta. Eski Chopin icralarını toplamaya başladım. 100 civarında plak toplayıp, dinlediğimde Chopin’i biraz daha sevdim. Naxos’tan teklif alınca, besteciyi daha iyi tanıma firsatı bulabileceğimi düşünüp bu teklifi kabul ettim. O dönemde Naxos başka bir piyanistin Beethoven icralarını yayımlamıştı.
Liszt’in Beethoven uyarlamalarına neden ilgi duydunuz ve kaydetmeye karar verdiniz?
-1985’te Brüksel’deki bir prodüktör dostumuz, ertesi yıl Liszt’in ölümünün 100’üncü yılı olduğunu hatırlatıp “Neden Beethoven senfonilerinin uyarlamalarını kaydetmiyorsun” diye sormuştu. Çocukluğumdan beri bildiğim eserlerdi. 4 ve 5’inci senfonileri Brüksel’de bir kilisede kaydettim. Prodüktör dostum kayıtlan HMV’ye dinletmiş. Bir senfoni daha kaydettiğimde plak olarak yayımlayacaklarını söylediler. 1. Senfoni uyarlamasını kaydettim. Plak tamamlandı. EMI’nin merkezi bu projeyi duyunca, tüm senfonileri kaydetmemi önerdi. Ancak çok dar bir zamana sıkıştırıldı kayıtlar. Zorlanarak da olsa kaydettim. Yayımlandı.
Bu kayıtların, gelecekte Beethoven’in tüm piyano eserlerini içeren bir çalışmaya dönüşebileceğini düşünmüş müydünüz o aşamada?
-Hayır, hiç düşünmemiştim. Rastlantıyla başladı, daha sonra rastlantılar birbirini izledi. Daha sonra hiçbir plak firmasıyla görüşmeden, bağlantı kurmadan sonatları kaydetmeye başladım.

Piyano uyarlamaları analiz içerir

Müzik dünyasında solo çalgılardan orkestraya yapılanlar hariç, uyarlamalar genellikle pek önemsenmez. Siz önem veriyorsunuz ve sık seslendiriyorsunuz. Sizce uyarlamalar neden önemli, Liszt uyarlamalarının piyano dağarı açısından önemi nedir? Ortalama bir müzikseverin hayatını nasıl zenginleştirir?
-Geçmişte Beethoven’in senfonilerinin basılmış notaları sınırlıydı. Enstrüman grupları için yazılmış partisyonlar farklı kentlere gönderilirken yolda kaybolma riskinden endişe edilirdi. Bu nedenle Beethoven’in senfonilerinin yeterince tanınamadığını düşünen Liszt, senfoniyi piyanoya uyarlayıp yaygınlaşmasını sağlamaya çalıştı. Notalann üstüne hangi enstrüman tarafından çalındığı yazılıyor, böylece eser hakkında fikir edinilebiliyordu. Aynca plakların bulunmadığı bir çağda Liszt, senfonileri piyano başında çalınacak boyuta dönüştürüp binlerce kişinin evine sokmayı başarmıştı. Ben de çocukluğumda Ankara’da annemle, dört el piyanoyla 1. Senfoni uyarlamasını çaldığımı, birinci kısmından çok zevk aldığımı hatırlıyorum. Liszt, Beethoven’den önce, hayran olduğu Berlioz’un “Fantastik Senfoni”sini de piyanoya uyarlamıştı. Beethoven uyarlamaları öylesine abartıdan kaçınılarak yapılmış ki hayranlık veriyor. Orkestranın sesini elde etmek amacıyla piyanoya yüklenmek yerine, bestecinin sonatlarındaki yaklaşımı uygulamış. Bu eserleri Beethoven’in son sonatları gibi dinlemek mümkün. Ferruccio Busoni, kitabında Bach ve Beethoven’in iki dev ırmak gibi birleşip Liszt’i ortaya çıkardığını söyler. Bu eseri dinlediğinizde, fikrinin ne kadar doğru olduğunu görüyorsunuz. Liszt’in uyarlaması Beethoven’in dev eserini anlamamızı sağlayan, analiz içeren eskizler gibidir. Müzikseverlerin dünyasını zenginleştirecek özelliklere sahiptir. Uyarlamaların önemine gelince… Bazı uyarlamalar sadece orijinal eserin notalarına bakılarak, analiz çabasına girişmeden hazırlanır. Bunlar sıradan çalışmalardır. Kimi uyarlamalarda ise eser, kullanılacak enstrümanın özelliği düşünülerek adeta yeniden yazılır. Tek çalgıyla büyük çalgı gruplarının etkilerini yaratmak için orijinal metinde bulunmayan bazı notalar eklenebilir. Paris Konservatuvarı’ndaki öğrencilik yıllarımda transkripsiyon çalmak çok demode, kötü bir iş olarak değerlendirilirdi. Sonraki yıllarda da bu yaklaşıma sık tanık oldum. Oysa uyarlamalar bir eseri derinlemesine incelemek isteyen için çok yararlıdır. Ayrıca müzikal değer açısından da önemlidir. Örneğin Rahmaninof yapılabilecek en güzel uyarlamaları yapmıştır. Volokov’un çılgın ve müthiş uyarlamaları önemlidir.
Liszt biriktirdiği parayla 1838’de Beethoven’in bir heykelini yaptırıp, şehir meydanına diktirmiş. Bir yıl sonra da senfoni uyarlamalarına başlamış. Bu uyarlamalarda heykel dikme çabasının, piyanonun yetkinliğini kanıtlama arzusunun izleri ne kadar görülüyor sizce?
-Liszt ilk eserlerinde abartılı, aşırı coşkulu. Sonra hızla sadeleşiyor. Papaz olmasının da etkisiyle yalın bir üslubu benimsiyor. Beethoven’in senfonilerini de bu yaklaşımla ele almış. Eserleri tanıtmak için yola çıkmış. Daha sonra ustasını yüceltme, klavyenin yetkinliğini kanıtlama çabasının da etkisi olmuş. Chopin ses derinliğine yönelirken, Liszt piyanoda orkestra zenginliğini geliştirmeye kendini adayan bir bestecidir. Daha sonra bu bayrağı ondan Anton Rubinstein devralmış. Rubinstein’ın bu özelliğini çok az kişi bilir. Liszt’in ustalık sınıfındaki öğrencilerine verdiği öğütleri içeren bir kitap okudum. Burada bir öğrencisi, “Berlin’de Rubinstein’ı dinledim, neredeyse hiç pedal kullanmadan çaldı” dediğinde Liszt “Doğruydu yaptığı” diye cevap veriyor. Aynı kitapta bir öğrenci Rubinstein’ın Weber’in sonatını bir orkestra gibi zengin tınılarla çaldığını söylüyor.

