Kim Kashkashian / Viyolama doğru yolu sesim gösterir

0

“Ben egzersiz yaparken hep şarkı söylerim. Çalgımla sesi taklit ederek doğal tınıyı yakalarım” diyor Kim Kashkashian. Viyolanın solistlik yeteneğini bir kez daha kanıtlayan Kashkashian’a ithaf edilen konçertolar her geçen gün çoğalıyor. Amerikalı viyolacı, 25 yıllık piyanisti Robert Levin’le klasik, romantik ve modern çağın başyapıtlarından oluşan bir resital sunmak için 2001 Kasımı’nda İstanbul’a gelmişti. Bundan birkaç hafta önce Boston’daki evinden aradımızda bize Gürün Ermenilerinden olan babasının söylediği türküleri, Hindemith müziğine tutkusunu, Keith Jarrett’la kayıt macerasını anlattı.

 

ABD’de doğdunuz, konservatuvarı bitirdiniz. Fakat solistliğe Avrupa’da başladınız. Neden zor yolu seçtiniz?
– Avrupa’nın ABD’den zor olduğunu sanmıyorum. Gayet hareketli, esnek ve gayret gerektiren bir sistem var Avrupa’da. Viyolacı olarak ABD’de yapamayacağım birçok şeyi yaptım, birçok sanatsal olayın içinde oldum.

ABD eğitimli olmanızın zorluklarını yaşadınız mı, sizi rahatsız eden ya da engelleyen olumsuz yaklaşımlarla karşılaştınız mı?
– Hep dostça yaklaşımlarla karşılaştım. Açık ve dürüstlerdi. Kuşkusuz her eleştirmenin dilediğini yazma, söyleme özgürlüğü var. Yaptığınız işi kimi beğenir, kimi beğenmez. Fakat Almanya’da hep dostça yaklaşıldı çalışmalarıma. Daha çok Almanya, Avusturya, İsviçre ve İtalya’da konserler verdim. Şunu kesinlikle söyleyebilirim: Gayet büyük bir ilgi, açık görüşlülük ve meraktan başka bir şeyle karşılaşmadım. Sanırım çok şanslıydım ya da fazlasıyla nahiftim. (Gülüyor) Tutucu ya da alaycı tavırla karşılaşmadım. Tabii her ülkenin farklı özellikleri var. Bunları öğrenmek insana bir şeyler katıyor. Fakat farklılıklara karşı çıktığında kaybeden sen oluyorsun.

Belki de Avrupa kökenli bir eğitim aldığınız için rahatlıkla benimsendiniz…
– Buna küçük bir anıyla cevap vereyim. Freiburg Konservatuvarı’nda ders verdiğim grupta  bir öğrenci “Amerikan üslubuna sahipsin, bunu biliyoruz” dedi. Ben de şu cevabı verdim: “Müzikte Amerikan stili ne demek? Birinin dışında tüm öğretmenlerim Avrupalıydı; oda müziği derslerini aldığım kişiler Viyana, Rusya, Berlin, Varşova’dan gelmişlerdi. Öyleyse, hangi noktada Amerikan üslubundan bahsedilebilir?” Amerikan geleneği dendiğinde, savaş nedeniyle Avrupa’dan ABD’ye taşınan bir gelenekten bahsediyoruz. Amerikan müzikçisi dediğimizde ise Avrupalı göçmenlerin eğittiği sanatçılardan…

Yolunu ECM’in sahibi açtı

Hangi olay Avrupa’da yolunuzu açtı. Kazandığınız yarışma mı, ECM’in sahibi Manfred Eicher’le tanışmanız mı, yoksa konservatuvarda öğretmenliğe başlamanız mı?
– Birçok kişi viyolamın sesini yarışmada kazandığım ödül sayesinde duymuş olmalı. Yoksa, belki hiç duymayacaklardı. Bu arada konser teklifleri aldım. Yarışmada ödül almasam bu teklifler de gelmeyebilirdi. Ama anahtar diyebileceğim olay Manfred Eicher’le buluşmam oldu. Bu sayede istediğim repertuarla, harika bir firma için plak kaydetme şansını yakaladım. Albümler firma tarafından desteklendi. Bu çok seyrek olan bir şey. Çok, çok şanslıyım. Belli bir düzeyi koruyan, gelişen müzikal çizgiye sahip olmamı ECM’e borçluyum.