EMI, projeyi iptal ettiğinde sadece eşimin üzülmesinden endişe ettim

Liszt uyarlamalarının kayıt sürecinde ciddi sorunlar yaşamıştınız. Eşiniz Şefik Büyükyüksel’in 2003’teki yazısından öğrendiğimize göre, kayıtlar sürerken, siyasi baskılar nedeniyle EMI projeyi iptal etti. Daha sonra müzik dünyasından gelen tepkiler üzerine, sponsor desteğiyle projeyi tamamladı. İptal ve sonrasındaki zaman sıkışması sizi yorgunluğun ötesinde psikolojik açıdan nasıl etkilemişti, bu etki yoruma yansıdı mı?
-Sorunlara karşı mücadele etmeyi çok severim. Teslim olmam. İptal edildiğini duyduğumda, eşimin üzülmesinden endişe ettim sadece. Bu projeyi sürdürmeye kararlıydım, nasıl olsa başka bir firma bulunurdu yayımlayacak. Ancak zamanın sıkışması beni çok etkiledi. Özellikle son kayıtlar sırasında, kilisede, kış soğuğunda yaşadıklarımı hiç unutamıyorum. Kürk giydiğim halde soğuktan donmuştum. Günde birkaç saat uykuyla bir yandan kayıt yapıyor, diğer yandan bir sonra kaydedeceğim eserlere hazırlanıyordum. Çok zor koşullarda hazırlanmış bir çalışma olmasına karşın, sonuçtan memnunum. Altıncı Senfoni’nin son bölümünü kaydederken yorgunluktan esere konsantre olamadığımı düşünmüştüm. Daha sonra dinlediğimde bu bölümün bile sorunsuz tamamlandığını gördüm. Bugün geri dönüp baktığımda bu kayıtların ses kalitesini çok seviyorum. Sonraki yıllarda bu eserleri konserlerde çok çaldım. Üzerlerinde düşündüm. Yeniden kaydetsem icranın genel karakterini değiştirmezdim. Sadece bazı eserlerin temposunu hızlı tutardım. Söylediğim yanlış anlaşılmasın: Birçok senfoninin bugün orkestralar tarafından bile gereğinden hızlı seslendirildiği kanısındayım. Örneğin, 9. Senfoni’de bugüne kadar gönlümce yorum bulmakta zorlandım. Hayran olduğum Furtwangler yorumunu bile telaşlı bulurum. Sadece Bruno Walter yorumunu, derinliği, ağırlığıyla severim.
İlk kayıtların üzerinden 20 yılı aşkın süre geçti. Bu süre içinde Beethoven’e, eserlerine bakışınızda, yorumculuk yaklaşımınızda birçok farklılık ortaya çıkmış olmalı. Yeniden yayımlanması gündeme geldiğinde içinize sinmeyen, yeniden kaydetmek istediğiniz yorumlar var mıydı bunların arasında?
-Kolay beğenen bir yorumcu değilim. Ayrıca sürekli yeni şeyler keşfediyorum. Buna karşın Beethoven icraları kendi içinde bütünlük taşıyor. Belirli bir zamanın fotoğrafı her biri. Üzerinde değişiklik yapıldığında bütünlüğü bozulur. Küçük değişiklikler yapıldığında bu belli olur. Tümünü kaydetmek gerekir. Bu da bana akılcı gelmiyor.
Liszt’in uyarlamalarının tümünü ilk kaydeden sizdiniz. Ancak sonra üç piyanist daha kaydetti. Yorumlarım incelediniz mi, yaklaşımları konusunda ne düşünüyorsunuz?
-Benimle aynı günlerde Cyprien Katsaris kaydetti. Ardından Naxos için Konstantin Scherbakov kaydetti. Açıkça söylemek gerekirse, bu albümleri dinlemedim. O dönemde başka yorumlarla uğraşıyordum. Diğer kayıtlan merak etmedim.

Dağdan düşenleri hatırlamıyorum

Beethoven’in 32 sonatından bahsederken “Birçok piyanist bu eserlerin bütününü icra etmek söz konusu olduğunda dev bir dağın önündeymiş gibi hisseder kendini. Oysa korkmamak gerekir” diyorsunuz. Bugüne kadar çok sayıda piyanist 32 sonatı kaydetmeyi denedi. Herhalde önemli bölümünü dinlemişsinizdir. Piyano repertuvarının Everest’i kabul edildiğini göz önüne alırsanız, kazasız tırmanmak mümkün mü bu dağa, yuvarlanan olmadı mı hiç?
– Tabii ki tüm önemli yorumlan dinledim. Örneğin ilk toplu kaydı yapan Schnabel, eserleri 78’lik plağa sığdırmak için bazı yerlerde tempo yükseltmek zorunda kalmış. Zamanın zorlamadığı bazı bölümlerde tempoları ağırdan almış. Yine de müthiş bir yorum. İnanılmayacak bir zekâ içeriyor. Backhaus yorumu Schnabel’den çok farklı. Yine de güzel. Wilhelm Kempff üç kez kaydetmiş tüm sonatlan, gençlik versiyonunu çok severim. Walter Gieseking’in yorumu güzeldir. Maria Grinberg’in bit pazarında bulduğum yorumlarına hayran kaldım. Rus piyanistlere sorduğumda, o dönemde diğer ustaların gölgesinde kaldığını, ikinci sınıf piyanist sayıldığını, sonatları kendi parasıyla kaydettiğini öğrendim. Oysa çok etkileyici yorumlar bunlar. Fransa dışında pek tanınmayan piyanist Yves Nat’ın yorumları çok etkileyicidir. Sahne korkusu nedeniyle konserlerden erken yaşta çekilmiş, kalp krizinden ölünce unutulmuş. Alfred Brendel de üç kez kaydetmiş tüm sonatları. Olumlu anlamda entelektüel, düşünen yorumlar bunlar.
Bunların hiçbiri dağdan düşme örneği değil…
– İyi olanları hafızamda tutar, diğerlerini unuturum. Bu nedenle dağdan düşme örneği veremeyeceğim. Piyanistleri korkutan, yüce bir dağın karşısındaki çaresizlik duygusunu yaşatan, Beethoven’le ilgili toplumsal algılama. Ağır, çok ciddi olmak zorunda hissediyorlar kendilerini. Aman şöyle yapmayayım, böyle yapmayayım endişesiyle işe başlıyorlar. Wilhelm Kempff icralarında bu algılamaya karşı çıktığı için uzun yıllar anlaşılamadı. İlk sonatlarında yüzü asık bir genç yerine, neşeli, hafif bir genç adam portresi çizdi. 1-2 ve 11’inci sonat ışıltılıdır. Bunu vurgulamaya çalıştı. Aslında Beethoven’in her sonatı bir gezegendir, her birinin farklı bir evreni vardır.

1933’teki Schnabel kayıtlarından bu yana, 32 sonatın toplu icrasında birçok farklı yaklaşım denendi: Ciddi, ağır yorumlar, eserlere ışık, mizah katma çabaları, egzantrik denemeler… Geleneğe bağlı olduğunuzu, Kempff hatta daha fazla Backhaus’un bakışını benimsediğinizi söylüyorsunuz. Sizin sonat yorumlarınız bu süreç içinde nereye oturuyor?
– Notada yazılı olanı uygulamak, satırların arasını okumak yeterli. Eserlerin arasındaki farklılıklara dikkat etmek, bunları yansıtmak için özen göstermek gerekiyor. Müzik ön planda olmalı. Yorumcu renkleri yakalamaya çalışmalı. Kendini, egosunu ön plana çıkarmamalı. Kempff eserlere kendi bakışını getirdiği halde, kendini hiç öne çıkarmazdı. Kreşendolar, kullandığı renkler bir piyanistin yorumdaki kişiliğini vurgular zaten. Ayrıca eserin önünde görünmeye ihtiyaç yoktur. Bununla birlikte bazı problemler var. Bir kısmı metronom kullanımıyla ilgili. “Hammerklavier Sonatı”nın ilk bölümünde “132” notu var. Yıllar önce bu tempoyla Finnadar firması için kayıt yaptım. Schnabel de bununla kaydetmiş. Bana sorarsanız bu tempoyu düşürmek lazım. Çünkü çok telaşlı bir atmosfer çıkıyor ortaya. Bunu, tempoyu değiştirmeden engellemenin yolu, daha hafif, gençlik neşesini verecek şekilde icra etmek olabilir. Bence bu yaklaşım da eserin ruhuyla çelişiyor. Beethoven çağının metronomlarının güvenilirliği kuşkulu. Örneğin Liszt de, Schumann’ın tempolarının yanlış olduğunu söyler. Yeni kayıtta, Hammerklavier’in ilk bölümünde “132”yi kullanmadım.

Opus 111’de iki elin arasındaki açıklık piyanisti dehşete düşürür

Liszt’in uyarlamalarını kaydederken Beethoven’in senfonik yaklaşımını derinlemesine analiz etme imkanı bulmuştunuz. Bu tecrübe, 15 yıl sonra 32 sonatın icrasına yeni açılımlar getirdi mi?
– Liszt’in piyanistlik açısından geliştirdiği zekice çözümler ufkumu açmış olmalı. Geçmişte Kempff in Beethoven sonatlarına yaklaşım konusunda düzenlediği çalışmalara da katılmıştım. Hatta her piyanisti sadece bir kez kabul ettiği bu çalışmaya, iki kez katılmıştım. Beethoven’in birçok senfonisini sonatlar gibi, saydam, anlaşılır icra etmek gerekir. Sonatları icra ederken de büyük nefesle, kesintisiz çalınmalı. Arada duraklama olmamalı. Plak kaydı piyanisti zorlamaz. Bölümler halinde kaydedilir çünkü. Konserde icra daha zordur. Plakta ise kesitleri, bütünlüğü sağlayacak şekilde bir araya getirmek sorundur. Bir başka hata, armonilerin cazibesine kapılıp, tempoyu çok düşürmek olabilir. Piyanist burada nefesine dikkat etmeli. Alabildiği nefes ona kılavuz olmalı. Nefesin ötesine geçildiğinde yapaylık çıkıyor ortaya.
Beethoven’in ilk sonatlarında orkestra etkisini yakalamaya çalıştığı, sona doğru tamamen piyanoyu düşündüğü, ifade gücünü artırmaya çalıştığı söylenir. Bu açıdan Beethoven’in senfonik bakışım iyi analiz etmek önemli olsa gerek.
– “Appassionata’dan sonraki sonatlar, piyanonun etkilerini artırmaya çalıştığı eserlerdir. Son sonatlarda, örneğin Opus 111’de elleri klavyenin iki ayrı ucuna yerleştirir. Ortada piyanisti dehşete düşüren büyük bir boşluk vardır. Bütün evreni yerleştirmiştir o boşluğa. Opus 54’te problem yaratan oktavlar var. Birinci bölüm, dikkatli olunmazsa son derece çirkin olabilir. Opus 81A da aynı şekilde. Opus 90’da güç bölümler var. Son sonatlarda piyanisti zorlayan çok büyük problemler var. Beethoven entelektüel anlamda piyanonun sınırlarını çok zorlar, genişletir. Trillerin bütünlük içinde sürmesi çok zordur mesela. Bu nedenle Opus 111-106-109’un iyi yorumlarına çok nadir rastlanır. Bunun nedenini anlamak için, bir ay kulaklarımı kapatıp, sağır bir insanın içinde neler hissedeceğini öğrenmek istemiştim. Fakat düşüncemi gerçekleştiremedim.
Beethoven 10 piyano sonatını hayranı olduğu Haydn ve Mozart etkisiyle yazmış. Bazı piyanistler yorumlarında bu vurguyu belirginleştirir. Siz hangi yolu seçtiniz?
– Sadece Beethoven’i çalmaya çalıştım… Ancak şunu söyleyebilirim ki ilk dönem eserlerini daha çok severek çalıyorum. İcracıya daha fazla fırsat sunuyor bu eserler.
Piyano sonatlarında ortaya çıkan fikirleri yaylı çalgılar dörtlülerinde geliştirip, senfonilere uyarladığı, bu nedenle eserleri arasında önemli bağlar olduğu düşüncesine katılıyor musunuz? Yaylı çalgılar dörtlüleri icrada size ışık tuttu mu?
– Yaylı çalgılar dörtlülerinde, sonatların icrasına ışık tutabilecek fikirler var. İcra sürecinde yaylı çalgılar dörtlülerini bu yaklaşımla analiz etmek yerine, geçmiş bilgilerimin ışığında içgüdüsel olarak bağlantı kurmayı tercih ettim.