Sony, EMI gibi firmalarda sadece çağdaş müzikçilerin çalışmalarından oluşan albümler kaydedebilir miydiniz; sanıyorum ECM ciddi bir riske giriyor bu CD’ler için…
– Müzikte daha iyiyi yakalamak istiyor. Diğerlerinden daha gözü pek. Riske girmekten korkmuyor. Sanatçı için harika bir fırsat bu.

ECM’den yayımlanan CD’ler içinde, “Bunu da kaydettim artık ölsem de gam yemem” dediğiniz albüm hangisi?
– Son kaydedilen hep insanın yüreğine en yakın hissettiği albüm oluyor. Berio’nun müziğini kaydettik en son. Viyolayla orkestra için “Voci”, perkusyonla orkestra için “Naturale” ve orijinal bir Sicilya şarkısından oluşuyor. Müzikal değerlendirme değil ama, duygusal olarak kendimi en çok bu albüme yakın hissediyorum. İlkbaharda yayımlancak.

Annesinin ismi Elmas

Bu kadar yıl sonra aniden ABD’ye dönme kararı aldınız. Ne zaman karar verdiniz ve neden?
– Yurt özlemi… Ülkemi, evimi özledim. Yurdumda olmak istedim. Ülkesinden uzakta yaşayan birçok insan gibi ben de, artık eve dönme zamanı, dedim. 1999 Kasımı’ydı. Ailemi, dostlarımı, arkadaşlarımı özlemiştim. Annemin, babamın büyüdüğü kenti, Frankfurt’a çok benzeyen Boston’ı seçtim. Bu Avrupa’da yapacaklarımın bitmiş olması, müzikteki hedeflerimi tamamlamış olmam anlamına gelmiyor. Eskisi gibi yoğun tempoyla çalışıyorum. Berlin Konservatuvarı’nın yerine burada New England Konservatuvarı’nda ders veriyorum.

Gramofon’da yayımlanan röportajda anne ve babanızın ailelerinin Ermenistan’dan ABD’ye göç ettiğini söylüyorsunuz. Annenizin ismi dikkatimi çekti. Elmas, Türkiye’de çok yaygın bir isimdir. Herhalde Anadolu kökenli bir aileden geliyor…
– Aslında her ikisinin ailesi de geçen yüzyılın başında Gürün’den göçmüş. Birinin ailesi Yunanistan üzerinden diğeri doğrudan buraya gelmiş.

Bir başka röportajda babanızın söylediği türkülerden sevgiyle söz ediyorsunuz. Sizi müziğe yönelten aile atmosferini merak ettim. Mesela aile orkestranız var mıydı; kardeşleriniz müzikle ilgili miydi; siz de türkü söyler miydiniz?
– Erkek kardeşimle birlikte müzikle dolu bir atmosferde büyüdük. O lisede bilimi seçti. Bir yandan da viyola çalıyordu. Bence gayet iyi çalıyordu. Mükemelliyetçi olduğu için bir süre sonra bıraktı. Onu gayet iyi anlıyorum! (Gülüyor). Çocukluğumuzda evde piyano bile yoktu. Babam ve amcalarım bir araya geldiklerinde türkü söylerlerdi. Gomidas’ın derlediği türküleri. Bize Ermenice öğretmediler. Bu yüzden sadece melodilerine eşlik ediyorduk. Yıllar sonra Mansuryan’la bir albüm hazırlarken bu türkülerin orijinal halini öğrendim.

12 yaşında viyola çalmaya başlamışsınız. Daha önce otantik bir enstrüman çalmayı denediniz mi?
– Keman çalmaya 9 yaşında başladım. Enstrümanı ailem seçti. “Eğer bir şey çalmak istiyorsan bu keman olacak, çünkü aileden birilerinin ödünç alabileceğimiz bir kemanı var” dediler. Aslında klarnet çalmak istemiştim. Fakat bu hayatın dayattığı bir çözümdü. Ara Zarunyan’dan ders aldım. Ida Kavafian’ın da hocasıdır. 12 yaşında viyolaya geçtim. Ailem viyola alabilecek durumda değildi. Okulun viyolalarından birini ödünç verdiler. Boyutları ve ses kapasitesi açısından benim için ideal çalgıydı.