Tartışmalı konularda emprovizasyon tecrübemin ışığında akıl yürüttüm

Sonatlarda bazı tartışmalı noktalar var. “Hammerklavier”in bir bölümünde la diyez, la bemol tartışması yaşanıyor. Besteci bu eserde daha sonra bazı kısaltmalar yapmış. Hatta Murray Perahia, hatalı bir nota bulmuştu, müzik dünyası şok geçirmişti. Siz bu tartışmalı noktalarda seçiminizi nasıl yaptınız, hangi kaynağı kılavuz seçtiniz?
– Urtext edisyonunu kullandım. Tartışmalı konularda mantık yürüttüm, emprovizasyon tecrübemin ışığında karar verdim. Örneğin, “Hammerklavier”in tartışmalı bölümünü, ritmik akışı engellemediği için la diyez kaydettim. Bununla birlikte bestecilik yönüne de saygı duyduğum Kempff’in tartışmalı noktalara getirdiği çözümler her zaman bana yakın gelmiştir.
Mozart’ın piyano müziğinde zorlanan, bunalan piyanistler için Beethoven’in piyano sonatlarının bir sığınak olduğu, kendilerini toplamalarını sağladığı söylenir. Siz bu düşünceye katılıyor musunuz?
– Katılıyorum. Mozart’ın en büyük zorluğu, piyano sonatlarındaki sadeliğidir. Opera, konçerto, oda müzikleri kadar renkli, zengin değildir. O kadar sadedir ki ruhsuz çalmamak için büyük çaba harcamak gerekir, inandırıcı, doğru çalmak, egzantrikliğe kaçmamak ve aynı zamanda enteresan hale getirmek zordur. Haydn’ın sonatlarına bakarsak fantezilerle dolu rengârenk bir dünya görürüz. Beethoven’in her sonatı diğerinden farklı fikirler içerir. Dolayısıyla piyaniste yorumda yeni imkânlar sunar.
Arrau, “Beethoven’in sonatlarını icra ederken sıkıcı olmaktan korkmayın” dermiş genç piyanistlere. Andras Schiff ise “hiçbir şey eklemeden çalmak, ses kadar sessizliğe önem vermek gerekir” diyor… Siz ne gibi bir sonuç çıkardınız bu deneyimden?
– Yalınlık, sıkıcı olmak değildir. Dinleyicinin dikkatini çekerek de yalın olunabilir. Evet, sessizlikler de önemlidir. Ancak bir sesi diğerine en iyi şekilde bağlamak için, bu yaklaşımla kullanıldığında…
Sonatların tümünü tekrar bir dizi konserde seslendirmeyi düşünüyor musunuz?
– Yıllar önce İstanbul’da, üç yılda toplam yedi konserde seslendirmiştim. Bu kez daha kısa sürede çalmak isterim. Konserler bana enerji veriyor, bu nedenle zorlanmaktan korkmuyorum.
2000’de altı Fransız piyanist bir araya gelip, üç günde 32 sonatı birden seslendirdikleri konser dizileri düzenlemeye başladı. Hatta 2001 sonunda Türkiye’ye de geldiler. Siz böyle bir ekip oluşturmak isteseniz kimleri seçerdiniz, hangi sonatları seslendirmek isterdiniz?
-1990’ların başında, Washington Baltimore’da Beethoven’in tüm konçertolarını dört kadın piyanistle seslendirmiştim. Orkestrayı Leon Fleischer yönetti. Sonatları ise geçmişin ustalarıyla seslendirmek isterdim. Fischer, Backhaus, Gieseking, Richter, Gilels ve Michelangeli’yi bir araya getirir, sonra da bu konserleri dinlemeye giderdim. (Kahkahalar) Eğer benim de mutlaka çalmam istense Opus 7, Opus 28, “Waldstein” ve “Appassionata”yı seslendirmek isterdim. Bu arada “Hammerklavier”i de Liszt’en dinlemek isterdim…
Her icranın bir dönemin fotoğrafı olduğunu söylüyorsunuz. Sonatları 1994-2006 arasında kaydettiniz. Zamana yayılan bu fotoğraflar gönlünüzce bir bütünlük oluşturuyor mu?
– Sürecin uzunluğu kadar, ilk kayıtlardaki icraya bugünkü bakışımın farklılaşması da benim açımdan sorun yaratıyor. Bana kalsa birçok eseri hayatım boyunca tekrar tekrar kaydederim. Fırsat olsa, ilk kaydettiğim Beethoven sonatları da bir kez daha tekrarlanabilirdi. Çünkü temposu biraz daha yavaş olabilirdi. Ancak beni rahatsız edecek kadar büyük farklılık olmadığı için bu şekliyle bıraktım.

İlk sonatlardaki tekrarları çoğu piyanist çalmaz, oysa çok önemlidir

Birçok piyanist 32 sonatın kaydında süreyi tutturmak için eserlerdeki tekrarları çalmamayı tercih ediyor. Siz bu konuda hassas davranıp tüm tekrarları çalmışsınız. Prodüksiyonda soruna yol açmadı mı bu tercih?
– Bu sorun beni mahvetti… Birinci sonatın kaydı bittikten sonra, prodüktör süreye baktı. Hayretle, “nedir bu uzunluk”, diye sordu. Tekrarların gerekliliğini anlatmam gerekti. Evet, bunlar notada yazılıysa çalınmalı. Birçok piyanist üçüncü sonattan sonraki tekrarlan çalar. İlk ikisindeki tekrarlan çalmaz. Oysa, Beethoven’in sonatlarındaki tekrarlar çok önemlidir. Biraz değişiklik yapılarak çalınabilir. Ben bu yöntemi benimsiyorum. Chopin’in sonatlarındaki tekrarlar bu kadar önemli olmasa da, günümüzün yorumcuları onun eserlerindeki tekrarların bile gerekliliğini tartışıyor. Si minör Sonat’ının birinci bölümündeki tekrarın zorunluluğunu savunanlar olduğunu görüyorum.
Naci Özgüç yönetimindeki Bilkent Senfoni Orkestrası’yla yaptığınız tüm Beethoven piyano konçertoları yorumları 2002’de yayımlanmıştı. Neden bu kayıtlan şef Antoni Wit yönetiminde yineleme gereği duydunuz?
– 1998’de beş konçerto yayımlanmıştı. Korolu Fantezi’nin ses kaydında problem vardı, bu nedenle yayımlanmadı. 2005’te tekrar kaydedildi ve beş konçertoyla birlikte kutu olarak yayımlandı. Ancak konçertolar da konserde kaydedilip, doğrudan CD’ye aktarılmıştı, teknik sorunlar vardı. Kayda müdahale edildiğinde bütünlüğü bozulacaktı. Bu nedenle, tüm Beethoven icralarının yayımlanması gündeme gelince, stüdyo ortamında yeniden kaydettik.
Konçertolarda da sonatlar kadar piyanisti ikircikli duruma düşüren, tercihe zorlayan sorunlar var mı?
– Küçük ayrıntılar var. Birinci Konçerto’da, re ekspozisyona geçilen bölümde piyanoda büyük bir gam vardır. Bu kritik geçişi gam olarak indirebilirsiniz ya da glisando yapabilirsiniz. Çoğunluk gam geçişini tercih ediyor. Hatta glissando bazı dinleyicilerde şok etkisi yaratıyor. Kempff, glissandoyu tercih etmiş. Konçertonun muzip, mizahi, hafif küstah tavrına çok uygun oysa. Canlılık kazandırıyor. Ben bu yolu tercih ettim. Diğer konçertolarda bu tür ikircikli noktalar yok.
Liszt uyarlamaları ve sonat kayıtlarının her birinde bir macera yaşayıp bazılarını çok kısa sürelerde kaydetmişsiniz. Beethoven külliyatında en son, 2008 başında konçertoları kaydettiniz. Ankara Bilkent’teki kayıtlar nasıl geçti, prova ve kayıtlar için yeterli zaman bulabildiniz mi?
– Orkestra ve kayıt maliyeti yüksek bir projeydi. Doğramacı Ailesi, Naxos gibi bir firma kanalıyla uluslararası dağıtıma girecek bu projeyi destekleme kararı aldı. Antoni Wit’le 1,5 yıl önce bağlantı kuruldu, zaman kararlaştırıldı. Kayıt teknisyeni, Wit için Heidelberg’den geldi. 1,5 haftada tüm kayıt çalışmalarını tamamladık. Pek kolay olmadı, ancak diğer kayıtlarla karşılaştırıldığında sorunsuz geçti. Çalışma koşullarımız çok rahattı. Önce konser verdik, icra pürüzsüz hale geldi bu sayede. Ardından kayda girdik.

Müzikte konuşmak gerekmez, başlayınca gerisi gelir

Polonyalı şef Wit’le konçertoların icrasına bakışınız birbirine yakın mıydı? Kayıtlardan önce, karşılıklı pazarlık yapıp ortak bir dil oluşturmak için zaman harcamanız gerekti mi?
– Geçmişte bu konçertoları birlikte birçok kez seslendirmiştik. Birbirimizi tanıyorduk. Zaten ben müzikte konuşmanın önemine pek inanmıyorum. Kelimeler bazen yanlış anlaşılabiliyor. Müzik tüm sorunları çözümleyebilir. Şeflere “Başlayalım, gerisi gelir” diyorum. Genellikle haklı çıkıyorum. Şefin emin olamadığı noktalar varsa, provalar sırasında bana sorar. “Şu bölümde ne yapmayı tercih ediyorsun”der. Düşüncelerimi aktarırım. Sorunsuz bir şekilde eseri tamamlarız. Hiç unutmam, yıllar önce, birlikte Brahms’ın konçertosunu seslendireceğimiz bir şef, daha provaya başlamadan “Biliyorum, bu bölümde şöyle, bu bölümde böyle çalacaksın, şurada koşturacaksın” diye söylenmeye başlamıştı. Sabırla dinledim, hiçbir şey söylemedim. Esere başladık. Bunların hiçbirini yapmadığımı görünce çok şaşırmıştı…
Tüm konçertoları ilk kez Schnabel kaydetmişti. Ardından Kempff’in kayıtları geldi. Eleştirmenler 1960’lara kadar bu iki yorumcunun aşılamadığını söylüyor. Ancak sonrasında birçok piyanist tüm konçertoları kaydetti. Örneğin ilk CD versiyonunu kaydeden Brendel’in entelektüel yaklaşımı çok tartışıldı. Siz 60 yıllık bu süreçte hangi piyanistlerin üslubuna yakınsınız, hangilerine kendinizi çok uzak buluyorsunuz?
– Yedi yaşından bu yana Kempff’in yorumlarıyla birlikteyim. Konserlerini dinledim, Beethoven sonatlarını, konçertolarını birlikte çalıştım. Ondan çok şey öğrendim, üzerimde çok etkisi oldu. Buna karşın Backhaus ve Fischer’e hayranım. Backhaus’un mucit yanı, düş gücünün zenginliği beni çok etkiliyor. İlk kaydı yaptığı için, sonrasındaki tüm piyanistleri etkilemiştir…