Viyolası şahsiyet sahibi!

Viyolada müthiş bir tekniğiniz olduğu söyleniyor. Bir yazıda çalgının ses kapasitesini geliştirmek için kendi tekniğinizi oluşturduğunuzu okudum. Sırlarınızın bir kısmını bizimle paylaşır mısınız?
– Göstermek kolay, sözcüklerle anlatmak zor. Uzun nota çalarken, şarkı söyler gibi sürekliliği koruyan bir teknik geliştirmeye çalıştım. Yayı çekerken orta noktaya geldiğinizde çok hafif bir dalgalanma yaratıyorsunuz. Bu yayın ortasındaki gücü artırıyor, sese akışkanlık sağlıyor. Çalgının köprü bölümüne yaklaşıyorsunuz. Tellerdeki titreşim böylece artıyor. Bir de yayın uç noktasına uygulanan teknik var. Manivela gibi güç aktarıyor. Yayın sonuna geldiğinizde aynı enerjiyi, güçlü sesi elde edebiliyorsunuz. Bunlar hocamdan öğrendiğim özel teknikler… Amacım çalgımdaki tonları, renkleri mümkün olduğunca zenginleştirmek.

1617 Amati (*) yapımı çok özel bir viyola çalıyorsunuz. Asırlık çalgıların şahsiyet sahibi olduğu, çalmaya başlamadan ikna edilmesi gerektiği söylenir. Viyolanızla aranız nasıl?
– Anlatmak zor. Kendi ruhu, aklı var sanki. (Kahkahalar) Çok derin, müthiş bir ruhu var. Bazen istediğimi yaptırmak için önce ikna etmem gerekiyor. Konserlerde ve CD kayıtlarında çoğunlukla onu kullanıyorum. Ayrıca yeni yapılmış çalgılardan oluşan bir koleksiyonum var. Bazen bunlarla konser veriyorum. Lüthiyeleri teşvik etmenin en iyi yolu çalgılarını kullanmak…

Bir yerlerde kontrbas çaldığınızı okudum, doğru mu; eğlence için bile olsa başka enstrüman çalıyor musunuz ya da öğrenmeyi düşünüyor musunuz?
– Aslında hep şarkı da söylemek istedim. Fakat sesim eğitmeye zaman harcamaya değmeyecek cinsten. (Gülüyor)

Keith Jarrett’ı ikna etti

Sesiniz eğitimli değil diye, etrafı toplarken, duş yaparken de şarkı söylemiyor musunuz yani…
– Hayır; sadece viyola çalışırken söylüyorum…

Anlamadım, nasıl oluyor bu iş?
– Öğrenirken, ne yapmak istediğini anlamaya çalışırken sesle çalgına yol gösterirsin. Doğal sesi yakalamaya, onu taklit etmeye çalışırsın. İnsan sesi birkaç saniyede bir değişir. Viyolada bu etkiyi yakalamaya çalışıyorum.

Size ithaf edilen eserlerin sayısı her geçen gün artıyor; hepsi repertuarınıza girdi mi?
– Beş ya da altı tane oldu. Dikran Mansuryan çok güzel bir konçerto yazdı. Kasımda kaydedeceğiz. Amerikan besteci Christopher Giofinidas bir konçerto besteliyor. Peter Eartslish iki yıl önce bir konçerto yazdı. Bir de Tod Machover’ın yazdığı var. Ayrıca viyola, piyano ikilisi için yazılan eserler var. Bunların çoğunu konserlerde seslendiriyorum.