Kempff, 1.Konçerto’nun finalini samba gibi çalar, bize de tavsiye ederdi

Konçerto icrasında Beethoven’in zaman içinde geçirdiği gelişimi vurgulama çabası gösterdiniz mi?
– Beethoven’in ilk konçertosu olan 2. Konçerto ile 5. Konçerto aynı mükemmeliyettedir. Farklı olan, duygulardır. Beethoven her zaman ciddi, trajik boyutlarıyla yansıtılmak istenir. Oysa espritüel bir bestecidir. Konçertolarının bazı bölümleri çok esprilidir. 1. Konçerto’nun finalinde çok komik ayrıntılar vardır. Kempff, bu bölümü sambaya benzetirdi, bu yaklaşımla çalar, bize de bu bakış açısını tavsiye ederdi. Beethoven’in çok özgün aksanları var, bunlar Mozart icrasında kullanılmaz. Beethoven ise bu aksanlar vurgulanmadan icra edilemez. Kempff’le çalışmamın kazandırdıklarından biri de bu aksanları kavramamı sağlamasıydı. Schnabel ve Backhaus’ta da aynı yaklaşımı görüyoruz…
Sonatlar, senfoni uyarlamaları ve konçertoların icrasında piyano seçme şansınız oldu mu? Kaç farklı piyano kullandınız?
– Bence kötü piyano yoktur, kötü piyanist vardır. Piyanist fizik koşulların ötesine geçmesini bilmeli, her piyanodan iyi ses çıkarmalı. Evet, kayıtlarda kullanılan piyanolar önemlidir. Senfoni uyarlamaları ve sonatların bir kısmını aynı piyanoyla kaydettim. Tüm konçertolar Bilkent’in piyanolarında kaydedildi, ancak akortçumuz Fransa’dan geldi. Sonatların bir kısmım da farklı piyanoda kaydettim. Yani bu kayıtlarda üç farklı Steinway kullanıldı.
Yaklaşık 20 yıllık Beethoven kayıt süreci size neler kazandırdı? Bu sürecin Chopin, Brahms, Rahmaninof külliyatlarından edindiğiniz tecrübelerden farklı yönleri nelerdi?
– Chopin, eserlerinde çok önem verdiği legato ve bel canto yaklaşımıyla piyanoya bakışımda önemli değişiklikler yaptı. Rahmaninof, dev aynasına yansıtılmış Chopin gibidir. Chopin’in dünyasına sonradan girmiştim. Oysa Beethoven’in dünyasına çocukluğumdan beri alışıktım, bu nedenle kendimi yabancı gibi hissetmedim. Brahms için de aynı şeyi söyleyebilirim. Bunda Kempff’in etkisi büyüktür, sayesinde Schumann da hep benim dünyamda oldu. Kempff’ten sonra karşılaştığım Richter ise Beethoven’in dünyasına daha da ısınmam açısından etkili olmuştur. Çok ağır tempolar kullanan farklı bir yaklaşımı vardı. Salondaki dinleyiciyi büyülüyordu. Bu yaklaşımı beni çok şaşırttı ve etkiledi. Horowitz’le karşılaştığımda bile bu kadar şaşırmamıştım, çünkü bilindik bir üsluptu. Kayıt tecrübesi ise başlı başına önem taşıyor.
Kendinizi dinledikçe, yapmak istediklerinizin ne kadarının gerçekleştiğini görüyorsunuz. Bazen, amaçladığınızın çok dışında, bambaşka şeyler çıktığını görüyorsunuz. Önce kulağınız mikrofona dönüşüyor. Konserde zorlanıyorsunuz. Sonra tekniğinizin, reflekslerinizin gelişmesine yardımcı oluyor.
Barenboim’e Beethoven icrasıyla hayatında nelerin değiştiğini sorduklarında “Eskiden harika çocuktum, harika gitti, çocuk kaldı” demiş… Siz de bir harika çocuktunuz, bu süreçte ne tür bir dönüşüm yaşadınız?
– Harika çocuk olmanın stresini ben hiç yaşamadım. Çünkü evde bu atmosfer yoktu. Hatta harika olarak nitelendirilmeme biraz da kızıyordum. Barenboim’in ilk sonat kayıtlarında bile çok güzel buluşlar olduğunu söyleyebilirim. Yine de benim tercihim eski kayıtlar. Fazla entelektüelize edilmeden, otantik haliyle yaklaşılıyor eserlere.
Birçok piyanist birden fazla kez sonatları ya da konçertoları yorumlamış. Siz de her yoruma zamanın aynası olarak bakıyorsunuz. Tek aynayla yetinmekten yana mısınız, gelecekte farklı zamanların aynasını da sunmak ister misiniz?
– Bana kalsa her altı ayda bir sonatları, konçertoları yeniden kaydedebilirim. Çünkü dünyama sürekli yeni ayrıntılar giriyor, yeni keşifler yapıyorum, vücut kimyam bile değişiyor. Bunlar icraya yansıyor…

Herşeyi isteyen oburlardan değilim

Beethoven külliyatına eklemek istediğiniz başka eserler var mıydı?
– 32 Varyasyon, “Diabelli Varyasyonları”, Bagateller, “Eroica VaryasyonIan”nı da bu külliyata eklemek isterdim. Belki gelecekte bunları da eklerim. Ancak şunu belirtmek isterim: Ben her şeyi isteyen oburlardan değilim… Piyano repertuvarı çok geniş. Seslendirilmesi gereken, unutulmuş çok sayıda eser var…
CD’lerin tanıtım bülteninde, kayıttan sonra yüzlerce saat stüdyoda çalıştığınız, kayıtlan teknisyenlerle birlikte elden geçirdiğiniz belirtilmiş. Teknoloji yardımıyla kayıtların mükemmelleştirilebildiği bir çağda, bu tür çalışmalar çok eleştiriliyor. Teknik müdahale konusunda ölçütleriniz nelerdi?
-Lazar Berman ilginç bir olay anlatmıştı. Karajan yönetimindeki Berlin Filarmoni’yle, Çaykovski’nin Konçertosu’nu kaydetmiş. Moskova’ya döndüğünde bir notada hata yaptığını fark etmiş. Berlin’i arayıp haber verdiğinde, üzülmene gerek yok, stüdyoya gir ve hatalı tek notayı kaydedip bandını bize gönder, demişler, istenileni yapmış, kayıt hatasız yayımlanmış. Bugün yeniden kaydetmeye bile gerek yok, stüdyoda mucizeler yaratılıyor. Mükemmel CD’leri olan yorumcuların, konserlerde yaşadıkları skandalları duyuyoruz. Ses teknisyenleri bu işi iyice geliştirmiş. Üç sayfalık bir eseri bile, montaj kolay olsun diye sayfa sayfa kaydetmek istiyorlar. Ben buna karşıyım. Eserin akışı bozuluyor. Teklif edildiğinde reddediyorum. Orkestrayla çalışırken de önlemimi alıyorum: Tekrarların çoğalması, bıkkınlık yaratıyor ve müziğin niteliği etkileniyor. Bu nedenle çok iyi hazırlanıp kayda giriyorum. Sonrasında da tercihim mümkün olduğunca az montaj yapılması. Zaten ayrıntıya girince teknisyenler de şaşırıyor. “Nota hatası yok, sorun nerede” diye soruyorlar. Oysa orta hat duyulmayabiliyor, aksan yetersiz olabiliyor, tını çok parlak olabiliyor. Sonatların montajını bizzat ben yapmıştım. Diğerlerinde de teknisyenlerle birlikte çalıştım. Önemli bölümü de montaj yapılmış olarak bana iletildi.