Keith Jarrett’ı Bach sonatlarını kaydetmek için sizin ikna ettiğiniz rivayet ediliyor; doğru mu?
– Doğru. Bir gün otomobilde radyo dinlerken Goldberg Varyasyonları’nı çaldığını duydum. Bach’ın viola de gamba, viyola ve klavsen sonatlarını farklı bir anlayışla yorumlayabileceğimizi düşündüm. Bu başlangıç oldu projeye. Düşündüklerimi ayrıntılı şekilde mektuba dönüştürdüm, katılır mısınız, diye sordum. İlginç buldu. Kaydettik. İşte bu kadar basit oldu.

Keith Jarrett aşırı derecede mükemmelliyetçi ve anlaşması zor bir kişi; problem çıkmadan kayıtları bitirebildiniz mi?
– İnanamayacağınız kadar kolay oldu. Müzisyen süratine ve esnek davranma yeteneğine hayran oldum. Bugüne kadar hiç böylesiyle karşılaşmamıştım.

Güvenle gelen emprovize duygusu

Bu tanışıklık sizi caza yakınlaştırdı mı; emprovizasyonla aranız nasıl; birlikte çalıştığınız bestecilerden kadanslarla da olsa size özgürlük alanları yaratmalarını istiyor musunuz?
– Hayır böyle bir talebim yok. Bugün konçertolar yapısal olarak çok farklı şekillere bürünebiliyor. Bir enstrüman, eskiden olduğu gibi, etkin şekilde kullanılıyor. Bunun dışında tüm yapısal özellikleri farklılaştırılabiliyor. Yorumcu olarak oturup umutla bekliyorsun, bestelenenin senin sesinle özdeşleşebilecek bir eser olmasını diliyorsun. Sanırım bir besteci senin için yazmak istiyorsa kim olduğunu anlamış demektir. Bir tür özdeşleşme olmalı. Doğaçlamaya gelince, klasik müzik yorumcusu esere hazırlanırken zorlu süreçlerden geçer. Kendisini beste içinde sürekli sınar. Hazırlığın son aşamasında partisyonu o kadar iyi bilirsiniz ki, çalarken emprovize yaptığınızı hissedersiniz. Yazılı olanla emprovizasyon duygusu iç içe geçer.

ECM’le çalışırken şeytanın dürttüğü, caz gezegenine iltica etmeyi düşündüğünüz anlar oldu mu?
– (Kahkahalar) Henüz böyle bir şey düşünmüyorum. Klasik müzikten, özellikle folk ögeleri içeren repertuarları yorumlamaktan çok mutluyum.

Çoğunlukla Doğu Avrupalı bestecilerin, özellikle Macarların eserlerini yorumluyorsunuz. Özel bir nedeni var mı; mesela babanızın söylediği türkülerin sıcaklığını mı buluyorsunuz Bartok’un, Eötvös’un eserlerinde?
– Evet bu özel bir ilgi benim için. Bartok insanı hep müziğin folk köklerine götürür. Belki söylediğiniz doğrudur, babamın sesini duyuyorum bu eserlerde. Kim bilir?

Dünya folkloruna CD arşivi yapacak kadar meraklı mısınız?
– Özel bir koleksiyonum yok. Fakat ilgimi çeken albümleri alıyorum.

Hindemith’in tüm sonatlarını kaydettiniz. Sizi Hindemith’in müziğine bu kadar yakınlaştıran neydi?
– Hindemith müziğinde klasik, bazen klasik öncesi yapıyı kullanır. Bununla birlikte tamamen farklı bir armoni yapısı sunar. Ritmik gücünü, bütünlüğünü koruyarak özgürce melodi üretir. Bu ayrıştırma bana çok ilginç geliyor. Müziğin gelişimini merakla izlemeye teşvik ediyor.

Kashkashian-Levin ikilisi sadece konserler için mi bir araya gelir; yoksa çağlar ve ekoller arasında yolculuğa çıkan keşif ekibi midir? İkili hangi süreçlerden geçti, beraberliğini 25 yıl nasıl korudu?
– New York’ta bir oda müziği grubunda birlikte çalıyorduk. Birbirimizin üslubundan hoşlandık. İkili kurmaya karar verdik. O gün bugündür repertuarımızı geliştiriyoruz, birlikte konserler veriyoruz. Bazen birbirimize çok yakınlaşıyoruz, bazen çok uzaklaşıyoruz. Fakat buluşma noktasını nasıl bulacağımızı biliyoruz. Robert’in teorik birikimi ve akademik üslubu ikili çalışmalarda hep benim romantik yaklaşımımı, sadece melodik boyutu düşünme eğilimimi, karakteristik analizlerle müziğe yaklaşma alışkanlığımı dengelemiştir. Bu kadar yıldan sonra konuşmaya bile gerek kalmadı birbirimizi anlamamız için. 25 yılın sırrı hep mükemmelli aramak ve bununla birlikte sabırlı olmak, diyebilirim.

Sakın kızdırmayın, karete biliyor

Modern repertuarda elektronik çalışmalara yaklaşımınızı sorabilir miyim; sentetik sesler sizi rahatsız ediyor mu?
– Her besteci elektronik tekniği farklı kullanıyor. Herşey bilgisayara yüklenen verinin niteliğine, hacmine bağlı. Dinleyiciyi etkileyen, ona ulaşmamı sağlayan herşeyin yararlı olduğunu düşünüyorum. Bu amaçla elektronik olanakların kullanılması beni rahatsız etmiyor.

Müziğin dışındaki ilgilerinizden bahsedebilir miyiz biraz?
– Resim, edebiyat, dans başlıca ilgi alanlarım. Fotoğrafla ve tiyatroyla da ilgileniyorum. Bunun yanında kızımla birlikte Uzakdoğu sporları yapıyoruz.

Dinleyicilerinize konserden önce ulaştırmak istediğiniz bir mesaj var mı?
– Daha önce de söylemiştim. Mükemmeli isteyin, konsere gelirken sabrınızı yanınıza almayı unutmayın…
(Serhan Yedig / İş Müzik Dergisi / Kasım 2001)

(*) Kim Kashkashian, 1617 Antonio ve Girolamo Amatti yapımı viyolasını 2009’da sattı. Alman lüthiye Stefan Peter Greiner’in 1995’te yaptığı viyolayı kullanıyor.

ÇAĞDAŞ BESTECİLERİN GÖZDESİ

Günümüzün en önemli viyola virtüözlerinden biri olan Kim Kashkashian zoru seçmeyi, şansını zorlamayı tercih eden cesur bir müzikçi. Aynı kuşağın isimleri kemanı seçip Vivaldı’nin “Mevsimler”i ve şuh pozlarla şöhret basamaklarını tırmanırken o repertuarı sınırlı bir çalgıda karar kıldı. Viyolanın repertuarını genişletmeyi misyon edindi. Çağdaş bestecileri bu enstrüman için yazmaya teşvik etti. Penderecki, Part, Kanheli gibi birçok besteci onun için eserler yazdı. Kashkashian sabrı sayesinde virtüözitesinin yanısıra viyola repertuarına kazandırdığı eserlerle kendisine klasik müzikte önemli bir yer edindi. Kashkashian, Detroit doğumlu. Peabody Konservatuvarı’ndan sonra ARD ve Lionel Tertis yarışmalarında kazandığı ödüllerle dikkat çekti. Londra, Paris, New York, Berlin ve Viyana’da ünlü orkestralarla konser verdi. Sony için Mozart, ECM için ise Britten’den Şostakoviç’e, Schnittke’den Bouchard’a birçok çağdaş besteciyi kaydetti. Keith Jarrett’la kaydettiği Bach, Eleni Karaindrou’yla kaydettiği ‘Ulysse’in Bakışı” büyük ilgi çekti. Uzun yıllar Almanya’da Freiburg ve Berlin Konservatuvarları’nda, Indiana Üniversitesi’nde ders verdi. 2000 yılında Boston’ taşındı, New England Konservatuvarı’nda ders veriyor.

Linkler

Diskografi

Konser

Biyografi

Strings Dergisi’nde 2000’de yayımlanan Edith Eisler’in Kashashian portresi

Kim Kashkasian: Dahi değilim sadece yorumcuyum (2015 Agos röportajı)

 

Share.

Leave A Reply

five × 2 =

error: Content is protected !!