Etkilenmemek gerekçesiyle diğer yorumcuları dinlememek hatadır

Beethoven’in sonatları ve konçertolarını repertuvarına almaya hazırlanan genç piyanistlere nasıl bir düşünsel hazırlık tavsiye edersiniz?
– Beethoven’in son sonatlarıyla başlamalılar. Yarışmalarda çok sık karşılaşıyorum bu hatayla. Opus 109-110-111’i çalıyorlar. Ustalar için bile problem olan eserleri gençler başlangıç için seçiyor. İlk sonatlardaki tekrarları unutmasınlar. Bunları farklı sunmanın yollarını araştırsınlar. Ve her şeyden önemlisi bol bol diğer piyanistlerin, geçmişin büyük ustalarının yorumlarını incelesinler, icrayı analiz etsinler. Etkilenmemek için dinlememek doğru değil.
2009’un kesinleşen programında hangi önemli konserler var?
– Şubat sonunda Amerika’da konserler vereceğim. Philadelphia’da iki, New York, Houston’da birer resital var. Mart ayında Caracas ve Havana’da, hemen ardından Londra’da farklı orkestralar eşliğinde konser vereceğim. Mayısta Atina’daki resital sonrasında, fırsat bulabilirsem birkaç sürpriz düşünüyorum.
Sürprizden kastınız yıllardır çekmecede duran beste ve uyarlamalarınızın gün ışığına çıkması olabilir mi?
– Aktif repertuvarımı geliştirmek istiyorum. Hiçbir ön hazırlık yapmadan sahneye çıkıp o anda karar vereceğim ya da dinleyicinin benden isteyeceği eseri çalabilmeliyim. Eğer yeterli müzikal kaliteye ulaştıklarına ikna olursam günışığına çıkarmak istediğim bazı çalışmalarım var. Brahms’ın 3 ve 4’üncü senfonilerinden yaptığım piyano uyarlamalarını bir süre önce Paris’te çaldım. Brahms albümlerimden birinde lied uyarlamamı seslendirdim. Şimdi sırada diğer çalışmalar var. Bu arada bir bölümü emprovizasyonlardan oluşan resitaller vermek istiyorum. Bu fikri geliştirip, gelecekteki resitallerime örneğin Bach stilinde emprovizasyonlarla başlayıp, Romantik Çağ stili ve çağdaş stilde emprovizasyonlarla sona erdireceğim.

/// SÖYLEŞİDEN NOTLAR ///

Üç kitabı bir arada okuyorum

Birkaç kitaba aynı anda başlarım. Bilgiye dayalı kitapları çok hızlı okurum. 100 sayfalık bir kitap bir günde biter. Felsefe, edebiyatı yavaş ve tadını çıkararak, metindekiler üzerine yan araştırma yaparak okumaktan yanayım. İlgi alanlarımdan biri de tarih. 17. yüzyıl Avrupa tarihiyle ilgili kitaplar var şu anda gündemimde. Ayrıca edebiyat eleştirmeni, denemeci George Steiner’in dil, edebiyat, toplum bağlantısı üzerine bir kitabını okuyorum. Çok ilginç şeyler öğreniyorum.

Rusça ve interneti öğreniyorum

Uzun yıllar önce Rusça çalışmış, konser programlarım yoğunlaşınca yarım bırakmıştım. Haziranda Richter Yarışması jürisinde görev yapmak üzere Moskova’ya gittiğimde, gençliğimdeki Rusça çalışmamın yararını gördüm. Birçok sözcüğü hatırlıyorum. Rusçamı ilerletmeye karar verdim. İnternet büyük bir bilgi kaynağı. Fakat ben yeterince kullanamıyorum. Küçük bir bilgisayar aldım, interneti kullanmayı öğreniyorum. Yale gibi bazı üniversitelerin internetten yüksek lisans programlan başlattığım gördüm. Fırsat bulabilsem felsefe tarihi derslerine başlamak isterdim.

Henüz Sibirya’ya gidemedim

Farklı kültürleri, coğrafyaları merak ediyorum. Konser için gittiğim şehirleri ve çevresini detaylı şekilde keşfetmek için elimden geleni yaparım. Gençliğimde Tibet ve Sibirya’ya gitmek için para biriktirirdim. Dünyanın birçok ülkesini, şehrim gezdim fakat henüz Sibirya’ya gidemedim. Tibet ise ne yazık ki Disneyland’a döndü.

Gaziosmanpaşa’yı merak ediyorum

Çocukluğumda ayrıldım İstanbul’dan. Gençliğim Paris’te geçti. Daha soma eşimin görevi nedeniyle Brüksel ve Londra’da yaşadık. Paris’in neredeyse tüm sokaklarım bilirim. Eşimin emekli olması nedeniyle artık Türkiye’de daha fazla zaman geçiriyoruz. Yılın yaklaşık beş ayı İstanbul’da, geri kalanı Paris ve Brüksel’deki evimizde geçiyor. İstanbul çok etkileyici, sürprizlerle dolu bir şehir. Fırsat buldukça şehri keşfetmeye çıkıyorum. Tarihi Yarımada’yı, Haliç çevresini geziyorum. Mesela adım çok sık duyduğum Gaziosmanpaşa’yı çok merak ediyorum.

21. yüzyıl kişiliğini çabuk buldu

20. yüzyıl yaklaşık 50 yıl, bir önceki yüzyılın etkisinde geçti. Ancak 1968’den sonra kişiliğini bulabildi. 2000’lerin ilk 10 yılında yaşadıklarımız ise, insanoğlunun yeni bir asra, yaşama çok çabuk geçtiğini gösteriyor. İnanılmayacak her türlü olay gözümüzün önünde gerçekleşiyor. Geçmişin tabuları, bugünün günlük gerçekliklerine dönüştü. Geçmişin değerlerini yaşayan benim kuşağım bu gelişmeleri hayretle izliyor. Ben de bu hızlı dönüşümün nedenini anlamaya çalışıyorum. Bu dönüşümün bir dekadans olup olmadığını sorguluyorum. Yine de bu çağda yaşamaktan, daha doğrusu hangi çağda olursa olsun yaşamaktan, çok mutluyum. “Keşke” sözcüğü benim sözlüğümde yoktur. Geçmişte yaşananlar geçmişte kalmıştır. Nostalji yaşamam.

Tüketim toplumu nereye kadar?

Adada yaşar gibi günlük hayattan izole yaşamayı sevmem. Haberleri, dünyadaki güncel gelişmeleri takip ederim. İnsanoğlu tarihteki hatalardan ders almıyor. Bugüne, geleceğe baktığımda ne iyimserim ne de kötümser. Demek ki insanlar böyle yaratılmış, böyle gidecek. Düşünsel, ruhsal değerlerin ikinci planda kaldığı, çok materyalist bir dünyada yaşıyoruz artık. Dizginlenemez bir tüketim tutkusu hayatımızı şekillendiriyor. Bunun için hayali değerler yaratılıyor, kumar gibi bu değerler harcanıyor, daha sonra büyük krizler yaşanıyor. İnsanlığın birikimine yazık ediliyor. Tüketim tutkusunun frenlenmesi, belki de bütün düşünce sistemimizin gözden geçirilmesi gerekiyor.

Türk piyanistlerin yurtdışında işi gittikçe zorlaşıyor

1960’ların başında Avrupa’da konser verdiğimde, Atatürk Türkiyesi’nin bir bireyi olarak algılanıyordum. Yurtdışındaki Türkler, eğitim için gönderilen kişilerdi. Sonraki yıllarda Avrupa’ya işçi göçü sonrasında Türk imajı değişti. “Sen Türk olamazsın” denilmeye başlandı. Yani artık Türklere önyargıyla yaklaşmaya başladılar. Genç piyanistlerimizin bu ortamda işi zor.

Başarılarını takdir ediyorum

Hocam Nadia Boulanger istemediği için öğrenciliğimde ve sonrasında yarışmalardan uzak durdum. Yazık oldu, bir fırsat kaçtı. Türkiye’ye önemli uluslararası yarışmalarda ödül getiren ilk önemli piyanist Ayşegül Sarıca’dır. 1959’da Marguerite Long-Jacques Thibout Yarışması’nda Paris Kenti Özel Ödülü almıştı. Verda Erman da aynı ödülü 1963’te aldı. Ardından 1965’te Kanada Uluslararası Piyano Yarışması’nda ikinci oldu. Ne yazık ki bu başarıları şimdi hatırlayan çok az. Sonraki kuşaktan Seta Tanyel, Brüksel’deki Kraliçe Elizabeth Yarışması’nda dereceye girdi. Hüseyin Sermet, Ravel yorumlarıyla, Toros Can ise çağdaş repertuvarla Fransa’da üst üste Diapazon ödülleri aldı, başarılarından gurur duydum. Şimdi en gençler arasından Mertol Demirelli, Emrecan Yavuz gibi çok yetenekli piyanistlerimiz var. Bunlar beni mutlu ediyor. Ancak şanssız oldukları birçok nokta var. Örneğin dünya sahnelerini Çinli müzikçiler sardı. Aralarından sıyrılmaları gittikçe zorlaşıyor. Yarışmalarda en çok onlar görülüyor. Ne yazık ki Uzakdoğu’dan yetişenlerin icralarında yeterli derinlik yok. Buna karşın göz doldurmayı başarıyorlar. Ayrıca yarışmalarda kulis faaliyetleri çok etkili. Jüri olarak katıldığım yarışmalarda bugüne kadar birçok olaya tanık oldum. Türkiye eğer gençlerinin uluslararası yarışmalarda ödül kazanmasını istiyorsa, yarışmalara hazırlayan özel kurslar düzenlemeli. Genç solistlerimizin bir başka şanssızlığı Türkiye’de konser fırsatı bulamamaları. Orkestralar bir yana resital şansı bile zor elde ediyorlar. Konser vermeden tecrübelerini artırmaları çok zor. Karşılaştığım tüm genç müzikçilere, ikinci bir meslek sahibi olmalarını öneriyorum. Çünkü müzik geliriyle hayatta kalmak çok zor. Gençlere bir başka önerim disiplinli çalışmaları.
Çok sayıda yetenekli müzikçiye rastlıyorum. Fakat aralarında gereken disipline sahip olanların sayısı çok az.

Liszt’in senfoni uyarlamalarında değişiklik yapmadım

Horowitz’in “Bir Sergiden Tablolar”ı icra ederken değişiklik yapması doğal. Çok güzel bir yorum çıkmış ortaya. Burada bu yoruma ihtiyaç var. Ben, Berlioz’un “Fantastik Senfoni”sinde değişiklikler yapmıştım. Ancak Beethoven’de yapmak zordur. Liszt uyarlamalarında da değişiklik yapmadım.

Yoğun pedal kullanan piyanist, beceriksizliğini gizlemek için aşırı baharat kullanan aşçıya benzer

Piyanoda pedal doğru ve yerinde kullanıldığında müziğe boyut katar. Doğru ve yerinde pedal kullanmak beceri ister. Aşın pedal kullanımı ise beceriksizliğin göstergesidir. Aşın kullanım tıpkı acemi aşçının beceriksizliğini ya da kötü lezzeti saklamak için yemekte aşın baharat kullanmasına benzer.

Müzik aşırı entelektüelleştirilmemeli

Celibidache çok haklı. Müziğin fazla entelektüelleştirilmesi tehlikelidir. Evet, icraya başlamadan çok araştırmak gerekir. Ancak icra sırasında reçetelerle hareket edilmemeli. İcrada spontanlık yok edilmemeli. İcra bir yolculuk gibidir. Aynı yoldan her geçişinizde farklı düşünceler taşıyabilirsiniz, aniden aklınıza gelenleri uygulayabilmelisiniz.

Gerçek tehlike

Günümüzün genç yorumcuları müzikteki nüanslan yok ediyor. Örneğin fortissimo’dan pianissimo’ya geçiyor aniden. Ortadaki nüanslar yok! Kempff, “Benim en güzel nüansım mezzopianolardır”, derdi. Bu, ifade ustalığını da gösterir. Günümüzde legato çalınmıyor. Bazen öylesine tuhaf parmak teknikleri kullanıyorlar ki hayret ediyorum. Sanki Merih’ten gelmişler. Parmak ustalığını geliştirmek yerine pedalleri kullanıyorlar.
Ya da öyle hızlanıyorlar ki salondaki dinleyici aradaki notalan fark etmiyor.
Aynı forteyi başta ve sonda kullanıyorlar. Oysa gelişimi vurgulamak gerekir. Korkum, bu icraların dinleyicilerin kulaklarında yer etmesi ve bunların standart haline gelmesi.
(Serhan Yedig / Şubat-Mart 2009 / Andante)

Share.

Leave A Reply

one × 5 =

error: Content is protected !!